MÜHDAN SAĞLAM
ABD ve Avrupa’dan gelen faiz artışları kararları küresel ekonomiyi etkilemeye devam ediyor. Dünyadaki enflasyonist dalga etkisini artırıyor. Türkiye’de faiz oranları sabit tutuluyor, enflasyon artıyor. Uygulanan ekonomi politikalarında sorun ne? Muhalefetin krize çözüm önerisi gerçekçi mi? Toplum ekonomik kriz karşında ne yapmalı? Ekonomi Uzmanı Dr. İlhan Dögüs ile konuştuk.
PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY’E TIKLAYINIZ
Tüm dünyada, ABD ve Almanya başta olmak üzere ciddi bir enflasyon artışı var. Ne oluyor neden bu enflasyonu görüyoruz?
Covid pandemisiyle gelen kapanmanın dünyada etkisi oldu. Kapanma önlemlerinin kalkmasıyla beraber bu defa tedarik zincirindeki sorunlara başladı. Otomotiv sektöründe görülen çip krizi bu anlamda ilk akla gelen. Bir de nakliyat sorunu baş gösterdi. Büyük firmalar konteynırlarını stoklamaya başladı, yani ellerindeki gücü kötüye kullanmaya başladı. Bunların tamamı enflasyon artışına etki etti.
DÜNYA 1980 SONRASINDA ÇİN SAYESİNDE ENFLASYONU DÜŞÜREBİLMİŞTİ
Burada şu önemli: 1980 sonrasında Çin sayesinde dünya enflasyonu düşürmeyi başardı. Klasik yaklaşımın anlattığı gibi, merkez banklarının bağımsızlaşması sayesinde ya da enflasyon hedeflemesi sayesinde değil. Bunu şuradan anlıyoruz, 1980 sonrası enflasyon hedeflemesi yapan ülkelerle enflasyon hedeflemesi yapmayan ülkelerin hepsinde enflasyon düştü. Enflasyon hedeflemesi yapanlarda daha fazla düşüş yaşandı, ama bu zaten onların gelişmiş ekonomi olmasıyla alakalı. Gelişmemiş ülkelerde yoksulluk düzeyi yüksek olduğu için onların harcamalarında gıda, barınma, elektrik, doğal gaz gibi kalemlerin payı yüksek ve bunlar enflasyonist kalemler. Hızla üretiliyor, stoklanamıyor. Böyle olunca yoksulluk düzeyi artıkça enflasyon da artıyor.
Çin sayesinde enflasyon düştü dediniz, Çin bu enflasyon düşürme etkisini nasıl yarattı?
1970’lerde petrol krizi ve Bretton Woods sistemi çöktükten sonra ülkeler Keynesyen talep yönetiminden vazgeçti. Dahası sermaye hareketleri serbestleşti, uluslararası ticaret serbestleşti, dünya ihracata dayalı bir ticaret sistemini benimsedi, iç talep daraldı. Buysa büyümeyi ve üretim artışını ihracat temelli bir noktaya çekti. Bu dönemde adeta bir yarış yaşandı, herkesin aşağıya doğru rekabet ettiği bir sistem belirginleşti. Örneğin Almanya maaşları baskılıyorsa, Fransa da aynısını yapıyor, diğeri de yapıyor. Ama herkes Çin olmadı.
“ÇİN’DE YOĞUNLAŞMIŞ ÜRETİM AKSININ KIRILMASIYLA ENFLASYON NÜKSETTİ”
Neden?
Şöyle Çin’in bazı ayırt edici özellikleri var. Büyük bir nüfusu var, emek arzı fazla. Rejim otoriter, grev yasak, sendika yasak. Bu nitelikleriyle Çin, emek gelirlerini büyük ölçüde bastırdığı için ucuz bir küresel atölye oldu ve dünyada işbölümü görülmeye başlandı. Asya, sermayesi Batıdan gelen bir atölyeye dönüştü. Buraya hammadde Afrika’dan, enerji Rusya’dan gelecekti. Çin’de yoğunlaşmış üretim aksının kırılmasıyla enflasyon nüksetti. Demek enflasyon Çin sayesinde düşürülmüştü. Herkes Çin olmaya çalıştı, ancak bu da kolay değil. Almanya Avrupa’nın Çin’i olmayı başardı. Çin emek yoğun üretim yaparken Almanya teknik ve sermaye yoğun bir ihracat yapıyor.
