Kısa Dalga kitap köşesinden merhaba. Sizler için farklı tür ve kategorilerden seçerek yeni çıkan kitaplardan oluşturduğumuz seçkimizle, bir kez daha karşınızdayız. Birlikte düşünmek, başka olasılıkları unutmamak için. Bu hafta listemizde yer alan metinler şöyle:
110
Anne Dufourmantelle, “Yumuşaklığın Gücü”
Fransız filozof ve psikanalist Anne Dufourmantelle’ın “Yumuşaklığın Gücü” adlı kitabı, Kısa Dalga kitap köşesinin bu haftaki ilk konuğu. Sinan Oruç ve Samet Yalçın çevirisiyle, Kolektif Kitap tarafından basılan kitap hakkında, tanıtım bülteninden şu cümlelere ulaşıyoruz: “Yumuşaklık bir muamma… Karşılamak ile vermekten müteşekkil bir ikili harekete eklenmiş, ölümle doğumun imzaladığı geçişlerin eşiğinde beliriyor. Kendi yoğunluk derecelerini taşıdığı, sembolik bir kuvvet olduğu ve şeyler ile varlıklar üzerinde dönüştürücü bir kabiliyeti bulunduğu için de bir güç. […] Bana içini dökenleri dinlerken, her kişisel deneyimde yumuşaklığı duydum. Onun direniş kuvvetini ve ele gelmez sihrini ‘aktarım’ dediğimiz gizemde hissettim. Dünyayla ilişkisine bakınca gördüm ki yumuşaklık ilk olarak yaşamı taşıyan, kurtaran ve geliştiren bir zekâ...” Farklı bir konuya felsefi açıdan bakmak için kitaba dikkatinizi çekmek isteriz.
Pierre Bourdieu, “Kültür Üretimi: Sembolik Ürünler / Sembolik Sermaye”
20. yüzyılın en önemli sosyolog ve düşünürleri arasında yer alan ve Neoliberalizm karşıtı küresel hareketin öncü düşünürlerinden kabul edilen, Pierre Bourdieu’nun, “Kültür Üretimi: Sembolik Ürünler / Sembolik Sermaye” adlı kitabı İletişim Yayınları tarafından, Sibel Yardımcı ve Elçin Gen çevirisiyle basıldı. Pierre Bourdieu’nun iki temel makalesinin yer aldığı metnin tanıtım bülteninden şu bilgilere ulaşıyoruz: “Avrupa toplumlarında sanatın kurumsallaşmasının tarihi, sanatın özerkliğini kazanmasının tarihidir. Rönesans’ta tohumları atılan bu özerkleşme süreci boyunca sanat, Kilise ile Saray’ın himayesinden ve vesayetinden koparak bağımsızlaşır. Aynı süreçte kapitalizmin yükselişine koşut bir sanat piyasası örgütlenir. Bir yandan da sanat tarihi ve sanat eleştirisi başlı başına birer yazın türü olarak gelişir. 19. yüzyıla gelindiğinde, kendi bilgisini ve estetiğini kendi içinde belirleyen, otoriteyi ve meşruiyeti kendi mercilerinden devşiren bir sanat alanı teşekkül etmiştir. Ne var ki, bu alan bir yandan da piyasaya tâbidir; oysa varlığını “ekonomi”nin inkârı üzerine tesis etmiş, kendini “ticari” kaygıların reddiyle tanımlamıştır.” Bourdieu takipçileri açısından önemli olan bu kitap haberini de sizlerle paylaşmak isteriz.
Eyal Press, “Pis İşler: ABD’de Hayati İşler ve Eşitsizliğin Gizli Bedeli”
“Toplu olarak yaşamanın parçası olan çeşitli ‘pis işler’ var. Sadece ağır ve zor değil aynı zamanda adı kötüye çıkmış, yani saygınlıktan uzak sayılan işler. Geleneksel toplumlarda bu tür işleri yapanlara yönelik bariz dışlama mekanizmaları vardı. Bugünkü toplumlarımızda açıktan açığa böyle bir işleyiş olmasa da “pis işleri” yapanların toplumsal konumları daha iyi değil. Eskiden toplumların en yoksul çevrelerinin yaptığı bu işlerden bazılarını bugün Batılı toplumlarda daha ziyade göçmenler, bazılarını ise yine o toplumların dezavantajlı kesimleri yapıyor.” Toplumsal yapı içerisinde “pis işler”in hangi kesimlere yüklendiğine, bunun getirdiği sınıfsal ve sosyal olumsuzluklara dikkat çeken bu metin, Metis Yayınları tarafından, Deniz Keskin çevirisiyle basıldı. Görmezden geldiğimiz insanların hikâyeleriyle bizi karşılaştıran bu kitabı da dikkatinize sunarız.
