Sedat Ergin (Hürriyet)
Organize suç örgütü yöneticilerine sivil toplum lideri statüsü tanınamaz
Organize suç örgütü yöneticisi oldukları mahkeme kararıyla kesinleşmiş, kabarık suç dosyası bulunan şahısların fikir açıklamalarıyla o ülkedeki tartışmaların tarafı olmaları demokrasiler açısından olağan değildir.
Bu gibi aktörlerin doğrudan siyaset alanına girerek kendilerini iktidar ile muhalefet arasındaki çekişmede iktidar blokunun bir bileşeni gibi tanımlayıp demokratik sürece dışarıdan dahil olmaları kabul edilemez.
Böyle bir durumun yaşanması herhalde Türkiye’ye özgüdür. Değilse ve başka ülkelerde benzer örnekler varsa, bunlar da uzak durulması gereken emsaller olmalıdır.
Organize suç örgütü yöneticilerine zımnen kanaat önderi, sivil toplum lideri statüsü tanınamaz…
Abdülkadir Selvi (Hürriyet)
Hacettepe ve ODTÜ’nün sıçrama, Boğaziçi gerileme içinde
Boğaziçi Üniversitesi’nin LGBT ile DHKP-C, TKP-ML gibi terör örgütlerinin içine sızdığı eylemlerle, Kâbe resmine hakaretle değil, bilimle anılması gerekiyor. Çünkü Oxford da Harvard da Yale de terör örgütleriyle aynı fotoğraf karesinin içine girmek istemezler. Peki Boğaziçi bunu hak ediyor mu?
Boğaziçi Üniversitesi’nin dünya üniversiteleri sıralamasında yerine iki uluslararası, bir de ulusal veri ışığında bakacağız.
Hacettepe’nin, ODTÜ’nün ciddi bir sıçrama içinde olduğu bir dönemde Boğaziçi ciddi bir gerileme içinde. Beni asıl üzen ise bu. Bu yüzden Boğaziçi için tehlike çanları çalıyor.
Kübra Par (Habertürk)
Zihniyeti sapkın adamlara mı emanet ediyoruz gençliğimizi?
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve üniversite genel sekreteri Prof. Dr. Cevdet Kılıç, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini alenen tehdit etmiş. “Biz eylem falan yapmayız. Biz gece vakti işi bitirir, ertesi gün işe gideriz. Bilin istedim”
Dün yeni bir açıklama daha yapmış, özür dileyeceğine “Ben darbecileri kastettim" falan diye kıvırıyor. Kimse aptal değil… Ne dediği de neyi kastettiği de ortada, aklımızla alay etmesin.
Lamı cimi yok, bu kendini bilmez adam derhal açığa alınmalı ve hakkında halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten soruşturma başlatılmalı.
Bu ne cüret yahu!
Biri çıkar üniversiteler için “Neredeyse fuhuş evleri” der, öteki ölümle tehdit eder… Bu zihniyeti sapkın adamlara mı emanet ediyoruz gençliğimizi?
Sevilay Yılman (Habertürk)
Amasız, fakatsız Boğaziçili gençlerin yanındayım
Pamuklara sarıp, koruyup kollayacağımız yerde sırf atanmış rektöre karşı demokratik itiraz hakkını şiddete bulaşmadan barışçı protestolarla ortaya koyuyor diye o öğrencileri polisin önüne atmak ve dahası; “Terörist, hain” bilmem ne deyip yaftalamak büyük bir demokrasi ayıbıdır.
Kim ne düşünür, ne der umurumda bile değil.
Önce bir anne, yurttaş sonra da gazeteci Sevilay Yılman olarak…
"Amasız, fakatsız” Boğaziçili gençlerimizin haklı tepkisinin sonuna kadar yanında olduğumun bilinmesini istiyorum.
Nihal Bengisu Karaca (Habertürk)
Yeni anayasanın sınırlarını MHP çiziyor
Yeni bir anayasa için gereken üçte iki çoğunluk şartını istediğiniz kadar evirip çevirin bir sonuca varamazsınız. AK Parti'nin yapıyor göründüğü ama sınırlarını MHP’nin çizdiği bir anayasa taslağına CHP’den de onay gelebileceğini sanıyorsanız o başka. Tersi de geçerli. AK Parti sahiden ülkeyi rahatlatmak ve altın yıllarına geri dönüş imkanı yaratmak için demokratik bir anayasa yapmak istedi ve hatta bir değişiklik yaparak ana muhalefet partisi CHP’den istediği üyelerle bir komisyon kurdu ve taslağı hazırladı diyelim. İttifakın diğer üyesi izin vermez.
