Ezberlerin ötesindeki Suriyeliler

Türkiye’de bulunan Suriyelililerin geri gönderilip gönderilemeyecekleri, hele hele “geri gönderme”nin topluca olup olamacağı tartışması daha onların “tanımı” yapılırken yanlış bir zemine oturuyor. Onlar bilinenin aksine “mülteci” veya “sığınmacı” değiller, onlar “geçici koruma altındaki kişiler”.

ERSAN ATAR


“Sizler muhacir oldunuz… Mecburiyet içerisinde yurtlarınızı terkettiniz… Bizler de ensar olduk, tüm imkanlarımızı seferber ettik…”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İslahiye’deki çadır kentte Suriyelilere böyle hitap ediyordu.

Dünün muhacirleri, şimdininse “ne zaman kalkacaklar, ne zaman gidecekler” diye gözlerinin içine bakılan misafirleri!

Kimilerine göre “geri dönüşleri onurlu olacak”, kimilerine göre “davul zurnayla gönderilecekler”, kimilerine göre de “otobüslerine bindirilerek arkalarından el sallanacak.” Acaba bu kadar kolay mı?

Konumuz; “mülteciler”, “sığınmacılar”, “göçmenler” diye onlara ait olmayan etiketlerle andığımız Suriyelilerin kim oldukları ve geri gönderilip gönderilemeyecekleri.

Onlar hukuken mülteci değil, sığınmacı değil peki onlar kim? Onlar ne?

Geri gönderilebilirler mi? Hele topluca geri gönderilebilirler mi? Bu işe ulusal ve uluslararası hukuk ne der?

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk Öğretim Üyesi Dr. Neva Öztürk de bugüne kadar dinlediğiniz haberlerde, tartışma programlarında konuşulmayanları anlatıyor. Ezberlerin ötesini anlatıyor.

Pandemi, ekonomik kriz, kur korumalı mevduat, enflasyon, elektrik faturaları, mazotun, kıvırcığın fiyatı derken Türkiye, seçim sath-ı mailine girdi ve siyasetin canı sıkıldıkça gündeme getirdiği tartışmamız yine baş köşeye oturdu: Suriyelilerin geri gönderilmesi…

Başlıkta “Ezberlerin ötesindeki Suriyeliler”i özellikle kullandık. İşte nedenlerden ilki: Nur topu gibi doğan tartışmada deyim yerindeyse “çocuğun adı” yanlış söyleniyordu.

Onlar hukuki olarak mülteci değildi, hukuki olarak sığınmacı değildi. Peki onlar kimdi? Söylemesi biraz uzun ve zor ama, onar; “Geçici koruma altındaki Suriyeliler”di. Biz şu anda sayıları milyonları bulan insanları ülkelerine geri göndermeyi konuşuyoruz ve bu tartışma öyle günlük dilde kullanılan tanımlara göre yürütülemez; hukuki bir tanım yapılması gerekir.

“Ha mülteci, ha sığınmacı, ha göçmen ha geçici koruma altındaki Suriyeli, ne önemi var?” demeyin. Şu anda siyasetin kürsülerde, kadrolu yorumcuların televizyon ekranlarında, mahallelerde kahvelerde, esnaf dükkanı önündeki ayaküstü sohbetlerde yürüyen bu tartışmanın çözümü veya çözümsüzlüğü, “onların kim olduklarının” doğru tanımlanmasına bağlı.

“Onların kim olduklarını” doğru tanımlarsak bayramda ülkelerine geliş – gidişlerinin önemini, parti genel merkez binalarına asılan pankartlardaki soruların anlamını daha iyi kavrarız.

Şimdi onlara kestirmeden, kürsü ağzıyla “mülteci” diyen devlet aslında bu soruyu, yıllarca önce, onlar Türkiye’ye gelmeye başladıklarında sordu? Bunlar kim?

“Mülteci” denilse olmazdı, “sığınmacı” dense olmazdı. O zaman başka başka hakları, statüleri olurdu. O zaman en iyisi “meydanlarda” şimdilik “misafir” demek gerekirdi. Yazının başında da okuduğunuz gibi “muhacir” de denilebilirdi ama iş resmiyete dökülünce “muhacirlik, misafirlik”lik olmazdı.

