CHP'li Öztrak: Siyasete bir yüzükle başlayanlar, milletin parmağında yüzük bırakmadı

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Eğitimde her türlü adımı bu müteahhitler atmış. Sağlıkta her türlü adımı bu müteahhitler atmış. Ulaşımda her türlü adımı yine bunlar atmış. Allah aşkına 20 yıldır Erdoğan hangi adımları atıyor? Eğitimi, sağlığı, ulaşımı bunlara bıraktıysa, acaba Saray hangi işlerle meşgul oluyor? Erdoğan kimin Cumhurbaşkanı? Türkiye Cumhuriyeti’nin mi? Havuz müteahhitlerinin mi? Kimden taraf? Bunu bir açıklasın" dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, CHP MYK toplantısı sürerken basın toplantısı düzenledi.

Öztrak, şunları söyledi:

“Bugün toplantımızda; devlet yönetiminin, toplumumuzun ve ekonomimizin çökertilen direklerini yeniden en güçlü şekilde nasıl ayağa kaldıracağımızı değerlendirdik. Bu çerçevede; seçime giderken hükümetin belediye başkanlarımıza yönelik komplolarını, milli iradeye hiçe sayan pervasızlıklarını, buna karşı verilecek mücadeleyi ele aldık. Türkiye’mizi önce feraha sonra da refaha kavuşturacak adımları ve Altılı Masada yürütülen çalışmaları konuştuk. Altı partinin Sayın Genel Başkanlarının, 30 Ocak 2023 tarihinde kamuoyuyla paylaşacakları, Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sisteme Geçiş Yol Haritasına ve Ortak Politikalar Mutabakat Metnine ilişkin süreç de gündem maddelerimiz arasındaydı. Otoriter, halktan kopuk yönetim anlayışını sandıkta değiştirmek; cumhuriyetimizin ikinci yüzyılını, gerçek bir demokrasiyle taçlandırmak bakımından bu sürecin önemini, Merkez Yönetim Kurulumuzda bir kere daha teyit ettik.

"Her kriz, her kaos, Erdoğan şahsım rejiminin inşası için lütuf kabul edildi"

‘Kontrolsüz güç, güç değildir.’ Kontrolsüz güç; yıkımdır. Kontrolsüz güç, istikrarsızlıktır, kontrolsüz güç, kargaşadır. Türkiye tüm bu hakikatleri, 2014’ten bu yana yaşayarak tecrübe etti. Türkiye’nin son normal seçimi, 7 Haziran 2015 seçimleri oldu. Seçime giderken; ‘400 milletvekilini verin, bu iş huzur içinde çözülsün’ diyenler milletten o gün istediğini alamayınca memlekette ne huzur bıraktı ne de istikrar… O gün bugündür ülkemizde krizler, kaoslar eksik olmadı. Her kriz, her kaos, Erdoğan şahsım rejiminin inşası için lütuf kabul edildi.

1 Kasım 2015 seçimlerine patlayan silahların ve bombaların gölgesinde gidildi. Ardından 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi geldi. Erdoğan’la aynı yollarda yürüyüp, aynı yağmurda ıslananlar, aynı maklubeyi avuçlayanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombaladı. Erdoğan bu bombaları da ‘Allah’ın lütfu’ kabul etti, ilan ettiği OHAL’le, ucube yönetim sisteminin ön provasını yaptı. OHAL şartlarında ülkeyi götürdüğü Nisan 2017 referandumu, Yüksek Seçim Kurulu destekli mühürsüz oy pusulalarıyla ucube rejime giden yolun taşlarını döşedi. Ucube şahsım yönetim sistemine, 2018’de işte böyle geçildi. 2019 Mahalli İdare Seçimlerinde ise demokrasimize, doğrudan Yüksek Seçim Kurulu eliyle darbe vuruldu.

"‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ safsatasıyla 85 milyonun geleceğini kararttı"

Tüm yetkileri tek bir kişide toplayan, istişare ve devlet aklını yok eden yönetimde denge ve denetimi bitiren liyakat yerine sadakati öne çıkaran bu ucube sistem; devlette yönetim krizini daha da derinleştirdi. Sadece devlette yönetim krizleri değil, saray mamulü ekonomik krizlerin de ardı arkası kesilmedi. Kuralsızlık, hesapsızlık devlet yönetiminden ekonomi yönetimine sirayet etti. Merkez Bankası’nın 128 milyar doları hesapsız, kitapsız arka kapı operasyonlarıyla satıldı. ‘Ben ekonomistim’ diye böbürlenen sarayın kibirlisi; kimseyle istişare etmeden, kimseye danışmadan ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ safsatasıyla 85 milyonun geleceğini kararttı.

İşler kontrolden çıkınca, kontrolsüz güç isteyenler, para, sermaye, döviz ve kredi piyasalarına kelepçe üzerine kelepçe vurdular. Mal piyasalarında da tanzim satışlar, fiyat kontrolleri ve narh uygulamalarına başvurdular. Piyasa diye bir şey bırakmadılar. Kumanda ekonomisine geçtiler. Ekonomiyi olağanüstü kırılganlaştırdılar.

Bertold Brecht; ‘Adalet, halkın ekmeğidir’ derken, ne kadar doğru söylemiş. Devletin adalet direğini çökertenler, toplumun orta direğini de çökerttiler. Orta direğin elinden ekmeğini çaldılar. Orta direk; devlet dairesinde memurdur. Fabrikada işçidir. Dükkânda esnaftır. Kahvede emeklidir. Bu ucube yönetim sisteminde ülkemizin orta direği, hayat kavgasını bıraktı. Hayatta kalma kavgasına başladı. Ucube şahsım yönetim sisteminde ülkemizde adalet bitti. Emekçinin, emeklinin, esnafın sofrasındaki ekmek de, saray yanaşmalarının sofralarına gitti. Erdoğan’ın, ‘Ben alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım’ dediği, 2014’ten bu yana; milletimizin geliri 150 milyar dolar eridi. Her bir vatandaşımızın geliri 3 bin 97 dolar düştü. Böylece ne kadar alışılmamış bir Cumhurbaşkanı olduğunu, cümle âleme ispatladı.

"Yüzde 30 maaş ve aylık zammına ‘müjde’ diyenler, doğal gaz hizmet bedeline yüzde 84 zam yaparken hiç utanmadılar"

Erdoğan’ın ‘alışılmamış’ Cumhurbaşkanlığında; memur, işçi ürettiği refahtan pay alamadı. Bıraktık refahtan pay almalarını, kamu emekçilerinin gelirleri enflasyon karşısında bile tutunamadı. İşte bu raporda tablo var: 2013’ten sonra, kamu işçilerinin ücretleri, reel olarak yüzde 11 geriledi. Bunu biz demiyoruz. Altında Erdoğan’ın imzası olan Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı. Sayfa, 244. Bunlar da Tayyip Erdoğan’ı Üzmeyen İstatistik Kurumu’nun açıkladığı enflasyon rakamlarına göre… Meşhur fıkradır. Kayseriliye sormuşlar, ‘İki kere iki kaç eder’ diye, Kayserili de ‘Alırken mi, satarken mi?’ demiş. Bunların ki de tam bu hesap… TÜİK’e sormuşlar, ‘Enflasyon kaç?’ diye. TÜİK de ‘Vergiye yapılacak zammı hesaplarken mi, memur maaşına yapılacak zammı hesaplarken mi?’ demiş. Memur maaşlarına, emekli aylıklarına sayın Genel Başkanımızın da zorlamasıyla iki taksitte yüzde 30 zam yaptılar. Buna da ‘müjde’ dediler, övündüler, şişindiler. Yüzde 30 maaş ve aylık zammına ‘müjde’ diyenler, trafik cezalarına, pasaport harçlarına yüzde 123, doğal gaz hizmet bedeline yüzde 84, özel okul ücretlerine yüzde 65 zam yaparken hiç utanmadılar.

