ESRA TOKAT
Türkiye, seçimlere doğru giderken AKP’nin 20 yılında Türkiye’de neler yaptığı ve yeni bir rejim inşa edip edemediği tartışılıyor. AKP’nin 20 yılda bir rejim inşa edemediğini ancak otoritesini kurmak için sistem istismarı olabilecek pek çok değişime imza attığını belirten gazeteci-yazar Kemal Can, “2015’te yüzde 65 oranında destek alan iki parti olan AKP ve MHP, üstüne bir de darbe girişiminin rüzgârını eklemesine rağmen 2017’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde yüzde 50’yi zor yakaladı. Buradan baktığımızda 12 Eylül’ün Türk-İslam sentezi inşasını hâlâ gerçekleştiremediler” dedi. Akademisyen ve yazar Fatih Yaşlı ise AKP’nin Cumhuriyet rejimini fiili olarak yıkmayı başardığını ancak yerine dört başı mamur bir rejim inşa edip etmediği konusunun tartışmalı olduğunu belirterek, “Bugün gelinen noktada, ortada üst ilkesi İslam olan, toplumsal, siyasal, kamusal yaşamın dinselleşmeye tabi kılınmak istendiği, benim zaman zaman ‘fiili şeriat rejimi’ diye adlandırdığım bir rejim vardır” değerlendirmesinde bulundu.
Bugün 20 yılını deviren bir iktidar var karşımızda. AKP, son yıllarında MHP ortaklığıyla iktidarda kalabildi. Peki AKP, devirdiği bu 20 yılda bir rejim inşa edebildi mi? AKP-MHP ortaklığıyla 12 Eylül’ün kurmak istediği Türk-İslam sentezi başarıya ulaştı mı ya da ulaşacak mı?
Akademisyen-yazar Fatih Yaşlı ve gazeteci-yazar Kemal Can, konuya dair Kısa Dalga’ya değerlendirmelerde bulundu.
“AKP rejim inşa edemedi ancak…”
AKP’nin bir rejim inşa edemediğini ancak otoritesini kurmak için sistem istismarı olabilecek pek çok değişime imza attığını belirten gazeteci-yazar Kemal Can, “Anayasal sistemi ve rejimi değiştirmek yerine onu istismar ederek kurulan bir otoriter yönetim tarzı ve genel bir bozulma hali şu an Türkiye’nin yaşadığı ve AKP’nin yaptığı şey. Aslında yazılı kuralları değiştirmeye gerek duymadan fiili durum yaratarak mutant bir yönetim modeli oluşturdu” dedi ve bütün kurumlarıyla, altyapısıyla ve dinamikleriyle işleyen sürdürülebilir bir rejim değişikliği olarak tanımlamanın doğru olmadığını ifade etti.
“Fiili şeriat rejimi’ diye adlandırdığım bir rejim vardır”
AKP’nin bir rejimi, altı oyulmaya on yıllar önce başlanmış 1923 paradigması üzerine kurulu Cumhuriyet rejimini fiili olarak yıkmayı başardığını ancak yerine dört başı mamur bir rejim inşa edip etmediği konusunun tartışmalı olduğunu belirterek sözlerine başlayan akademisyen ve yazar Fatih Yaşlı ise “Evet, AKP rejim inşa eden bir partidir ama bunu ‘devrimci’ bir hızla değil; tedrici, adımlarını zamana yayan bir şekilde yapmayı tercih etmiştir, bu inşa süreci de bir siyasal mücadele olarak halen devam etmektedir. Bugün gelinen noktada, ortada üst ilkesi İslam olan, toplumsal, siyasal, kamusal yaşamın dinselleşmeye tabi kılınmak istendiği, benim zaman zaman ‘fiili şeriat rejimi’ diye adlandırdığım bir rejim vardır” dedi.