Chanda Prescod-Weinstein, “Düzeni Bozuk Kozmos: Karanlık Madde, Uzayzaman ve Ertelenmiş Hayaller”
ABD’de sayıları henüz yüzü geçmemiş Siyah fizikçiden biri olan ve kuramsal fizik alanındaki çalışmalarıyla öne çıkan Dr. Chanda Prescod-Weinstein bu kitabında: “Parçacık fiziğinin Standart Model’inden derimizdeki melanine, karanlık maddeye dair yeni kuramlardan Otuz Metre Teleskobu’nun inşa edildiği topraklara, Star Trek’in Hoshi Sato’sundan Soul ve Funk ilahı James Brown’a kadar geniş bir anlam yolculuğuna davet ediyor.” Canan Coşkan çevirisiyle İrene Kitap tarafından basılan metinde yazarın şu cümleleri dikkat çekiyor: “Karanlık gece göğüne erişim –evreni olduğu gibi görmek ve ondan ilham almak– seçilmiş azınlığa yönelik bir lüks değil, bir insan hakkı olmalı.”
Türkiye siyasetinin belirleyici isimlerinden, Türkçe edebiyat alanında verdiği eserlerle de duvarları aşarak sesini ulaştıran Selahattin Demirtaş’ın, “DAD” adlı yeni kitabı, Dipnot Yayınları tarafından basıldı ve raflarda yerini aldı. Toplumsal gerçekçi bir bakışla yaşadığımız coğrafyayı ve sorunlarını metinlerine taşıyan Demirtaş’ın bu kitabından, tanıtım bülteninde şu cümlelere yer verilmiş: “Başlangıçta koku biraz zorluyordu. Kanıksadım ama. Hatta seviyorum artık bu kokuyu. Yanık gibi. Hayatın gerçek kokusu. Şehir çöplüğü gibi kokuyor diyesim var fakat burası zaten şehir çöplüğü. Beş aydır burada yaşıyorum. Tamı tamına dört ay on sekiz gün. Duvara astığım kocaman bir kartonum var, her gün için bir çentik atıyorum üzerine, mahpuslar gibi. Çok rüzgar olduğunda duvardan düşüyor. “Evim” günün birinde tümden uçup giderse şaşırmam. Selahattin Demirtaş, bu yeni öykülerinde okurlarını benzersiz bir seyrana çıkarıyor: İstanbul çöplüğünden adliye koridorlarına, lüks villalardan vergi dairelerine, ıssız adalardan tımarhanelere uzanan; yer yer bilimkurgu ya da absürt komediye bürünen; yanlış anlamalarla, gıllıgışlı ihanetlerle, harika fantezilerle örülü; insan ruhunun gizemli dehlizlerinde acı ve tatlı kahkahalar attıran düşsel bir cümbüş.
“Söndürülemeyen yangınlar, tükenen türler, insanların paylaştığı felaket haberleri gündemi kaplamışken işinin, büyüyen oğlunun ve orta yaşı geçmeye başlayan bedeninin telaşlarıyla uğraşan mimar Anna, 87 yaşındaki annesinin hastaneye kaldırıldığını kardeşinden gelen bir mesajla öğrenir. Kardeşleriyle birlikte annelerini hayatta tutmak için gereken her şeyi yapmaya karar verirler, ancak Anna’nın hem kendi bedeninde hem çevresinde ürkütücü eksilmelerin, kaybolmaların başlamasıyla birlikte hayatın ve ailesinin göz ardı edilmiş bazı gerçekleri su yüzüne çıkar.” Tanıtım bülteninin bu cümlelerinden anlaşılacağı gibi, zamanımıza hiper-gerçekçi bir anlatı sunan bu metin, Sia Kitap tarafından, İrem Sağlamer çevirisiyle basıldı. Çağdaş dünya edebiyatı meraklısı okur için, kitabı bu hafta listemize taşıdık.