İşte en son alkollü içeceklere yapılan zamlar, artık milleti yıldırma ve zulüm noktasına geldi. Devlet, bir hayat tarzını kuşatamaz, taciz edemez, rahatsız edemez. Devlet her hayat tarzını korur. Ancak bu ucube rejimin böyle bir derdi yok. Bunlar hala zulüm ile abat olmaya kalkıyor.

Bugün ülkemizde dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 26 bin 485 lira… Ama kamuda çalışan; uzman hekimin maaşı 20 bin 774 lira. Hemşirenin maaşı 14 bin 638 lira. Şube Müdürünün maaşı 16 bin 876 lira. Başkomiserin maaşı 18 bin 630 lira. Polis memurunun maaşı 17 bin 71 lira. Öğretmenin maaşı 13 bin 61 lira. Ve aile ödeneği dâhil en düşük memur maaşı 11 bin 848 lira. Polisi, öğretmeni, doktoru, hemşiresi, milyonlarca devlet memuru ve ailesi, bu ucube rejim elinde yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum ediliyor.

Sarayın sarı memur sendikası, yüzde 25 zamma fit olup bu zammı ayakta alkışlarken diğer memur sendikaları, yüzde 30’luk maaş zammını protesto etmek için iş bırakıp, meydanlara iniyor. Memurlarımız, ‘Yüzde 25’ten yüzde 30’a, yüzde 5 ek zam ancak iki kilo peynir parası’ diyerek, düşürüldükleri duruma isyan ediyorlar.

Bugün Türkiye’de; işçisi, memuru, esnafı, emeklisi, milyonlarca orta direk ailesi, büyük bir beslenme ve barınma kriziyle karşı karşıya… Bu iki kriz bir araya gelerek, mengene gibi milletimizi sıkıştırıyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü verilerine göre; dünyada gıda fiyatları, son bir yılda yüzde 1 gerilemiş. Aynı dönemde bizdeki gıda fiyatları yüzde 77 artmış. Bu da TÜİK marketlerindeki makyajlı etiketlere göre… Bu kış çok kurak geçiyor. Ocak ayındayız. Ortada ne kar var ne de yağmur. Korkunç bir kuraklık kapıda… Ve tarım devriminin yaşandığı topraklarımızda, yokluğun yanında, açlığı konuşuyoruz. AK Parti Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı imkânlarını kullanarak tüm televizyonlarda canlı yayınlanan seçim propagandası yapıyor. Vıcık vıcık yalakalık kokan senaryolar oynanıyor.

Besici bir kadın yurttaşımız çıkarılıyor, ‘70 hayvanım vardı, yem fiyatları yükselince sattım, şu an 46 hayvanım kaldı…’ diyor. ‘Bir bardak çay beş lira, bir kilo süt on lira… Bu işin altından kalkamıyoruz’ diye dert yanıyor. Ortalık buz kesiyor. Ama kibir abidesi de, bunları iyi bir şey sanıyor. Oralı bile olmuyor. Kadın üreticinin süt ineklerine gözünü dikmiş, atama Bakanına, ‘Sana kesecek hayvan buldum’ diyor. Sonra da kibre kapılıp, cebinden vermiş gibi ‘O inekleri sana kim verdi?’ diyerek, devletin verdiği desteği, üreticinin kafasına kakıyor.

Aynı programda devlet üniversitesine, kendi atadığı kadın üniversite rektörü çıkıyor. AK Parti Genel Başkanına, rektörlük makamına yakışmayacak şekilde güzellemeler yapıyor. Bir başka öğretim üyesi, ‘Davamız’ diyerek, AK Parti Genel Başkanına Sezai Karakoç’tan, şiirler okuyor.

Bugün de bir benzerini gördük… Partili Cumhurbaşkanı muhalefete olmayacak laflar ederken, Genel Kurmay Başkanı, partili Cumhurbaşkanına alkış tutuyor. Parti devleti budur. Parti devleti itaatkâr memurları eliyle iş görür. Önümüzdeki seçim sürecinde parti devletiyle hangi şartlarda yarışacağımızın örnekleri, artık bir bir ortaya dökülüyor. Parti devletinde memurunu itaatkâr itaatkâr memurunu belki susturursun ama besici kadın gibi vatandaşlarımız susmaz. Senin ne yaptığını görür, notunu da verir.

