ORHAN GAZİ ERTEKİN
Çanakkale’nin pazaryerinde gürültüler eşliğinde bir ses duyuluyor:
“Biz çalmayan insanlara oy vermeyiz. Çalar. Ama çalışır da. Sen çalacak mısın Adile hanım?
Adile Yalçın cevap veriyor: Biz çalıp söyleriz sadece. Çalıp soyanı istiyorsan bize oy verme.”
Pazarcı esnafı bir yandan müşterileri ile ilgilenirken diğer yandan kahkahalar atıyor.
Yukarıdaki diyalog- beklendiği gibi- pazar yerine propaganda için gelen meslekten politikacılar ile pazar esnafı arasında cereyan etmiyor. Yeşil sol parti Çanakkale birinci sıra milletvekili adayı Pazarcı Adile Yalçın ile diğer pazar esnafı arasında gerçekleşiyor.
Çanakkale Pazaryerinde işte size gerçek bir “meclis”; bütün gündelik işlerin yapıldığı, politikanın tartışıldığı ve herkesin sözünün olduğu bir yer… Bize bugüne kadar gösterilenlerin meclis ve parlamento olduğunu zannediyor olabiliriz. Ama binlerce yıldır meclislerin asıl gerçeği bu: Gerçek insanların gerçek konuşmaları ve tartışmaları…
Ağırlıklı olarak AKP ve MHP’li, önemli bir kısmı da Balkan göçmeni olan pazar esnafı Yeşil Sol Parti adayı Adile’ye şaşılacak bir yakınlık ve güven ile bakıyor. Dışarıdaki korkunç ithamların, tehditlerin ve hakaretlerin hepsi bu meclise ulaşamadan berhava olmuş. Daha doğrusu Adile hanım kendi emeğiyle berhava etmiş bütün o saldırıları. Dışarıda sırtını devlet güçlerine dayayan “yüksek parti kadroları”nın seçimi “darbe” ile eşleştiren ve Yeşil sol partiyi terörle tarifi eden tüm o sarhoş saldırıları gerçek bir insanla, gerçek bir politikacıyla ve gerçek bir meclisteki işte o Adile hanım ile karşılaşınca yerini saygıya bırakmış.
Peki Çanakkale Pazaryerini gerçek bir meclis haline getiren Adile Yalçın Türkiye’nin parlamentosunu da gerçek bir meclis haline getirir mi?
Seçilirse getirir… Seçilmese de getirir…
Adile Yalçın Kimdir?
Yeşil Sol Parti Çanakkale 1. Sıra Milletvekili adayı Adile Yalçın dindar, türbanlı. Ağrı’dan küçük yaşlarda göç etmiş ailesiyle Çanakkale’ye. Pazarda çalışmak istediğinde eşi ona gülerek tepki vermiş önce. O dinlememiş ve kötü günler için bıraktığı altınlarını bozdurup İstanbul’a toptancıya gitmiş ve küçük bir tezgahla başlamış pazarcılığa. Tavrıyla, edasıyla pazardaki herkese güven verdiği çok belli. Politikadan da hiç geri durmamış. Eşi ve oğlu ile defalarca gözaltına alınmışlar. Kendisiyle dalga geçmeyi de bilen bir kadın. Bir gün sabah 3.00’da evi polis tarafından basılıyor ve eşi gözaltına alınıyor. Üç saat sonra serbest bırakılınca eşine “dur hele ne çabuk çıktın? Daha ben gelip karakolun kapısında ağlayacaktım. Mektuplar yazacaktım sana…” diye gülerek anlatıyor. Hiçbir cakası yok Adile Yalçın’ın. Ama son derece kararlı. Oldukça sade bir hayatı var.
Birkaç saat uzaktan onu izleyip dinledikten sonra hayatımda ilk kez bir insanın; Adile’nin gerçekten halkın temsilcisi olduğuna, olacağına inanmaya başlıyorum. Bir Germinal veya bir Dünyayı Sarsan On Gün gibi değil. Ama onlar gibi adalete, hakkaniyete ve tüm bunlar için heyecan duyarak mücadeleye etmeye inandırıyor. İnsanı sahici bir hayata, gerçek bir güvene alıştırıyor hemen. Bir insan bir başkasını ancak böyle temsil edebilir bana göre. Ona düş kurmayı öğreterek temsil eder. Hayatın değişebileceğine ikna ederek temsil eder. Zaten yaptığı işin milletvekilliği olduğunu, ayrıca bir milletvekili ünvanına sahip olmasının zorunlu olmadığını göstererek temsil eder. Her yerin meclis ve hepimizin de vekil olduğunu öğreterek temsil eder. Düşünün. Bir 19. Yüzyıl fonunda; insanların açlığını ve yokluğunu ve yoksunluğunu en çok düşündüğü, dert ettiği bir yerde-pazarda birden bire politikaya dair başka hayaller kurabileceğinize inanmaya başlıyorsunuz. Nicedir unuttuğumuz bir düşü, bir hayali Adile’nin bize getirdiğini, gösterdiğini düşünmeye başlıyorum şahsen.