İşte devlet 2014 yılında bu nedenle onlar için bir yönetmelik çıkardı. Üstelik mevzuatında o anda halihazırda Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu varken. Yönetmeliğe gerek duydu, çünkü o Kanun da bu “misafirleri” tam tanımlamıyordu. Daha doğrusu kanun onlara nasıl davranacağımızı tam göstermiyordu.

Yönetmeliğin adı; Geçici Koruma Yönetmeliği oldu. Hem de böylelikle uluslararası hukukta karşılığı olan “koruma”nın ruhuna “geçicilik”le, misafirlik de işlenmiş oldu. Bir başka anlatımla; ince elenip sık dokunarak tanınabilecek olan “mültecilik” ve “sığınmacılık”ın sağladığı korumaya yakın bir koruma topluca sağlanıvermiş oldu. Gelene “sen kimsin, necisin, ülkende suçlu musun, asker kaçağı mısın, kaçakçı mısın” hatta “casus musun? IŞİD’li misin?” diye sorulmadan, sorgulanmadan. Oysa ki gerek uluslararası gerekse ulusal-ikincil koruma için bu soruların, gelen lehine olumlu cevap bulması gerekiyordu.

Türkiye’deki Suriyelilerin “kim olduklarını”, neden hukuken mülteci diye tanımlanamayacaklarını Neva Öztürk şöyle anlatıyor:

“SURİYELİLER, HUKUKEN MÜLTECİ DEĞİL, GEÇİCİ KORUMA ALTINDAKİ KİŞİLERDİR”

Suriye’deki iç savaştan kaçarak gelmiş olan Suriyeli kişilere ülkemizde sağlanan koruma, geçici korumadır. Dolayısıyla bu kişiler hukuki statüleri itibariyle ‘geçici koruma altındaki kişiler’ ya da ‘geçici korunanlar’ olarak nitelendirilebilir. Ancak bu hukuki bir nitelemedir. Söz konusu hukuki niteleme, bu kişilere sosyolojik bir çerçevede mülteci denmesini engellemez. Çünkü sosyolojik olarak zorunlu sebeplerle yer değiştirmek zorunda kalan kişiler ‘mülteci’ olarak nitelendirilebilir.

Yine sosyolojik olarak zorunlu nedenler çok çeşitli olabilir. Burada önemli olan, kişinin göç hareketinin arkasındaki temel motivasyonun, varış ülkesinin cazibesinden kaynaklanan çekici faktörlerdense kendi ülkesindeki ağır şartların yol açtığı itici faktörler olmasıdır. Hatta ‘mülteci’ kavramının sosyolojik görünümünü şu çarpıcı ifade net bir şekilde yansıtmaktadır. Mülteci, öte taraftaki cenneti aramak için değil, yaşadığı cehennemden kaçmak için göç eden kişidir. Bununla birlikte ‘mülteci’ kavramının bu geniş sosyolojik içeriği hukuk disiplininde görülmez. Hukukta tanımlara, haklar ve yükümlülükler yani hukuki sonuçlar bağlandığı için bunların belirli ve öngörülebilir olması gerekir. İşte bu belirlilik ve öngörülebilirlik ekseninde hukuki statü olarak mültecilik, sosyolojik anlamından daha dar bir şekilde hukukta tanımlanmıştır.

Mülteci tanımı, 1951 tarihli Mültecilerin Statüsüne Dair Sözleşmesinde yer almaktadır ve bu sözleşme uluslararası hukukta sosyolojik anlamda mülteci olarak ifade edebileceğimiz kişilere sağlanan korumanın temel, başat kaynağıdır. Bu tanım ekseninde mülteci, ‘ülkesi dışında bulunan ve ırkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri sebebiyle haklı nedenlere dayalı zulüm korkusu taşıyan ve bu korku sebebiyle vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanamayan veya yararlanmak istemeyen, vatansızsa yine bu korku sebebiyle son ikamet ettiği ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi’dir.

Türkiye bu sözleşmeyi, coğrafi bir sınırlamayla uygulamaktadır. Bu çerçevede sadece Avrupa’da meydana gelen olaylardan ötürü bu tanımı karşılayan kişilerin mülteci statüsünü tanımaktadır. ‘Avrupa ülkelerinden kasıt ise; Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda belirtildiği üzere Avrupa Konseyi’ne üye olan ülkelerle Cumhurbaşkanının belirleyeceği diğer ülkelerdir.

