ESRA TOKAT
Cumhurbaşkanı ve 28’inci Dönem Milletvekili Genel Seçimi 14 Mayıs 2023’te yapılacak. 14 Mayıs’ta yapılacak olan seçimlerde ilk kez yüzde 10’dan yüzde 7’ye indirilen seçim barajı uygulanırken ilk defa görme engelliler kendileri için hazırlanan şablonla tek başlarına oy kullanabilecek.
Öte yandan bu seçimlerde ittifakı oluşturan siyasi partilerin her birinin çıkaracağı milletvekili sayısı, her seçim bölgesinde elde ettiği geçerli oy sayısı esas alınarak, yani D'hont sistemine göre oransal belirlenecek. Yurt dışı seçmenleri için ise bu yıl 15 yeni ülkede ilk kez sandık kurulacak.
Tüm bu yeni değişikliklerle ve 200 binden fazla sandıkla seçime doğru giderken geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan gazeteci Seçil Türkkan imzalı “Seçim Güvenliği için Sandıkları Korumak” isimli bir kitap yayımlandı.
Kısa Dalga olarak gazeteci Türkkan ile kitabın doğuşunu, seçimlerde müşahitlerin oynadığı rolleri, sandık güvenliğini ve oylara sahip çıkmanın önemini konuştuk.
‘Gönüllüler ve partilerin bir araya gelmesi meselesi ilgi çekiciydi’
-2018 yılından beri bu konuyu ele almak aklımdaydı diyorsunuz kitapta. Neden 2018?
Aslında 2018 yılı hepimiz için önemli hissettiğimiz seçimlerden biriydi. Hem bir gazeteci olarak hem de oy veren bir insan olarak oy verme hareketleri ve sandık güvenliği hareketi çok fazla dikkatimi çekmişti. Siz de hatırlayacaksınız Türkiye’nin her tarafından bir sürü çağrı vardı. Yani Adil Seçim Platformu kurulmuştu. Bir kere bu zaten tek başına oldukça ilgi çekiciydi. İçinde siyasi partiler var, demokratik kitle örgütleri var. Yani gönüllüler ve partilerin bir araya gelmesi meselesi ilgi çekiciydi. Ne zaman Twitter’e girsek her tarafta bir sandık çağrısı, sandık güvenliği çağrısı vardı ve bunun aslında yükselen fenomen olduğunu fark ettim o zaman ki 2014 ten itibaren yani tam Gezi sonrasında Oy ve Ötesi ile beraber bu mesele zaten dikkat çekici bir hal almıştı. Ben de bütün bu çağrılarla beraber kayıtsız kalmadım hissettim ve insanlara neden sandık başında olduklarını sormaya başladım.
Çünkü bir yandan da medyada şu var: Seçim gündemi gelir Türkiye’ye ve herkes düşünmeye başlar. Sandık güvenliği, seçim güvenliği meselesi ya da sandıkların başında duracak insanlar zaten öncesinden bellidir ve konuşulmaya değer bir konu değildir gibi hissettirir. Bu verili konuyu anlamaya çalıştım, o zaman dikkatimi çekmişti.
‘Cumartesi Anneleri’nin eylemine dahi müdahale eden bir sistem varsa sandıkları koruma hareketi tek balına bir protesto biçimine dönüşmüş’
-Peki kitapta Cumartesi Anneleri ile kurduğunuz bağın sandık güvenliği ile ilişkisi nasıl gelişti?
Eylemler, protestolar aslında çatlaklardan gelen o sesi duymamıza yarayan bir şey. Bütün bunlar benim ilgi alanım. 2018 itibariyle Cumartesi Anneleri’ne de kapanmış oldu İstiklal Caddesi. Yani İstanbul Taksim’in her gün ve her saat eylem olan o yerlerinden bir tanesi. Ve bana şöyle geliyor. Orada hiç eylem ya da protesto görmeyen biri olarak eminim siz de fark ediyorsunuzdur olmadığını Cumartesi Anneleri’nin eylemine dahi müdahale eden bir sistem varsa şu anda gerçekten sandıkları koruma hareketi tek başına bir protesto biçimine dönüşmüş.
