Akşam Köşesi/ “Demokrasi kavramı nerede geçiyorsa, bilin ki orada siyasi bir mühendislik projesi yürüyor”

Kısa Dalga, gazetelerin köşe yazılarını gün boyu tarayarak gün sonunda size bir "Akşam köşesi" okuması getiriyor. Her fikirden köşe yazılarından önemli yerleri sunmaktaki amacımız, olan biteni daha iyi anlayabilmek için çeşitli bakış açılarını sunabilmek. İyi okumalar.

 

Abdulkadir Selvi (Hürriyet)

“Türkiye’nin ilk gündemi ekonomi”

 Optimar’ın 28 Şubat-5 Mart tarihleri arasında yaptığı araştırmayı da o dikkatle okudum.

Türkiye’nin gündeminde ne mi var dersiniz? Ne yeni anayasa, ne HDP’nin kapatılması ne de Cumhurbaşkanlığı seçimi bu kadar belirleyici değil. Hatta yüzyılın salgını korona bile ikinci sıraya düşmüş durumda.

İlk sırada yüzde 35.2’yle ekonomi geliyor. Üçüncü sırada ise 16.1’le işsizlik yer alıyor. Ekonomiyle işsizliği birlikte değerlendirdiğimizde ise Türkiye’nin gündeminin yarısı ekonomi ve işsizlik. Geri kalan yarısında ise korona, eğitim, terör gibi başlıklar geliyor.

 

Nedim Şener (Hürriyet)

“O pul hatayla basılmadı”

(…) PAPA’nın ziyaretiyle ortaya çıkan pul skandalında yer alan sözde harita aslında yabancısı olduğunuz bir plan değil.

Bu haritayı terörist PKK’nın yayın organlarında görmek mümkün. Bu harita aynı zamanda PKK’yı da içine alan terörist örgütün çatı yapılanması KCK’nın haritası.

KCK haritasının parçaları, Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD, Irak’da PÇDK, İran’da ise PJAK’tan oluşuyor.

Bu harita aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000’li yılların başında yayınlanan Büyük Ortadoğu Projesi’nin içinde yer alıyor.

O yüzden karşımızda hata ile basılmış bir pul yok.

Karşımızda, Hıristiyan dünyanın ruhani liderinin desteğini almış emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planı var.

ABD, bölgede kendisiyle işbirliği yapan terör uzantılarıyla 20 yıl önce yaptığı planı şimdi yeniden uygulamaya sokuyor. Türkiye hesabını buna göre yapmalı.

 


Kübra Par (Habertürk)

“Özlem Zengin’in yanındayım!”

 

“Kadın cinayeti” sözüne bile tahammül edemeyerek hunharca katledilen onca mazlum kadının ahını üstüne alan...

Diyanet İşleri Başkanı’nın dahi yorum yapmadığı konulara dalarak, kendini adeta ülkenin şeyhülislamı zannederek, üstüne vazife olmayan her konuda ahkâm kesen...

Anayasa Mahkemesi’nden Boğaziçi Rektörü'ne kadar herkesle polemiğe girerek sosyal medya fenomeni olmaya çalışan...

“Laiklik Anayasa’dan kaldırılmalı” gibi cümlelerle Cumhuriyet’in temel değerlerine karşı çıkarak AK Parti’nin demokrasi anlayışına büyük zarar veren...

Bir avuç radikal azınlığı arkasına alarak, kendine büyük bir etki gücü atfederek, iktidarı yalnızca dar bir çevrenin aşırı taleplerini yerine getirmeye zorlayarak, toplumsal uzlaşı çabalarına büyük zarar veren...

Ve geldiğimiz son noktada artık siyasetçilere bile ayar vermeye kalkışan bu hadsiz imama karşı sonuna kadar AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in yanındayım!

 

Çiğdem Toker (Sözcü)

“Bıktırıcı bir halkla ilişkiler çalışmasıyla karşı karşıyayız”

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı ekonomik reform paketi hayal kırıklığı bile yaratmadı. Kırılacak bir hayal için önce hayalin kurulması gerekiyor.

Reformları içeren belge 98 sayfadan oluşuyor. Bu ülkede yaşamayan biri, metne baktığında sanki yeni bir seçimin hemen ardından yepyeni bir hükümetin kurulduğunu zannedebilir.

Ama biz bu ülkede yaşıyoruz ve bıktırıcı, seçmeni de gazeteciyi de aptal yerine koyan söz öbeklerinin üst üste yığıldığı süslü olmasına çalışılmış bir halkla ilişkiler çalışmasıyla karşı karşıyayız.

