Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim üyesi ve Türk Tabipler Birliği Covid-19 İzleme Kurulu Üyesi Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, “21. yüzyılın ikinci pandemisi ile karşı karşıyayız ve aslında gerek dünya gerek bizim ülkemiz, influenza yani grip pandemisine hazırlık yapmışken bambaşka bir virüs pandemisiyle karşılaştı” diyor.
Türkiye'nin pandemi sürecinde aldığı tedbirleri ya da yanlış uygulamaları ele aldığımız haber dosyası için konuştuğumuz Yavuz, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Grip pandemisi başka bir virüs ailesinden geliyor olsa da aslında pandemi hazırlıkları, üç aşağı beş yukarı aynıydı. Türkiye’nin şöyle bir şansı oldu Türkiye’nin 2019 yılı Aralık ayında, grip pandemi hazırlık planını güncellemişti. Ve biz aslında bir pandemi hazırlık planı ile pandemiye girmiş olduk. Ancak gördük ki, aslında grip pandemisine yönelik olarak hazırlanmış hazırlık planı, Covid’e adapte edilmedi.
Şubat ayında Dünya Sağlık Örgütü kendi Covid stratejisini ortaya koymuştu. Bu plan niye önemli aslında bu pandemi hazırlık planı bir yazılı plan olması ve sizin yanıt stratejinizi buna göre belirlemeniz açısından çok çok önemli. Ki zaten şunu görüyoruz Türkiye’de hazırlamış olduğu pandemi hazırlık planında çok çok erken aşamalarda bir yanıt pozisyonuna geçmesi ile ilgili bir hazırlık yapmıştı kısmen de öyle oldu aslına bakarsanız. Ocak ayından itibaren Sağlık Bakanlığı’nda bazı hazırlıklar başladı. Sağlık Bakanlığı’nın ifade ettiğine göre bir Kurul oluşturuldu Bakanlıkta, bir operasyon merkezi aktif hale getirildi. Bunlar elbette olumlu yönler yani bir erken hazırlık meselesinin Türkiye’de başladığını söyleyebiliriz.”
“Testler tek merkezden yürüdü”
Doç. Dr. Yavuz, salgın sürecinde uygulamada yaşanan sıkıntıları ise şöyle sıralıyor:
“Türkiye uzun süre tek bir merkezden hastalık testlerini yürüttü. Ankara’daki Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir laboratuvarda yürütüldü. Çok az sayıda test yapıldı. Daha çok da yurtdışı bağlantılı olduğu söylenen vakaların ya da şüphelilerin testi yönüne gidildi. İşin ilginç yanı vaka sayısı artmasına rağmen, bu hiç de azımsanmayacak bir süre böyle devam etti, sonra sayı arttırıldı. 3 – 5 merkeze ama yine bölgelerin belli merkezlerinde ve illerde numune alınıp bu merkezlere iletilmesi ve burada test edilmesi şeklinde yürütüldü.
Bu hastalıkla mücadelede önemli noktalardan bir tanesi bu virüsü taşıyan kişileri bulmak onları bir an önce izolasyona almak. Bu virüsü taşıyan kesin kişilerin yakın temas ettiği insanları bularak onlara da karantina altına almak. Bu açıdan da test meselesi öne çıkan bir meseleydi.
Kaldı ki testle ilgili de yöntem tartışmaları hala sürüyor yani yapılan yaptığımız testte tanı değeri yüzde altmışlarda olan bir test. Yani virüsü taşıyan yüz kişinin 60’ını biz bu testte yakalayabiliyoruz, virüsü taşıdığı halde 40 kişiyi yakalayamıyoruz ancak elinizde başka bir tanı testi de yok.”