Aslında şunu söylemek lazım, belki burada eğer demokrasi kavramını sandığın içine sıkıştırıyorsanız orada oy vermek hatta sandıkları korumak da bir eylem biçimine dönüyor.
‘Oy ve Ötesi’nin yarattığı atmosfer muhalefeti dizayn etti’
-2014 seçilerine giderken sandık güvenliği için ilk çağrıyı yapan Oy ve Ötesi oldu. Kitabın pek çok yerinde de ismi geçiyor. Siz tüm bu süreçte Oy ve Ötesi’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oy ve Ötesi hem sivilleşmeye yarayan şeylerden biri hem de insanların aslında bir şey yapmak istiyorum hissini doyuran şeylerden birine dönüşmüş. O yüzden muhteşem bir icat belki de. Dolayısıyla Oy ve Ötesi ile vücut bulan sandık koruma hareketi, insanları gerçekten aslında hem demokrasi için hem de söz hakkını kullandıkları oy verme işlemi için başka türlü hareket etmeye çağırabiliyor. Onların açtığı yol pek çok çeşitlenmeye de yol açtı; Ankara’nın Oyları, Hayır ve Ötesi ve Sensiz Olmaz Sandık Gönülleri gibi... Bugüne geldiğimizde ise Millet İttifakı’nın duyurduğu Türkiye Gönüllüleri.
Yani aslına bakarsanız onların yarattığı bu atmosfer, bugün partilerin toptan bu hareketi yani sandık güvenliği meselesini gerçek bir hareket olarak gerçek bir durum olarak önlerine koymalarına ve bu konuda adım atmalarına vesile oldu. Bir yandan insanları harekete geçiren ve kendi oyları üzerinde bir söz hakkı olmasına sebep olan bu şey bir yandan da aslında muhalefeti dizayn etti diyebiliriz. Muhalefeti terbiye etti.
Öncesinde muhalefetin böyle hareketleri yoktu, sandıklar korunuyordu diyemeyiz. Benim öyle bir araştırmam ve çalışmam yok ama nihayetinde onların yarattığı bu ruh hali bu mesele buna sebep oldu. Oy ve Ötesi’nin yarattığı bir diğer şey de partilerin bu konuyu sahiplenmesi ve hakim ruh hali yaratması. Hakim ruh hali yaratma meselesi de Profesör Ali Çorkoğlu ile yaptığımız kitapta da yer alan söyleşilerden biri, kendisi bundan bahsediyor. Son iki ayın içine girdik ve hiçbir şey belli değil ya. Şu anda parti seçimleri kimin kazanacağına dair.
Aslında esas mesele Türkiye’ye has bu hakim ruh halini kim yaratırsa o seçimleri alır diyor. Dolayısıyla sandık güvenliğini de sağladığını söylemesi partilerin, çağrıcıların, siyasilerin bir tür moral, motivasyon açısından da ön plana geçtiklerinin göstergesi. Yani o hakim ruh halini sağlayan parti ‘ben yönetmeye talibim ve bu konudaki her şeyi düşündüm’ demesi anlamına geliyor ve bunu diyen aynı zamanda kazanmaya da bir adım yaklaşıyor. Dolayısıyla Oy ve Ötesi ve sandık hareketlerinin dolaylı etkilerinden bir tanesi de muhalefeti dizayn ederken bunu yapmış olmak.
