Asıl ‘servet transferini’ kim yaptı? Burak Dalgın: 'Pakette hedefledikleri tasarruf kadar her ay faiz ödüyorlar'

Kısa Dalga'dan Berna Can uzun yıllar önemli yatırım danışmanlık firmalarında üst düzey yöneticilik yapmış olan DEVA Partisi Milletvekili Burak Dalgın'la ekonomide yaşananları konuştu. Dalgın, kamuda tasarruf paketi için "Hazinemiz her yıl değil, her ay yüz milyar lira faiz ödüyor. Ana para değil, faiz ödüyor. Ayda yüz milyar lira faiz. Bahsedilen tasarruf bir aylık faiz ödememiz kadar" dedi.

Türkiye'nin gündemi her ne kadar hızlı değişse de değişmeyen tek şey ekonomideki kötü gidişat. Ekonomi politikalarında uygulanan yanlışlar ve şimdi de 'Kamuda Tasarruf Tedbirleri' ve beraberinde kiralardaki yüzde 25 artış sınırının kaldırılmaya çalışması... Geçtiğimiz hafta İslam Finans Zirvesi'nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'gelir adaletsizliği' vurgusu ve 'Fakirden zengine bir servet transferi yaşanıyor' açıklamaları çok konuşuldu.

Kısa Dalga'dan Berna Can, ekonomi yazıları ve Meclis’te yaptığı ekonomiye dair konuşmalarıyla da bilinen ve uzun yıllar önemli yatırım danışmanlık firmalarında üst düzey yöneticilik yapmış olan DEVA Partisi Milletvekili Burak Dalgın'la Erdoğan'ın açıklamaları, iktidarın ekonomi politikaları, Kamuda Tasarruf Tedbirleri paketi ve kiracıları bekleyen yüzde 25 kira sınırının kaldırılacak olması ile ekonomideki düzelmenin nasıl sağlanacağına dair çözüm önerileri üzerine konuştu.

Burak Dalgın'ın konuk olduğu Kısa Dalga Parantez’de öne çıkan başlıklar şöyle:

'Bizim bir kalkınma problemimiz var'

"Türkiye'de ekonomi deyince böyle bir makro fetişi var. Herkes sadece makroekonomiyi konuşmayı istiyor. O önemli tabii. Önemsiz anlamda söylemiyorum ama milyar dolarlar, yüzdeler, bazı puanlar, CDS spreadları bunlar önemli, önemsiz değil. Ama bunun ötesinde bizim günlük hayatımızı ilgilendiren meseleler var. Vatandaşın reel meseleleri var. Bir de bunun ötesinde tabii bizim bir kalkınma problemimiz var.

Çünkü hakikaten Türkiye'nin bir medeni ülke olmasını istiyorsak çok daha farklı bir kalkınma perspektifine oturtmamız lazım. Ekonomi tartışmalarında bu iki şey eksik. Yani reel hayat, vatandaşın reel hayata eksik bir, kalkınma perspektif eksik iki.

'20 yıldır güven oluşturamadıysanız kendinize bakmanızda fayda var’

Yani onların reel hayata akmasını herkes ister ama Sayın Cumhurbaşkanı 'yastık altında saklanan altın, dolar ve diğer araçların ekonomiye faydası olmadığını' söylerken haklı. Demek ki güven eksikliği var ki vatandaş orada kendisine bir sigorta oluşturmak durumunda hissediyor kendisini. Ama zaten bunu oluşturacak olan heyette hükümet. Hele de yirmi küsur sene siz hükümetteyseniz ve o güveni oluşturamadıysanız aslında bir dönüp kendinize bakmanızda yarar var.

Hükümetin çok ilginç huyu var. Birincisi, bazı gelişmeleri böyle bir doğa olayı gibi kendiliğinden olmuş bir şey gibi anlatıyor. Hâlbuki bir takım tercihlerin neticesi değil mi?