“117 bin test 117 bin kişi demek değil”
Doç. Dr. Yavuz, Türkiye’de günlük ortalama 117 bin test yapılmasıyla ilgili “Test kapasitesi olarak hiç fena değil bu sayı. Ancak daha çok arttırılabilir ama artırılırsa da biz bu testleri kimlere yapıyoruz, bilmiyoruz. Açıklanan 117 bin test günde, 117 bin kişi anlamına gelmiyor. Niye gelmiyor? Bir mükerrer yapılan testler var, iki Türkiye’de bu süreç içerisinde gördük ki, bazı gruplara düzenli test yapılıyor” diyor. Doç. Dr. Yavuz şöyle devam ediyor:
“Futbolcuya, TBMM’ye var sağlıkçıya yok”
“Futbol karşılaşmaları yakın teması olduğu için bir risk olarak görülebilir ve futbolcular da bir risk grubu olarak değerlendirilebilir belki bir ölçüde. Ancak o zaman diğer risk gruplarına niye yapmıyoruz? Örneğin sağlıkçılar, sağlık çalışanları bu hastalıkla ilgili topluma göre 12 ila 14 kat daha fazla risk altındadır. Özellikle Covid servislerinde, Covid polikliniklerinde çalışan, Covid hastası bakan sağlıkçılara düzenli test taraması yapılmıyor. Futbolcular risk grubu da sağlık çalışanları risk grubu değil mi o zaman.
Örneğin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenli test yapıldığını okuduk, gördük. Bildiğim kadarıyla Cumhurbaşkanlık personeline yapıldı, bunu da bir resmi yetkili açıkladı. Şimdi böyle bir anlaşılmaz bir durumla karşı karşıyız. Bu taramalara hangi risk düzeylerine göre, neye göre karar veriliyor. Farklı bulaşıcılık açısından risk grupları var, çok fazla sayıda temas eden insanlarla çalışan gruplar var. Sonbaharla beraber, yükselişe geçtiğimiz bir dönemde sağlık çalışanlarının korunması sizin için çok stratejik bir konu. Artan vakalara hizmet verecek elinizde sağlık çalışanı yeterli sayıda bulamazsınız.”
“Ölümlerin bildirimi sıkıntılı”
Doç. Dr. Yavuz, hasta ve ölen sayıları konusundaki çelişkilere ilişkin de şunları söylüyor:
“Dünya Sağlık Örgütü, COVID -19 bildirimi ile ilgili gerek vaka bildirimi ile ilgili gerekse de ölüm bildirimleriyle ilgili bir çerçeve oluşturdu. Aslına bakarsınız bütün ülkeler Dünya Sağlık Örgütü’ne sadece test pozitif olanları bildiriyor. O konuda Türkiye’nin de ayrı bir durumu yok. Ama mesela İngiltere veri açıklarken, sadece test pozitif de değil, testin negatif bile olsa klinik olarak Covid’e uyan ve olası vaka tanımını almış kişi sayılarını da açıklıyor.
Özellikle en önemli sıkıntılardan bir tanesi ölüm bildirimi. Dünya Sağlık Örgütü diyor ki, bu olası Covid yani testi negatif de olsa olası covid tanısı almış ve hayatını kaybetmiş olanların kaydını bu şekilde ölüm raporlarına yazın diyor. Türkiye mesela bunu şu ana kadar uygulamadı. Türkiye testi negatif olup olası kovid hayatını kaybetmiş kişileri birer pinomoni diye ölüm belgelerine kaybetti. O anlamda da tabii Türkiye’nin bu durumu uluslararası camiada eleştiriyle karşılanıyor. Evet bu anlamda da eğer bir de defansif bir tepki görüyor diğer ülkelerden.
“Bulaşıcılık kontrol altına alınamadı”
Türkiye’de mevcut durumda toplumsal bulaşıcılığı çok kontrol altına alınamadığını söyleyebiliriz rahatlıkla ama bu ilden ile değişiyor. Her ilde aynı düzeyde değil salgın ama son birkaç hafta içerisinde Türkiye’de genel bir artışın olduğunu da söylemek gerek. Sağlık Bakanlığının açıkladığı hani o hasta verilerine bakarak çok net olarak görülüyor.”