Bu çerçevede ‘mülteci’ kavramını kullanırken, hangi bağlamda kullandığımı önemlidir. Eğer sosyolojik bağlamda kullanılacaksa, ülkesinden zorunlu sebeplerle ayrılmış olan herhangi bir kişiye ‘mülteci’ dememizde bir sorun yoktur. Ancak eğer bu kişinin ülkedeki hukuki statüsünü niteleyeceksek ve kişiye resmi olarak verilen statü ‘mülteci’ statüsü değilse bu ifadeyi kullanmamız doğru olmaz.

Suriyeliler açısından da durum budur. Bu kişiler mülteci statüsü altında korunmamaktadır. Bununla birlikte örneğin şu ifade yanlış olmayacaktır; Suriyeli mülteciler ülkemizde geçici koruma statüsü altında kalmaktadır. Burada sosyolojik kavramı Suriyeliler açısından hukuki bir şekilde nitelemiş olduğumuz için bir sıkıntı olmaz.”

CHP’NİN PANKARTINDAKİ O SORU

Ana muhalefet Partisi CHP geçtiğimiz günlerde parti genel merkezine dev bir pankart astı. Bu eylemin etkili bir muhalefet yöntemi olup olmadığının takdirini size bırakırız. Bizim de elbette bu konuda fikrimiz var ama konumuz “etkili muhalefet” olsaydı o yönünü uzun uzun tartışabilirdik ama bizim konumuz, “Türkiye’deki Suriyeliler” olduğu için bu pankartı, konumuzu ilgilendiren yönüyle inceleyelim.

CHP, “Ya cevap ver, ya hesap ver” başlıklı pankartında dört soru sordu. Bunlardan 3’ü deyim yerindeyse tribünlere oynayan soruydu. İlk soru anlamlıydı:

“Sığınmacıların gerçek kimlik bilgilerini ispatlamalarını talep ettiniz mi?”

Bu soru aslında, Suriyeyilere geçici koruma statüsünün sağlıklı olarak tanınıp tanınmadığının sorgulanmasıydı ama ne yazık ki pankartı hazırlayan kurmayların dışında çok az kişi gerçek anlamını anlayabildi.

Geçici koruma kararı her “sınıra dayanana” veya her “sınırdan adımını bu tarafa atana” verilecek bir statü olmamalıydı. Kim olduğu, geçici koruma statüsünü kazanma şartlarını taşıyıp taşımadığı sorgulanmalıydı. Örneğin ülkesinde bir suç işlemiş mi? Ülkesindeki savaşın bir tarafı olup çatışmalara girmiş mi? Teröre bulaşmış mı? Birçok sorunun sorulması gerekiyordu. Geçici koruma kararı bu soruların cevaplarına göre verilmesi gerekiyordu. Eğer şartlarını taşımıyorsa da hakkındaki geçici koruma kararı kaldırılır ve ülkesine geri gönderilebilirdi.CHP’nin pankartındaki o soru bu nedenle önemliydi.

Peki Türkiye’ye gelen milyonlarca Suriyeli sorgulamadan geçirildikten sonra mı bu statüyü kazandı. Hayır. Peki nasıl oldu?

Dr. Neva Öztürk, bu konudaki “toptancılığın” yasal zeminini anlatıyor:

“Geçici koruma, uluslararası bir sözleşmede tanımlanmadığı için uygulaması iç hukuk kurallarına tabidir. Geçici korumanın uygulanması, uluslararası koruma statülerinin belirlenmesi için gereken bireysel değerlendirme yapmasının kapasitesinin yetersizliğine bağlı olduğu için böyle bir durum gerçekleştiğinde, tıpkı Suriye’den yönelen akımda olduğu gibi, Cumhurbaşkanı tarafından geçici koruma kararı alınır ve koruma bu sayede etki doğurmaya başlar. Cumhurbaşkanının geçici koruma kararında, kimlerin bu korumadan yararlanacağı belirtilir. İdare de bu kapsamda kabul işlemlerini gerçekleştirir.

Halihazırda geçici koruma ülkemizde sadece 28 Nisan 2011 tarihinden itibaren Suriye Arap Cumhuriyeti’nde meydana gelen olaylar sebebiyle Suriye Arap Cumhuriyeti’nden kitlesel veya bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşları ile vatansızlar ve mültecilere sağlanır.

