ISSIZ CİNAYETLER 1: CİNAYETLERİNİ TELEVİZYONDAN İZLEYEN KATİL

Gazeteci ve polisiye yazarı Timur Soykan’ın Kısa Dalga’da dört bölüm halinde yayınlanan ve büyük ilgi gören “Issız Cinayetler – Anadolu’da bir seri katil” haber serisi yazı dizisi olarak yayında.

 

8 Nisan 2018 günüydü, hava kararmak üzereydi.

Canik Dağları’nın zirvesine yakın vadideki Ormancık Köyü, katilin pusuda olduğundan habersizdi. Sıradan ve her zaman sessiz günlerden farksızdı. Ormanın seyrelen ağaçları ile yayla meralarının buluştuğu köyde kış kuzuları çayıra çıkmıştı. Birbirine uzak birkaç çatı görünüyordu sadece. Evlerin çoğu vadideki yamaçlarda, ağaçların arasında fark edilmiyordu.

O gün kış soğuğu vardı. İki bacadan çıkan duman olmasa terk edilmiş kadar ıssızdı Ormancık. Uzaktaki yamaçta, Maho mevkiinde bulut çatısına kadar inmiş tek katlı betonarme evin kapısı açıldı.

70 yaşındaki Dursun Kurt çıkıp ahşap ahırının önünden geçti. Kafasında hiç çıkartmadığı yeşil örme beresi, ayaklarında kara lastikleri vardı. Samanlıktan kucağında odunlarla evine döndüğünde karanlık çökmüştü. Girişte sağdaki mutfakta yaşıyordu. Geçen yıl rahmetli olmuştu eşi Cemile Hanım. O gittikten sonra Dursun Kurt, yatağını, televizyonu mutfağa taşımıştı. Sobayı da burada yakıyor, tek odaya yalnızlığının kederini sığdırıyordu.

Odunları sobanın yanındaki teneke kovaya koydu. Yemeği ısınmıştı ama Cemile öldüğünden beri iştahı yoktu. Kışın hiç girmediği salondaki duvarlarda Cemile ve üç çocuklarıyla çektirdikleri fotoğraflar asılıydı.

Büyük kızı Esme, uzun yıllar önce yakındaki Çamalan Köyü’ne gelin gitmişti. Arada gelir evi temizler, yemekler yapardı. Küçük kızı Emriye, Ordu Ünye’de yuva kurmuştu. Ortancaydı oğlu, Ankara’da çalışıyordu.

Işığı yaktı, televizyonu açıp pencerenin yanındaki yatağa uzandı.

Dursun Kurt ve yamaçlardaki evlerinin tüm ışıkları sönüp zifiri karanlık çöktüğünde köyün üzerindeki dar, toprak yolda bir arabanın farları belirdi. Sisin içinde silik iki ışık yavaşça yaklaşıyordu. Beyaz, açık kasalı kamyonet yaşlı adamın evine giden patikadan farksız yola saptı. Katil kışın yakınlardaki iki evin boş olduğunu biliyordu. Dursun Kurt, kamyonetin gürültüsü ve farlarının ışığı ile uyanmıştı. Yatakta doğrulup pencereden geç saatte gelen araca baktı. Gözlerini alan ışıkta katil silik bir silüetti. Kontağı kapatıp kapıya yürürken hiç sevmediği adamı tanıdı. Gecenin bu saatinde neden geldiğini düşünmüş olmalı ama kapıyı açacak kadar ona güvenmişti.

                  

 

 Kısa süre sonra zifiri karanlığın içinde Dursun Kurt’un evinden, bitişikteki ahır ve samanlıktan alevler yükseliyordu. Ailenin mutlu günlerinden kalma fotoğraflar, Cemile Hanım’dan hatıralar, Kurt ailesinin bütün geçmişi küle dönüyordu. Dursun Kurt alevler içindeki yatakta hareketsizdi. Ahşap çatı gürültüyle çöktü, kıvılcımlar ormanın içine, fındık bahçesine savruldu.

Gün aydınlandığında alevler durulmuş, yangının korkunç gürültüsü yerinde sadece içten içe yanan odunların çıtırdamaları kalmıştı. Yangının bile görülmediği, kimsenin yardıma koşmadığı yalnızlıkta Dursun Kurt ölmüştü.