“Egemenlik olarak ‘millet’in kavramı değişti”
Öte yandan rejimin dinsel karakterinin hiçbir zaman anayasal bir statüye kavuşamadığının altını çizen Yaşlı, Türkiye’deki güç dengelerinin ve tarihsel birikimin buna izin vermediğini belirtti. Yine de rejimin bir başka yanının, ‘otoriter’ niteliğinin anayasal statüye kavuştuğunu ifade eden Yaşlı, “Parlamenter sistemden ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ne geçiş egemenliğin mekânını değiştirmiş ve onu Meclis’ten alıp Saray’a vermiştir. Öte yandan egemenliğin kaynağı olarak gösterilen ‘millet’in tanımı da değişmiş ve ‘millet’ ortak bir dili, tarihi, vatanı, soyu işaret eden seküler bir kolektif kimliğe değil, Müslüman olmaya işaret etmeye başlamış, yani dini bir karaktere bürünmüştür. Dolayısıyla egemenliğin kaynağı yeryüzünden gökyüzüne, dünyevi olandan ilahi olana doğru bir değişim göstermiştir. Tüm bunlar ise rejimi inşa edenlerin dilinde açık seçik bir şekilde ifade edilmez, rejim inşasının söylemi esas olarak yeni bir rejim inşa edildiğinin inkârı üzerine kuruludur. AKP Atatürk’le, Cumhuriyet’le, laiklikle kavga eder ama kavga ettiğini kabul etmez, rejimin tedrici bir şekilde değiştirilmesinin kuralı adeta budur” diye konuştu.
“AKP için önemli bir siyasi avantaj oldu”
AKP’nin cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası yürürlüğe konan bazı durumları zaten Cumhurbaşkanlığına giden süreçte gerçekleştirdiğini belirterek, Bahçeli’nin ‘fiili durumu hukukileştirelim” sözlerini hatırlatan Can, “Pek çok dinamiği merkezileştiren ve Erdoğan’ın merkezde yer aldığı bir işleyiş sürdürülmekteydi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise buna çok da mükemmel olmayan bir hukuki katkı yaptı” diye konuştu.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin asıl etkisinin kendi yapabileceklerinin sınırlarını genişletmekten çok rakiplerini ‘artık başka bir durumla karşı karşıya olduklarına' ikna etmek olduğunu ifade eden Can, “Bu hem siyasi rakiplerinde hem de ona karşı olan geniş kitlelerin önemli bir kısmında ‘artık durum değişti’ fikrini oluşturdu. Bu da AKP için önemli bir siyasi avantaj oldu” dedi.
“MHP hem Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ideolojik kalkan üretti hem de bunu inşa etti”
Tüm bu süreçte MHP’nin belirleyici bir rol oynadığının altını çizen ve “MHP hem Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ideolojik kalkan üretti hem de bunu inşa etti” diyen Can, 12 Eylül’ün temel tezlerinden birinin kendisine ideolojik bir çerçeve olarak Türk-İslam sentezi uydurmaya çalışması olduğunu hatırlatarak, “Ülkenin bir tarafında dini referanslar bir tarafında da kuvvetli bir milliyetçilik ve bunların ideolojik koruması altında da kuvvetli otoriter bir yönetim modeli. Ancak bu çok karşılık bulmadı” ifadelerini kullandı. Bugün bir biçimde bunu yeniden revize eden ve taban dinamikleriyle buluşturan bir ittifakın gerçekleştiğini belirten Can, “Bu ittifakın ana aktörlerinden biri olan MHP, bu süreçte Erdoğan’ın daha önce rakip olarak gördüğü milliyetçiliği kuvvetli bir ortağa dönüştürdü” diye de ekledi.
