MÜHDAN SAĞLAM
Enflasyon artışı sürüyor. Piyasa aktörlerinin enflasyon beklentisi günden güne yükseliyor. Cari açık hızla artıyor. Türkiye büyüme-enflasyon ikilemi mi yaşıyor? Artan risk primi yatırımı nasıl etkiliyor? Dar gelirli ne yapacak? Hükümet asgari ücreti artırmalı mı? Türkiye ekonomisinin halini ve geleceğini Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı ve TOBB ETÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Fatih Özatay ile konuştuk.
İlk 4 ayda gelen cari açık dikkat çekici. Oysa hükümet Eylül 2021’de faiz indirimine cari açığı düşürmeyi gerekçe göstermişti. Bu durumu nasıl yorumlamak gerekiyor?
Cari açık maalesef kötüye gidiyor. İlk dört aydaki açık yılın son 12 ayın bakarsanız, geçen yıldan itibaren alırsak, neredeyse geçen yılın yüzde 80’ini kadar. İlk dört ay için bu çok yüksek. Diğer bir çarpıcı noktaysa finansmanın düşük olması. Yani cari açığı finanse eden normal kalemlerin payı düşük.
'FAİZİ DÜŞÜRÜP, KUR VE ENFLASYONU GÖĞE SIÇRATIP CARİ İŞLEMLERDE BAŞARILI OLAMADIK'
Nasıl finanse ediliyor bu durumda?
Duruma bakarsak net hata noksanla olduğu görülüyor. Bu her zaman olur, ancak bu defa bu oran çok yüksek yani finansman da bir sorun var. Öte yandan Türkiye’nin riski primi 800’ün üzerine çıkmış durumda. Riskin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede finansmandan sorun yaşanması normal. Cari açık konusunda eylülde bize söylenen ve ardından yapılan faiz indirimlerine gerekçe gösterilen cari işlemler dengesini düzeltme amacıyla ortaya çıkan resim uyuşmuyor.
Haksızlık etmemek gerekiyor, enerji maliyetleri çok yükseldi. Doğal gaz, ham petrol gibi. Enerji harcamaları da cari işlemler üzerine yük bindiriyor. Ne olursa olsun, önemli bir cari işlemler açığı var. “Cari işlemler açığını düşüreceğiz diye yola çıkıp, faizi düşürüp, kuru ve enflasyonu göğe sıçratıp cari işlemlerde başarılı olamadık.
'İHRACATÇILAR, PİYASAYA GİRDİKLERİNDE İTHAL GİRDİ ALMAK İÇİN DÖVİZ TALEP EDER'
Bu durum kuru nasıl etkiler?
Dövize talebine etki eden faktörlere bakalım o bize yanıt verir. Faizi düşük bir seviyede tutuyoruz. Bu hem yerleşikler için hem de tasarruf sahipleri için sıkıntı. Tasarruflarını ne yapacaklar? Mevduat faizleri düşük, alternatifilerse; harcama, gayrimenkul, döviz veya KKM. Dolayısıyla tasarruf sahibi açısından döviz tutma bir seçenek, yani mevduatı dövize endeksli.
Döviz bir alternatif, dövize talep her zaman var. İkincisi, alınan yeni kararla ihracatçıların gelirlerinin bir kısmına el koyuyoruz. Ama ihracatçıların ithal girdileri var. Normalde ihracatçılar piyasaya girdiklerinde ellerindeki dövizle ithalat da yapıyorlardı. Şimdi ellerinde o yok, merkez bankasına veriyorlar. Hammadde için döviz almaları gerekiyor, yani talep artıyor. Bu sefer Merkez Bankası onlardan aldığı dövizi onlara satıyor.
'TÜRKİYE’NİN 12 AYDA ÇEVİRMESİ GEREKEN DIŞ BORCU 180 MİLYAR DOLARIN ÜZERİNDE'
Bunun yanı sıra yavaşlama eğilimi olan bir ekonomik büyüme var. Bunlar cari işlemler tarafından gelenler.
