İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Türkiye'nin NATO'da İsveç ve Finlandiya ile vardığı anlaşmayı eleştirdi. Akşener, "İktidarın İsveç ve Finlandiya nezdinde herhangi bir somut gelişme olmaksızın attığı bu imza maalesef ülkemizin çıkarıyla bağdaşmayan bir tavizdir" dedi.
'BDDK KARARI SERMAYE KONTROLÜDÜR'
Akşener, BDDK'nın belirli şirketlere TL ile kredi almaları için getirdiği döviz sınırlamasını da sermaye kontrolü olarak yorumladı. İYİ Parti Genel Başkanı, "Kendisini değiştirmek yerine kendisi dışında ne varsa değiştiriyor. Merkez Bankası başkanını değiştirdi olmadı. Hazine ve Maliye Bakanını değiştirdi olmadı. Enflasyon patladı, TÜİK'in müdürlerini değiştirdi yine olmadı. Şimdi de serbest piyasa koşullarını değiştirmeye çalışıyor. Bu karar bir sermaye kontrolüdür. Bu karar Türkiye'de 1989'dan beri var olan sermayenin serbest dolaşımını net olarak ortadan kaldırmaktır. Bu karar bay Krizin Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur" dedi.
Akşener'in konuşmasından satırbaşları şöyle:
Önemli olan PKK'nın bu iki ülkedeki varlığına son verecek somut eylemlerinin görülmesiydi. İktidarın İsveç ve Finlandiya nezdinde herhangi bir somut gelişme olmaksızın attığı bu imza maalesef ülkemizin çıkarıyla bağdaşmayan bir tavizdir. Böyle durumlarda Erdoğan ve arkadaşlarının imza attığı başka mutabakatlarda da şahit olduk. Dolayısıyla her ne kadar sayın Erdoğan ve arkadaşları açısından aldanmak ve aldatılmak sıradan alışkanlık olsa da bu durum Türk milleti için kabul edilebilir değildir.
Ülkemizin PKK ile YPG-PYD arasında kurduğu ilişkinin mutabakat metninde özenle birbirinden ayrılmış olmasıdır. Türkiye'nin devlet politikası YPG-PYD ve PKK'nın bir ve aynı olduğu yani aynı zehirli ağacın dalları olduğudur. Ancak mutabakat metninin 5. paragrafı PKK'yı terör örgütü olarak görürken YPG ve PYD Türkiye'ye yönelik ulusal çıkar tehdidi olarak tanımlanıyor. Üstelik İsveç ve Finlandiya terör örgütlerine yapılan finansal yardımları ve militan katılımlarını denetleme sözünü verirken yine 5. paragrafa işaret ediliyor. PYD-YPG'ye mali yardımlar mutabakat kapsamı dışında bırakılmış oluyor.
Üst perdeden atılan kürsü nutukları, her zaman olduğu gibi müzakere masasında verilen tavizlerle taçlandırılmış gibi gözüküyor.
TÜİK rakamlarıyla bile enflasyon yüzde 73.5'u buldu. Dolar kuru ise 17 liraya dayandı. Belli ki Bay Kriz geceleri yatmadan günlüğüne yazması gereken dileklerini bütçe kanununa yazmış. Dünyanın hiçbir yerinde enflasyon tahmini 70 puan, kur tahmini yüzde 100 oranında sapan ne bir ülke, ne de bir yönetim görmemiz mümkün değildir. Böyle bir rezalete imza atmak gider ayak Bay Krize nasip oldu. Nitekim bu öngörüsüzlüğün sonucu olarak iflasını açıklayan AK Parti iktidarı ek bütçe istemek zorunda kaldı.
Ek bütçe kanun teklifinde 2022 yılı için bir trilyon 750 milyar lira olarak kanunlaşan merkezi yönetim bütçesi giderlerine 1 trilyon 80 milyar lira ödenek ilavesi isteniyor. Kanun gereği ilave edilen ödenek kadar gelir gösterme zorunluluğu bulunuyor.
Milyonlarca çiftçimize verilecek desteklerdeki artış ne kadar biliyor musunuz? Sadece 15 milyar lira. Ek bütçenin 710 milyar lirası ÖTV, KDV gibi vergilerle finanse edilecek, fatura enflasyon vergisiyle milletimize kesilecek.