Bu ucube yönetim sistemi millete ciddi bir barınma krizi de yaşatıyor. Orta direğin bir ev bir de araba sahibi olması zaten artık hayal oldu. Ev almayı geçtik, kiralık konut bulmak bile mesele oldu. İstanbul Kadıköy’de bir mahalle muhtarı, ödeyebileceği kiraya, oturacağı evi bulamamış, ‘Gerekirse çadır kurarım, mahallemi terk etmem’ diye feryat ediyor. İstanbul’da 120 metrekarelik bir evin kirası, 2018’de 1800 lirayken 2022 sonunda 11 bin 280 lira. İstanbul’da kiralar 4 yılda 5 kattan fazla artmış. Kamu görevlileri, memurlar ‘Ya tayinim İstanbul’a çıkarsa?’ diye boşuna kara kara düşünmüyor. İstanbul’un adı, sürgün yeri oldu. Zamlı asgari ücret 8 bin 506 lira. 120 metrekarelik evin kirası, 11 bin 280 lira. Asgari ücret ev kirasına bile yetmiyor. Daha fazla söze gerek var mı, bilmiyorum. Yine son dört yılda, 120 metrekarelik ortalama bir evin kirası; Ankara’da 960 liradan, 5 bin 400 liraya, İzmir’de 1560 liradan, 7 bin 800 liraya, Adana’da 840 liradan, 4 bin 800 liraya çıkmış. Antalya gibi kiraların son 4 yılda 12’ye katlandığı şehirlerimizi saymıyorum bile…

20 yıldır bu ülkeyi yönetenler, her seçim öncesinde Toplu Konut Projeleri açıklıyorlar. Ama öyle gözüküyor ki sadece konuşuyorlar... 20 yıl sonra milletimiz hala başını sokacak ev bulamıyorsa bunun sorumlusu kim? Elbette bugün ülkeyi yöneten şahsım hükümeti… İşte yine seçim öncesi güya orta direk için, konut kampanyası başlattılar. Kampanyada; kredi var, konut var ama ‘orta direk’ yok. Kampanya kapsamında bankadan 4 milyonluk kredi çekilse aylık kredi taksiti 38 bin 875 lira. Bakan, ‘Taksitler hane halkı gelirinin yüzde 40’ını geçemeyecek’ diyor. Bu tarife göre, 38 bin 875 lira ödeyecek bir ailenin aylık geliri 97 bin 188 lira olmalı. Allah aşkına siz bu konutları, İsviçre’nin, Almanya’nın, Fransa’nın orta direği için mi yapıyorsunuz? Türkiye’de aylık geliri 97 bin 188 lira olan orta direk bir aile mi bıraktınız? Söyleyin, bunu ödeyip ev alabilecek kaç orta direk ailesi var? Hep aynı hikâye… Pansuman ve aspirinle algıyı yönet… Sonra, iş yapma… ‘Bunlar milletin sesini duymuyor halini görmüyor’ diye biz boşuna demiyoruz. Şimdi seçim öncesi yaptıkları her iş, yine göz boyama ve algıya oynama…

Ucube şahsım yönetiminde millete vurulan bir başka pranga da, şahlanan borçlar… Geçen yıl Hazine, 169 milyar lira nakit açığı vermiş. Karşılığında, bu açığın çok üstünde 437 milyar lira borçlanmaya gitmiş. Hazine nakit açığıyla, hazine kasasına atılan para arasında, 330 milyar lira fark var. Merkez Bankası’nda Hazine hesaplarında tutulan para 153 milyar lira. Aradaki 180 milyar liraya yakın para nerede? Anlaşılan vatandaşa değil de yine arka kapıdan yandaşlara, kamu bankaları eliyle kredi pompalanıyor. Sadece devletin değil vatandaşların ve şirketlerin borçları da hızla artıyor.