Yönetmelikte 2016 yılında yapılan bir değişiklikle geçici korumanın kişi yönünden kapsamına ayrıca 28 Nisan 2011 tarihinden itibaren Suriye Arap Cumhuriyeti’nde meydana gelen olaylar sebebiyle Türkiye’ye gelmiş ve 20 Mart 2016 tarihinden sonra ülkemiz üzerinden düzensiz yollarla Ege adalarına geçmiş ve tekrar ülkemize kabul edilmiş olan Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşları da eklenmiştir. Belirttiğim bu iki kategorideki kişiler, uluslararası koruma başvurusunda bulunmuş olsalar dahi geçici koruma altına alınırlar. Geçici korumanın uygulandığı süre içerisinde, bireysel uluslararası koruma başvuruları işleme konulmaz. Ancak bu şekilde gelen her kişi de geçici koruma altına alınmaz. Yönetmelikte, belirtilen şekilde ülkeye gelmiş olsalar da koruma altına alınmayacak kişiler sayılmıştır.

Bunların içerisinde; insanlığa karşı suç, savaş suçu, barışa karşı suç, Birleşmiş Milletler’in amacına aykırı fiiller işlediği yönünde kanaat bulunanlar, Türkiye dışında zalimce eylemler yapmış olması şüphesi bulunanlar, ülkesinde silahlı çatışmaya katılmış olduğu halde bu faaliyetlerini kalıcı olarak sonlandırmayanlar, terör eylemlerinde bulundukları veya planladıkları ya da bunlara iştirak ettikleri tespit edilenler, ciddi bir suçtan mahkum olarak topluma karşı tehdit oluşturabileceği değerlendirilenler, kamu düzeni ve güvenliğini tehdit oluşturanlar, Türkiye’de işlenmesi halinde hapis cezası verilmesini gerektiren suç veya suçları daha önce işlemiş olup, bunların cezasını çekmemek için ülkemize gelenler ve Türk Ceza Kanunu’nun devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk başlığı altındaki suçları işleyenler bulunmaktadır.

“GÖNDERİYORUZ” DEMEKLE OLUYOR MU?

Cumhurbaşkanı Erdoğan büyükelçilerle yaptığı toplantıda, Suriyelilerin geri gönderilmesi konusunda söylem değişikliği yapıyordu:

“Türkiye, 3.5 milyonu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 5 milyon yerlerinden edilmiş kişiye geçici ev sahipliği yapmaktadır. Tek başına bırakılmış olsak da Suriyeli kardeşlerimizin gönüllü ve onurlu geri dönüşleri için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.”

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “davullu zurnalı” söylemini sürdürüyordu:

“Benim bu millete sözüm var; Allah nasip eder, sizlerin oylarıla iktidar olursak ben o Suriyelileri davulla zurnayla kendi ülkelerine göndereceğim. Davulla, zurnayla.”

Suriyeliler, amiyane tabirle siyasetin “üzerinde tepinebilme” potansiyeli olan bir konu. Ne zaman ki Ankara – Altındağ’da cinayet işlendi, ne zaman ki muz yeme görüntüleri sosyal medyada yayıldı, ne zaman ki Suriyeliler hastanede sağlık çalışanlarına şiddet uyguladı, ne zaman ki sokakta kadınların görüntülerini çekip sosyal medyaya yaydılar farklı toplum kesimlerinden “bunları gönderelim” sesleri yükseldi. Bu seslere kimi zaman muhalefet partilerinden de katılan oldu.

İktidar ne zaman ki kamuoyu yoklamalarında Suriyelilerin ülkedeki varlığından dolayı oy kaybetmekte olduğunu farketti, “promter”lardan, başları ve sonları “kardeşlerimiz”, “misafirlerimiz” kelimeleri ile süslü “onurlu, gönüllü geri dönüş” cümleleri okunmaya başlandı. Üstelik bu söylem aydan aya değişiyordu. Bir ay öncesinde “gitmiyorlar, kalacaklar” denirken bir ay sonra “göndereceğiz” deniyordu. Anketler öyle istiyordu.

Onları “gönderivermek” için herkesin yöntemi farklıydı kimi “davulla zurnayla gönderecekti”, kimi “otobüslere bindirip arkalarından el sallayacak”tı. Kimi de yöntemini söylemiyor sadece “onurlu, gönüllü geri dönüş” diyordu.

Bu söylemlerin sahipleri onların 11 yıldır bu ülkede evlendiklerini, çocuk sahibi olduklarını, hastaneye yatıp tedavi görmekte olduklarını, 200 bininin vatandaş olduğunu, vatandaş olmasalar bile yüzbinlercesinin 8 yıldan fazla ikamet etmekte oldukları için seçmen haline geldiklerini iyi biliyordu. Ama konu siyaseten bereketliydi.