“HER RESESYON ENFLASYONİST BİR ORTAM DEMEK”
Ancak bu tartışmalar içinde karşımıza sadece enflasyon değil, bir de resesyon çıktı. Durgunluğu nasıl ele alacağız?
Resesyon konusunda klasik iktisat şunu der: Üretim artarken, ekonomi büyürken enflasyon olur. Küçülme olursa enflasyon düşer. Bana kalırsa tersi bir durum var. Rakamlara bakarsak ABD’nin kriz çıkış dönemlerinde işsizlik düşerken, üretim artarken enflasyon dinginleşiyor. İş çeviriminin, 10 yıllık dönemin, ikinci beş yılından sonra işsizlik artmaya başlayıp üretim daralınca enflasyon artıyor. Çünkü işsizlik artışıyla harcamaların içinde gıda gibi ürünlerin payı artıyor, öncelik haline geliyor.
Talebi artınca üretimi artan dayanıklı tüketim mallarının harcamalardaki payı düşüyor. Bu sektörler stoklama yapıp talep artışında üretimi artıyor, birim maliyeti düşürebiliyor. Dolasıyla her resesyon enflasyonist bir ortam demek. Uzun dönemde işsizlik artışı, maaşı, enflasyonu baskılar ama kısa dönemde Fed’in faiz artış politikası, talebi kısalım politikası, kırılgan bilançolu firmaları batırır, işsizlik artar. Bu yaklaşım enflasyonu düşürecek bir strateji değil. Nisan ayında ABD’de enflasyon aşağı gitti, bu dönemde işsizlik azalıp dayanıklı tüketim mallarının harcamaların payı artmıştı
.
“
ALMANYA’DA GIDANIN HARCAMALAR İÇİNDEKİ PAYI YÜZDE 12 TÜRKİYE’DE BU ORAN YÜZDE 28”
Türkiye’de 2018’den sonra yoksulluk daha da arttı. Harcamalar içinde gıdanın payı arttı. Enflasyondaki artış da ivmelendi. Karşılaştırmalı olarak duruma bakalım: Almanya’da enflasyon yüzde 8, aynı para birimi içinde Litvanya’da yüzde 22, Türkiye’de yüzde 79. Almanya’da gıdanın harcamalar içinde payı yüzde 12, Litvanya’da yüzde 22, Türkiye’de yüzde 28. Burada yoksulluğu azaltacak bir yaklaşım gerekli, gelir adaletsizliğini düzeltecek bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Yaşanan bu gelir adaletsizliği tüm dünyada artıyor, sınıflar arasındaki uçurum belirginleşmiş durumda. Bu gerçek anlamda bir kapitalist sistemsel kriz olabilir mi?
Büyük ölçüde evet. Kapitalizmin kendisi krize eğilimli bir sistem. Ayrıca devlet, sosyal bir devlet, düzenlenmezse, önünü alınmazsa kapitalizm eşitsizliği artırır. Eşitsizlik istikrarsızlık demek. Ekonomi büyümeye başladığında yöneticiler geçmişi unutup aşırı özgüvenle kapasitelerinin üstünde borçlanmaya gider. Bu da bilançolarını kırılganlaştırır. Buysa ani bir faiz artışı ya da sert bir talep düşüşünde iflasları tetikler. Devlet burada sarkaçların düzeylerine dikkat etmek, frekansları düşük tutmakla yükümlü. Normanların yerleşmesine, firmaların finansal karar alıcılarının hedeflerine, bunları tanımlamalarına yardım etmek veya aşırıya kaçmayı önlemekle yükümlü. Yani devletin varlık balonu yaratmaması gerekiyor. İşsizlik, kapasite kullanmada minimum-maksimum arasında oranları düzenli dağıtarak istikrar sağlama ve aktörleri yönlendirmesi gerekiyor. Evet yaşadığımız kapitalizm içi bir kriz, ama Marksistlerin iddia ettiği gibi sistemi sorgulatacak bir kriz olduğunu düşünmüyorum.
“FED’İN ÖNCELİĞİ BÜYÜK BANKALAR VE FİNANS KURULUŞLARI”
İktisat politikaları kapitalist tartışmalardan azade değil. Nötr, herkesi kesen bir iktisat politikası yok. Fed bugün faiz artırırken aslında maaş artışlarına bakar. Fed faizleriyle maaş artışları arasında ilişki var. Maaş artışı olduğunda Fed faiz artışına gider. Fed’in temel önceliği büyük bankalar ve büyük finansal kurumlar. Network analizi gösteriyor ki eskiden Fed’de çalışmış biri şimdi bu büyük firmalarda çalışıyor, ya da eskiden büyük firmalardan birindeyken ardından Fed’e geçmiş.