Son 5 yılda finansal kesim hariç ülkemizin borcu üçe katlanarak, 12 trilyon lirayı aştı. Vatandaşların kredi kartı borcu son bir yılda yüzde 113 artarak 447 milyar liraya ulaştı. Ödenemediği için takibe düşen krediler 160 milyar lirayı aşmış durumda. İcra dairelerinde dosya sayısı geçen yıla göre 614 bin artarak bu yılın ilk haftasında 23 milyon 192 bine çıktı. İş öyle çığırından çıktı ki artık mezarda da vatandaşa huzur yok. Milletin mezar yerine bile haciz geliyor. Mardin’de bir vatandaşımızın mezar yerine, 48 ayrı haciz konmuş. Vatandaş daha kabre girmeden azabını bu dünyada yaşatıyorlar. Pes diyorum. Başka hiçbir şey demiyorum.

2014’te ülkemizde yeni doğan bebek sayısı, 1 milyon 350 binin üzerindeydi. O gündür bugündür, ülkede yeni doğan bebek sayısı sürekli geriliyor. 2022’de yeni doğan bebek sayısı, 1 milyonun biraz üstünde. Ucube şahsım rejimi memlekette hürriyeti bitirmekle kalmadı. Milletin zürriyetini de bitirdi. Türkiye, ‘Hürriyet olmadan, zürriyet olmayacağını’ da bu ucube şahsım rejimi sayesinde öğrendi.

"Siyasete bir yüzükle başlayanlar, milletin parmağında yüzük bırakmadı"

Saray rejimlerinin tek alameti, kontrolsüz güce sahip olması, değildir. Bu rejimler beraberinde, dalkavuklarını da getirir, beslemelerini de getirir. Yanaşmalarını da getirir. Çetelerini de getirir. Bunlar da haramı, helali düşünmez. Tıksırıncaya, çatlayıncaya patlayıncaya kadar yemenin derdine düşer. Ünlü düşünür Platon’a atfedilen güzel bir söz var: ‘Devleti yönetenler ve savaşanlar, mal, mülk edinmemelidir. Aksi takdirde devleti korumak yerine mal ve mülklerini korumayı öncelik yaparlar.’ Platon sanki 2 bin 400 yıl önce bugünkü Türkiye’yi görmüş de bu sözleri sarf etmiş. Siyasete bir yüzükle başlayanlar, milletin parmağında yüzük bırakmadı.

"Erdoğan kimin Cumhurbaşkanı?"

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni korumaya, namusu ve şerefi üzerine yemin edenler, bu yeminini unuttu. Bir avuç yandaş havuz müteahhidinin çıkarlarını korumanın, derdine düştü. Bize faizsiz yatırım dersi vermeye kalkan sarayın kibirlisi, millete yıllarca, ‘Bütçeden tek kuruş çıkmadan yaptık’ diye anlattıkları masalın nasıl fos çıktığını bir izah ediversin. Sarayın kibirlisinin ‘Pi-Pi-Pi’sinin millete 2022’de sadece bir yıllık maliyeti; 2 milyar 195 milyon dolar. Altı yılda bu projeleri yapan yandaşlara, milletin bütçesinden ödenen para ise 12 milyar dolar. Bu ödenen paralar, dört tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü ya da 10 tane Avrasya Tüneli yapar. Veya Osmangazi Köprüsü dâhil koskoca İstanbul-İzmir Otoyolu’nu yapar üstüne de cebimizde para kalır. Sözde yerlilik, millilik ağızlarından düşmüyor ama Erdoğan’ın Pi-Pi-Pİ’lerinin sözleşmeleri, avroyla, dolarla yapılıyor. Neden? Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine güvenilmiyor, Londra’da majestelerinin mahkemelerine güveniliyor. Neden? Bunların sorulması, sorgulanması yasak. Erdoğan, bizi daha önce de Majestelerinin mahkemeleriyle tehdit etmiş; ‘Uluslararası tahkimde sizden söke söke alırlar’ demişti. Hafta sonu Antalya’da çıktı; ‘İktidara geldiğinizde benim müteahhitlerime hesap soramazsınız. Sıkar…’ dedi. Bir de yetinmedi şecaat arz ederken, sirkatin söyledi. Eğitimde her türlü adımı bu müteahhitler atmış. Sağlıkta her türlü adımı bu müteahhitler atmış. Ulaşımda her türlü adımı yine bunlar atmış.