Fıkra aslında burada bitiyor.
Mehmet Barlas (Sabah)
CHP'yi abartma konusunda Muharrem İnce de elinden geldiğince katkıda bulunuyor. Sanki bir siyasi partiden değil, bir siyasi hareketten istifa ediyormuş gibi açıklamalar yaptı. Bunu fırsat bilen CHP Sözcüsü Faik Öztrak da "Mustafa Kemal Atatürk diyemeyenlerle yolumu ayırıyorum. Atatürk'e kefere diyenlerle yolumu ayırıyorum. CHP bir tabela partisi olmuştur" sözleriyle CHP yönetimine yüklenen İnce'yi Cumhur İttifakı ağzı kullanmakla suçladı.
Şebnem Bursalı (Sabah)
İnce, siyasette ara model başlattı
En sonunda bu da oldu! Muhalefet, kendi muhalefetini doğurdu! Muharrem İnce'nin bir süredir yürüttüğü "Memleket Hareketi" resmen partileşme aşamasına geçerken yaptığı "Muhalefete alternatif olmak için yola çıktık" açıklamasıyla siyasette ilginç bir "ara model" başlattı.
İktidar ve muhalefetin haricinde, muhalefete alternatif bir ara katman daha yani... Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi zaten çoktandır. 42 yıldır, partisinin il başkanlığından cumhurbaşkanlığı adaylığına kadar hemen her kademesinde görev almış, bu görevlere seçimle gelmiş bir isim Muharrem İnce. Yani; CHP ile ilgili her konuda bir şey söylemeye hakkı olan bir isim.
Kurtuluş Tayiz (Akşam)
Solcu gettonun propagandistleri
Muhalif medyaya bakıyorum; "147 yazardan Boğaziçi öğrencilerine destek" başlığı ön planda. Öğrencileri gazlamaya devam ediyorlar.
Bir türlü değişmedi bu "bildiri" geleneği; başına Orhan Pamuk'un adını geçirip, ardına da yüzlerce ismi ekleyerek "devrimci eylem koyuyorlar" herhalde.
Hangisi yazar, hangisi okur o da belli değil; Nobel ödüllü Orhan Pamuk'u başa geçirince "tamam" diyorsunuz, kimse bu bildiriye laf edemez. Koskoca Orhan Pamuk var ya!
Diğerleri de Orhan Pamuk ve birkaç tanınmış yazarın arkasına kaynak yaparak eklemlenen solcu gettonun propagandistleri…
Ergun Yıldırım (Yeni Şafak)
Batı, eşcinselliğin önünü tutan İslam’ın duvarlarını yıkıp geçmek şehvetinde
Batı dünyası, başörtülüleri öne çıkararak eşcinselliğe karşı net bir biçimde direnç oluşturan dinin varlığını kendi içinde bunalıma sokuyor. Müslümanlar üzerine ve İslam içine tohumları ekiyor. İslam’ı İslam içi savaşa sürüklüyor. “Bakın bu da başörtülü, ama eşcinselliği savunuyor, demek ki din buna engel değil” mesajını veriyor.
Batı dünya düzeni, kültürel hegemonyasında eşcinselliğin önünü tutan ve direnen İslam’ın duvarlarını yıkıp geçmek şehvetinde. Bu amaçlarına ulaşmak için başörtülülerin sembolik kudretinden yararlanacak (Elbette ilahiyatçıları da yakın zamanda göreceğiz!). Onların beşeri ve de insani kimi beklentilerine dokunacak. Önemli üniversitelerde bu konularda doktora yaptıracak, sempozyumlarda bu konularda konuşturacak, yine “eliyle” ve “diliyle” çıkarttığı ve adına uluslararası dergi dediği dergilerde makaleleri yayınlanacak. Bütün bunlar için tek şart aranacak. Eşcinselliği savun! Eşcinselliğin de İslam’da yeri olduğunu söyle.
Yaşar Süngü (Yeni Şafak)
Başarılı öğrencileri yabancı okullar topluyorsa suç bizim
Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında Türkiye’nin en başarılı öğrencilerini toplayan okulların hala yabancı okullar olması, bizim ayıbımız bizim eksiğimizdir.
Bu topraklara uygun insan yetiştirmek için kaliteli kurumlar oluşturmadıysak, yabancılardan şikayet etmeye hakkımız yok. Suç bizimdir.
Ali Karahasanoğlu (Yeni Akit)
Ne dertleri varmış, Boğaziçili öğrencilerin?