Konu üzerinden iktidar olmak da muhalefet etmek de kolaydı. Peki onları “hadi bu kadar yeter, ülkenize gidiyorunuz” demek o kadar kolay mıydı?

Birazdan Anayasa Mahkemesi kararı üzerinden bu soruya yanıt arayacağız ama önce Dr. Neva Öztürk’ün bu soruya, farklı olasılıklar karşısında verdiği “çok zor” şeklindeki cevabının gerekçelerini aktaralım.

Bakalım onlar hakkındaki geçici koruma kararı kaldırılsa da “hadi gidiyorsunuz” denilebilecek mi?

“Geçici koruma, bireysel veya toplu olarak sona erebilir. Bireysel sona erme rejimi halen genel olarak işletilmekte olmasına rağmen sadece ilgili bireyin geçici koruma statüsünün sona erdirilmesini, toplu sona erme ise artık geçici koruma rejiminin işletilmesinin genel olarak sonlandırılmasını niteler. Bireysel sona erme, geçici korunanların kendi isteğiyle Türkiye’den ayrılması, üçüncü bir ülkenin korumasından faydalanması, üçüncü bir ülkeye insani nedenlerle veya yeniden yerleştirme kapsamında kabul edilmesi veya buraya çıkış yapması, ülkede kalışı sağlayan –örneğin bir ikamet izni gibi- başka bir kalış statüsüne geçmesi, Türk vatandaşlığını kazanması halinde gerçekleşir.

Kimi zaman tedbir amaçlı olarak geçici korunanlara bildirim yükümlülüğü de getirilebilir. Yani belli periyotlarda göç idarelerine giderek imza atmaları istenmiş olabilir. Böyle bir durumda da eğer kişi bu yükümlülüğünü üç kez üst üste yerine getirmezse geçici koruma statüsü iptal edilebilir.

Toplu sona erme ise Cumhurbaşkanı kararı ile mümkündür. Bu kararla birlikte kişilerin ülkelerine dönmeleri söz konusu olabilir ancak bu daha önce belirttiğim geri gönderme yasağına uygun olmak zorundadır. Bu yasak, iç hukukumuzda uluslararası hukuk kurallarının bağlayıcı kurallarına uygun olarak mutlat, yani sınırlandırılamayan bir yasak olarak Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda kabul edilmiştir. Dolayısıyla bir kişi, kamu düzenini tehdit de oluştursa eğer örneğin gönderileceği yerde yaşam hakkının ihlal edilmesi veya işkence ya da kötü muameleye uğrama riski varsa her ne şekilde olursa olsun buraya gönderilemez. Ancak bu kişi eğer bir suç işlemişse ülkede yargılanıp cezasını çekebilir veya yasak kapsamındaki şartları taşımayan güvenli, üçüncü bir ülkeye gönderilebilir. Elbette bu durum, güvenli üçüncü ülkenin bu kişiyi kabul etmesi durumunda geçerlidir. İlgili ülkeden bu kabulü alana kadar ya da böyle bir güvenli ülkeyi belirleyene kadar kamu düzenini tehdit oluşturabilecek olan kişiler, belli süreler ve şartlarda tedbiren gözetim altında tutulabilirler.

Bu bağlamda geçici korumanın sona erdirilmesi tek başına bu kişilerin ülkelerine zorla geri gönderilmeleri sonucunu doğurmaz. Her bir kişi için tek tek menşe ülkelerinde geri gönderme yasağına giren bir durum bulunup bulunmadığı değerlendirilmek zorundadır. Bu değerlendirmelerde menşe ülke bilgilerini içeren çeşitli kaynaklardan derlenen raporlar kullanılmaktadır. Bu raporlar, örneğin Birleşmiş Milletler’in, Avrupa Birliği Sığınma Ajansı raporları veya çeşitli ülkelerin topladıkları bilgilerin yer aldığı derlemeleri, sivil toplum kuruluşlarının, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi, diğer uluslararası organizasyonların raporlarını içirerir. Bunlardan yola çıkarak ilgili ülkede risk olup olmadığı, bireyin özellikleri de dikkate alınarak, tespit edilmek zorundadır. Menşe ülke raporları dediğimiz bu raporların dikkate alarak değerlendirme yapılması hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk bakımından bir zorunluluktur.