Bu ülkede her türlü adımı bunlar attıysa, Allah aşkına 20 yıldır Erdoğan hangi adımı attı? Eğitimi, sağlığı, ulaşımı bunlara bıraktıysa, acaba Saray hangi işlerle meşgul oldu? Erdoğan kimin Cumhurbaşkanı? Türkiye Cumhuriyeti’nin mi? Havuz müteahhitlerinin mi? Kimden taraf? Bunu bir açıklasın. Erdoğan’ın bu telaşı neyin nesi? Neyin karın ağrısı? Çiğ yemeyenin karnı ağrımaz. Şeriatın kestiği parmak da acımaz. Biz iş başına gelir gelmez kuracağımız ‘Durum ve Hasar Tespit Komisyonu’ eliyle tüm bu ‘Pi-Pi-Pi’ ihalelerini ciddi bir denetimden geçireceğiz. Yapılan sözleşmelere, sözleşme değişikliklerine bakacağız. Çiğ yiyen varsa, merak buyurmasın, hesabını adalet soracak.

Biz korkunun, telaşın bacayı sardığının farkındayız. Korku suça, suç da cezaya neden olur. Seçimler yaklaşırken saray, kirli oyunlarını yargı eliyle sahneye koymaya başladı. Tam seçim öncesinde bir siyasi partiye verilen Hazine yardımına tedbir konması, sokakları karıştırmaya yönelik siyasi cinayetlere yol verilmesi sarayın bu seçimlere de bundan öncekiler gibi müdahale etmek istediğini ortaya koyuyor. Sinan Ateş cinayetiyle ilgili kamuoyuna yansıyan gelişmeleri dikkatle izliyoruz. Uyuşturucu çetelerinden devşirilmiş tetikçiler, çakarlı arabalar, özel harekatçılarla İstanbul’dan Ankara’ya seyahatler… Yeni bir hükümet, polis, siyasetçi Şeytan Üçgeni… 32 kısım tekmili birden yeni bir Susurluk Skandalı’nı yaşıyoruz. Her konuda söyleyecek sözü olan sarayın atama İçişleri Bakanı sessiz kalmak yerine hangi fotoromanları çevirdiğini açıklasın.

Bilhassa bu seçim öncesi sahnelenen oyunun önemli bir parçası da İstanbul Büyükşehir Belediyemize yönelik haksız, hukuksuz siyasi operasyonlar… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımıza karşı yargıyı sopa olarak kullanarak İstanbullunun, milletin iradesinin arkasını dolanmaya çalışıyorlar. Genel Başkanımızın sözlerini kimse unutmasın… Böyle bir şey yaparsanız, İstanbullunun iradesine çökemeye kalkarsanız ‘Cehennemin kapılarını açarsınız.’ ‘Ekrem Başkanımızı kimseye kaptırmayız.’ Ama korkunun ecele faydası yok. Milletimiz neyin ne olduğunu gördü. Kendinden kopanların notunu verdi. Şimdi onları eve göndermek için gün sayıyor. Denge ve denetimin olmadığı, kontrolsüz gücün yozlaştırdığı her kararın tek bir kişinin iki dudağına bırakıldığı bu rejimin inşa sürecinde millet olarak önemli dersler aldık. Gördük ki gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmeyecek. İlk düğme yanlış iliklendiyse diğer düğmeler de doğru iliklenmiyor. Gömleğin ilk düğmesi hukukun üstünlüğüdür, adalettir. Çünkü ‘Adalet mülkün temelidir.’ 2018’den bu yana yaşadıklarımız ortada...