‘AKP’nin seçim güvenliğine dair bir endişesinin olmadığını gösteriyor’
Evet tam olarak bunu söyleyebiliriz gerçekten. Çünkü hatırlayacaksınız Adil Seçim Platformu’nun kuruculuğunu da sivil inisiyatifler, sivil topluluklar, küçük oluşumlar yaptı. Küçük dediğim yani en azından bir siyasi partiye göre çok daha küçük olanlar. Adil Seçim Platformu dediğimizde şimdi herkesin aklına CHP geliyor ama içinde pek çok irili ufaklı yapılanmalar var ve ilk kuruldukları 2018’de açıkladıkları önemli bir şey vardı bana kalırsa. ‘AK Parti’yi de davet ettik ama gelmediler’ diyorlar. Bu aslında kimin sandık güvenliğine ihtiyacı olduğunu, hangi güvensizliklerden ortaya çıktığını ayrıca bu sandık hareketini de ortaya çıkaran şeylerden biri gibi. Yani o zamanlara baktığımızda AK Parti’nin böyle bir motivasyonu yokmuş belli ki, aslında o zamanlar bu hareketin içinde olmak istememesi olmayı tercih etmemesi de o zamanlar en azından seçim güvenliğine dair bir endişelerinin olmadığını ama muhalefetin bu yönde aslında huzursuzluğunun olduğunu gösteriyor. Bunun somut kanıtı. Sandık koruma hareketi de böyle bir yerden ortaya çıkıyor.
‘İktidar partisinin seçmenlerinin de sandık sonuçlarına güvenmediğini gösteriyor’
Oy ve Ötesi şöyle bir veri vermişti bana. Yüzde 70’i insanların sandık sonucuna güvenmiyor. Yüzde 70 dediğimiz şey aslında iktidar partisinin seçmenlerinin de sandık sonuçlarına güvenmediğini gösteriyor.
Dolayısıyla o zamandan bu zamana yükselen bir fenomenden bahsediyoruz. Şimdi son iki seçimdir en azından 2018‘de Adil Seçim Platformu’nun içinde olmak istemeyen AKP, ama son iki seçimdir de insanların sandıkları koruyanların verdikleri içgörüye göre düşünürsek eğer, en azından onların da artık sandık korumaya dair motivasyonlarının olduğunu anlıyoruz gibi gözüküyor.
‘Eğer böyle bir şüphe varsa bunu ortadan kaldıracak olan da elbette yetkili mercilerdir’
-Kitapta müşahitlerin deneyimleri de yer alıyor. Mesela dilekçe yazacağı için silahlı insanların kendisini ölümle tehdit ettiğini ifade eden müşahit olmuş, dayak yiyen müşahit olmuş. Bu deneyim aktarımlarının neredeyse tamamında AKP ve ona yakın olan partilerin engellemesi söz konusu. Bunlardan yola çıkarak bir taraf hukuksuz davranıyor diyebilir miyiz?
Bu hukuksuzluk meselesi en azından bizlerin belki de sezgiyle konuşacağı şeyler değiller gibi geliyor. Yani elimizde veriler olması gerekiyor bunları söylemek için. Çünkü özellikle bu kritik dönemde ağzımızdan çıkan her şey aslın etkileyebiliyoruz. Korku ve paniğe sevk edecek şeylerden belki de uzak durmak ve verilerle konuşmaya çalışmak her zaman daha en sağlıklı olanı gibi hissediyorum.
Fakat örneğin sizin örneğini verdiğiniz Deniz’in hikayesi. Deniz İstanbul’dan sandık gönüllülerinin çağrısıyla bir avukata ihtiyaç olduğu duygusuyla kalkıp Urfa’ya gidiyor. Şanlıurfa’da seçim alanında bir hukuksuzluk var ve buna müdahale ederken onu tutuyorlar ve odaya kapatıyorlar. Yani orada çığlık atıyor, kavga ediyor, bağırıyor insanlarla mücadele ediyor ve bu sorunu çözmek yerine bir odaya kapatılıyor. Orada sakinleşmesi bekleniyor ve bir polis tarafından bir odaya kapatılıyor.
Dolayısıyla bu aslında sandıkların başında oyların kullanılması meselesinin ne kadar sağlıklı olduğuna dair bir anektod sadece bu duyduğumuz medyaya yansıyan ve ulaştığımız hikayelerden sadece bir tanesi. Esas soru işareti bunlardan kaç tane olduğunun bilinmiyor olması ve sorduğunuz sorular içinde yani soruyu da düşündüğümüzde esas mesele bunların şeffaf olmaması. Yani yetkililer tarafından gerçekten kapsamlı bir açıklama yapılmıyor olması ve insanların hepsinin bütün bu duygularla beraber ‘oylarım çalınıyor galiba’ hissine sahip olması.