Yaşamı süresince eserlerinden ziyade Buenos Aires’in acayipliğini, ikiyüzlülüğünü ve güzelliğini yazdığı köşesiyle tanınan Roberto Arlt, 1929’da kaleme aldığı bu romanda; “hayalperestler, devrimciler ve komplocu generallerin yer yer absürd maceralarını ele alırken Arjantin’in yirminci yüzyıldaki durumunun bir portresini çizmekle kalmıyor, ülkenin geleceğine ilişkin güçlü tahminlerde de bulunuyor.” İthaki Yayınları tarafından, Ali Özçelebi çevirisiyle basılan bu kitabı da dikkatinize sunarız.
Madelon Sprengnether şair, anı yazarı, edebiyat eleştirmeni olarak tanınıyor ve bu kitapta, 20. yüzyıl boyunca psikanalitik teori ve uygulamalardaki değişimleri keşfetmenin temeli olarak Freud’un yas deneyimlerini ve teorilerini çözümlüyor. Ayrıntı Yayınları tarafından, Melih Pekdemir çevirisiyle basılan bu metinden, tanıtım bülteninde şöyle söz edilmiş: “Freud’un Yası, psikanaliz, edebiyat ve feminizm tartışmalarına önemli bir müdahaledir. Önde gelen bir edebi ve akademik şahsiyetin çeyrek asırlık dikkatli ve derin düşüncesinin ürünü olan kitap, yas motifi aracılığıyla psikanaliz ile toplumsal sorunlar arasındaki ilişkiye dair çok güzel yazılmış bir dizi analiz sağlamaktadır. Madelon Sprengnether bu kitapta, yakınlık ve kayıpla ilgili Freudcu ve post-Freudcu teorileri yeniden düşünmeye yönelik hassas ve sürükleyici bir deneyim sunmaktadır.” Hem Freud düşüncesini takip edenler hem de yas çalışmalarına ilgi duyanlar için önemli olabilecek bu kitap haberini sizlere duyurmak isteriz.
Türkçe edebiyatın önemli yazarlarından Füruzan’ın, “Akim Sevgilim” adlı bu kitabı, bizi yazarın öyküleriyle buluşturuyor. Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan ve kitabın da başlığı olan, “Akim Sevgilim” öyküsünden tanıtım bülteninde şöyle bahsediliyor: “Teyzeleri Mihriban ile Keriman arasında kalmış Gönül adlı kızın gözünden anlatılıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Erenköy’de bir köşkte üç kız kardeş arasında yaşanmış kıskançlıklar, çatışmalar ve kırık bir aşkın hikâyesi “Akim Sevgilim”. Soylu ve varlıklı ailenin kızı, “küçük teyze” Keriman’ın genç bir göçmenle, bahçıvan Akim’le yaşadığı gizli ilişki aileyi çekip çeviren büyük teyze Mihriban tarafından bozulur. Tutkulu bir sevda kasvetli bir aile çatışmasının kurbanı olunca umutlar söner ve yerini derin öfke kaplar.” Füruzan’ı ve edebiyatını sevenler için, bu güzel haberi de köşemize taşıdık.
Yazar Cem Akaş, “Kampa Gidiyoruz” kitabında bu sefer çocuklar için kalem oynatıyor. Mundi Kitap tarafından basılan metin, öykü türünde yazılmış. Beş-yedi yaş okur grubuna hitap eden bu kitap, listemizin “küçük” okurları için.
Tanıtım bülteninde metinden şöyle söz ediliyor: “Hazırlanın, yarın kampa gidiyoruz!” Minik Gümgüm, annesi ve babasıyla kampa gitmeye hazırlanıyor. Gümgüm’ün yapması gereken çok ödevi var ama doğayla iç içe bir kamp fikrine kimse karşı koyamaz. Masalları anımsatan bir alana çadırlarını kurup uyku tulumlarının içine kıvrıldıklarında, Gümgüm ve ailesi tuhaf bir kargaşaya uyanıyorlar. Anlaşılan pek sıradan bir kamp olmayacak. Zaten sıradan kampları kim sever ki?”