İkinci faktör, Türkiye’nin 12 ayda ödemesi gereken dış borç miktarı 180 milyar doların üzerinde. Bu da bir baskı yapıyor. Şunu da söyleyeyim, 180 milyar dolar yüksek görünebilir, ancak Türkiye daha önce böyle rakamları finanse etti. Bunun bir büyük bir kısmı ithalat ihracat ve ticari kredilerden oluşuyor. Ancak şöyle bir sıkıntı olabilir, diyelim ki borçlu şirket ya da banka, ödemesi gereken 100 milyon doların yalnızca 90’ını dışarıdan alır, maliyet ve belirsizlik arttığı için kalan 10 milyonu içeriden temin etmeye çalışırsa bu da kura baskı yapar.
Son olarak dövizi etkilen bir diğer unsur, Amerikan Merkez Bankası ve AB Merkez Bankası’nın sıkı para politikası ve faiz artırımı. Böyle dönemlerde yurtdışı yatırımcılarının yatırım iştahı azalıyor, risk almak istemiyorlar. Türkiye’ye de gelmek istemiyorlar, belirsizlik istemiyorlar. Bu da bir baskıya neden oluyor.
'İKİNCİ SINIF DERS KİTAPLARI ENFLASYONA RAĞMEN BÜYÜME DER'
Risk primi dediğiniz, Türkiye’nin risk primi 800’n üzerinde. Siz çalışmalarınızda bu ekonomik yavaşlamaya neden olabilir diyorsunuz. Öte yandan Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati “büyüme için enflasyona müdahale etmedik” demişti. Burada da bir sorun var diyorsunuz. Neden peki?
Bakanın konuşması da dahil, büyüme ve enflasyon hakkında konuşanlar, Türkiye’de bir şeyi atlıyorlar. “Enflasyonla mücadele edilmeli” dediğinizde “büyüme ne olacak?” diyor. Bu klasik ikinci sınıf ders kitaplarında geçen bir olgu, yani büyüme için enflasyondan vazgeçme. Ama dördüncü sınıf kitapları ya da daha ileri kitaplara giderseniz başka bir şey de söylüyor.
Şöyle özellikle farklı ülke gruplarına baktığınızda misal yükselen piyasaların, Latin Amerika Türkiye gibi, bu ülkelerin deneyimlerine bakarsanız yüksek risk dönemlerinde o riski düşürmek için ekonomik bir program tasarlıyorsanız, yani o riski ortadan kaldıracak bir ekonomi programı tasarlarsanız, risk düşünce planlama ufku genişliyor. İleriyi görebiliyorsunuz örneğin şimdi insanlar ileriyi göremiyor, bir ay sonrasını öngöremiyor. Döviz ne olacak, fiyatlar ne olacak...
'PLANLAMA UFKU GENİŞLEDİĞİNDE RİSK AZALIR, FAİZ DÜŞER, YATIRIM TALEBİ ARTAR'
Planlama ufkunun genişlemesi demek karar almanın kolaylaşması demek, sadece tüketim için değil, yatırım için de karar almanın kolaylaşması demek. Risk primi düşer, reel faiz düşer. Dahası ülkenize ilişkin risk algılamasının düşer, sadece yerli yatırımcı değil, fizikinin dışında mali yatırıcının da talebi artıyor. İnsanlar işsiz kalırsam diye televizyonunu yenilemekten çekinmez. Riskler düşüyor, işler yolunda diye düşünüyor. Kur sakinleşiyor.
Bu ortamlarda risk primi düşerken kur da yavaşladığı için bir yandan enflasyon düşerken, anlattığın kanalda yatırım ve dayanaklı tüketim mallarına dönük talebin artmasıyla büyüme de artabiliyor, gözlenen bu. Yüksek büyüme mi önemli enflasyon mu, bunun nedeni bu illa bu olur demek değil. Risk varsa, yüksekse aslında sizin için bir fırsat var. Ciddi bir ekonomi programı tasarlayabilirsiniz, hızla riski düşürebilirsiniz, 800’den 600’lere oradan -200’lere…
'RİSK PUANININ 800 OLMASI DOLAR CİNSİNDEN EN AZ YÜZDE 10 FAİZLE BORÇLANMAK DEMEK'
Türkiye gibi bir ülke için ideal risk primi nedir?
