Kars’ta belediyenin “PKK’lı ailelere yardım ettiği” iddiaları var.
Bir şeyin olmadığını ispatlamak zor. İddia edenlerin iddialarını ispat etme yükümlülüğü yok. İş tamamen HDP’nin kardeş aile kampanyasından ibaret. Yardım yapmaları engelledikleri için ihtiyacı olan aileler ile dayanışma göstermek isteyen aileleri buluşturuyor bu kampanya. Ailelerin dinine, ırkına, milliyetine bakılmıyor yardım yapılırken. Aynı şekilde dayanışma tavrını koyanlar da farklı fikirlerde, hepsi HDP’li li filan değil. Sırf Kars’taki bu mağduriyete destek olmak için küçük katkılar sunuyorlar. Biz kimsenin kimliğine siyasi aidiyetine bakmıyoruz. Ayrıca kişilerin ailelerinden dolayı kolayca yargısız infaza tutulması hukuksuzluğun, adaletsizliğin tipik bir yansıması.
Kars belediyesi ile ilgili bu tür iddiaları diye getirmeleri ve bunu kampanyaya dönüştürmelerinin arkasında ne var?
Siyasi iktidarın Kars için böyle bir niyetinin olup olmadığından emin değiliz. Birincisi gerçekten harabeye dönmüş bir belediye devraldık. Etrafa dağıtılacak bir rant yok. Zar zor çarkı çeviriyoruz. Gönüllülük kampanyalarla fiili işleri yürütebiliyoruz
Susuz’dan, Doğubayazıt’tan, Iğdır’dan CHP’li, HDP’li belediyelerden temin ettiğimiz araçlarla temizliği sağlıyoruz. Çöküp rantı birilerine peşkeş çekelim diyecekleri bir belediye değil yani.
İkincisi de siyasi tablo. Son dört yerel seçime baktığımızda 4 parti birbirine yakın oylar alıyorlar. İki kutupluluğa yatkın bir durum yok. Hakkâri’deki gibi, Diyarbakır, Van’daki gibi ‘şehri ya HDP yönetecek, seçilmiş belediye başkanlarıyla, başka bir seçenek yok ya da kayyım eliyle AKP il yönetimi sürece müdahil olacak…’ Öyle bir şey yok Kars’ta. Son belediye başkanı MHP’deydi. MHP’den de istifa etmişti.
O zaman şu soru akla geliyor: Bu kampanyanın arkasında kim var?
MHP il örgütünün de desteklediği, sahip çıktığı, belediyenin son bir yılına damgasını vuran çeteleşmiş yapılar, rant grupları var. Bunlar belediyeyi yağma edilecek bir platform gibi görüyorlar. Kendilerine, yakınlarına haksız kazanç elde etmenin bir aracı olarak görüyorlar. Bunu bizim dönemimizde yapamadıkları için konuyu daha kriminal alana çekmek istiyorlar. Türkiye’de güvenlik politikaları alanına girdiğinizde kendinizi savunamayacağınız bir alan. Bu çıkar grupları da ilişkiye girdikleri çevrelerden böyle akıl alıyorlar. Birileri onların kulağına fısıldıyor. ‘Bekleyin, kayyım atanacak, alacaklarınızı alacaksınız’ diyorlar. Onlar da bazı sinir uçlarını harekete geçirmek istiyorlar. En son belediyeye saldıran kişilerin benim onları dağa göndermeye çalıştığım gibi bir ifade vermesi de bu amaca yönelik.
Şehrin iki vekili iktidar partisinin vekili yerel medyada haber çıktı: ‘Bizim gündemimizde böyle bir şey yok’ diyorlar. ‘Suç işlemedikleri takdirde de böyle bir şeyi hak etmezler’ diyorlar. Tırnak içinde söylüyorum tabii.
Usulsüz ihalelerden ötürü alacakları olan bazı çevreler var dediniz. Bu alacakların usulsüz olduğunu nereden biliyoruz?
Öncelikle bu düzmece ifadelerin kamuoyuna nasıl yansıdığını sorgulamak gerekir. Bu ifadelere biz ulaşamıyoruz. Ama sahte isimle sosyal medyadan paylaşılıyor hemen arkasından bu müteahhitler hemen retweet edip altına yorum yapıyorlar, yaygınlaşmasın sağlamaya çalışıyorlar.