“MHP, AKP- Cemaat koalisyonunun dağılmasını fırsat bildi”
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, Erdoğan’ın uzunca bir süredir dile getirdiği “parlamenter rejimi buzdolabına kaldırdık” minvalindeki açıklamalarına bir yanıt olarak Devlet Bahçeli’nin “madem Erdoğan Anayasa’ya uymuyor, o zaman Anayasa Erdoğan’a uydurulsun” sözlerini tıpki Can gibi hatırlatan Yaşlı, “MHP, uzunca bir süredir kapanmış olan ‘başkanlık sistemi’ tartışmalarını yeniden açmış ve adeta rejim değişikliğinin anayasal statüye kavuşmasının önünü açmıştı. Aslında daha önce de MHP örneğin 7 Haziran sonrasında, diğer muhalefet partileriyle koalisyon kurmayarak AKP’nin iktidarı kaybetmesini engellemişti ama 15 Temmuz sonrası yapılan bu açıklamayla birlikte AKP-MHP ittifakı ete kemiğe bürünmeye başladı. AKP- Cemaat koalisyonunun dağılmasını fırsat bilen MHP, AKP ile kurduğu ittifakla devlet aygıtı içerisinde, özellikle emniyet ve yargıda, oy oranıyla orantısız diyebileceğimiz bir güce kavuştu. Bunun karşılığında da “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin en büyük destekçisi oldu. Dolayısıyla eğer MHP’nin hem sayısal hem de bürokrasideki kadroları aracılığıyla verdiği destek olmasaydı, 15 Temmuz sonrası müttefiklerini yitiren AKP kendisine yeni müttefikler bulamaz ve rejim inşasına öyle kolay kolay devam edemezdi” dedi.
“Merkezine dini koymalı, ona kenarından köşesinden bir yerden de Türklüğü iliştirmeli”
AKP’nin kolektif kimlik anlayışının seküler değil dini bir nitelik taşıdığını ve dolayısıyla devlet-toplum ilişkilerini de büyük ölçüde bunun üzerine inşa ettiğini kaydeden Yaşlı, “Ben ‘AKP, Cemaat, Sünni-Ulus’ adlı kitabımda AKP’nin millet tasarımını “Sünni-Ulus” olarak adlandırdığımda esas olarak buna işaret etmeye çalışıyordum. AKP, rejim inşa ederken bir de o rejimin “makbul vatandaş”ını imal etmeye çalışmaktadır. Buradaki makbul vatandaş ise Saray’ın istediği şekilde, hak ve özgürlüklere sahip aktif bir özneye değil, tebaaya, yani iktidara tabi olan, sesini çıkarmayan, pasif ve nesneleşmiş bir kimliğe tekabül eder. Bu vatandaş aynı zamanda kimliğinin merkezine dini koymalı, ona kenarından köşesinden bir yerden de Türklüğü iliştirmelidir” ifadelerini kullandı.
“Bugün Diyanet ‘devletin ideolojik aygıtları’nın en önemlilerinden biri haline gelmiştir”
Bu süreçte AKP’nin 4+4+4 uygulaması, değerler eğitimi adı altında anaokulu düzeyine indirilen din dersleri, imam-hatipler, Kuran kursları ve elbette ki tarikat ve cemaatler gibi pek çok adım attığını kaydeden Yaşlı, “Elbette ki burada Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrı bir parantez açılmalı, rejimin dinsel karakteri Diyanet’in değişen yapısı, işlevi ve görevleri üzerinden okunmalıdır. Bugün Diyanet “devletin ideolojik aygıtları”nın en önemlilerinden biri haline gelmiştir ve bütçesiyle, kadrolarıyla, diğer kurumlarla imzaladığı protokollerle rejimin rıza üretiminin merkezinde yer almaktadır” diye de ekledi.
“Türk-İslam sentezi hala gerçekleşmedi”
AKP ve MHP’nin Cumhur İttifakı ile şekillenen son ortaklığında da 12 Eylül’ün Türk-İslam sentezi inşasının hala gerçekleşemediğini kaydeden Can, “2015’te yüzde 65 oranında destek alan iki parti, üstüne bir de darbe girişiminin rüzgarını eklemesine rağmen 2017’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde yüzde 50’yi zor yakaladı” şeklinde konuştu.