Saat 08.00’de 15 kilometre uzaktaki Akkuş’tan köye tavuklarına bakmak için gelen Ramazan Kurt, dumanlar tüten enkazı gördü. Koşup Dursun Kurt’un adını bağırdı ama ses yoktu. Hemen itfaiyeyi aradı. Bir saat sonra yamaçtaki dumanlı siste itfaiye araçlarının kırmızı, ambulansın mavi sirenleri dalgalanıyordu. Mutfaktaki yatakta Dursun Kurt’un tanınmayacak haldeki kömürleşmiş cesedi bulundu. İtfaiye ve Jandarma Olay Yeri İnceleme ekibinin raporunda sadece demirleri kalmış döşeğin ortasındaki cesedin 1 metre boyunda ve 15 kilo civarında kaldığı anlatılıyordu. Olay yerine gelen Dursun Kurt’un kızlarını çevre köylerden gelenler teselli etmeye çalışıyordu. İfadelerinde babalarının 70 yaşında olmasına karşın çok dinç ve güçlü olduğunu, bir engeli olmadığını anlattılar.

 “KİMSEYLE HUSUMETI YOKTU”

Kimseyle husumeti olmadığını söylediler. İtfaiye raporunda ağır hasar nedeniyle yangının kesin çıkış nedeninin tespit edilemediği ancak sobanın yanındaki tenekeye atılan korlardan alev sıçramış olabileceği anlatılıyordu. Evden hırsızlık yapıldığına dair bir delilin bulunması da imkansızdı. Dursun Kurt’un tüfeğinin metal parçaları da enkazdan çıkmıştı. Yaşlı adamın tanıksız ölümünün nedeni yangın olarak kayıtlara geçti ve dosya kapandı.

Hayvan alım ve satımı yaptığı için sürekli köylerde gezen yakın bir akrabasının Dursun Kurt’un cenaze namazına gelmemesi kimsenin dikkatini çekmemişti. Bu kişinin geçmişte Dursun Kurt ile tartışma yaşadığını da kimse hatırlamıyordu. Cinayet ihtimali kimsenin aklında yoktu. 

 KARADENİZ DAĞLARININ EMEKTAR KADINI ŞEKER TEYZE

 3 Mayıs 2018

Dursun Kurt’un ölümünden 25 gün sonra... 

Akkuş’un Samsun sınırındaki Dağyolu Köyü’nde Samsun plakalı beyaz bir kamyonet park etmişti. Dağyolu, Samsun’a giden yolun kıyısındadır, yabancılar çok dikkat çekmez. Düzlüğü fazladır diğer köylerden. Bunun için toprağı değerli, nüfusu biraz fazladır. Gençlerinin çoğu işsizlikten kaçmış olsa da komşu köyler kadar ıssız değil. İki okulu dört camisi var. Yine de Karadeniz’in çetin coğrafyasından muaf değil Dağyolu. Evler seri katilin iz bırakmadan cinayet işleyebileceği kadar uzaktır. 

Samsun yoluna yakın tek katlı eski bir evde Şeker Teyze tek başına yaşıyordu. Adı gibi sevecendi 64 yaşındaki kadın. Dertli olanın yanına koşar, çoğu akrabası olan köydeki herkes onu çok severdi.

Henüz 38 yaşındayken kocası rahmetli olmuştu. Eşinden bir yıl sonra 18 yaşındaki büyük oğlu kazada ölmüştü. Küçük oğlu ile üç kızını tek başına büyüttü, yuva sahibi yaptı. Bir avuç fındık bahçesi, üç beş hayvan çocuklarını, torunlarını nasıl doyursun. Mecburen büyük şehirlere göçmüştü evlatları. Ama Şeker Köseoğlu, gitmedi. Toprağını, kocası ile oğlunun mezarını kimsesiz bırakmadı. Bütün kışı yalnız geçirdiği evinin, fındık hasadında çocukları, torunları ile dolmasını iple çekerdi.