Geçtiğimiz hafta her zamanki gibi yine bir gece yarısı BDDK, şirketlerin kredi kullanımına ilişkin bir karar yayımladı. Bu karara göre 15 milyon ve üzeri döviz ve altın cinsi varlık bulunduran şirketler kredi kullanamayacak.
Kendisini değiştirmek yerine kendisi dışında ne varsa değiştiriyor. Merkez Bankası başkanını değiştirdi olmadı. Hazine ve Maliye Bakanını değiştirdi olmadı. Enflasyon patladı, TÜİK'in müdürlerini değiştirdi yine olmadı. Şimdi de serbest piyasa koşullarını değiştirmeye çalışıyor. Bu karar bir sermaye kontrolüdür. Bu karar Türkiye'de 1989'dan beri var olan sermayenin serbest dolaşımını net olarak ortadan kaldırmaktır. Bu karar bay Krizin Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur.
Bu ekonomi yönteminin artık ülkemize verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Buradan sayın Erdoğan'a sesleniyorum. Belli ki saraydaki lüks ve şatafat senin gözünü kör etmiş. Sen milletin sana vermiş olduğu yetkiyle oradasın. O koltukta, sarayda milletin.
Sen önce yandaşına satın aldırdığın televizyon kanalı için verilen kredinin peşine düş, sen önce yandaşlarına verilen karşılıksız kredilerin peşine düş.
Sürekli milletimize parmak sallayacağına bir kere de beşli çetene parmak salla. Bir kere de onların cebine elini sok. Bir kere de onlardan fedakarlık iste.
Sayın Erdoğan eğer dövize çok sıkıştıysan Nebati bakan ile birlikte edi ile büdü gibi yönettiğiniz ekonomiyi işin ehline bırak. Merkez Bankası'nın görevini yapmasına müsaade et. En azından seçimlere kadar ekonomiye burnunu sokma. Biliyorum sen bunların hiçbirini yapamazsın. Onun için milleti daha fazla yorma bir an önce seçim kararı al.
Geçen ay çaya gelen yüzde 47'lik zamdan sonra geçtiğimiz haftada şekere yüzde 67 zam geldi. Artık şekerli çay içmek bile zengin işi oldu. Gerçi beyaz çay içiliyor sarayda ama... Biz siyah çay içemez olduk.
Bundan birkaç ay önce bay kriz şeker için 'Şekerde öyle pahalı bir fiyat uygulaması yok' demişti. Maşallah dediği üç gün yaşamıyor. Demek ki neymiş şeker fabrikalarını satar ihtiyacı da ithalatla çözeriz demek olmuyormuş. Cumhuriyetin değerlerine saldırmak için devletin fabrikalarını üç kuruşa satınca sofraların tadı da, ekonominin istikrarı da kalmıyormuş. Sayın Erdoğan biz seni bundan 4 yıl önce uyarmış, 'Şeker vatandır, satma' demiştik. Cumhuriyet değerlerine düşmanlığının ve yaptım oldu zihniyetinin bugün memleketi getirdiği noktadan memnun musun? Sen smoothie içmeye devam et.
Memleketimizin her karış toprağı, iktidarın berbat tarım politikalarına rağmen, bereketini sunmaya devam ediyor. Fındıkta, incirde, koyun sütünde, haşhaşta, kayısıda, ayvada, dünyada üretim birincisi olduğumuz gibi, kirazda da, üretim birincisiyiz.
Kiraz, aynı zamanda bir başarı öyküsüdür. Ak Parti’nin her fırsatta eleştirdiği 90’lı yıllarda, özel sektörün, kamu ve Ar-Ge uzmanlarıyla bir araya gelip, 200 bin ton olan üretimimizi, 700 bin tona çıkarma başarısıdır. Üstelik bunun, yaklaşık 100 bin tonunu da, ihraç ediyoruz. Ama tabii ki, Ak Parti iktidarında, hiçbir başarı cezasız kalmadığı için; kiraz üreticisi de, ihracatçısı da, cezasız bırakılmadı.
Bir taraftan kuraklık, bir taraftan da, don, dolu ve aşırı yağış etkisi, çiftçimizi vururken; iktidar, tam da hasat döneminde, kiraz üreticisinin ihracat gelirine el koydu. Döviz gelirlerinin, önce yüzde 40’ına, şimdi de, yüzde 70’ine göz dikti. İhracattan kazanılacak olan dövizin, yüzde 70’ini, bozdurma zorunluluğu getirdi.