Siz vergi kanununu sık sık değiştirirseniz, Kur Korumalı Mevduat ( KKM) gibi bir icatla gelirseniz, faizlerle çok ilginç bir şekilde oynarsanız insanlarda güven kalmaz, tedirgin olurlar. Dövize, bazen altına, bazen de gayrimenkule kaçarlar değil mi? Gerçek hayattaki reel ticareti finansmanından öbür tarafa doğru giderler.

İkincisi ise alınan kararlara sorumluluğunu almama huyları var. Sanki bir şey olmuş, kendiliğinden olmuş, bizimle ilgisi yok diyor. Sürekli birileri bulunuyor. Bir günah keçisi mutlaka çıkıyor.

Artık şartlar ne getirirse. Bazen dış güçler. Bazen kader. Bazen esnaflar, bazen soğan depoları. Ama asla hükümetin kendisi değil.

Yani yetki kullanırken, ‘millet bize yetkiyi verdi’ diyorlar. Tam yetkiyi kullanıyorlar. İyi şeyler olduğunda ‘ah bakın bunu biz yaptık’ diyorlar. Peki, negatif şeylerde, kötü şeylerde, başarısızlıklarda da ‘ya kader, ya dış güçler, ya esnaflar ya başka bir şey. İkinci büyük mesele bu.

Üçüncü ve en tehlikelisi de zaten kontrol kumanda yani talimatla ekonomiyi idare edeceklerini zannediyorlar. Bu tavır yalnızca Türkiye'de de değil, dünyada da tutmadı. Venezuela'nın meşhur sopalı enflasyonla mücadele timleri vardı. Bakkallara gidip fiyat etiketlerini indirmeye çalışıyorlardı. İndirmeyenlere sopayı vuruyorlardı. Siz istediğinizi söyleyin, bunu yaparsanız insanlar o malı satmazlar, kıtlık olur. O malı almak isteyenler kuyruğa girerler, kara borsa olur. Veyahut da ürünlerin kalitesi düşer. Hepimizin son birkaç senedir yaşadığı gibi değil mi? Aldığımız ürünlerin, aynı ürünün kalitesi eskiye göre kötü.

Ekonomideki kök sorunların sebebi konuşmuyor

Aslında hep aynı şeyi dönüp dönüp yaşıyoruz: Birincisi, meselelerin kök sebebi konuşulmuyor. İkincisi, sorumluluğu alınmıyor. Üçüncüsü de talimatla bu işlerin çözüleceği zannediliyor. Bu üç yanlış zaten Türkiye'yi ve vatandaşlarımızı, hepimizi bugün yaşadığımız noktaya getirdi.
Gelir adaletsizliğinden de bahsetti Sayın Erdoğan. Gelir adaletsizliği herhalde emeklilerin on bin lira maaş aldığı bir yerde, asgari ücretin belli olduğu bir yerlerde, insanlar kiralarını ödeyemezken gelir adaletsizliğinden bahsediliyor. Üstelik en yüksek vergi dilimini ödeyen yanılmıyorsam işçi sınıfı.

Bunu bir köşe yazarı söylemiyor. Köşe yazarları bunu söyleyebilir. Bir düşünce kuruluşu bununla ilgili rapor yayınlayabilir. Siyasetçiler bunu söyleyemez. Hele iktidardaysa onun icabını yapmakla görevli.
İki önemli mesele var burada. Bir tanesi bu iş bağıra bağıra geldi. Yani ücretli kesimin milli gelirden aldığı pay aşağı yukarı yüzde otuz beş mertebesinden yüzde yirmi beşlere doğru indi son yedi sekiz senede. Böyle bağıra bağıra onun inişini gördük.

Cepteki dört birim paradan bir birim para buharlaştı. Milli gelirdeki dört birim paydan bir birim pay buharlaştı. Bu çok ciddi bir şey. Bunu başka nerede görüyoruz?

Türkiye’de vergiyi orta sınıf ödüyor

İstanbul Sanayi Odası'nın 500 büyük sanayi kuruluşu listesi var. Ben ona bayağı dikkatli bakan bir insanım. Çünkü ekonominin ve reel sektörünün nabzını tutmak için çok iyi bir şey. Yani son dört beş senede oradaki enflasyonun da etkisiyle faaliyet karları altı katına çıktı.

