27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde bu yılki Uluslararası Tiyatro Bildirisi'ni 2023 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi olan Norveçli yazar Jon Fosse kaleme aldı. Ulusal bildiriyi ise oyuncu Tamer Levent yazdı.
Uluslararası Tiyatrolar Birliği tarafından 1961'de Dünya Tiyatro Günü olarak belirlenen bu günde, 1962'den beri Tiyatro bildirisi yayımlanıyor.
Bu yılki bildiriye "Tiyatro barıştır" başlığını atan Jon Fosse sanatın birleştirici gücüne vurgu yaptı.
"Savaş ve sanat zıtlıktır, savaş ve barış gibi zıtlıktır"
Uluslararası bildiri şu şekilde:
“Her insan benzersizdir ve yine de herkes gibidir. Dış görünüşümüz elbette herkesten farklıdır, bu tabii ki iyidir, ama her birimizin içinde yalnızca o kişiye ait olan bir şey de vardır. Bu şey, kişiye aittir. Bunu ruh olarak adlandırabiliriz. Ya da hiçbir şekilde sözcüklerle etiketlememeye karar verebiliriz, sadece bırakabiliriz.
Ancak hepimiz birbirimizden farklı olmamıza rağmen, birbirimize de benzeriz. Dünyanın her yerinden insanlar temel olarak benzerdir, hangi dilde konuştuğumuz, hangi cilt rengine sahip olduğumuz, hangi saç rengine sahip olduğumuz fark etmeksizin…
Bu belki de bir paradoks olabilir: Aynı anda tamamen aynı ve tamamen farklı olmamız. Belki bir insan temelde paradoksal bir varlıktır, beden ve ruh arasında köprü kurmamızla. Hem en dünyevi, somut varoluşu hem de bu maddi, dünyevi sınırları aşan bir şeyleri içeririz.
"Farklı olanın büyüleyiciliğini gösterir"
Sanat benzersiz olanı evrensel olanla harika bir şekilde birleştirmeyi başarır. Farklı olanı, evrensel olarak anlamamızı sağlar. Bunu yaparak diller arasındaki sınırları yıkar, coğrafi bölgeleri, ülkeleri bir araya getirir. Sanat sadece herkesin bireysel özelliklerini değil, başka bir anlamda her insan grubunun, her ulusun bireysel özelliklerini de bir araya getirir. Sanat, farklılıkları düzleştirip her şeyi aynı hale getirerek değil, tam tersine, bize farklı olanı, yabancı veya yabancı olanı göstererek bunu yapar. Tüm iyi sanat tam da bunu içerir: bir şeyi yabancı kılan, tam olarak anlayamadığımız ve yine de bir şekilde anladığımız bir şey. Yani bir tür gizem içerir. Bizi büyüler, böylece sınırlarımızı aşar.
Zıtlıkları bir araya getirmenin daha iyi bir yolunu bilmiyorum. Bu, dünyada ne yazık ki çok sık gördüğümüz şiddetli çatışmaların tam tersi yaklaşımı. Bu çatışmalar, yabancı, benzersiz ve farklı olan her şeyi yok etme yıkıcı dürtüsüne kapılarak genellikle teknolojinin bize sunduğu en insanlık dışı icatları kullanarak, her şeyi yok etmeyi içerir. Dünyada terör var. Savaş var. İnsanların hayvan tarafı da var. Başkalarını deneyimleme içgüdüsüyle hareket ederler. Yabancı olanı büyüleyici bir gizem olarak görmek yerine endi varoluşları için bir tehdit olarak görürler.
Bu nedenle benzersizlik yok olur. Çünkü farklı olan her şeyin yok edilmesi gereken bir tehdit olarak görüldüğü kolektif bir aynılık ortaya çıkar. Dinden veya siyasi ideolojiden kaynaklanan, dışarıdan görülen bir fark yenilmesi ve yok edilmesi gereken bir şey haline gelir.
Savaş hepimizin içinde derinlerde yatan bir şeyle olan savaştır: Benzersiz bir şey. Ve aynı zamanda tüm sanatın derinlerinde yatan bir şeye karşı bir savaştır. Burada genel anlamda sanattan bahsediyorum, özellikle tiyatro veya oyun yazarlığından değil. Fakat bu tüm iyi sanatın etrafında döndüğü şeyin aynı olmasından kaynaklanır. Özel olanı evrensel ile birleştirerek, bunu sanatsal olarak ifade etmek suretiyle özgüllüğünü ortadan kaldırmadan, bu özgünlüğü vurgulayarak, yabancı ve tanıdık olmayanın açıkça parlamasına izin vererek…
Savaş ve sanat zıtlıktır, savaş ve barış gibi zıtlıktır. Bu kadar basit. Sanat barıştır."
"Tiyatro malzemesini toplumdan alır"
Tamer Levent tarafından kaleme alınan Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi'nde ise şu ifadeler yer aldı:
"İnsan beyni de hamile olur. Ama bu hamilelik bir merak sorusuyla başlar. Düşünceler ve kaynaklar bir araya getirilir. Geliştirilir.