İdeali sıfır. Gelişmiş ülke de yükselen piyasa da sayılan Güney Kore gibi ülkelerde bu 30-40 Malezya’da, Meksika’da 100 civarında. Türkiye’nin de 10 yıl önce kadar önce 150’lilere düşmüştü. 800 puan demek Amerikan 10 yıl vadeli devlet dolar cinsi faizi, yüzde ikiden fazla, üzerine, sekiz puan daha koymanız demek. Yani dolar cinsinden yüzde 10 faizle borçlanma. Yani şirketiniz ya da hazine yurtdışına 10 milyar dolarlık tahvil satsın her yıl 1 milyar dolar ödeyecek. Korkunç bir şey bu, adeta tefeci faizi. Biz bu işe faizi düşürmek için başladık.
Böyle bir ortamda neden ekonomi yavaşlar? Büyüme neden yavaşlar? Böyle bir ortamda yurtdışından borcunu/borcu kadar borçlanmaz ki neden yüzde 10 faizle borçlansın? Bir iki yıl belki işler düzgün gider, borçlanma faizi yüzde 4-5 düşer diye bekler. Ama daha az borçlanıyorsa ne demek?
O zaman yatırımlarını ertelenmesi demek, çünkü borçlanmayla gelen borç 100 90 milyon borçlandınız e bir yerden borcu ödemeniz lazım, o zaman faaliyet karınızı oraya aktaracaksınız. Yatırım yapmak yerine, faaliyet hacminizi azaltacaksınız. Risk çok can alıcı bir noktada. Paradoksal olarak da bu gidişatı çevirmek isteyen mevcut veya yeni bir yönetim ama yeni bir ekonomi programı açısındansa şans.
'GEMİ SÜRÜKLENİYOR, ENFLASYONU DURDURUCAK BİR ÇAPA YOK'
Merkez bankası piyasa anketi açıklandı. Bankanın artık kendi tahmini, beklentisi işlerlik kazanmıyor. Nisanda yıl sonu TÜFE için yüzde 48 demişti. Öte yandan piyasa geçen yüzde 58 bu ay yüzde 64 diyor. Bir enflasyon açmazı var. Kimse umutlu görünmüyor, siz umutlu musunuz?
Hayır değilim. Enflasyonu bıraktık. Enflasyonu bir gemi gibi düşünürsek, para politikası onun savrulmasını, uzaklaşmasını önleyen bir çapaydı. Artık gemi sürükleniyor, enflasyonu durduracak bir şey, çapa yok. Kur konuştuğumuz nedenler artış eğiliminde onu bastırmak için müdahaleler oluyor, onlar sınırlı.
'BİZİM YAPTIĞIMIZ HATALAR NEDENİYLE ENFLASYON BU KADAR ARTIYOR'
Bir de ücretler meselesi var. Ücretler, maaşlar günden güne eriyor. Ücretler konusunda ne yapmak gerekiyor?
Enflasyon çok artınca ücretler artırılmalı. Onun da maliyetlere etkisi oluyor, o da enflasyona etki ediyor. Ama şunu unutmayalım, bizim yaptığımız hatalar nedeniyle enflasyon artıyor. Bir hata da şurada oldu. Enerji, doğal gaz fiyatlarını, akar yakıtı sübvanse ettik, geçe yıl kasımdan itibaren birden şok zamlar yaptık. Bu keskin artışlar fiyatlama davranışlarını, enflasyon bekleyişini bozuyor. Örneğin herkes bir anda elektrik konuşuyor. Bunlar bizim yaptıklarımız.
İkincisi uluslararası piyasalarda enerji, emtia fiyatları yükseliyor. Bir de oradan gelen şansızlık var. Üçüncüsü, kurun üstünde baskı var. Baskı artıracak bir başka unsur da Amerikan Merkez Bankası ve AB Merkez Bankası’nın sıkılaştırma adımları. Bunların hepsini toplayınca üstelik buna cevap verecek ekonomi programı olmayınca o zaman enflasyon artmasını bekliyorsunuz.