Ücretlerin payı; ücretler üç katına çıktı. Yani aradaki makasın nereye doğru açıldığını görüyorsunuz. Ücretli kesim üstünde baskı var. Bunun çözmenin yöntemleri var.

Bir tanesi çok açık; O da benim geçen hafta verdiğim bir kanun teklifi. Vergiyi orta sınıf ödüyor Türkiye'de, orta direk ödüyor. Orta direk hem kalkınma için çok önemli. Çünkü hakikaten biz kapsayıcı, topyekûn bir kalkınma istiyorsak orta direk kalkınmalı.

Aynı zamanda hürriyetler için de önemli. Hak ve hürriyetler için. Çünkü demokrasi gibi, hak, hukuk gibi şeyler orta direğin talepleri. Dünyanın her yerinde böyle. Çünkü en zengin kesim zaten işini görüyor. Çok berbat bir rejimde de yaşasanız da görüyor, iyi bir rejimde de yaşasanız görüyor. Toplumun alt kesimi çok çok daha iyi olmasını istiyoruz ama dünyanın her yerinde zaten günlük ben çocuğumu nasıl doyuracağım, evi nasıl ısıtacağım derdinde bu tip talepleri yok. Ama demokrasi gibi, hak, hukuk gibi, özgürlükler gibi talepler orta sınıfın talepleri. Yani biz orta direği hem kalkınma için istemek zorundayız, hem demokrasi ve hukuk için istemek zorundayız. Şimdi Türkiye'de bütün vergiyi orta direk ödüyor. Neredeyse bütün vergiyi nasıl ödüyor peki?

Ya ücretlerden otomatik olarak kesiliyor. Vatandaşlarımız da bileceklerdir. SGK primi, gelir vergisi vb. maaşını yüz lira olarak görüyor ama maaşı aslında yüz elli lira. O aradaki fark görmeden kesiliyor. İkincisi, o aldığı yüz lirayı harcarken de KDV, ÖTV gibi bir tur daha vergi ödüyor. Yani aslında yüz elli liralık ücretinden belki 50 lirasını net olarak harcayabiliyor ya da 70 lirasını net olarak harcayabiliyor. Çünkü bir kısmı SGK primi, bir kısmı gelir vergisi, bir kısmı KDV, ÖTV derken pratikte cebinden ciddi miktarda para alınıyor.

Gelir Vergisi dilimlerini güncelleyelim

Şimdi orta direği rahatlatmak istiyorsak benim kanun teklifim şu. Gelir vergisi dilimlerini güncelleyelim. Gelir vergisi eşiklerini yukarıya doğru çekelim. Böylelikle orta direğin sırtındaki gelir vergisi yükünü yüzde ödediği oranı aşağı indirelim. Cebinde daha fazla para kalsın. Yüzde otuz efektif vergi ödeyeceğine yüzde yirmi efektif vergi ödesin.

'Cumhurbaşkanı samimiyse gelir vergisi teklifimize destek versin'

Cebinde kalan parayla da hem kendi hayat kalitesi artsın. Hem de zaten bu para tekrar ekonomiye dönecek. Yani o anlamda bir kayıp da yok ortada. Pratik bir öneri. Buradan da tekrarlamış olalım. Sayın Cumhurbaşkanı ciddi ise gelir dağılımı konusunda önemsiyorsa kanun teklifimize desteği versinler. Ortada üzerindeki vergi yükünü hafifletelim hep beraber. Meclis'ten geçirelim bu kanunu. Gelir dağılımını düzeltmek için çok önemli bir adım atalım.