Alman Yas Oyunundan Antik Kahramanlara
Peki bu nedir? Neden herkesin birbirine madik attığı, her türlü ayak oyunlarının döndüğü, sırf piyasa ve “pazar” uğruna her türlü karakter yarılmalarının gerçekleştiği bir Alman yas oyunundan çıkıp gerçek bir antik kahramanlık öyküsüne ikna olmaya başlıyorum? Fırsatçıların cirit attığı, hakikatin yerini performansın aldığı bu çağda hala neyi ümit edebiliyoruz? Yüzeyde, görüntüden ibaret ve hızla tüketilen performansların gelip geçtiği bu alemde nasıl olup da Adile Yalçın bütün sahneyi yeniden kurabileceğimizi bize gösterebiliyor?
Sanırım içinde olduğumuz bu korku tünelinde saklanmadan yaşamayı tercih etmesi başlıca sebeplerden birisi. On yıllar süren yangın yerinde hala sapasağlam kalmasında ve direnişinde bir sır gizli. Son yedi yıldır her türlü resmi ve gayri resmi cebir ve şiddet ile karşı karşıya kalmalarına rağmen tevazu ve sebat ile yoluna devam etmesinde. Her yere korku salan, herkesi tehdit etmekten bıkmayan iktidara karşı politikayı ve pazarcılığı olağan ve vazgeçilemez bir hayata dönüştürmesinden de olsa gerek. Ve tüm bu zorbalıklara karşı kalıcı ve dayanıklı bir umut verdiği için de çevresini ikna ediyor olmalı.
Ama bir önemli şey daha var: Adile Yalçın, tüm bir hikayesi düşünüldüğünde, sadece bir partinin adayı değil. Bir siyasi ve ideolojik geleneğin taşıyıcısı da değil. Aynı zamanda bir politikacı olarak kendi serüvenini kuran bir kadın. Neredeyse bir asırdır geleneksel siyasi konumların misyoner taşıyıcısı olarak öne çıkarılmış kadınların belki de ilk kez kendini aşan, kendi siyasi geleneğini de değişimin bir parçası haline getirecek bir yolu açmış olması. “Cumhuriyet kadını”, “devrimin kadını”, “islamın kadını” gibi sıradan misyonerlik hikayesini aşan ve Adile’yi de var eden bir gelenek var burada. Uçucu, gelip geçici değil her fırtınaya dayanabilecek on yılların emeğiyle yükselen bir kararlılıktan geliyor. Yeşil Sol 12 yıllık bir parti olsa da aslında Adile’nin ailesi, kendisi ve çocuklarına kadar ulaşan 3 Kuşak mücadelesi onun hikayesinin sadece kendisine ait olmadığını bir geleneğin var olduğunu da gösteriyor. Bir partiyi parti yapan şey de budur işte: Bir geleneğe sahip olması. Sonraki kuşakların kulaklarına fısıldayacakları hakikatlerinin ve doğrularının olması…
Bizim kulağımıza fısıldadığı şey de bu aslında…
İnsan Temsil Edilebilir mi?
Son olarak açıkça söyleyeyim: Şahsen insanların temsil edilebileceğine inanan birisi değilim ben. İnsanlar vekâlet verebilirler. Ama bunu sıkı şartlar altında yaparlar. Yani milletvekilliği veya parlamenterlik diye bir statü olmaz. Olamaz. Olsa olsa neler yapacağı tembihlenmiş bir vekil olabilir. İşi bittiğinde de vekâlet ilişkisi de ve vekillik de bitmiştir. Milletvekilliğinin bir statü bir “unvan” olduğu Türkiye’nin geleneğinde gerçekte bir temsil yoktur. Güç ve para ile iltimas atamaları vardır sadece. Bundan dolayı Pazar esnafı meclisi ve milletvekilliğini “çalmak” ile aynı anlamda görmüştür. Taa ki Adile ile karşılaşana kadar. Onlar da Adile’yi tanıdıklarında düş görmeye ikna olmuşlar.
Çok uzattım. Şöyle tamamlayayım: Çanakkale’de hepimizin ihtiyacı olan bir umut öyküsü var. Adile Yalçın milletvekili olursa ve meclise girerse Türkiye’nin meclisi gerçekten halkın meclisi olacaktır. Pazarın ve Pazar esnafının olduğu yerde meclis olur. Ama politikayı pazara çevirenlerin olduğu yerde olmaz. Adile hanım şimdi önümüze işte bu tercihi getirmiştir…
Seçim sizin Çanakkale ve Türkiye…