"30 Ocağı beklesinler ülkemizi karanlıktan aydınlığa nasıl çıkaracağımızı görsünler"

‘Güçsüz adaletin aciz, adaletsiz gücün ise zalim’ olduğunu yaşadık, gördük. Dün ‘doğru’ dediğine bugün ‘yanlış’ diyen her gün kural değiştiren hiç kimseye hesap vermeyen, hiçbir kurala tabi olmayan, ülkeyi keyiflerine göre yöneten, Resmi Gazete’ye bir kararı bile doğru dürüst yazdıramayan, doğru dürüst bir rektör bile atayamayan, hilkat garibesi bir sistem ortaya çıktı. İşte bu hilkat garibesini tarihin çöp sepetine göndermek için gömleğin ilk düğmesini doğru iliklemek için biz, hiçbir işi şansa bırakmıyoruz. ‘Kervan yolda düzülür’ demiyoruz. 200 yıllık modernleşme 150 yıllık Meclis, 100 yıllık Cumhuriyet, 77 yıllık çok partili demokrasi tarihimizde bütün ana akımları temsil eden altı siyasi parti, bir otokrat yönetimi sandıkla alaşağı etmek için bir araya gelmiştir. Saray hükümetinin tüm baskılarına rağmen, kılı kırk yararak çalışmakta, Türkiye’mizi ‘Önce feraha, sonra refaha’ kavuşturacak stratejileri, büyük bir titizlikle hazırlamakta disiplin içinde tavizsiz uygulamaktadır. Yönetimde denge ve denetimi kuran, devletin adalet direğini ayağa kaldıran, Gazi Meclisimize itibarını iade eden Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sisteme geçişin, yol haritası tamamlanmıştır.

Anadolu feraseti, ‘Bin bilsen de, bir bilene danış’ der. Bu çerçevede parlamenter sisteme geçiş sürecinde Türkiye’nin tüm önemli meselelerinin istişareyle çözülmesi öngörülmektedir. Yine Hükümet Programı niteliğinde Ortak Politikalar Mutabakat Metninde somut hedefler, politika ve projeler hazırdır. Altı Parti lideri, 30 Ocak tarihinde tüm bu detaylı çalışmaları kamuoyuyla paylaşacaklardır. Anlaşılan her türlü zorlamaya, meydan okumaya rağmen altılı masanın bu disiplinli çalışmalarının yürüyor olması, hükümetin başını rahatsız ediyor. ‘Bizimkisi onlardan daha iyi, bizim protokolümüz de hazır’ söylemini tedavüle soktu. Ne diyelim; ‘Taklitler asıllarını yaşatır.’ 30 Ocağı beklesinler ülkemizi karanlıktan aydınlığa nasıl çıkaracağımızı görsünler. Biz hazırız. Milletimiz hazır.”

Öztrak, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İYİ Parti İstanbul İl Kongresi’nde konuşma yapması ile ilgili soru üzerine Öztrak, “Sayın Ekrem İmamoğlu, CHP’lidir. Fakat kendisi İYİ Parti’nin de içinde olduğu Millet İttifakı’nın da desteklediği bir belediye başkanımızdır. Bizim tüm belediye başkanlarımız ittifak ortağımız İYİ Parti’nin il ve ilçe kongrelerine davet edildiklerinde katılırlar. Eğer AK Parti davet ederse, belediye başkanlarımız o kongrelere de katılır” dedi.

Seçim tarihine ilişkin tartışmalarla ilgili soru üzerine Öztrak, “Anlaşılan; hiçbir şey olmasa da yine bir şeyler oluyor. Bu nasıl bir parti? Her kafadan bir ses çıkıyor. Görünen o ki bunlar ne ülkeyi ne de partilerini yönetebiliyorlar. Savrulup duruyorlar. En başta da AK Parti Genel Başkanı savuruluyor. Önce çıkıyor: ‘Mevsim nedeniyle seçimleri öne alabiliriz’ diyor. Bir gün sonra çıkıyor: ‘Seçimler 5 ay sonra’ diyor. Ertesi gün çıkıyor, ‘4-5 ay sonra’ diyor. Erdoğan da farkına varmış. Bundan sonra her mevsim onlara kış, milletimize ve bize bahar” diye konuştu. (ANKA)

Politika Haberleri