Minibüs ihalesi yapmaya çalışıyoruz yıllardır, kamu zararı olduğu halde yapılmamış. Engelliler araca binemiyorlar, öğrenci dövüyorlar, bağımlı şoförler var vs. Bu kayıt dışı mekanizmayı denetlemiyorsunuz. Biz bunu kayıt içine almak, denetlemek istediğimizde hemen bunlar harekete geçiyorlar.
İddialarla ilgili büyük kısmı mülkiye ve Sayıştay raporlarından çok net biçimde görüyorsunuz ki, ihaleler usulsüzce verilmiş büyük kısmı. Şehirde çok meşhur şeyler var. Mesela bir solüsyon alım ihalesi var. O kadar yüklü miktarda, 200 tona yakın solüsyon alındığı söyleniyor belediyeye. Oysa 200 tonu depolayacak bir yeri yok belediyenin. İhale evraklarına kabul evrakları yerine 20-30 litrelik bidonların fotoğrafları konulmuş. Bunun gibi asfaltta kullanılan petrol ürünlerinin alımında kamyonlara taş yükleyip kantarlarda tartılmış. Bunlar belediye personelinin ifadelerinde var. Ot biçme ihalesinden tutun da yol yapım ihalesine kadar son bir yılın bütün ihaleleri bozuk.
Mesela bir park düşünün ki 10 dönüm civarında bir arazi var, içinde kurulmuş restoran var 600 liraya kiralanmış bir yer. 3-4 bin liralık elektrik masrafını belediye ödüyor. Böyle bir kiralama olabilir mi?
Tespit ettikçe bunların denetim işlerini yapıyoruz, toplumsal faydayı esas alan işlemler yapıyoruz.
Bu işlere başvuran kişiler önce nazik yöntemlerle paralarını almaya çalıştılar. Danışıklı dövüş olduğu için su faturalarına, araçların, arsaların üzerine haciz koymuşlar. 3-4 ay içinde ihale yapılmış, iş teslimi yapılmış, haciz bile konulmuş. Hacze itiraz bile edilmemiş. Rutininde bir iki yıla yayılacak işler bile 3-4 ayda tamamlanmış. 1 Nisan sabahında verilmiş inşaat ruhsatları var, 5 katlı yerleri 7 kata çıkarmışlar. Etik olarak bile seçimi kaybetmişsiniz, o sabah kat artırım ruhsatları vermişsiniz. Bunlar nasıl bir tablo olduğunu gösteriyor.
Kamu makamları, yargı bu usulsüzlüklere karşı ne yapıyor?
Geçmişte belediye başkanı MHP mensubu iken ‘bir ittifakın içindeyiz, kimse kurcalamaz’ diye müfettişlerin bizim de cesaret diye tarif ettiğimiz usulsüzlükler yapmışlar. Kılıfına uydurma ihtiyacı hissetmemişler. Çok açık, aleni yapılmış işler var. Bize kimse dokunmaz duygusuyla yapmışlar. Teftiş raporu ile ilgili savunma bile yapmamışlar. Personele ulaşamama raporu var benim elimde. Bir paragraf dolusu isim yazılı, yazmış belediye başkanına bırakmış. Bu personeline ulaşamadım diye.
Bu tip işler yapılmış ve göz yumulmuş ama şu anda 2 haftada bir soruşturma evrakı geliyor. Geçmiş dönemle ilgili soruşturmalar bunlar.
Biraz daha hassasiyeti olan memurlar, müdürler izne ayrılıp gidiyorlar. Bakıyorsunuz taşeron işçiye teslim tutanağı imzalatılmış.
Ne kadar sürede yargıda sonuçlanır ne kadar sürede etkili kararlar çıkar, rücu kararları çıkar bilmiyoruz. Bu kısmı geç işliyor ama bu kişiler hacizle ilgili işlemleri hızla işletiyorlar. Oysa bize hakaret, tehdit işlediklerinde ise yaptığımız suç duyurularında ilerleme kat edilmiyor. Belediyenin alacakları da var, orada da işler ağır işliyor ama onların işlemleri hızla yürüyor.
Kars’taki belediye çalışmaları nasıl gidiyor. Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Bir yılımız büyük oranda iki büyük işle geçti. Tabii ki festival, tiyatro gibi kültürel faaliyetler yaptık ama istediğimiz düzeyde yoğunlukta değil. Buna rağmen iki şeyi başardık: Birisi, şehir turizm potansiyeli olan bir şehir. Seçimlerden iki hafta önce çöpler toplanmadığı için çöp dağları oluşmuştu. Biz onları temizledik.