 

Güven Gürkan Öztan (BirGün)

“S-400’ler Türkiye tarihinin en masraflı ve işlevsiz ödününe dönüşmek üzere…”

(…) Biden’ın dünya liderleriyle yaptığı telefon trafiğinde sıra bir türlü Erdoğan’a gelmedi. Halbuki iktidar çevreleri Trump döneminde iki liderin ‘senli benli’ telefon diplomasisine çabucak alışıvermişti. Yeni başkan tez zamanda ikna edilmeli, gerekirse kapalı kapılar ardında tövbe edilmeliydi. AB’ye “biz üyelikten vazgeçmedik” sinyali vermek de kapitalist dünyayla ilişkileri düzeltmek için gerekliydi.

İçeride ve dışarıda bu denli köşeye sıkışmış bir iktidarın AB makyajı ve ABD ipi olmadan içine düştüğü kuyudan çıkmasının imkânsız olduğunu en iyi Saray’dakiler biliyor. Bu nedenle insan hakları eylem planı ve kaçıncısı olduğu çoktan unutulan ekonomik reform paketini önce ABD’ye sonra AB’ye kargolamak üzere hazırladılar. Dış politikada da Mısır’dan Libya’ya ve S-400’lere uzanan “NATO ruhuna uygun şıklıklar” peşindeler. Rabia nostaljik bir işarete, S-400’ler Türkiye tarihinin en masraflı ve işlevsiz ödününe dönüşmek üzere…

 

Timur Soykan (BirGün)

Muhammed bir örgütün para ile alıp sattığı, işkence gören köle bir çocuktu…

Dev, ıslak otobanda 120 km/saat hızla giden farların aydınlığında bir görünüp bir karanlığa gömülen üç Suriyeli çocuk bariyeri güçlükle aştı.

Modern zamanın ölümcül, azgın nehrinin kıyısında, hızına yetişemedikleri yüzlerce insanın arasında yapayalnızdılar. Bir köprü yoktu ve karşıya geçmek istiyorlardı.

10 yaşındaki Macit, 12 yaşındaki Hakim etrafını saran farların arasından kıl payı kurtuldu. Beyaz panelvan bir anda önüne fırlayan karaltıyı gördüğünde çok geçti. Onun çarptığı çocuğun üzerinden iki otomobil geçti. Panelvan durdu, diğerleri kaçtı.

12 yaşındaki Muhammed Cabir Sılaş ölmüş, azgın nehir durmuş, fren lambalarıyla kırmızıya bulanmıştı. Çocuğun torbasındaki kağıt mendiller ortalığa saçılmıştı. Orta refüjdeki iki çocuk, korkudan titriyordu, kaçtılar.

Sol şeritte yatan, kahverengi battaniye ile örtülmüş çocuğun artık herkes farkındaydı. Merakla bakanlar, yanından geçtikten sonra gaza basıyor, dev otobanda hayat normale dönüyordu.

Polisin ulaştığı çocuğun dayısı Heysem Sılaş ifadesinde “Ben inşaatlarda çalışıyorum. Eşim ve üç çocuğum ile Küçükçekmece’de yaşıyoruz. Yeğenimin anne ve babası Halep’te. İki aydır bizde kalıyor. Ona çarpandan şikâyetçiyim” demişti.

Yalan söylüyor, zalimliğini gizliyordu.

3 yıl 9 ay boyunca haberimiz olmadı.

Muhammed bir örgütün para ile alıp sattığı, işkence gören köle bir çocuktu…

 

Veli Saçılık (Yeni Yaşam)

Yaşadığımız şey ise mis gibi faşizm!     

(…) Anayasa’da yazdığına göre “Türkiye laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” ama bu yazılan kavramların sadece kötü bir karikatürü elde olan. Yüzyıldır dişle, tırnakla kazanılan demokratik haklar kılıcın ve barutun öldürücü etkisiyle zapturapt altına alındı. RTE ve iktidar elitleri ne kadar çok demokrasi, insan haklarından bahsederse ters orantılı olarak haklar ve özgürlükler tırpanlanıyor. Demokrasi varmış gibi konuşmayı, faşist uygulamaların üzerini İnsan Hakları Eylem Planı örtüsüyle perdelemeyi çok seviyorlar. Askeri darbecilerin yaptığının tersine; Anayasa uygulanıyormuş gibi, mahkemeler bağımsızmış gibi, insan hakları varmış gibi, polis faşist saldırıları araştırıyormuş gibi, gösteri-yürüyüş hakkı varmış gibi, ekonomik tedbirler halk yararınaymış gibi... Kısacası her şey “mış gibi” yapılıyor. Gerçekte yaşadığımız şey ise mis gibi faşizm!    