‘AK Parti şimdiye kadar bu korkuyu törpülemeye çalışmak yerine görmezden geldi’
Bu gerçek olsun ya da olmasın esas mesele böyle bir şüphenin varlığının olması. Zaten bütün bu tehlikeyi yaratan da bu. Eğer böyle bir şüphe varsa bunu ortadan kaldıracak olan da elbette yetkili mercilerdir. Yani iktidardan bahsediyoruz, AK Parti’den. Ama AK Parti şimdiye kadar bu korkuyu törpülemeye çalışmak, sakinleştirmek ve bunu gerçeklerle verilerle ortaya koymaya çalışmak yerine görmezden geldi.
‘Esas mesele bu gönüllülerin gidemediği yerlerde ne olacak?’
Bu endişeleri görmezden gelmesi sandıkları koruma meselesinin bir harekete dönüşmesine vesile olan şeylerden bir tanesi. Yine uzmanların söylediği şeylerden biri Ali Çarkoğlu’nun ismini söyleyeceğim. Diyor ki bunu o kadar kitabına uygun bir şekilde yaparsınız tırnak içinde zaten oy çalmış olmazsınız. İstanbul, Ankara, İzmir gibi yerlerde sandık gönüllülüğü meselesinin sağlanabiliyor olması muhteşem, gönüllülerin başardığı harika bir hareket. Ama esas mesele bu gönüllülerin gidemediği yerlerde ne olacak? Deniz’in hikayesi bize bunu anlatıyor. 2018 seçimlerinden bahsediyoruz burada. Kim bilir önceki yıllarda ne oldu?
‘2018 yılında yer değiştirilen 2 milyona yakın oyun akıbetini bilmiyoruz’
Burada bir başka çarpıcı veriden bahsetmek isterim. Deniz’in hikayesinden yola çıkarak konuştuğumuz zaman Deniz bir avukat, işini yapmaya çalışan biri. 2018 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre bana yine Ali Çarkoğlu’nun ilettiği bir bilgi ve kitapta da detaylarını bulabilirsiniz, referans veriyorum makaleye. 2018 yılında bir buçuk, 2 milyon oyun yer değiştirdiği söyleniyor. Bu inanılmaz büyük bir rakam. Aslında sonuçları değiştirebilecek bir rakam.
İşte tam da Deniz’in yaşadığı hikaye gibi kaç tane var? Bu sadece bir tanesi ve o sandıkta kaç tane oy kullanıldığını bilmiyoruz bu şekilde. Usulsüzlük oy çalınması, bizzat insanların alıp 100 tane fazla oy atması, bir yerde oyların yakılması şeklinde olmak zorunda değil. Gayet tırnak içinde ‘usulüne uygun’ bir şekilde ve işte böyle yapılıyor olabilir ve bu bir buçuk, 2 milyon oyun akıbetini bilmiyoruz.
Esas mesele işte bütün bunlara dair iktidarın ne söyleyeceği. Yani biz insanız, biz şüpheleniriz biz oy kullanıyoruz. Biz bunun hakkını sormak için kullanıyoruz o oyu. Peki şimdi ne olacak? İktidar buna ne cevap verecek, sorun da bir cevap vermiyor olması, görmezden geliyor olması.
‘Sandığınızın başına gidin ve oradan kaç oy çıktığına bakın’
-Kitabın sonunda ilk kez müşahit olacaklar için bilgilendirme ve öneriler de var. Peki tüm bu deneyim aktarımlarından, araştırmalardan ve görüşmelerden sonra sizce seçim günü dikkat edilmesi gereken en önemli şey nedir?
En azından siyasi partilerin söyleyeceklerine, yapabileceklerine dair birkaç deneyimim olduğunu söyleyebilirim. Belki bu insanları da gönüllüleri de kapsayan bir şey. Zira siyasi partilerin özellikle kritik bölgelerde yani insanların görev yapabilecekleri, gönüllü olabilecekleri yerlerde bu alanın mümkün olduğunca sağlanabilmesi gerekiyor.