İkinci de belediye eski akışkanlıklarından temizlendi. Belediyeye gelip kimseye rüşvet adam kayırma torpil olmadan işinizi yapabiliyorsunuz. Bir temizlik gerçekleşti.
Bunun dışında önümüzdeki aylarda hazırlığımızı yapmıştık. Şehir içinde yol ihtiyacı çok ciddi. Atıl kalmış tesisler vardı bakımlarını yaptık temizliklerini yaptık. Yol bakım tamirat çalışmalarını yapacağız. Su hizmetlerinde şebeke kaçaklarından ötürü bakım hizmetlerini bitirmek istiyoruz. Bunlar belediyeciliğin asgari işleri ama bizde yapılmadığı için konuşmak zorunda kaldığımız konular. Başlangıçta 2 yıl içinde bitirmeyi hedeflediğimiz işlerdi.
Bizim asıl yapmamız gerektiğini düşündüğümüz için sosyal politikalarla ilgili şehrin ihtiyaçları var. Uyuşturucu hızla yayılıyor. Demin bahsettiğim çeteler de bu potansiyeli istismar ediyor. Ciddi başka konumuz şehrin ekonomisi, turizm ve inşaat sektörüne bağlı. Üçüncüsü de kırsal kalkınma. Ciddi şekilde ekilmeyen araziler ve yayla potansiyeli var.
İnşaat sektörüne bağımlılığı azaltacak şehirde farklı bitki türlerinin geçmişte üretilmiş bitkilerin yeniden yapılması. Meyve bahçelerini yeniden canlandırmaya çalışıyoruz. Kanatlı hayvanlarla ilgili çeşitli yöntemlerle çalışma yapacağız.
Böyle dediğinizde Ovacık veya Dersim modeli bir belediyecilik akla geliyor.
İyi bir çalışma kimin tarafında yapılmışsa hepimiz faydalanırız. Aslında bunu kimse yapmıyor değildi. Batman, Van, Diyarbakır, Seferihisar belediyesinde de yapılıyordu.
Bunu değersizleştirmek için söylemiyorum. Türkiye’nin birçok yerinde kooperatifler konusunda ciddi mesafe almış belediyeler var ama o algıyı oluşturmak konusunda Dersim ve Ovacık ciddi bir mesafe aldı. Biz üretimi ve tüketimi koordine etmek istiyoruz. Batı’da 3 büyük şehirde daha çok Karslı nüfusun olduğu yerler bunlar, bir de takas merkezi kurmak istiyoruz. Yakın illerdeki ürünlerle bizim ürettiğimiz ürünleri takas yoluyla değiştirmek istiyoruz
Ege’den zeytin, zeytinyağı… Kuru bakla getirdik iç Anadolu’dan. Bizim ürünlerimizin dağılması hem de o ürünlerin de aracısız kooperatif eliyle dağıtılmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Ahmet Şık, partinin işleyişini anti-demokratik bulduğunu söyleyerek istifa etti, gerisini açıklamadı ama daha önce yaptığı bir röportajı referans gösteriyor. HDP’yi CHP’lileşme tehlikesi içinde görüyor ve bürokrasiden şikâyetçi. İstifayı ve HDP’ye yönelttiği eleştirileri nasıl değerlendirirsiniz?
İçerik olarak kendisi ile kurullar arasındaki hukuk çözülebilseydi… Kişisel olarak Ahmet Şık’ın bir biçimde siyasette önemli bir katkı sunduğunu hem gazeteciliğiyle hem siyasi kimliğiyle verimli çalışmalar yaptığını düşünüyorum. İstifasından üzüntü duydum. Bunu kendisi ile de partideki arkadaşlar ile de paylaştım.
Keşke olmasaydı ama siyasette keşkelerle ilerlenmiyor.
İçerikle ilgili şeylere gelince, galiba şöyle bir yapısal sorun olarak ifade edeyim. İçeride kalıp mücadele etmek, değiştirmeye çalışması benim de tercihimdi, bunu kendisine birkaç kez ilettiğim için bunu açık aleni olarak da söylemekte bir sakınca görmüyorum.
Bir yapısal sorun var. Onun da tweetinde ifade ettiği gibi eş başkanlar ve başka şahıslar üzerinden tarif edilecek bir şey değil.