 

Mustafa Karaalioğlu (Karar)

“Sonunu düşünmeden yapılan kahramanlıklar”

(…) Erdoğan’ın Kahire yönetimiyle ilişkileri toparlama isteği bellidir. Bir tık üzerini yani Sisi’yle masaya oturmayı düşündüğünü de gizlemiyor. Zaten en başta da belirli seviyede korunması gereken ilişkilere, yeniden dönüş girişimi değerlidir. Her ne kadar Türkiye’nin bizzat Cumhurbaşkanı seviyesinde yaptığı çağrıya Mısır’dan ismi açıklanmayan bir yetkili cevap vermiş olsa da ve o cevapta da önce Türkiye’nin Arap ülkelerine yönelik politikalarını değiştirmesi çağrısı bulunsa da diplomatik adım, diplomatik adımdır; zararı olmaz. Zararı olan, sonunu düşünmeden yapılan kahramanlıklardır. Türkiye de şimdi bu çelişkiyi yaşıyor. Fizibilitesi yapılmadan, artısı eksisi hesaplanmadan çok ilişki hasarlı hale geldi ve ülke bu yanlışların faturasını ekonomi ve güvenlik maliyetiyle ödedi, ödüyor…

 

Murat Ağırel (Yeniçağ)

“Danıştay devlet madalyalarındaki Atatürk kabartmasını da yine çıkarma kararı aldı. Sayın Bahçeli buna bir laf söyleyebilir mi? Hayır”

Danıştay 8. Dairesi, 2018'de "Andımız kaldırılamaz" dedi. MEB itiraz etti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 8. Daire'nin kararını iptal etti. Andımız artık okullarda okunmayacak.

(…) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 2018 yılında şöyle demişti; "Türk'üm demek suç mu? Doğruyum demek yanlış mı? Çalışkan olmak gaflet mi? Eğer Andımıza cephe alanlar kripto damarın karanlık failleri değilse merakla soruyorum dertleri nedir? Bu hazımsızlık niyedir? Bu ülkenin adı Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde yaşayan millet ise Türk'tür. Çözülme sürecinin en karanlık döneminde Andımız kurban seçilmişti. 'Ne Mutlu Türk'üm Diyene' seslenişi her taraftan silinmiş ve kazınmıştı. Bu durum elbette yanlıştı, vahim bir sapma haliydi. Kabullenmemiz imkansızdı. Sonuç itibariyle çok yoğun itiraz ve tepkimizi dile getirdik, Andımızı sahiplendik."

Hey gidi günler hey… Sayın Bahçeli şimdi aynı sözleri söyleyebilir mi? Söyleyemez. Haberiniz var mı bilmiyorum… Danıştay devlet madalyalarındaki Atatürk kabartmasını da yine çıkarma kararı aldı. Sayın Bahçeli buna bir laf söyleyebilir mi? Hayır.

 

Şebnem Bursalı (Sabah)

“Ekonomi paketinin açıklanması için seçilen tarihin 12 Mart olması da bizce tesadüf değil”

(…) İzmir İktisat Kongresi'nde, memleketin esnafı, çiftçileri, bürokratları ve siyasetçileri, bağımsızlık sonrası hâkim olacak iktisadi düzenin ilkelerini belirlediler, son derece demokratik bir ortamda.

Hammaddesi yurtiçinde olan endüstri kollarının kurulmasına, özel girişimcilerin desteklenmesine, yatırımcıya kredi sağlayacak bankaların faaliyet geçmesine, sanayiyi teşvik edici yasaların çıkarılması ve özellikle gümrük tarifelerinin milli sanayinin kalkınma ihtiyaçlarına göre düzenlenmesine kadar pek çok karar alındı.

Askeri ve siyasi zaferin iktisadi zaferle taçlandırılması hedefini ortaya koyan Atatürk, böylelikle zaferlerin kalıcı olabileceğini de kayıtlara geçirdi kongrenin açılış konuşmasında.