Aslında duyarsız değiller partiler şu anda buna karşı ve en azından açıklamalar yapıldığını biliyoruz. Hatta seçim güvenliği seçimlerle beraber konuşulan en önemli şey haline geldi. Ama gönüllü sistematik yapı varsa bu yapının çalışabilmesi için uygun bir alan açmaları gerekiyor öncelikle. Çünkü gönüllülerin büyük şehirlerde, kalabalık yerlerde olabilmesi doğal. Hiçbir şey yapmıyorsanız bile gidip oy kullandığınız sandığınızda neler olduğunu görebilirsiniz. Oy sayımına katılabilirsiniz ve bu sizin yasal hakkınız. Hatta yeri gelmişken söyleyeyim öneriyorum da böyle olmasını gidin ve sandığınızın başında oradan kaç oy çıktığına bakın, kimlerle beraber oy kullandığınıza bakın ve tanışın onlarla.
Dolayısıyla bu birinci şey, ikincisi hakim ruh halini yaratan parti seçimi alır dedik. Bu seçim güvenliği, sandık güvenliği ile ilgili bütün verileri mümkünse açıklamaları gerekiyor kamuoyuna, yaptıkları bütün çalışmaları mümkün olduğunca. Şimdiye kadar şeffaf olmayan bilgilerden ve sürekli kapalı bir kutu halinde bütün bu bilinenlerin saklanmasından şikayet ettik AK Parti iktidarıyla. Bunun olmayacağına dair bir garanti, bunun olmayacağına dair yaratılacak bir hissiyat da bu alanda yaptıkları çalışmaları mümkün olduğunca anlatmak. O yüzden partilerin bunları anlatmaları gerekiyor. Gönüllülerle çalışmaya açık olması gerekiyor. Şu anda kurulan Türkiye Gönüllüleri muhteşem bir organizasyon içerisinde nasıl olduğunu bilmiyorum ama şahane bir hareket en azından buradan değerlendirince ama gerçekten bunun işler olduğuna, iyi çalıştığına emin olmak gerekiyor. İnsanları sandığa çağırmaya devam etmek gerekiyor.
‘Türkiye’de insanlar aslında bir oyu bir şey değiştirebilmek için kullanıyor’
Türkiye’nin hep çok oy kullandığı bir ülke olduğundan bahsediyoruz. Aslına bakarsanız bu tek başına demokrasiye olan düşkünlüğümüzle ilgili değil sadece bu aynı zamanda yine kitapta konuştuğum akademisyenlerden, danıştığım akademisyenlerden biri olan Dr. Mert Moral, bunun aynı zamanda oy vermenin her seferinde demokrasi için bizim elimizde kalan son şey olduğunu söylüyor.
Türkiye’de insanlar aslında bir oyu bir şey değiştirebilmek için kullanıyor, ama mesele iradenin ne kadar sandığa yansıdığı. İşte iradeyi sandığa yansıtabilmek için hakikaten hepimizin oy kullanmaya gitmesi gerekiyor. Türkiye’nin oy kullanma oranı yüzde 80’lerde onu yüzde 100’lerde mümkün olduğunca görmek gerekiyor. Bu da yine siyasi partilere düşen bir çağrıcılık görevi.
Gönüllülere aslında ne önerdiğimden bahsetmiştiniz siz. İnsanların birbirini olabildiğince motive etmesi; hem sandığa gitmeye, hem mümkünse eğer gönüllü olmaya. Bu bence iyi bir adım, iyi bir başlangıç ama bunun dışında oylarımıza sahip çıkmanın tamamıyla ne anlama geldiğini tekrar oturup düşünmek gerekiyor. Bana kalırsa bunun içinde gördüğümüz yanıltıcı bilgilere derhal kanmamak, onun nereden çıktığını araştırmak, galeyana gelmeden sakin olarak bilgileri paylaşmak. Eğer sandık başında değilsek belki de bunu yapmak, bunu yapıyor olmak şimdilik gönüllülerle ilgili aklıma gelen ilk şeyler.