Başında rengarenk tülbendi boynunda çeyrek altınlardan kolyesi, üzerinde kendi ördüğü yeleğiyle Karadeniz dağlarının emektar kadınıydı. Sarp dağların çetinliğine meydan okur buranın kadınları. Hayatı onların gücü var eder. 

Kınalı ve nasır dolu ellerinin maharetiyle fındık bahçesine can verdi, hayvanlarına baktı. Sırtında boyunu aşan dal balyalarıyla yokuşları tırmandı.

İçinde, küçük dünyasında nebze kötülük yoktu Şeker Teyze’nin.

3 Mayıs 2018 günü saat 16.30’da evinin önünden geçen lise servisindeki yeğeninin kızı onu son kez gördü. Bahçede, evi ile duvarı bitişik ahırın önündeydi. Belli ki yine iki ineğini sağmış, dana ile iki aylık buzağısını da beslemişti. Köpeği hiç peşinden ayrılmazdı, yine etrafında dolanıyordu. 

Yarısı sıvanmamış, çıplak tuğlalı evinde, insanlardan diğer köylerdeki yaşlılar kadar uzak değildi Şeker Teyze. 300 metre uzaktaki akrabasının evi fındık bahçesinden görünürdü, bağırsa duyarlardı. Yol kenarındaki diğer evlerde de yazın evlerinin kalabalıklaşmasını bekleyen nineler, dedeler yaşıyordu.

Akşam karanlığı çöktüğünde bahçenin kapısına yanaşan kamyonetten üç genç indi. Evin ışıkları yanmıyordu. Seslendiler yanıt yoktu. Bahçenin ortasında yere atılmış üç saman balyası dikkatlerini çekti. Şeker Teyze’nin oğlunun sipariş ettiği gübre torbalarını bahçeye indirirken köpek etraflarında gezmişti. Gübre getiren kamyonet uzaklaşırken karanlık evde tüm Türkiye’nin gündemine gelecek gizemli bir cinayetin izleri vardı.

Ertesi gün sabah Şeker Teyze’nin yeğeni kapısını çaldı. Evde değildi. Bahçenin ortasındaki saman balyaları, kapının önüne dökülmüş gübre çuvallarına baktı. Yaşlı kadının bahçesi böyle dağınık olmazdı. Ahırında değildi 4 hayvanı. Onları otlatmaya götürdüğünü düşündü.

Kızları, oğlu defalarca telefonla aradı, yanıt yoktu. Akrabalarından bakmalarını istediler, evinde değildi. İstanbul’da yaşayan oğlu Recai Köseoğlu ve eşi, köye gitmek için yola çıktı. 5 Mayıs 2018 Cumartesi sabaha karşı eve geldiklerinde evin ahşap, eski kapısı kilitliydi. Defalarca bağırdılar, cep telefonuyla evi aradıklarında zil sesini duyuyorlardı. Ahırda hayvanları yoktu. Şeker Köseoğlu’nun oğlu pencereyi açıp eve girdi. Ev dağınık değildi. Koşarak odaları gezdi, annesi yoktu. Kilitli kapıyı kırarak açtığında eve giren eşi halının olmadığını fark etti. Şeker Köseoğlu’nun eteği yatağının yanında yerdeydi. Ailesi geldiğinde boynuna astığı cumhuriyet altınları mavi ipe dizili kolyesi ve eşinden yadigar tek kırma tüfeği dolapta yoktu. Sağdığı sütlerle dolu iki kova mutfakta duruyordu, onları pişirmeden yatmazdı.

Bahçeye çıktıklarında ortada duran saman balyalarının sırrını uzun süre çözemediler. Sonra bir senaryo ürettiler. Belki de hırsız, hayvanları üzerlerine bastırıp kamyonete yüklemek için saman balyalarını kullanmıştı.  

BOL REYTİNGLİ TAHMİNLER 


Recai Köseoğlu, iki gün aramalardan sonuç alamayınca annesini bulmak umuduyla Müge Anlı ile Tatlı Sert programına başvurdu. Canik Dağları’nda yalnız bir hayat süren kadının fotoğrafı artık Türkiye’deki milyonlarca ekrandaydı.