Suriye açısındansa halihazırda bu raporlar ülkede genel bir tehlike halinde olduğunu, özellikle geri dönenler bakımından güvenlik tahkikatları yapıldığı ve bu tahkikatlar kapsamında kişilerin kötü muamele ile karşılaşma riskinin bulunduğunu gösterdiği için zorla göndermeler halihazırda uluslararası hukuka ve iç hukuka uygun görünmemekte.

Nitekim bizim açımızdan da bağlayıcılık taşıyan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kişilerin Suriye’ye gönderilmelerinin kötü muamele riski taşıyıp taşımadığı yönünde verdiği güncel kararlar bu sonucu desteklemekte, yani tehlikenin devam ettiğini göstermekte. Ancak ilerde, anılan raporlar ekseninde edinilen bilgiler, gönderilecek kişi için bir riskin bulunmadığını gösterirse yine bireysel değerlendirmeyle kişilerin gönderilmesi sözkonusu olabilir. Bu noktada, ilerde Suriye’deki tehlike sona erse bile kişilerin toplu olarak sınır dışı edilebilmelerinin mümkün olmayacağını da belirtmek gerekir. Türkiye’nin tarafı olduğu Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi kapsamında da yer aldığı kabul edilen ancak aynı zamanda uluslararası bir örf adet kuralı olduğu için de bağlayıcı olduğu benimsenen toplu sınırdışı etme yasağı, gönderilecek ülkede tehlikeli bir durum olmasa dahi kişilere yönelik verilen gönderme kararlarının bireysel olarak verilmesini, yani her bir birey için sınırdışı etme nedeninin değerlendirilmesini, bu nedenin belirtilmesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim iç hukukumuz da bu zorunlulukla uyumlu bir şekilde şekillenmiş, biçimlenmiştir.

Toplu sona erme ile ilgili olarak ayrıca şunu da söyleyebiliriz; Suriye’deki şartlar değişmeden de Cumhurbaşkanı geçici koruma rejimini kaldırabilir. Bu durumda kişilerin toplu olarak şartlarını taşıdıkları bir uluslararası koruma statüsüne, örneğin ‘ikincil koruma’ statüsüne geçmelerine karar verebilir ya dab u kişiler bakımından hangi uluslararası koruma statülerine geçeceklerinin belirlenmesi için bireysel bir değerlendirme yapılması ve bu kişilerin ya şartlı mülteci ya da ikincil koruma statülerine -şartlarını taşıyorlarsa elbette- geçirilmeleri mümkün olabilir.

Elbette geçici koruma altında bulunan kişiler Suriye’deki şartlar tamamen değişmeden de gönüllü olarak ülkelerine dönebilirler. Nitekim ‘onurlu bir şekilde ülkelerine gönderilme’ ya da ‘davul zurnayla ülkelerine gönderme’ şeklinde duyduğumuz söylemlerin iki anlama gelebileceğini düşünebiliriz hukuki anlamda iki şekilde görünebilir bunlar.

Bunlardan ilki, Suriye’deki şartların tamamen kalıcı ve sürekli olarak değişmesi hali. İkincisi de bu şartların değişmemesine rağmen kişilerin gönüllü olarak geri dönmek istemesi olabilir.

Ancak bu durumda 11 yıl boyunca Türkiye’de kalmış olan bu kişilerin gönüllü geri dönüş için, döndüklerinde herhangi bir yaşam hakkı veya kötü muamele riskiyle karşılaşmayacakları ve hayatlarını normal şekilde idame ettireceklerini, kendi ülkelerine yeniden entegre olmakta sıkıntı yaşamayacaklarını düşünerek subjektif bir karar vermeleri gerekir. Bu da çok yaygın olarak görülmeyebilir.

Ayrıca şartlar değişmeden gönüllü geri dönüşün toplu olarak gerçekleşebilmesi her ne kadar dönüş eylemini yapacak kişilerin subjektif iradesine bağlı olsa da hukuken, gönderen devlet olan Türkiye’nin, geri gönderme yasağı kapsamındaki yükümlülüklerine zarar gelmemesi için kişilerin oradaki durumu hakkında kapsamlı olarak bilgilendirilmeleri, risklerden haberdar edilmeleri de gerekir.

NEDİR BU “TOPLU GERİ GÖNDERME YASAĞI”?