HDP bir özgün parti. Türkiye siyasetindeki genel anlamdaki sorunlardan, parti kültüründen, siyasi kültürden mevzuattan kaynaklı sorunlar var, buradan HDP’nin payına düşen sorunlar var.
İkincisi HDP’nin kendisinden kaynaklanan sorunlar var. HDP toplumsal mücadeleleri önemsiyor ve bu toplumsal mücadeleleri temsil iddiasıyla yola çıkmış bir parti. Bir bileşenler hukuku var. Farklı zeminlerde mücadele eden örgütlü yapılar, bunlar bazı siyasi partiler, dernekler, dergi çevreler vb. partinin karar süreçleri içinde kendilerini nasıl ifade edecekleri, parti hukukunun ne olacağı, birey hukuku ne olacak bu durumda, bütün bu tartışmalar ne yazık ki tüketilmiş bir çözümü bulunmuş çözülmüş değil.
Birileri bunu engelliyor anlamında söylemiyorum bunu.
Bir olgunlaşma süreci bir değişim süreci yaşanıyor. Sorunlar tamamen ortadan kaldırılmış değil.
Siyasi parti yasanının net tarif ettiği karar alma süreçleri var temsil organların oluşumu bir de HDP’nin kendi pratiği var.
Gerek bu konu gerekse Kürt sorununun hala çatışmalı düzeyde seyrediyor olması ve HDP’nin böyle bir mirasa sahip olması… HDP’nin tercihi değil bu miras. Sonuçta bunun üzerine kuruldu geçmişte bu geleneğin partileri. Bu soruna odaklı siyaset yaptılar ve bu sorunla özdeşleştiler. HDP bunu aşmayı iddia olarak ortaya koydu ve dedi ki ‘Kürt sorunu bölge sorunu, kimlik sorunu değil Türkiye’nin demokratikleşme sorunudur’ dedi. Böyle tarif ettiğinizde farklı toplumsal kesimlerin katılımı onların karar alma süreçlerinde yer alması, bunu hem Türkiye içinde önermeniz hem de parti içinde bunu hayata geçirmeniz gerek. E bu da kolay değil. Partinin en cefakâr, en sadık, yıllardır kendini partinin sahibi gören, en ağır bedelleri ödeyen bir kitlesi de var. Evet, bu kitle bu sorunu çözmeye yetmiyor. Seçmen sayısı itibariyle baktığınızda barajı geçmeye de yetmemiş yıllarca. Ama sonuçta bu sadece sayısal bir demokrasi iddiasında değilseniz bir biçimde bu sorunu önemsemek durumundasınız. Bekleyen, çözüm isteyen, acısı öfkesi her gün kabaran bir kitle var. Ama bir taraftan da bu sorunu hiç umursamayan Batı’da bir kitle var. İşte bu iki topluluk, iki Türkiye gerçeği, bir şekilde harmanlanıp birlikte siyaset yapabilir mi, bunu başarabilir mi? HDP bunun sınavını veriyor, bunun zorluklarını, sancısını yaşıyor.
Birinden birini tercih etmek kolay. Kürt sorununa diğer siyasi partiler kadar ilgi duyarsınız, sırtını dönersiniz ya da tersi ‘benim Türkiyelileşme gibi bir sorunum yok, geleneksel tabanımda birbirimizin sırtını sıvazlar, birbirimizi motive ederiz, biz bize yeteriz’ diyebilirsiniz. Bu da kolay olabilir. Çok daha milliyetçi bir dil kurabilir, bir kimlik üzerinden, kullanabilirsiniz, Kürt sorunuyla daha çok ilgilenirsiniz.
Bu da HDP’nin tercihi değil.
HDP zor bir tercih yapmış. Bu zor tercihi örgütlenme yapısında, parlamento grubunda, yerel örgütlerde yansıtmak taşımak yönetmekte ilerletmekte son derece zorluk yaşıyor bence.
Bu yapısal zorluklardan ben Ahmet Şık’ın payına düşenlerin olduğu kanaatindeyim.
Partinin geleneksel tabanı doğal olarak, haklı olarak 20 yıldır legal siyasetin içinde olduğu için partinin sahibi olarak görüyor. Sahibi gibi görme duygusu, bu çok anlaşılabilir bir şey. İnsan psikolojisinde ve sosyolojisinde çok yadırganacak bir şey değil ama bu genişlemeyi de engelliyor, frenliyor, zorlaştırıyor. Geçiş dönemini yönetebilmek gibi bir sancıdan bahsediyorum.