100 yıl önceki gibi

Cumhuriyet daha ilan edilmeden ortaya konulan bu hedef, bugün benzer ifadeler ve hedeflerle 12 Mart günü Başkan Erdoğan tarafından yeniden ortaya konuldu. Erdoğan'ın ekonomik reform paketinin sunuşunda yaptığı üretim, millilik ve bağımsızlık vurgularının da bundan bir asır önce Atatürk'ün işaret ettikleriyle paralel olmasının anlamı büyüktür. Ve paketin açıklanması için seçilen tarihin 12 Mart olması da bizce tesadüf değil. Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı İstiklal Marşı'nın 12 Mart 1921'de TBMM'de kabulünün 100. yıldönümüne denk getirilmesi, bu paralelliği ve vurguyu güçlendiren bir başka olgu. Tıpkı 100 yıl önce kabul edilen İstiklal Marşı gibi, kimseyi dışarıda bırakmayan, ötekileştirmeyen, topyekûn bir hedef ve mücadelenin vurgusudur bu aynı zamanda.

 

Kurtuluş Tayiz (Akşam)

“Demokrasi kavramı nerede geçiyorsa, bilin ki orada siyasi bir mühendislik projesi yürüyor”

Önümüzdeki dönemde en çok duyacağımız kavramlardan biri de "demokrasi ittifakı" olacak.

Bu kavram, siyasi bir proje olarak ilk olarak İmralı'daki Öcalan tarafından piyasaya sürüldü. Son mektubunda Öcalan "muhalefetle demokratik ittifak kurmalı" demişti. HDP de, Öcalan'ın mesajına uygun şekilde, son yerel seçimde CHP, İYİ Parti ve diğerleriyle ortak hareket etti. Bu ittifak her ne kadar örtülü olsa da ilk sınavını başarıyla verdi.

Geçen hafta da Selahattin Demirtaş'tan CHP'ye "demokrasi ittifakı" teklifi geldi. Kemal Kılıçdaroğlu "süreç oraya doğru gidiyor, millet ittifakının özü de budur, doğru teşhis" diyerek Demirtaş'ın teklifini olumlu karşıladı.

Tabii, burada "demokrasi" lafına fazla takılmayın; bu kavram nerede geçiyorsa, bilin ki orada siyasi bir mühendislik projesi yürüyor.

 

Halime Kökce (Star)

“Dindar muhafazakarlara ablalık-ağabeylik yaparak yeni bir vesayet ilişkisi kurdular”

(…) Önceki akşam Clubhouse'ta Etyen Mahçupyan'la yapılan bir söyleşiye denk geldim ve Mahçupyan gibi başka pek çok seküler-liberal aydının, muhafazakar medyada yer bulduğu, itibar gördüğü 28 Şubat dönemine gittim.

Nazlı Ilıcak, Ali Bayramoğlu, Nuray Mert, Kürşat Bumin, Etyen Mahçupyan... ilk aklıma gelenler bunlar...

Türkiye'nin sessiz çoğunluğunun "elinden tutmuş" kanaat önderleriydi bu isimler adeta.

Hatta Meclis'te Merve Kavakçı'ya, CHP-DSP vekilleri ve dönemin Başbakan'ı Bülent Ecevit tarafından "haddinin bildirildiği" o gün, Nazlı Ilıcak'ın ifa ettiği rol tam da böyle bir şeydi.

Dindar Muhafazakarlara ablalık-ağabeylik yaparak yeni bir vesayet ilişkisi kuruluyordu adeta…

 

İbrahim Karagül (Yeni Şafak)

“Osmanlı’yı içeriden kemirenler bugün iç cepheler kurarak Türkiye’yi içeriden çökertmeye çalışıyor”

Türkiye; 1. Dünya Savaşı ve İstiklal Mücadelesi döneminde nasıl bir büyük hesaplama yaşamışsa, yüz yıl sonra bugün aynısı ile bir kez daha yüzleşiyor.

Tek farkı; o gün imparatorluğu yıkanlar bugün Türkiye’yi durdurmaya çalışıyor. O gün imparatorluğu yağmalayıp paylaşanlar bugün Türkiye’nin inanılmaz güç yükselişine engel olmaya çalışıyor.

O gün bizi siyasi tarihten silmeye, coğrafya dışına itmeye çalışanlar bugün yeniden tarihe ve coğrafyaya dönüşümüzü engellemeye çalışıyor.

Dün, Çanakkale’de toplananlar bugün Ege’de tekrar birleşiyor.