Dikkat ettiyseniz tartışma içinde bazen “geri gönderme”, bazen de “toplu geri gönderme” kavramları geçiyor. Birbirlerinden nitekilik olarak farklılıkları zaten kelime anlamlarıyla da belli. Biri tek tek geri göndermekten söz ediyor, biri topluca geri göndermekten söz ediyor. Ama uluslararası hukuktaki yerleri sayısal farklılığın çok ötesinde.

Cenevre Sözleşmesi de dahil hemen hemen tüm uluslararası ve ulusal hukuk metinleri devletlere “bireysel gerig önderme” konusunda –belli şartlara bağlayarak da olsa- yetkiler tanımış. Ama iş “toplu geri gönderme”ye gelince bütün sözleşme hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları “orda dur!” diyor, “yasak” diyor. Neredeyse “mutlak” bir yasak.

O kadar ki, Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Tarihli Sözleşme ve sonrasında 1967’de imzalanan ek protokol, bu sözleşme ve protokole taraf olmayan ülkelere bile “toplu geri gönderme”yi yasaklamaya kalkışıyor.

Nitekim Türkiye gerek sözleşmeye gerek protokole şartlı imza koydu. “Ben Avrupa’dan gelenlerden başkasını mülteci demem” dedi ama bu metinlerin “toplu geri gönderme yasağı” ilkesini benimsemek zorunda kaldı. Yabancılara Uluslararası Koruma Kanunu’na da bu ruhu işledi: “Toplu geri gönderme yasaktır. Nokta.”

“Toplu geri gönderme” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de sürekli kırmızı çizgisi oldu. Bırakın öyle sayıları 3 – 4 milyonu bulan kişiyi toplu geri göndermeyi, sayıları yüzlerle ifade edilen grupları topluca geri gönderen ülkeler için verilen hak ihlali kararları orta yerde duruyor.

BU İŞE ANAYASA MAHKEMESİ NE DER?

Dr. Neva Öztürk, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına göre Türkiye’nin işinin zor olduğunu anlatmış oldu. Peki bizim yerel mahkemelerimiz bu işe ne diyor biz de ona işaret edelim. Bunu anlatabilmemiz için önce şunu hatırlatalım: Türkiye’de valiliklerin verdiği “geri gönderme” kararlarına karşı, geri gönderilmesine karar verilen verilen Suriyelinin dava açma hakkı bulunuyor.

Bu dava idare mahkemelerinde açılıyor ve hakkında geri gönderme kararı verilen kişi, istisnaları olmakla birlikte, davada karar verilinceye kadar Türkiye’de geri gönderme merkezlerinde tutuluyor. Nitekim bu yönde iç hukuk da içtihadını oluşturdu. İçtihat, Anayasa Mahkemesi kararıyla oluştu.

Anayasa Mahkemesi’nin ismini güvenlik nedeniyle gizli tuttuğu K.A. kararından bahsediyoruz. Karar 2015 yılında alındı.

K.A., Suriye’nin Kamışlı ilinde otururken 2013 yılı sonunda Viranşehir’den, bir grip Suriyeli ile birlikte Türkiye’ye giriş yaptı. Sonra İstanbul’a geçti ve Zeytinburnu’nda dolaşırken Kızıltepe Savcılığı’nın yürüttüğü bir soruşturma nedeniyle gözaltına alındı, sonra salıverildi ama bir taraftan da hakkında terör örgütü üyeliğinden soruşturma başlatıldı. Bu soruşturması devam ederken “Suriye’yeden Türkiye’ye geçtikten sonra eksik evrak beyan ettiği” gerekçesiyle geri gönderme merkezine gönderildi. İstanbul Valiliği, hakkında “Suriye’ye geri gönderme kararı” vermişti. O merkezde tutulurken hakkındaki bu kararın iptali için İdare Mahkemesi’ne dava açtı. İdare Mahkemesi, “Valiliğin kararı yerinde, çünkü sen geçici koruma statüsünün sona ermesine neden olacak şekilde kamu düzeni ve güvenliğini tehdit ediyorsun” dedi.

K.A, tam bu aşamada Anayasa Mahkemesi’ne birçok kez ve birçok nedene dayanarak bireysel başvuruda bulundu. Başvuru gerekçelerinin içinde geçici koruma merkezindeki koşulların insani olmaması gibi nedenler de vardı. Ama temel başvuru nedeni, Suriye’ye dönmesi halinde “öldürülebileceği, işkence görebileceği, kötü muameleye uğrayabileceği korkusu”ydu.