Sadece yabancı yatırımcı için ekonomiyi idare edemezsin

Ekonomiyi yönetirken yabancı yatırımcı önemli. Önemli bir paydaş ama sadece bir paydaş. Sadece yabancı yatırımcı için ekonomiyi idare edemezsiniz. Benim zaten mevcut ekonomi yönetimiyle en büyük görüş farklarımın başına bu geliyor. Biz ekonomiyi New York için değil, Balıkesir için, Londra için değil, Konya için. Hong Kong için değil, Diyarbakır için idare edeceğiz. Bunun çerçevesinde tabii ki yabancı yatırımcının gelmesini isteriz. Tabii ki hatta kalıcı yatırım yapması için gelmesini isteriz. İşte yeni fabrikalar, yeni veri merkezleri, yeni AR-GE yatırımları falan. Onu zaten istiyoruz. Ama bu paydaşlardan bir tanesi.

Bugünkü sistemde, bugünkü ekonomi politikasında adeta yabancı yatırımcı ekonomi idaresinin tek paydaşı. Bütün olay bir tahsildar bütçesi. Ben buna bütçe konuşmamda da o şekilde söylemiştim Meclis Genel Kurulu'nda. Bu bir tahsildar bütçesi. Yani bu ne demek? 'Kardeşim ben orta direğe vergiyi salarım.’ Yani 'parayı zengin alıp fakire vereceğim' değil. ‘Normal vatandaştan alırım, toplarım ondan sonra da bu faizi öderim. Ey yabancı yatırımcı siz merak etmeyin. Faizinizi ödeyeceğiz merak etmeyin.’ Bundan ibaret. Tabii ki Türkiye borcunu ödeyecek. Ama ekonomi idaresinin tek odağı bu olamaz.

’Ekonomi yönetiminde 3K eksik: Kapsamlılık, külfet paylaşımı, kalkınma perspektifi’

Ekonomi sadece ekonomiden ibaret değil. Birincisi kapsamlılık. Şimdi bu hafta gelen müfredatla ekonomiyi nasıl düzelteceksiniz uzun vadede? Evet. Hukuk sistemiyle, dış politikayla entegre bir şey.

İkincisi, külfet paylaşımı. Bu işin bütün yükünü siz orta direniş sırtına yüklüyorsanız bu adil değil. Yaratılan tahribatın, sorumluluğunun birazcık daha genel olarak üstlenilmesi lazım. En başta da kamu harcamalarıyla. O yüzden kürsüden bir tane makas salladım. Yani o makasın kamu harcamalarına yapılması lazım.

Üçüncüsü ve en önemlisi de bir kalkınma perspektifi. Yani biz nasıl gelişmiş ülkeler noktasına gideceğiz? Biz nasıl bu ortadaki gelir tuzağını yarıp çıkacağız? Hep konuşulan şeyler ya vergi ya faiz ya da sıcak para. Başka bir şey yok yani. Halbuki Türkiye'nin birazcık daha bolluk, bereketi nasıl arttıracağını, refahı nasıl arttıracağını, vatandaşı nasıl daha mutlu edeceğini konuşması lazım. Bunları yapmıyorsanız ekonomi idare etmiyorsunuz demektir. Tahsildarlık yapıyorsunuz demektir.

'1 Trilyon Lirayı milletten alıp KKM'ye aktardınız, bu servet transferini kim yaptı?’

Örneğin, çıkıp ‘servet transferleri yaşanıyor’ gibi demeçler veriliyor. O da çok ilginç… Kim yaptı acaba bunu ya? 1 trilyon lirayı milletten alıp kur korumalı mevduat (KKM) ' ye aktardınız. Muazzam bir servet transferi göz göre göre yaşandı. Hiç böyle bir şey olmamış gibi böyle teorik bir analiz yapılıyor. O yüzden çok ilginç.

Asgari ücreti arttırmaları gerekecek

Temmuz ayında hem enflasyon sebebiyle hem de memur maaşlarına ve emekli maaşlarına altı aylık enflasyon kadar zaten zam gelecek. Yani aşağı yukarı yüzde 25'lik bir zam gelecek. Şu anda kamudaki asgari ücret, kamudaki en düşük ücret otuz iki bin lira. En düşük memur bu kadar. Temmuz ayından sonra en düşük memur maaşı aşağı yukarı kırk bin liraya gelecek. Şimdi bu aradaki makası siz nasıl izah edeceksiniz? Asgari ücretin iki buçuk katına gelmiş olacak. Böylelikle özel sektörle kamu arasında muazzam bir uçurum oluşacak. Bir defa bu genel hakkaniyeti zaten sarsacak. Yani işin tüketim kabiliyeti kısmı var, işverene maliyeti var vesaire onlar var da.