‘Altı siyasi partinin bunu düşünmesi bana umut verici geliyor’
-Bu süreçte seçim güvenliğine dair yapılan çalışmalardı diğer seçimlerle kıyaslarsak sizce geç kalındı mı?
İlk çalışmanın ilk raporun Millet İttifakı’nın 2022 Haziran’da çıkardığını görüyoruz. Yani hiçbir parti bundan bahsetmeden bir araya gelmiş altı siyasi partinin bunu düşünmesi bana umut verici geliyor açıkçası. Şimdi Türkiye Gönüllüleri meselesi de yine 6’lı masanın Millet İttifakı’nın hareketlerinden bir tanesi. Dolayısıyla bir yandan da bunlar yeterli mi? Kuşkusuz herhangi biri evet, yetti şimdi diyebileceğimiz bir şey değil. Neye şu anda ‘evet, yetti ve yeterince iyi çalışıyorlar’ diyebiliriz bilmiyorum ama kötü olduğunu düşünmüyorum. Umutsuzluk verici olduğunu düşünmüyorum çünkü seçime iki ay kala şu anda bu gündemde, bahsedilmesi gereken şeyler bunlar. Dediğim gibi yani bu süreci sadece Türkiye Gönüllüleriyle değil çıkarılan ilk raporla ele alıyorum ve Haziran 2022 kötü bir zamanlama değil bana kalırsa.
Öte yandan masa dengesizliği, masa dengesi meselesine gelecek olursak demokrasinin nasıl bir şey olduğunu da unuttuk bana kalırsa. Bu tartışmalar eğer siyasi tartışmalarsa demokrasiye dahil. Dolayısıyla bütün bu tartışma meselesi, yani dengesizlik olarak değil de dengenin tam da yerini bulmasıymış gibi geliyor.
-Kitapta ‘Sandığı koruyan komünist, anarşist, liberal, apolitik, LGBTİ+ vs. herkes aynı şey için çalıştı. Yani oyları korumak’ cümlesi geçiyor. Burada dikkatinizi çeken şey ne oldu? Buradan baktığımızda bu farklılığın birlikte olmasının Gezi ile de bir bağlantısı var mı?
Ben de böyle bir soruyla yola çıkmıştım. Çünkü bu sadece hissedeceğiniz şeylerden biri böyle bir hissim var ama buna dair kanıtlar geliştirmem gerektiğini düşünmüştüm ve önce Oy ve Ötesi’nin kurucularından Sercan Çelebi söyleşi yaptığımızda ‘Doğrudan Gezi’den sonra ne yapmamız gerektiğini düşünmüştük ve aslında demokrasi de böyle bir boşluk olduğunu fark ettik. Sandıkları korumak gibi bir boşluk olduğunu fark ettik ve ardından bunu kurmaya karar verdik’ demişti. Bu önemli birinci donemdi. Ardından insanlarla söyleşi yaptığımda ve söyleşilerde bilerek ve isteyerek Gezi’yi sormadım. Her biri bilinç akışı söyleşilerdi aynı zamanda. 12 kişiden yedisinin doğrudan Gezi ile bağlantılı cevaplar verdiğini gördüm.
Dolayısıyla kanıtlarıyla ve gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki size Gezi ile yani en azından Gezi’nin uzun vadeli çıktılarından biri. Gezinin 10. yılındayız, bütün bunları konuşurken belki o yüzden Gezi olması önemli. Bütün toplumsal hakların tırpanlandığı, gerçekten herhangi bir protestonun, herhangi bir söz söylemenin yasaklandığı ve cezalandırıldığı bir dönemden konuşuyoruz. O yüzden de Gezi’nin ismini vermek önemli.