Ne güzel değil mi? Sen 30 yıl çalış, uğraş, didin; sonra, “Ben de çiftçiyim.” diye ortalıkta gezinen bir Nebati Bakan gelsin, senin gelirlerine çöksün…
Niçin çiftçilikle üretim yapan köylüye niye bu zulüm, uyuzluk epeydir düşünüyordum. Siz söyleyince buldum. Rahmetli Atatürk, 'Köylü milletin efendisidir' dedi ya sırf ona uyuz olduğu için köylüyü, çiftçiyi bitirdi.
Dolarla uğraşacağım dedi uğraştı, hepinizi yumruklayarak uğraştı, dolar uçtu gitti. Türkiye'nin hem çiftçisi, hem köylüsü battı. Adam verdiği sözü tutuyor. Milletle cebelleşmeyi, milleti onun bir tabası olduğuna inandığını bütün attığım adımlarla görüyoruz.
Erzincan İliç'teki altın madeninde gerçekleşen siyanür sızıntısı dehşete düşürdü. Her ne kadar Valilik ve şirket yetkilileri siyanürün temizlendiğini söylüyor olsa da tespit için bağımsız kurumların tespitini bekliyoruz. Bu felaketi il ve ilçe başkanlarımızla beraber yakından takip ediyoruz.
Geçen sene iki genel başkan yardımcımızın içinde olduğu bir heyet bölgeye gitti. İncelemelerde bulunup konuyla ilgili endişelerimizi dile getiren bir basın açıklaması yaptılar.
Nasıl oluyor da Anadolu'nun can suyunu taşıyan Fırat Nehri'nin yanı başında siyanür ile altın aramaya izin veriliyor? Madenin ortaklarına baktığımızda sebebini daha iyi anlıyoruz. Bu gruplar yol, enerji, hatta medyada bile aynı grupların izini görüyoruz. İliç'te yaşanan felaketin kapısı beşli çeteye çıkıyor.
Beşli çetenin yolsuzlukları artık dillere destan oldu. Peki ya sonuç? Sonuçta hiçbir şey olmadı. Hesap vermedikleri gibi bir de üstüne sayın Erdoğan'ın yandaşa gelince fevkalede bonkör eliyle ihale almaya devam ettiler.
Bildiğiniz üzere bizde memleketi il, il, ilçe, ilçe gezerek dinliyoruz. Başta sarayda yan gelip yatanlar olmak üzere tüm Türkiye'ye duyuyoruz. Geçtiğimiz hafta Tekirdağ'daydık. Ne sanayi ne tarım kalmış. İcra daireleri dolup taşar olmuş.
Sayın Erdoğan başekonomist, tıp doktoru hem de profesör, her bir konuda en üst noktada bilgi sahibi... Çok merak ediyorum bilmediği ne var? Ben de şükrediyorum Allah'tan her şeyi bilmiyorum. Bildiğimizi çok iyi biliyoruz. Her şeyi bilen bu arkadaşımız sağlık konusunda da uzman oldu ilk işi doktorları kovmak oldu.
Muayene süreleri beş dakikaya indirmek ve hekimlerin günde 90'dan fazla hasta bakmasını istemek hem hastaya hem hekimlerimize karşı yapılacak en büyük kötülüktür. DSÖ standartını 20 dakika olarak belirlerken, Sağlık Bakanlığı'nın beş dakika gibi bir süreyi öngörmesi hem şiddet vakalarının artmasına hem de hekimlerimizin mesleki tatmin duygusunun zedelenmesine hem de tanı ve tedavinin iyi yapılamamasına yol açıyor. Bu uygulamadan derhal vazgeçin.
Sağlık Bakanına da bir şey diyemiyorum çünkü sayın Erdoğan ekspertist olarak sağlık bakanından fazla bilgiye sahip olduğu için o bilgiyi aşması çok zor görünüyor.
Randevuyu aldık, doktoru bulduk, doktorda beş dakikada muayene edip ilaç yazdı diyelim. Bu sefer karşımıza sağlık sistemimizdeki sorunlar zincirinin dördüncü halkası çıkıyor. O da ilaç yokluğu.
Ayrıntılar geliyor...