Ne sıkıntıları varmış?
Melih Bulu’nun rektör olmasından başka..
O sıkıntıyı da kendi kendilerine edindiler..
Onlara ne ki, rektörlük koltuğunda Melih mi oturmuş, yoksa Mehmet mi?
Oturup derslerine baksınlar..
Yok, derslerine bakmayacaklar..
Rektöre, “Gelsene konuşalım” diyecekler.
Rektör yanlarına inecek..
İlk sözleri, “Utanmıyor musun” olacak..
18 yaşındaki edep nedir, büyüğe saygı nedir bilmeyen, terbiye yoksunu çocuk, babası yaşındaki profesöre “utanmıyor musun” diyecek..
Vehbi Kara (Yeni Akit)
Madem rektörlüğe arkalarını dönüyorlar o halde basacaksın tekmeyi
Cumhurbaşkanının mevcut yasalara göre diğer üniversitelere atadığı rektörler gibi yaptığı kurallara uygun işlemi protesto eden bu insanlar; açıkça “Gezi Olayları” gibi bir kışkırtma peşinde koşuyorlar. Bu anarşist devlet memurları, sanırım Boğaziçi Üniversitesinin hala Amerikan Robert Koleji olduğunu düşünüyor. Zira Rektör ve yöneticilerinin de daha önce defalarca olduğu gibi ya Amerikalı ya da Sabetay kökenli kişilerden olmasını istemekten çekinmiyorlar.
Bu ve benzeri durumlarda devletin yapması gereken işlemler bellidir. Kamu kurumlarında ve üniversitelerde yasadışı eylem yapan bütün memurlara kanunların öngördüğü cezalar verilmelidir. Eğer eylemlerinde ısrar ederler ise bunun sonu memurluktan ihraçtır.
Madem arkalarını dönüyorlar o halde “sen bu tutumunla devlet memuru olamazsın” diyerek basacaksın tekmeyi… Gitsin özel üniversitelerde veya çok beğendikleri Batı ülkelerinde çalışsınlar.
Kanunları ve nizamları tanımıyorsan sonucuna da katlanacaksın. Bu nedenle bu anarşist memurlara acınıp üniversiteden atıldıkları zaman gözyaşı dökülmez. Bunlara ağlayan gözsüz kalır.
Batuhan Yaşar (Türkiye)
Öğrenci olayları hep askerî vesayet ve darbe zemini için kalkan olarak kullanıldı
İlk öğrenci eylemleri 1876’da yaşandı..
Sadrazam Mahmut Nedim Paşa istifa ettirildi..
Ardından da Sultan Abdülaziz Han darbeye maruz kaldı..
Sultan Abdülhamid Han aynı şekilde öğrenci ayaklanmalarıyla tahttan indirildi..
1960’taki öğrenci olayları 27 Mayıs darbesini getirdi..
1970’te 12 Mart Muhtırası verildi..
1980 darbesi öncesi üniversiteler yine başroldeydi..
Öğrenci olayları hep askerî vesayet ve darbe zemini için kalkan olarak kullanıldı..
Akademi camiasından belli bir grup da olayların göbeğinde yer aldı..
Öğrenci olmayanlar ve Boğaziçi'nde hoca olmayanlar yine başrolde..
LGBT nedense çok ilgili..
Yıldıray Çiçek (Türkgün)
CHP’de çok az Atatürkçü kaldı, onlar da istifa edince CHP tamamen PKK’laşmış olacak
Kemal Kılıçdaroğlu PKK-Öcalan konusunda HDP ile aynı düşünüyorsa, ya CHP’yi fes edip HDP’ye katılmalı ya da HDP kendini fes edip CHP’ye katılmalıdır. Heval Meral de zaten siyasi menfaatleri için nereyi işaret ederseniz oraya gelir. Zaten CHP’de çok az Atatürkçü, milli düşünen kişi kalmıştır. Onlar da istifa edince CHP tamamen PKK’laşmış olacaktır. Heval Kemal’in zaten istediği CHP projesi de tamamen budur.
Saygı Öztürk (Sözcü)
Başarılı üniversiteleri etkisizleştirmek 2014’e dayanıyor
Aslına bakarsanız başarılı üniversiteleri etkisizleştirmek adına başlatılan çalışmanın temeli 1 Eylül 2014'e dayanıyor. Liselerde başlattıkları bu adımı, şimdi başarısıyla ünlü üniversitelerde gerçekleştirmek istiyorlar. Boğaziçi Üniversitesi'nin kriterlerine uymayan atamaya işte bu yüzden karşı çıkılıyor. Konuyu biraz açalım ve geriye gidelim.