Gizemli kayboluşu iyi reyting getirmişti. Ailesinin televizyondaki dramı bir günde ülkenin merakla izlediği şova dönüştürüldü. Televizyon stüdyosunda konu komşu, bölgeyi bilenler, daimi konuklar konuşuyor, dedektif heyecanıyla muhabbetler uzuyordu.

Kilitli kapı, bahçedeki saman balyaları, kayıp halı, yatağın önündeki etek, dört büyükbaş hayvan, pişmemiş süt dolu kovalar, kayıp altınlar ve tüfek günlerce konuşulup farklı senaryolarla sunuluyordu. Televizyona çıkmanın getirdiği üç beş günlük şöhrete kendini kaptıranlar aklına eseni söyledi. Dizginlerinden boşanmıştı polisiye merak topluma yayılmıştı.  Delilsiz tahminlerle sabah kuşağı dedektifliğinde bol reytingli tahminler havalarda uçuştu.

Milyonlarca evde, televizyon başında çay içenler katil adaylarını konuşuyordu.

Köyden geçen hurdacılar, gübre getiren gençler, köy çevresindeki sabıkalı tanışlar, çalıntı et satın alan kasaplar, hatta akrabalar birkaç dakikalık yayınlarda zanlıya dönüşmüştü. Stüdyo delilsiz, belgesiz mahkeme gibiydi.

Müge Anlı stüdyodaki panoda krokiler çizerken Dağyolu’nda muhabir ve kameraman peşlerinde köylülerle iz sürüyordu. Muhabirin her canlı yayında verdiği yeni bilgilerle merak ve reyting coşuyordu. Programa bölgede çalıntı olduğu düşünülen yüzlerce inek, dana ve buzağı fotoğrafı gönderilirken adını açıklamak istemeyen seyircilerden ihbarlar yağdı.

Ünlü vakaya artık devletin ilgisi de yoğundu. AFAD ekipleri, jandarma ve köylüler, bir hafta ormanda Şeker Teyze’den bir iz aradı. 11 Mayıs 2018 günü kadının yeğenleri ile muhabir ve kameraman Akpınar Köyü’ne giden toprak yoldaydı. Dürbünle yolun 30 metre aşağısındaki dere yatağına bakan Şeker Köseoğlu’nun yeğeni “Burada bir şey var” diye bağırdı. Çataktaki bir kayanın üzerinde kadının çıplak cesedi duruyordu. Kameraman cesedin bulunma anını, yakınlarının feryatlarını, muhabirin koşuşturmasını, jandarma ve cenaze aracının gelmesini kaydetti. 

KATİL KİM TARTIŞMALARINI İZLEYEN KATİL 

Köyünden 8 kilometre uzakta bulunan Şeker Köseoğlu sol gözünden tüfekle vurularak öldürülmüştü. Adli Tıp raporuna göre; tecavüze uğramamıştı. Kıyafetleri, hayvanları, altınları, halısı bulunamadı. Reytingleri yüksek programda artık kesinleşmiş cinayetin yorumları yapılıyordu. Katil tahminlerine cesedi bulan yeğenleri de eklendi. “Cesedi nasıl elleriyle koymuş gibi buldular” sorusu uzun uzun tartışıldı. Yeğenler daha önceki şüpheliler gibi kendilerini savunmaya çalıştı.

Günler sonra Şeker Teyze’nin öldürülmesinde konuşulmadık konu kalmadı. Merak azaldı, seyirci sıkıldı, reyting düştü. Ortada hiçbir delil yoktu. Unutuldu. ‘Müge Anlı ile Tatlı Sert’ ertesi gün yeni bir dram, yeni kurban ve katil tahminleriyle izleyicilerinin karşısındaydı.

Sadece 25 gün önce, birkaç kilometre uzakta Dursun Kurt’un yangın süsü verilerek öldürüldüğü ihtimali kimsenin aklına gelmemişti. Stüdyoda Şeker Köseoğlu’nun öldürülmesini konuşanlar, katilin evinde cep telefonu kamerasını televizyona doğrultup kayıt yaptığını da aylar sonra öğrenecekti. 

Yarın: KATİLİN ZEHİRLİ PLANI

 
BİRİNCİ BÖLÜMÜN PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN PLAY TUŞUNA TIKLAYIN

Araştırma Haberleri