Aynı zamanda içeride tutuklu sekiz kişi var. Yani Gezi Parkı protestolarının müsebbibi olarak tutuklu olan sekiz kişi var. Yani bütün Türkiye’ye yayılmış 80 ile yayılmış emniyet raporlarına göre konuşursak eğer bir protestonun aslında sekiz kişiye yıkıldığı gibi bir gerçekliği, gerçekten olmayan bir yerden konuşuyoruz. O yüzden böyle bir zamanda Gezi’yi bu haliyle konuşmak ve en azından insanların söylemesine alan açmak ya da zaten söylüyorlarsa dile getirmesini yazıyor olmak benim için mutluluk verici.
‘Sandık hareketi de Gezi’ye benziyor’
Yine bir akademisyene referans vereceğim. Doğan Çetinkaya toplumsal hareketler üzerine çalışıyor. Çetinkaya ve söylediği şeylerden biri buydu; ‘Toplumsal hareketler böyledir, büyük değişimler istemezler. Yani en azından Türkiye’deki buydu. Büyük bir değişimi bir devrimi referanslamazlar kendilerine ama bir şeyi düzeltmek isterler’ diyordu.
Dolayısıyla aslında Gezi’ye benziyor sandık hareketi de. Şu açıdan Gezi’ye benziyor. Bir şeyi toptan devirmeye dair motivasyonu yok ama bir şeyi düzeltmek istiyor. Gezi ile ilgili konuşan insanların hepsinin bana temelde söylediği şey buydu: ‘Bir şey yapmak istiyorum, bir şey yapmak istedim. Geziden sonra hiçbir şey yapmadığım için pişman hissettim. Sorumluluk hissettim’ vs. Ve sandıkları korumak bunun için bulunmuş önemli ve iyi bir icat.
Yani tırnak içinde hiçbir gönüllünün hakkını yemek istemem ama bir şey yapmak istiyorsunuz ülkenin değişmesine dair ama deli gibi çalışıyorsunuz. Mesela bütün gününüz, bütün hayatınız işte geçiyor, geçmek zorunda kalmış ve gerçekten örgütlenmeye dair bir motivasyonunuz yok, uzaksınız o dünyalara. Örgütlenmek istemeyenlerin ama Türkiye’de bir şey yapmak isteyenlerin başvurduğu şeylerden biriydi. Bence sandık koruma hareketinin siyasi parti üyeliğinin bu kadar önüne geçmesinin, hatta artık siyasi partileri düzeltir hale gelmesinden siyasi partilerin alacağı bir ders var. ‘Neden bunu biz daha önce sahiplenmedik’ ya da tam tersi ‘burada iyi bir şey oluyor, bunu da sahiplenip yolumuza devam etmeliyiz’ ve ‘daha neler öğrenebiliriz buralardan’ gibi. Bütün o duyargalarını açmaları gerekiyor bence.
‘Sandık güvenliği kadınların öncülük ettiği şeylerden biri’
-Oy ve Ötesi’nin verilerine göre sandık eğitimlerine başvuranların yüzde 68’i kadın. Hatta sizde kitabı yazarken en çok kadınlarla karşılaştığınızı belirtiyorsunuz. Sizce bunun nedeni nedir?
Biz kadınlar değişimi istiyoruz ve her seferinde onun öncüleri ve aktörleri oluyoruz. Bundan gurur duyuyorum. Bunun içinde olmaktan gurur duyuyorum. Çünkü Türkiye'de kadın olmak meselesi artık böyle konuşmak bile istemediğim hatta yıldığım bir mesele. Bilmiyorum kaç kadın benimle aynı şeyi hissediyordur ama bu bizim var olma yollarımızdan bir tanesi. Bu bizim gerçekten öncülük ettiğimiz şeylerden sadece bir tanesi ve bence çok ilham verici. Gerçekten böyle çatlaklardan sızan ışığı dinlemek gibi sızan o ışığı, sesi yolu dinlemek ve kendimize sürekli yeni yollar yaratmak gibi, öncelikle hissettiğim şey bu.