Daha homojen bir parti iken, şimdi meclis grubunda da eşit temsile yakın çabalar, arayışlar olunca doğal bir sancı doğuruyor. Bir statükodan bahsediyorsak tırnak içinde bahsediyorum, geleneksel, bölgesel ve kimliğe dayalı bir siyasetten demokrasi cephesine dönüşümün sancıları olarak tanımlıyorum ben bunu. Bu doğal olarak dile de yansıyor, söyleme de yansıyor. Propaganda argümanlarına, parti bürolarının teşrifatına, söylemlere yansıyor.
Aynı zamanda siz genişlemek zorundasınız hedefinizi koymuşsunuz.
Bir de çatışmalı dönemde siyaset yapmakla diğer dönemlerde siyaset yapmak da farklı.
HDP kurulduğu dönemde çözüm süreci vardı, medyada görünürdü, o süreç kalkınca ortam yine sertleşince o doğal olarak yasaklamalar tutuklamalar dış baskılar, sizin o değişimi yönetmenizi zorlaştırıyor.
Dönüp o baskılarla tutuklamalarla mı uğraşacaksınız, yoksa içerde sağlıklı cesur iyi niyetli tartışmalar mı yapacaksınız? Parti tabanını eğitmek gibi şeyler de dahil.
Burada bir liderlik sorunu da yok mu? Demirtaş’tan sonra onun yeri doldurulamadı mı?
Ben siyasi parti ve liderlik ilişkisi konusunda Türkiye siyasetinde sorunlar olduğuna inananlardanım. Ne yazık ki doğu toplumlarının genel tablosu, siyaseti kişiler üzerinden okuma eğilimi var ve partiler de kişilerin partileri olarak algılanıyor. Merkez partilerinde Demirel’in partisi vardı, Özal’ın, Ecevit’in, Türkeş’in, Erbakan’ın partileri vardı. Zaman zaman kapandılar, yeniden açıldılar ama hep liderlerle anıldılar. Lider merkezli bir toplumsal hafızaya sahibiz bu bir realite bunu görmezden gelemeyiz.
Sayın Demirtaş da başarılı bir döneme imzasını attı ve o dönemde HDP’nin vizyonunu, stratejisini çok güçlü biçimde savundu, dillendirdi ve gündemleştirdi. Ama bir taraftan da kendi geldiği geleneksel tabanının da motivasyonunu sağlamayı başardı. Bu tabii ki onun başarısı ama kurumsallaşma dediğiniz şey tam da bu bireysel başarı öyküsünün daha kalıcı bir kazanıma dönüştürülmesidir. Aksi takdirde bu bir zaafa dönüşür. Bir süre sonra işte elde olmayan nedenlerle, örneğin Demirtaş’ın tutukluluğu ile birlikte, daha farklı yöntemlerle mücadelesini yürütmek zorunda olan bir parti var, dükkânı kapatamazsınız.
Bir şekilde kişilere bağlı olmayan mekanizmaları, kurumsallaşmaları başarmak zorundasınız.
HDP’nin iddiası, bu anlamda kişilerin emeğini özel yeteneklerini hafife almak için söylemiyorum, HDP’nin iddiası toplumun siyasallaşması, örgütlü toplum iddiası ile hedeflediği örgütlülük arasındaki makas bazı dönemlerde açıldı.
Çözüm süreci daha sempatik yüzü olarak dışarıda bir algı oluştu ama sonra çatışmalı süreç başladığında da Demirtaş partinin başında iken de daha o ambargo başladı aslında. Yani düşünün ki belediye başkanları ile ilgili tutuklamalar başlamıştı belediyelere kayyım atanıyordu Demirtaş ve hepimiz o şehirlere gidemedi. Halkın daha duyarlı davranmasını sağlamaya güç yetmedi.
Şurası önemli: Bazen kişiler ve partiler özdeşleşir bazı zamanlarda, algılar belirli dönemler bunu pekiştirir. Ama partinin başarması gereken ve sayın Demirtaş’ın da katkı sunması gereken şey sonuç itibariyle bir kurumsallığın oluşmasıdır. Biraz da her yiğidin yoğurt yiyişi farkı yani her yöneticinin kendine göre daha yoğunlaştığı alanlar olabilir. Toplumsal algıda sempati oluşturduğu yer olabilir, bazen de sinerji oluşturamadığı konular olabilir tabii.