Kamu ve özel sektör arasındaki makas açıldı

En basitinden kamu, özel sektör arasındaki ücret makası inanılmaz derece açıldı. Açılmaya da devam ediyor. Türkiye'de ortanca ücret yani vatandaşın yarısının tam ortasındaki ücret, asgari ücretin aşağı yukarı 1,6-1,7 katı. Yani bugün itibariyle 26-27 bin lira falan civarında bir para. Şimdi buna geçinmek zaten çok zor. Ama kamudaki minimum ücret 40 bin liraya çıkınca bunu kimse kimseye pek izah edemez. Hükümet hayır diyor tabii ama bir noktada o baskının altında kalacak diye düşünüyorum.

'En büyük meselemiz istihdam; en az 10 milyon iş alanı yaratmamız lazım'

Asgari ücret meselesine daha genel olarak bakalım isterseniz. Şimdi bir tanesi, bizde çok az insan çalışıyor. En büyük meselemiz bu. Türkiye ile Almanya'nın nüfusu aynı, 80 küsur milyon. Almanya'da 46 milyon kişi çalışıyor, Türkiye'de 32 milyon kişi çalışıyor. Yani bizim esas meselemiz hızlı bir şekilde en az on milyon iş yaratmamız lazım. İnsanlar için hem işsizlik meselesinde yeni iş yaratılsın. Hem de genel ücret seviyesini yukarıya doğru taşıyabilelim.

'Yeni müfredat yetkinlikleri geliştirecek durumda değil'

İkincisi, genel ücret seviyesini yukarı taşımak için kabiliyetleri geliştirmemiz lazım. Onunla ilgili hiçbir şey yok. Yeni Türkiye müfredatı denen şey, hiç onu falan yapacak bir şey değil. Üniversitelerin kalibresi çok sıkıntılı. Her yere üniversite açma. Adeta bir işsizliği geciktirme. Ve esnafa para kazandırma yöntemine gitmiş durumda. Yani bir kabiliyetler meselemiz var. İki bu.

Türkiye'de asgari ücret genel ücret seviyesine geldi

Üçüncüsü, özel sektör çalışanların neredeyse yüzde 40'ı asgari ücretle çalışıyor.

Böyle bir şey olmaz. Normal bir ülkede bu yüzde 5, yüzde 7 olur. Yani ilk giriş seviyesindeki stajyer gibi. Hiçbir vasfı olmayan insanlar belli seviyenin altında almasın diye kurulmuş bir sistem bu asgari ücret denen sistem. Türkiye'de neredeyse genel ücret seviyesi haline gelmiş durumda. Bu hakikaten çok ciddi bir problem. Bölgesel asgari ücret hiç konuşulmuyor. Bence konuşulması gereken bir şey. Çünkü İstanbul'da yaşamanın maliyetiyle başka bir yerde yaşamanın maliyeti arasında çok ciddi fark var.

Ama İstanbul'un asgari ücretiyle Türkiye'nin her yerindeki asgari ücret birbirinin aynısı. Bu tip inovasyonlar hiç konuşulmuyor. Yani meseleye böyle bir kapsamlı perspektif falan yok. Bir de tabii hükümetin işine geliyor bu. Çünkü asgari ücreti hükümet belirliyor. Parasını özel sektör ödüyor. Orada da bir asimetri var. Şimdi bütün bunun ortasında biz bunu nasıl yapacağız? O söylediğim kalkınma perspektifi bunun için geçerli.