Ayşen Uysal (Evrensel)
Müdahale yoksa sorun da yokmuş gibi davranırız ama..
Devletin kolektif eylemleri kontrol altında tutmak için başvurduğu baskı repertuvarının en açık, en bilinen biçimi eylemlerdeki polis (ve jandarma) mevcudiyeti ve müdahalesidir. Genelde müdahale olduğu zaman polis şiddeti üzerine konuşuruz, müdahale yoksa sorun da yokmuş gibi davranırız. Oysa, devletin güvenlik güçlerinin eylem alanlarındaki kitlesel varlığı bile başlı başına bir caydırıcılık unsuru ve gözdağı verme biçimi olarak karşımıza çıkar. Bu mevcudiyet, olağanüstülük duygusunu hem eylemcilerde hem de çevredeki kişilerde yarattığı gibi, her an müdahale tehdidi de eylemcilerin üzerindeki bir balyoz gibidir. Bu tehdidin boyutunu, eylem alanındaki resmi kıyafetli polis güçlerinin yanında, sivil polislerin ve diğer sivil unsurların (muhbirler, ajan provokatörler, gönüllü iş birlikçiler, vs.) varlığı ile birlikte düşündüğümüzde daha iyi anlayabiliriz. Böyle bir yapıda, fiziki şiddet olmadığı durumlarda bile, sembolik şiddet halihazırda varlığını sürdürür.
Abdullah Aysu (Yeni Yaşam)
Para çiftçilerin cebine ulaşmadan şirketlerin kasalarına doğru yola çıkıyor
İktidar, “Çiftçiye çok destek veriyoruz” diyor, rakamları sıralıyor. Muhalefet, “Çiftçiye verilen destek az” diyor, o da rakamları konuşturuyor. Bir münazaradır sürüyor. Sanırsınız çiftçilere verilen destekler yaşam seviyelerini yükseltiyor. Değil! Destek miktarı arttıkça üretim girdilerinin fiyatını şirketler yükseltiyor. Yani para çiftçilerin cebine ulaşmadan şirketlerin kasalarına doğru yola çıkıyor. Yanlış anlaşılmasın, destekler az verilsin demiyorum. Verilen destek otomatikman şirketlere gidiyor diyorum. Çok verilsin, ama şirketlere gitmesin, toprağın yapısını onaracak, ürün kalitesini arttıracak kimyasalsız üretim yapmada kullanılsın, öyle değerlendirilsin! Üretim modelinin değişmesini finanse etsin yani. Yoksa şu anki üretim modelinde üreticiye diye verilen destek, çiftçi üzerinden şirketlere para aktarma işi…
Mine Söğüt (Cumhuriyet)
Kardeşçe yaşamayı istemek kötü bir şey değildir
Barış istemek... Eşitlik istemek... Özgürlük istemek... Bağımsızlık istemek... Seçim istemek... Adalet istemek... Yasal haklara sahip çıkmayı istemek... Mantığa ve bilimselliğe dayalı bir dünyada yaşamayı istemek... Laiklik istemek... Fırsat eşitliği istemek... Cinsel yönelimlere özgür alan istemek... Kadın erkek eşitliği istemek... Kadın cinayetlerinin son bulmasını istemek... Azınlıkların haklarının korunmasını istemek... Şeffaf bir yönetim sistemi istemek... Çağdaş bir ülkede yaşamayı istemek... İnsan gibi yaşamayı istemek... Kardeşçe yaşamayı istemek...
Bunların hiçbiri kötü bir şey değildir.
Suç değildir. Teröristlik hiç değildir.
Bunları istemeyenler, bunları isteyenleri tehlikeli insanlar olarak damgalayamazlar.
Ülkeyi tek başlarına yönetseler bile.
Deniz Yıldırım (Cumhuriyet)
Türkiye’nin acil sorunu anayasa mı?
İktidar bir süredir hamlesizdi, “yeni anayasa” gündemini bu hamlesizlik içindeki yeni hamle olarak görmek mümkün. Ancak demokratik bir anayasa için iki yol gerekir: Anayasa yapım yönteminin demokratikleştirilmesi ve anayasanın içerik olarak demokratikleştirilmesi. Bir de elbette anayasanın uygulanabilmesi gerek. Türkiye’nin acil sorunu yeni anayasa mı, yoksa anayasa kurallarını kendilerine işletmeyen, yürütmeyi aşırı güçlendirerek denetimsiz hale getiren siyasal anlayış mıdır?...