Anayasa Mahkemesi, Suriye’deki mevcut şartları da tartışarak K.A’nın “Suriye’ye geri gönderilme kararına karşı tedbir kararı verilmesi” talebini kabul etti. Özcesi, K.A, geçici koruma altına alınma şartlarını taşımadığı halde Suriye’ye geri gönderilemedi.

PEKİ SURİYE TÜRKİYE’YE GÜVENCE VERSE OLUR MU?

Gördüğümüz gibi hem Suriye’nin mevcut durumu, hem ulusal ve uluslararası hukuk kuralları, kararları Suriyelilerin tek tek bile olsa ülkelerine gönderilmelerini hayli zora koşuyor. O zaman şu soru akla gelebilir:

Türkiye, Suriye ile görüşse ve onlar için Suriye’den “geldiklerinde iyi davranacağız, onlar nihayetinde bizim vatandaşımız, atacak değiliz” diye diplomatik güvence alsa bu sorun hallolur mu?

Nitekim bu konuda zaman içinde siyasi partilerin en azından söylemleri oldu. Son olarak Vatan Partisi de Zafer Partisi de bu söylemi sıkça kullanıyor. Hatta Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, partisinden bir grubun konuyu görüşmek için Şam’a gideceklerini duyurdu.

Bu çözüm yöntemi işe yarar mı? Şimdi siz bize, “Ama siz de herşeye olmaz diyorsunuz” diyeceksiniz ama bu diplomatik seçenekle çözüm zor görünüyor.

Gerekçeleri için Dr. Neva Öztürk’e kulak verelim. Öztürk’e göre bu yöntemin pratikte işletilerek sonuç alınabilmesi için de aşılması gereken zor şartlar bunuluyor:

“Diplomatik güvencelerin, geri gönderme yasağı kapsamındaki riskleri ortadan kaldırabilmesi ve göndermenin bu çerçevede hukuka uygun olabilmesi için belirli şartları taşıması gerekir.

Bu şartlar, bizim iç hukukumuzda da bağlayıcılığı olan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı ekseninde de sınırlı sayıda olmamak üzere belirtilmiştir. Bir diplomatik güvenceyi etkili kılacak, ona ağırlık verecek, geri gönderme yasağına yönelik olarak bir risk olmadığı sonucuna neden olabilecek durumlar arasında ‘güvenceyi veren devletin ülkesindeki genel insane hakları durumunun vahim bir halde olmaması’, ‘bu devletle, gönderen devlet yani bizim durumumuzda Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin güçlü ve uzun süreli olması’, ‘bu güvencelerin her biri için tek tek verilmesi, ayrıntılı olması’, ‘kişiler gönderildikten sonra gönderen devletin diplomatik temsilcileri, sivil toplum kuruluşları gibi dışardan gelen kişilerin de dahil olduğu izleme mekanizmalarının etkin şekilde işletilmesi’, ‘diplomatik güvenceyi veren devletin geçmişte bu kişilere yönelik zulüm eylemlerine girişmemiş olması’, ‘bu kişilere yönelik devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilebilecek riskli eylemlere karşı koruma sağlanabilecek olması’ gibi koşullar bulunmaktadır.

Sadece bir kısmını saydığım bu hukuki koşulların sağlanmasıysa halihazırda zor görünmektedir. Ayrıca bu diplomatik güvencelerin uluslararası uygulamada toplu değil, bireysel olarak alınması gerektiğinden toplu olarak alınan bir güvencenin bu koşulları sağlaması en başta problemlidir.

Ek olarak, bu güvencelerin genellikle ülke güvenliğini tehdit eden ancak bir uluslararası koruma statüsü ya da geçici koruma altında bulunmayan bir yabancının iadesi veya gönderilmesi durumlarında geçerli olabileceğini, koruma altındaki bireyler bakımından yine hukuki etki doğurmasının zor göründüğünü de ekleyelim.”

VE GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Evet, başından bu yana “boşuna uğraşmayın geri gönderilemezler, Suriyelilerle yaşamayı öğreneceğiz” tezini ön plana çıkarmış gibi olduk ama siz de görüyorsunuz ki durum bu. En azından “haydi binin otobüslere, davulunuz zurnanız bizden, sizi topluca onurunuzla gönderiyoruz” denip gönderilemeyeceklerini anlamış ve anlatmış olduk.

Özel Haber Haberleri