Çünkü Osmanlı’nın çöküşü nasıl coğrafyanın bitişiyse Türkiye’nin dönüşü de coğrafyanın yeniden yükselişidir. Osmanlı’nın çöküşü nasıl dünyanın düzenini değiştirdiyse Türkiye’nin dönüşü de 21. yüzyılda dünyanın düzenini değiştirecektir.

Bunu biliyorlar, farkındalar ve bu yüzden karşımızda küresel ittifaklar oluşturmaya çalışıyorlar. Cephe aynı, ortaklar aynı, hesaplar aynı. Dün, Çanakkale’de birleşenler bugün Ege’de toplanıyor. Dün Kudüs’e, Medine’ye, Filistin’e saldıranlar bugün Doğu Akdeniz’de birleşiyor.

Dün Anadolu içlerine kadar girenler bugün Anadolu çevresinde cepheler, garnizonlar, duvarlar inşa ediyor. Dün Osmanlı’yı içeriden kemirenler bugün iç cepheler kurarak Türkiye’yi içeriden çökertmeye çalışıyor.

 

Cem Küçük (Türkiye)

“Meğer tek derdi parayı cebe atmakmış”

(…) İzmir Büyükşehir Belediyesince 2020 yılının Ekim ayında Yaşam Boyu Eğitim Projesi kapsamında okur yazarlık eğitimi verildi. Pandemi şartları ağırlaşınca kalan derslerin çevrim içi yapılmasına karar verildi.

İzmir Belediyesi 18 yaş üstü başvuruların kabul edildiği okuryazarlık atölyesi çalışmalarını 20 kişinin katılımı ile sınırlandırdı. Evet sadece 20 kişi.

Daha sonra belediye ihaleye çıktı ve Elektronik Kamu Alımları Platformu kaynaklarına göre belediye bu iş için, yani okuryazarlık eğitimi için Satınalma Dairesi Başkanlığı Hizmet Alımları Şube Müdürlüğü aracılığı ile ihaleye çıktı.

(…) İhaleyi hangi firma kazanırsa kazansın Enver Aysever ile sözleşme imzalaması şart. Başkası olamaz, sadece Enver Aysever olmak zorunda.

İhale bedeli ne kadar? 238 bin 500 lira. Ödenecek para günlük 13 bin 250 lira.

(…) Rahmetli Ahmet Kekeç’in dediği gibi, bunca yıllık yandaşım, böyle kıyak görmedim! Adrese teslim değil isme teslim ihale yapmışlar. Şimdi kim yandaş? Bize yandaş dediler yıllarca. Bu nasıl iş? Yandaşlığı havuduyla muhafazakârlar değil sosyal demokratlar götürüyor. İşte örneği bu.

Düşünün mesela Konya Belediyesi’nden ben böyle ihale alsam ne olurdu? Hükûmete yakın bir isim alsa ne olurdu? Ayıptır günahtır. Bize laf atanlar Enver Aysever’i görmüyor mu? Enver Aysever bize yandaş dedi durdu, ama parayı havuduyla kendi götürüyor. Meğer tek derdi parayı cebe atmakmış!..

 

Hacı Yakışıklı (Yeni Akit)

“Akşener’e bakınca Müslüman Türk kadınını değil HDP’ye alan açan bir orta yol siyasetçisini görüyorum”

(…) Sayın Akşener elbette Müslümandır, Türk’tür; ama ben ona bakınca Müslüman Türk kadınını değil HDP’ye alan açan bir orta yol siyasetçisini görüyorum.

Ağıralioğlu başka, Akşener başka konuşuyor! “İyi polis, kötü polis” gibiler! Samimiyse Yavuz Bey HDP’den kopsun, gerekirse partisinin lideri olup partiyi olması gereken düzleme getirsin yahut istifa etsin! Yoksa bu kez yine Ekrem İmamoğlu devreye girer, “Yavuz Ağıralioğlu ve Selahattin Demirtaş’a teşekkür ediyorum” diye ikisini aynı torbaya koyar; Meral Hanım bu duruma da son derece saygı duyar!

Kamuoyu HDP’nin kapatılmasını konuşurken bu gidişle İyi Parti kendi kendini kapatacak! Parti paramparça oldu! Ortada “her kafadan ayrı sesler çıkan” bir farklı görüntü var.

Başkan Erdoğan ve Devlet Bahçeli bir tek yol arkadaşlarını bile yalnız bırakmamak için gece gündüz uğraşırken, Akşener kendi yardımcısını bile terör örgütlerinin yardakçıları karşısında savunamıyor…

Gündem Haberleri