Bunu yazarken de yine aklımda spesifik olarak böyle bir şey yoktu ama önce Sercan Çelebi’nin rakamı sonra benim sandık gönüllülüğü ile ilgili kamuya açık olmayan birkaç çağrı yaptığımda gelen cevaplar yine kadınlardandı. Kadınlar kadınları önermişlerdi bana ve bence bu böyle kendiliğinden çoğalan bir hareket. Doğası da bana çok kadın geliyor. Yani çok dişil bir hareket, aslına bakarsanız mümkün olduğunca yatay, mümkün olduğunca gönüllü, mümkün olduğunca birbiriyle konuşmayı aslında birbirinin üzerine hiyerarşi kurmayan bir iktidardan beslenmeyen.
‘Kadınlar bu değişimin öncüsü’
En azından bunun gönüllü kısmı böyle partilerin eline geçtiğindeki kısmını bilemem. Orada hiyerarşi baki ve hiyerarşi oraların var oluş sebebi aynı zamanda. Ama kadınlarla ilgili hissettiğim şey buydu. Onlar bu değişimin, yani biz bu değişimin öncüsüyüz bir kez daha ve bunu söylemekten dediğim gibi gurur duyuyorum ve içinde olduğum için yani bunu dile getirdiğim ve bunu fark ettiğim için mutluyum. Mütevazilik yapmayacağım galiba.
-Kitabın sonuna doğru ‘dünyanın demokrasi hafızasına beklenmedik bir katkı sunduk’ diyorsunuz. Neden beklenmedik? Tam olarak ne ifade ediyorsunuz?
Çünkü Türkiye’ye has bir demokrasi hareketi bu. Dünyaya baktığımızda sandığa dair pek çok şaibe 2016’dan sonra özellikle açığa çıktı ve konuşulmaya devam ediyor, ne kadar güvenilir sistemlere sahip oldukları ülkelerin. Dünyada tartışılıyor evet ama Türkiye’ye has bu mesele aslında doğrudan sandıkları korumak, koruyucusu olmak, onun çağrıcısı olmak hem oy veriyor olmak hem de onu korumak.
Bu benim de yaşadığım ikilemlerden biriydi. Yani biz demokrasi inşa etmek için hem sandığı koruyacağız hem oyu vermiş olacağız, hem onun inşa edilme, sayılması sürecinde yer alacağız. Bütün dünyada bu yönde endişeler olsa da genel itibariyle veri biriktirme, data izleme, güvenliğini sağlama, o seçimlerin, nasıl gittiğini gözlemleme ve raporlama bizde. Sandık gönüllerinin yaptığı şey sandık başındaki bir sonucu değiştiremese de onu gözlemlemek ve bugün bize aktarmak.
Ama esas mesele galiba birbirimizin gözü olmak ve bütün bu hikayeleri konuşulabilir kılmak ki elimizde bazı veriler birikiyor olsun. Dolayısıyla bütün dünyada bu haliyle olmayan bu savunuculuk hareketi Türkiye’ye has söylediğim şey kastettiğim şey de bu.
‘Korkmadan oyumuzu kullanmak, yılgınlığa kapılmamak...’
-Seçimlere 2 aydan az bir süre kala insanlara ne öneriyorsunuz, ne yapmalılar?
Galiba müdahil olmadığımız zaman şikayetçi olduğumuz şeyleri değiştiremeyeceğimizi fark ettiğimiz bir zamandayız. Dolayısıyla sandık güvenliği meselesi, sandıkları korumak meselesi buna imkan olan önemli yerlerden bir tanesi. Bu birinci kısmı belki ama ikinci kısmı bahsedilen kutuplaşma meselesi. Evet hepimiz birbirimizden korkar haldeyiz. Ama bütün anlatılardan bütün medya anlatılarından bunların aslında yıkılmaya başladığı bir zamandan da bahsediyoruz.
Biraz önce söylediğim şeyi tekrarlamış olacağım ama aslında korkmadan oyumuzu kullanmak, yılgınlığa kapılmamak. Önümüzdeki günlerde medyanın bizi korkutmak için pek çok manşet atacağını biliyorum, bütün bunların olacağını düşünmeden temelde yılgınlığa kapılmamak, gidip oyumuzu kullanmak ve mümkün olduğunca sandıkları korumaya devam etmek ve etrafımızda bunu yapmaya davet etmek bana kalırsa.