Örneğin kısa süre önce istifa eden İtalya Başbakanı Mario Draghi daha önce Avrupa Merkez Bankası başkanıydı. Öncesinde de Goldman Sachs çalışanıydı. Burada çalıştığı kurumla yapısal bir bağı var demiyorum. Bu durum bize düşünce şekli, öncelik, zihniyet konusunda fikir verir diyorum. Kurumlar, bağlar, kavramları, ilişkileri ele alışınızı belirliyor. Önceliklerinizi tanımlar.
Örneğin faiz vergisi tartışması, ABD, hedge fonları, özel emeklilik fonları tepki gösterdi. Benzer tartışmaları Türkiye’de de görüyoruz. Örneğin asgari ücret artışı popülisttir enflasyon yaratır, kurumlar vergisini artırmak ekonomiyi batırır deniyor, bu iddialarının hiçbir şekilde gerçekle bağı yok.
HÜKÜMET 128 MİLYAR DOLAR SATIP KURU DÜŞÜREMEYİNCE KILIP BULUP REKABETÇİ KURA GEÇTİK DEDİ
Önemli koltuklarda oturan insanların arka planları düşünce şekilleri, öncelikleri konusunda fikir verir dediniz. Türkiye’de bu bize ne söylüyor? Örneğin Hazine ve Mali Bakanımız Nureddin Nebati veya Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu?
Klasik yaklaşım, Ortodoks olduklarını söylüyor. Hükümet 128 milyar dolar satıp kuru düşürmeye çalıştı, beceremeyince biz rekabetçi kura geçtik dedi, kılıf buldu. Beceremedikleri politik kompozisyona isim takıyorlar, heterodokslukla alakası yok, hala ortodoksinin içinde hareket ediyorlar. Heterodoks yaklaşım içinde bütçe açığı kötü değil, denk bütçeye karşı. Kredi mevduattan verilmez, faizleri merkez bankası değil, piyasa belirler tartışmaları var. Nebati ve ekibi hala ortodoks, hataları da bu paradigma içinden hatalar.
“YÜZDE 8 SENDİKALAŞMA ORANI YÜZDE 7 TOPLU SÖZLEŞME KAPSAM ORANIYLA TÜRKİYE ENFLASYONLA MÜCADELE EDEMEZ”
Nebati ve ekibi şunu demiyor: Biz gelir dağılımı düzeltelim, yeniden bölüşüm yapalım. Hükümetin önceliği inşaat sektörü. Nasıl ki Fed için büyük bankalar öncelikliyse Türkiye’de de inşaat sektörü. O nedenle iktisat politikasının demokratik, toplumun çoğunun lehine olması için siyasal güç ilişkileri demokratikleşmeli, iktidar parçalanmalı. İktidar merkezileştikçe merkezde olanların çıkarına politika yapar, diğerleri de buna razı gelir. O nedenle enflasyon gelir üzerinden yürütülen bir çatışmadır. Örneğin şuan bilgisayar üretiyorum, tükettiğim var, örneğin kullandığım araba, onun fiyatı artınca kullandığım miktar ve kalitenin korunması için ben de zam yapıyorum. Devletin görevi, tarafları sermaye emek… vb. ikna edecek adil bir gelir bölüşümünü yönetmek. Demokratik bir devlet enflasyonla böyle mücadele eder.
Ayrıca sendikaların güçlü olması lazım. Toplu pazarlığın ulusal düzeyde olması gerekir. İşçilerin enflasyondan göreceği zararın telafi edilmesi gerekir. Sendikalılık oranı yüzde 8, toplu sözleşme kapsam oranıysa yüzde 7. Bu oranla Türkiye enflasyonla mücadele edemez, enflasyondan kötü etkilenen çalışanları da koruyamaz…
“2017’DE BİR SENDİKA HÜKÜMETİN ÖNERDİĞİ ASGARİ ÜCRETE BU FAZLA DAHA AZINI VERİN DEDİ”
Yüzde 8’in içinde sarı sandıklarlar var ki iktidardan daha mahirler. İktidarı sıkıştırmıyorlar sanki, hatta çalışanlarla bu nedenle çatışıyorlar?