Türk-İslam sentezi inşasının 2023 seçimlerinde karşılık bulması için gereken her şeyin yapılacağını ifade eden Yaşlı ise şu değerlendirmelerde bulundu:
“Evet, AKP-MHP ittifakı için belki de ilk kez seçimler ‘cepte’ değil ama bu ittifaktan gerek kadro gerek taban düzeyinde büyük kopuşlara tanıklık etmiyoruz henüz. AKP’nin oyları hala yüzde 30’un üzerinde görünüyor, Erdoğan’ın oyu ise bundan fazla. MHP ise kritik seviye olan yüzde 7’lerde, şimdilerde Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak girişiminde gördüğümüz üzere, Cumhur İttifakı bu oy oranlarıyla seçimi kazanamayacağını biliyor ve gidişata müdahale etmeye çalışıyor. Uzunca bir süredir “yapılacak olan seçimler serbest seçimden başka her şeye benzeyecek” diyerek anlatmaya çalıştığım sürecin 2023’ün ilk aylarında daha da derinleşeceğini ve ülkenin fiili bir olağanüstü hal rejimiyle seçime götürülmek isteneceğini düşünüyorum ben. Eğer muhalefet bu gidişata etkili bir karşı stratejiyle yanıt vermezse iktidar sandıktan kendine yeni bir zafer çıkartmayı başarabilir. Yine de şunu eklemeliyim: Türk-İslam sentezi bugünkü haliyle hegomonik karakterini yitirmektedir ve AKP-sonrası Türkiye’de “seküler milliyetçilik” ortaya çıkacak bu hegemonik boşluğu doldurmaya çalışacaktır; özellikle mültecilere toplumun bakışı bize buna dair ipuçları vermektedir.”
“2023’te yeniden iktidar olurlarsa çok daha sert bir süreç yaşanacak”
2023’te yapılacak seçimlerde AKP ve MHP ittifakının iktidar olma durumunda şu ana kadar yaşanan olumsuzlukların artarak devam edeceği ve devlet ve toplumdaki çürümenin hızlanarak artacağı değerlendirmesinde bulunan Kemal Can da “O zaman gerçekten çok daha sert bir süreç yaşanabilir. Bu değişim de çok büyük bir toplumsal destekle olmayacak, çok tartışmalı bir seçim sonucu olacak. Buna direnen ve itiraz eden kesimler yenilgi ve mağlubiyet havasına girecekler ancak bazı kesimlerde dirençlerini çok daha büyütecekler. Bu direnci karşılamak için de iktidar çok daha sertleşecek” dedi.
“Yeter ki kendi kaderimizi elimize almaya dair bir iradeyi ortaya koyabilelim”
Can gibi düşünen Yaşlı da “Öyle bir durumda Türkiye’yi bugünkünden de kötü ve çok daha zor günlerin beklediğini söyleyebilirim. Ancak her şeye rağmen ‘aklın kötümserliğine karşı, iradenin iyimserliği’ni savunmak, enseyi karartmamak durumundayız, bu ülkenin ciddi bir tarihsel birikimi var, zulme boyun eğmeme geleneği var, o birikim ve gelenek eninde sonunda galip gelecektir. Yeter ki kendi kaderimizi elimize almaya dair bir iradeyi ortaya koyabilelim” diye ekledi.
“Rejim inşası sadece niyetlerden ibaret olamaz”
Dini motiflerin çok kullanılır olmasının dini rejim anlamına gelip gelmeyeceği konusunda daha ihtiyatlı davranılması gerektiğini düşündüğünü de dile getiren Can, “Rejim inşası sadece niyetlerden ibaret olamaz. Bunun için ciddi manada toplumsal, siyasal ve iktisadi dinamiklerin olması ve buralarda karşılık bulması lazım. AKP’nin dayandığı önemli bir İslami gelenek var ancak şu an toplumun büyük bir bölümünde böyle bir karşılık yok. Burada AKP’nin yaptığı şey dini son derece araçsal bir şekilde kullanmak. Bu tehlikesini küçülten bir şey değil. Tam tersine büyüten bir şey” ifadelerine yer verdi.
“Daha tehlikeli bir totalitarizm”
Milliyetçilik temasının da bu ittifakın önemli bir bileşeni olmaya devam edeceğini vurgulayan Can, “Özellikle de Kürt meselesi üzerinden bu sertleşmenin daha da artacağını düşünüyorum. Siyasi islamın bir karşı devrim hamlesi ile yüz yüze olduğumuzdan daha tehlikeli bir totalitarizm üstelik çoğunluğu kaybettiği için de daha saldırgan bir şekilde yönetimin etkisine girecek Türkiye” diyerek sözlerini sonlandırdı.