Parti içinde yeni kopmaların olmasını, tartışmasının büyümesini bekliyor musunuz?
Türkiye siyasetinde bence HDP’yi de aşan ama HDP’nin de payına bir şey düşüyor buradan, bir tıkanma var. Bir çözümsüzlük hali var.
Siyasetin sorunları çözebilecek kapasiteyi ortaya koyamama hali var, bu iktidar partisi için belki çok daha yüksek dozda ama muhalefet için de bence bugüne kadarki neticeye baktığınızda, muhalefet açısından da bir özeleştiri konusu olmalı.
HDP de kendisiyle dönüp yüzleşmeli, hesaplaşmalı ama bu asla bir linçe dönüşmemeli. Asla bu HDP’yi karalama zayıflatma kampanyasına dönüşmemeli. Birileri böyle fırsatçı yaklaşıyor olabilirler
Bu tabii ki savunma refleksiyle kendisini konuşturmama, eleştirilmemeye de dönüşmemeli. Partiler değişimi yönetebilmeli.
Daha farklı bir kırılmaya, kopuşa fırsat vermemenin yolu değişimi yönetmekten ve cesaretle tartışmaktan, kendini tartışmaktan geçer.
Bu asla emeğine saygısızlık olmamalı.
Bu sanki güllük gülistanlık bir ülkede yaşıyoruz, HDP’ye yönelik hiçbir baskı yok, HDP otursun kendi kendisini tartışsın’ da olmamalı.
Her gün ayrı bir şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Farklı bir gündeminiz oluyor.
Ama buna rağmen süreci yönetmek zorundasınız. Yoksa yani tartışmaları ne ihraçla bastırabilirsiniz ne kulak tıkayarak aşabilirsiniz.
Bence süreci yönetmeyi başarmak zorunda.
Ben bu tip süreçlere şöyle bakıyorum: Keşke hiç olmasa, keşke parti içinde tahammül sınırları yüksek, esnek, parti içinde farklı aidiyetleri ev sahibi gibi hissettirecek, emaneten gelmiş geçici gelmiş ya da misafir gibi gelmiş de orayı kendi yeri gibi görecek, en son gelenle ilk gelenin aynı hukuka sahip olduğu… bu hedef tabii, pratikte bu zorluğunun farkındayım ama, bunu inşa etmek…
Hiçbir arkadaşımızı da feda edilecek, kurban edilecek, gözden çıkarılacak, bir saat içinde hakaretin, tahkirin falan muhatabı öznesi haline getirecek şeylerden kaçınmak gerekiyor.
Çünkü içinden geçtiğimiz dönem bir biçimde iş birliği yapmayı, omuz omuza yan yana durmayı zorunlu kılıyor.
Daha önce de iki arkadaşımız farklı partiye geçtiler. Ama HDP’nin konuşma haklarını kullanıyorlar. Bu çok da iyi bir şey. Onlar HDP’yi savunuyorlar. Ahmet Şık için de başka arkadaşlar böyle bir sürecin de içine girerlerse, ben tabii asla bunun olmamasını, aksine siyasilerin oturup partilerin birleşmeleri kanaatindeyim. Çünkü mevcut siyasal sistem iki kutupluluğu zorunlu kılıyor. Seçim sistemi değişmezse ikinci turda bir cephede yer alacaksınız. Siz üçüncü yol iddiasıyla da siyaset yapsanız bunun bütün yıllar boyu, yapabilirsiniz ama sandığa gittiğinizde ikinci tura kalmışsa seçim, belki tamamen onaylamadığınız bir yerin yanında durmak zorunda kalacaksınız. Bu seçim sistemi bunu zorunlu kılıyor.
Ben bu birliktelik nasıl şimdiden örülür…Sadece seçim ittifakları şeklinde değil, parti tabanları, parti dilleri, parti iletişim yöntemleri ve birbirlerine yakınlaşma ortak siyaset yapmanın yolu geliştirmenin peşinde olmalıyız. Yoksa siyasette zaman zaman parçalanmalar olur, böyle bir dönemin arifesinde de olabiliriz. Bunu HDP için değil, bütün siyasi yapılar için söylüyorum ama iki kutupluluğu da bir tahkim eden siyaset dili de var. Bu da içerde tartışmayı da zorlaştırıyor partilerde, partiler arası sağlıklı iletişimi de zorlaştırıyor.