‘Kira oranlarındaki %25 barajının kaldırılmasıyla yaşanacakları çözemeyecekler'

İşte, bir diğer ve aynı mesele. Konut kiralarına yüzde 25 sınırı koyunca da zammın yüzde 25 olmadığını biliyorsunuz zaten. Orada millet birbirini bıçakladı. Yani adliyeler doldu. Milleti birbirine düşman ettiler. Yani kendi o meşhur deneylerinin, meşhur faiz, enflasyon deneylerinin, bizi kobay olarak kullandıkları deneyin acı sonucu gene vatandaşlar ödedi. Ev sahibiyle kiracı birbirine düşman oldu. Tam bir Nasreddin Hoca fıkrasına döndü olay. İşte kiracı diyor ki ben o kadar zam yapamam, sen haklısın.
Ev sahibi diyor ki benim tek gelir kaynağım ya da ilave gelir kaynağım burası, bu benim ana birikimim. Yüzde 25 çok düşük, enflasyon çok yüksek olduğu ortamda. E sen de haklısın. Ondan sonra bu insanlara dediler ki bari sizi ara yolu bulun. Makul olanlar ara yolu bulabildiler. Ama pek çok yerde de işte birbirini vuranlar, bıçaklayanlar, mahkemelik olanlar oldu. Bu bir geçiş olacak. Yine insanlar çözecekler bunu. Devlet çözemeyecek yani.

Kamuda Tasarruf Paketi: 'Türkiye pakette hedefledikleri tasarruf kadar her ay faiz ödüyor'

Şimdi bir de Kamuda Tasarruf tedbirleri aldılar. Bu kamuda tasarruf meselesi de bir temenniler silsilesi. Bir de bir defa ortada rakam ve zaman yok. Böyle bir şeyi benim ciddiye alma ihtimalim yok. Ben yirmi sene dünyanın çeşitli ülkelerinde, özel sektörde bir şeyleri idare ettim, aldık, bittik vesaire. Her projenin bir temeli vardır. Neyi yapacaksın? Ne zaman yapacaksın? Kaç para yapacaksın? Çok temel parametreleri bunlar.

Şimdi, tasarruf ne zaman yapacaksınız? Hangi kalemlerden yapacaksınız? Kaç para tasarruf edeceksiniz? Bunu bir defalık mı edeceksiniz? Yoksa mükerrer bir şekilde mi edeceksiniz? Bu tasarrufun bütçeye yansıması bu sene mi olacak? Seneye mi olacak gibi şeyler hiç yok değil mi? Böyle bir takım rakamlar uçuşuyor. Yani yüz milyar gibi bir rakam var, yüz elli milyar gibi bir rakam var.

Türkiye'de hazinemiz; her yıl değil, her ay yüz milyar lira faiz ödüyor. Ana para değil, faiz ödüyor. Ayda yüz milyar lira faiz. Bahsedilen tasarruf bir aylık faiz ödememiz kadar. Bunu bir hatırlayalım. Birinci maddemiz bu.

'İnsanlara iş bulma kaygıları yok'

İkincisi, özellikle tasarruf programları, Türkiye'nin büyümesi lazım. Her sene bir milyon genç çalışma çağına geliyor. Bu insanlara biz nasıl iş bulacağız? Gene bir rakam vereyim, İstanbul Sanayi Odası'nın bu beş yüz sanayi şirketi, Türkiye'nin en büyük beş yüz şirketi. Aklınıza gelen en büyük isimler. Beş yüz tane şirket. Bunlarda yedi yüz yetmiş bine yakın insan çalışıyor.

Her sene iş çağına, çalışma çağına bir milyon genç giriyor. Yani bunların yüzde yetmiş beşi, OECD ortalaması yüzde yetmiş beştir aşağı yukarı. Çalışacağım dese bizim her sene bir ISO 500 kurmamız lazım, sıfırdan. Bu sene bir ISO 500, seneye bir tane daha, ondan sonra bir tane daha, ondan sonra bir tane daha. Nasıl yapacağız bunu? Onu nasıl yapacağımızı bir söylesin yani. Böyle bir şey var mı? Böyle bir kaygısı var mı yani? Siyasetin genel olarak böyle bir kaygısı var mı? Siyasetin de yok sanki. (Kısa Dalga)

Podcast Haberleri