Enflasyonun artması şu açıdan da sorunlu, tahminleri yanıltıyor. Sürekli yıl sonu tahminleri güncelleniyor. Örneğin bahsettiğiniz piyasa oyuncularının enflasyon beklentisi 2-3 ay önce yüzde 64 değildi, bekleyiş de tahmin de artıyor.
Ne zararı var derseniz, şöyle cevaplayayım, fiyat gücü, ücret pazarlığı gücüm varsa beklentimi ücrete yansıtıyorum. Yani böyle bir gücüm varsa tabii, örneğin Asgari ücretliysem zaten böyle bir gücüm yok. Ama şirketsem gücüm varsa fiyatlara bunu yansıtıyorum, o nedenle bekleyiş çok önemli.
'ASGARİ ÜCRETLİNİN MAL SEPETİ İLK BEŞ AYDA DÖRTTE BİR ORANINDA KÜÇÜLDÜ'
Asgari ücretle devam edecek olursak zam geliyor, gelmiyor tartışması var. Net bir yanıt yok. Asgari ücreti zam beklentisine baktığımızda siz gıda üzerinden durumu inceliyorsunuz. Hatta yılda iki defa zam yetmeyebilir diyorsunuz. Neden?
Yüksek enflasyon dar gelirliyi, memuru, işsizi, asgari ücretliyi vuruyor. Çünkü maaşınızı yılda bir ya da iki kez artıyor. Ama enflasyon fiyatlar her gün artıyor. Bu fiyat artışı çok yüksekse, o zaman satın alabileceğiniz mal miktarı azalıyor. Yani reel ücretiniz, enflasyondan arındırılmış ücretiniz azalıyor. Örneğin eskiden günde iki ekmek bir süt yanında peynir alıyorken, artık peyniri alamıyorsanız. Bir kilo kıyma alabiliyorken, alamıyorsunuz.
Asgari ücrete gıda üstünden bakınca, ocakta zam yapıldı. Ocak ayındaki asgari ücretle oluşan mal sepeti, ev kirası, faturalar, ekmek…vb oluştuğunda mayıs ayına kadar asgari ücretlinin sepetinden bazı malları atılıyor. Sepetinin dörtte biri atılmış, erimiş, gitmiş. Bu yoksullaşma demek. Belki çocuğuna süt alamıyor. Yani çocuklarda beslenme problemleri oluşması demek. Eğer asgari ücret artışı bir defada kalırsa, enflasyondaki gidişle, yıl sonunda sepetin yarısı gitmiş olacak. Sepetin yarısı boş kalacak. Bu olmaz, haksızlık. Asgari ücretlinin, emeklinin dar gelirlinin kabahati değil ki, enflasyonla mücadele etmemek. Mücadele etmezseniz bunlara neden olursunuz.
'ENFLASYONLA MÜCADELE ETMİYORSANIZ ASGARİ ÜCRETİ ARTIRMAK ZORUNDASINIZ'
Asgari ücret zammına karşı olanlar da var sanıyorum?
Evet, şöyle argümanlar var, ücret zamları maliyetleri artırıyor, maliyetler enflasyonu. Artan enflasyonla ücrete yeni zam demek, bu bir döngü haline geliyor. Ama tam da bu döngü enflasyonla mücadele etme gereğinin en güzel anlaşılacağı yer. Enflasyonla mücadele etmiyorsanız asgari ücreti artırmak zorundasınız. Çocuklarda büyük beslenme problemleri mi olsun! Buna göz yummamak lazım.
Enflasyon böyle giderse artık iki defa arttırmak da yetmez. İlk beş ayda zaten dörtte biri gitmiş, altıncı ayda da erime sürecek. Temmuzda artırış gelirse böyle. Çok yüksek enflasyon yaşamış ülkelerde 1980’lerde Latin Amerika’da, Brezilya’da yüzde 1000’e varan enflasyon karşında ücretler iki haftada bir, haftada bir güncellenmiş örneğin. Bu da dönüp ileride enflasyonla mücadeleyi zorlaştırıyor. Düşürmeyi istediğiniz enflasyona endeksli sözleşmeler oluyor. Bu işin şakası yok. Özellikle dar gelirliler açısından.