Evet, var bu durum. 2017’de iktidara yakın bir kamu sendikası, hükümetinin önerdiği maaş artış oranını reddetti, bu yüksek daha azı yeter dedi. Onlar da üye sayısını yüksek gösteriyor. Dünyanın her yerinde toplu sözleşme kapsam oranı sendikalılığın biraz üzerinde. Türkiye’de tam tersi. Yani sendikalar üyelerini kapsam oranına aldırtamıyor.
“İSLAMCI BİR OTORİTER DÖNEM YAŞANDI GÜÇLENEN KARŞI TEPKİ SEKÜLER IRKÇILIK”
Şu an içinde olduğumuz durum ortada. Peki bizi, toplumu ne bekliyor, ne olacak?
Analizin merkezine toplumu koymak gerekiyor. Türkiye toplumu ders alıp yüzleşmeye konusunda zayıf. Ne tarihsel geçmişle ne de yaşananlarla. Daha kötüsü, şu anki hükümetin alternatifi onlardan kopanlar. MHP’den kopan İyi Parti, AKP’den kopan Deva Partisi ve Gelecek Partisi. İslamcı bir otoriter dönem yaşandı, bunun karşısında güçlenense tepki seküler ırkçılık. Buradan çözüm değil, sorunu daha da derinleştirecek bir durum çıkar. Türkiye toplumunun 2017 sonrası bu iş böyle olmuyor, vatan millet, din edebiyatıyla bu iş olmuyor demesi gerekiyor. Haklar, özgürlükler demokrasiden uzaklaştıkça böyle oluyor demek ki demesi gerekiyor. Otoriterlik de eşitsizliği artırır. Ekonomide merkezi konumdaki devlet, rant dağıtan bir aktördür.
Öte yandan muhalefetin ekonomiye yaklaşımı da ilginç. Önerdikleri 2016 öncesine dönmek, ama 2016 öncesi uygulanan politikalarla bu noktaya geldik. Merkez bankası enflasyon hedeflemesi yapıyor, 2008’den beri de enflasyon hedefi yüzde 5. Bir iki yıl haricinde buna yaklaşılamadı. Yüzde 5 hedefi neye görece seçildi, hangi ampirik veriye göre seçildi? Sorduğunuzda yanıt yok.
“TÜRKİYE FAİZİ ARTIRMA EŞİĞİNİ GEÇTİ, ŞİMDİ FAİZİ, ENFLASYON DÜZEYİNDE YÜZDE 75’E ÇIKARIRLARSA BİR SÜRÜ FİRMA BATAR”
Benzer şekilde Kanada, Yeni Zelanda, ABD’nin neden yüzde 2 hedefini seçtiğine dönük bir açıklama yok. 30 yıldır ekonomi politikasını buna dayandırıyorsunuz, modellemeyi teknik analizi önemsiyorsunuz, neden o rakam buna dönük çalışmanız yok, sorulunca susuyorsunuz. Bu hedef karşısında ne söylüyorsunuz: İşsizlik artarsa enflasyon düşer deniyor. Kemer sıkmak, yoksullaşma. Oysa bizim böyle bir tercihimiz yok. Aksine enflasyonu, işsizliği, yoksulluğu azaltarak indiririz. Velev ki öyle olsun, yaşanan geçmiş deneyime bakıp sorgulamak lazım.
Örneğin şu anda faizi artırma eşiğini geçtik. Faizi enflasyon düzeyinde yüzde 75’e çıkarırsanız, bir sürü firmayı batırırsınız. Bunu yapan, kendilerinin özendiği, Paul Volcker, korumayla gezmek zorunda kalıyordu, çünkü milyonlar işsiz kaldı ve tepki vardı. Bunu öneriyorlar oysa o dönem enflasyon arttı.
Türkiye faiz artışıyla düzelmez, ABD ile faiz farkı yüzde 25. Tahvil faizi farkı yüzde 22. Ama yabancı sermaye gelmiyor. Geldiği dönemdeki fark yüzde 5, tahvil faizi farkı yüzde 8’di. Yabancı yatırımcı niye o zaman geliyordu da şimdi gelmiyor? Faizle çözülecek bir mesele değil, cumhurbaşkanı adayı cezaevinden yarışa sokuyorsanız, akademisyenleri sorgusuz sualsiz KHK ile işinden ediyorsanız, gazetecileri hapse atıyorsanız, yabancı sermaye gelmez. Bunları çok sevdiği için değil, bunu görünce, burası riskli ve burada koyduğumu geri alamam der/diyor.