Eksik bilgi varsa ulaşılmaya çalışılır. Her şey fikir düzeyinde olgunlaşınca sıra doğuma gelir. Hamilelik süreç, doğan bebek üründür. Onun da büyümesi ve gelişmesi gerekir.
Sanat, süreç ve ürün devamlılığının hiç bitmeyen gelişmesidir. Tıpkı insanlık tarihi ve geleceği gibi. Drama insanların iç ve dış aksiyonudur. Bu aksiyon ile yaşadığı durumlardır. Yani düşünce ve onun dışa yansıması. İnsanlık dilsiz olduğu çağlarda birbiriyle drama aracılığıyla anlaşmıştı.
Ses, taklit ve bedensel anlatımlarla doğaçlama olarak durumları canlandırmış, iletişim kurmuştu. Bu iletişim ona düşüncenin ihtiyacı olan deneyimleri ve bilgileri sağlamıştı. Başlangıçta kendisi için rol yapan insan daha sonra tiyatro alanlarında seyirci olmuştu.
Aslında tiyatroda sahnelenen kendi hikâyesidir. Yaşam sahnesinin gerçek oyuncuları, deneyimcileridir onlar. Yaşamlarına ayna tutan sahnedeki insanlar ise yaşam sanatı yolculuğuna onları davet eden rehberlerdir. Yaşam sahnesinde eğitim ve öğretim sistemlerindeki ezbercilik yoktur.
Tiyatro aktörleri durumları yorumlarken deneyimcilerin onlarla empati kurabileceği yorumlar sunmalıdır. Davranışların nedenleri, niçinleriyle farkındalığı uyaran seçilmiş, çalışılmış, inandırıcı gestuslar kullanmalıdırlar..
Tiyatro malzemesini toplumdan alır. Kendi laboratuvarında işlemden geçirdikten sonra tekrar aynı topluma sunar. Süreç ve ürün formülünü harekete geçirir. Yaşamın değişip gelişmesine neden olur. Bu sonu olmayan devinim her çağın durumlarının özen ile seçilmesi ve çalışılması ile gerçekleşir.
Başarı ve başarısızlığın dramalarını seçip inandırıcılığı ile sorgulamayı uyarabilmelidir aktörler.
Her zaman yaşantımızda olan felsefeyi, psikolojiyi, sosyolojiyi, sanat düşüncesinin bütün özelliklerini titizlikle dikkate almalıdırlar.
Her seferinde durumlara özenle ayna tutma sanatını paylaşmalıdır tiyatro. Ancak o zaman sağlayabilir deneyimcilerin ona katılmasını, empati kurmasını. Bilgileri uygulamaya dönüştüren düşünce ortaklığı kurmasını. Gülmesini, ağlamasını, alkışlamasını…
Tiyatro düşünmediklerimizi hatırlatıp bizleri yüzleştirir
Ezberlenmiş bilgilerimizle, din, dil ve ırkla bütünleştiremediğimiz, nedenlerini sorgulamadığımız konuları insan olma ortaklığında ders vermeden sorgular. Tiyatro ve onun mayası olan drama düşüncelerimizi harekete geçirir.
Yaşamın sanatının gelişip değişmesine engel olan unsurları fark etmemize neden olur. Bunlar kişisel ya da dünya genelinde engeller olabilir. İnsanlık bu çağda yaratılan savaşların da, çocuk katliamlarının da kurgulandığının farkında artık. Ama dünyayı var eden insan aklı ve draması bize her dönemde çözümler üretmeyi öğretmedi mi?
"Süreçleri ve aktörleri hatırlanmayan ürünler kültür oluşturmaz"
Önemli olan bilgileri ezberlemek değil düşünce geliştirmek ve uygulamada kullanmaktır. Tiyatro ve drama bize bunu fark ettirir. Örgün eğitim sistemlerine öneride bulunur. Yaşamda var olan ve çözülmez görülen sorunları irdelemek ve çözüm üretmek süreçleri yaratır.
Süreçleri ve aktörleri hatırlanmayan ürünler kültür oluşturmaz. Bizler bugün yaşadığımız çağda kat ettiğimiz yolu, yaşama kazandırdığımız değerleri, üstlendiğimiz rolleri yeniden değerlendirmeliyiz. Geleceği düşünebilme deneyimleri paylaşmalıyız. Kötü, çirkin ve yanlış ile iyi, güzel ve doğruyu sorgulayabilmek gerçekliğinde yapay zekâdan geri kalmamalıyız.
Çünkü dün olduğu gibi, bugün de; ‘Bütün dünya bir sahnedir. Kadın erkek bütün insanlar da onun aktör ve aktrisleridir.’ Yani sürekli devinim ve yaratıcılık süreçleri oluşturan yaratıklar…
İnsansız bir dünya daha güzel olur muydu? O zaman tiyatro da olmazdı, biz de bunu hiç öğrenemezdik!
Tiyatro ve onun kapsadığı disiplinler, insan yaşamının bütünsel sanat özeni ile düzenlenebilmesinin navigasyonudur. Sanataevet vizyonu yolculuğunun yani..." (Kısa Dalga)