FİLİZ GAZİ
Kısa Dalga - Türkiye’de faaliyet gösteren, genç yaşına rağmen nüfus gerektiren ticari işlerde ismi geçen bir iş insanıydı. Çoğumuz onu 17 Aralık’ta yayınlanan ses kayıtlarındaki şu sözleriyle hatırlar: “Benim rahmetli annemin babası derdi ki o... ile memurun bahşişini başında verin.” Yardımcısına hükümet kanadından olduğu söylenen birine 30-40 bin dolarlık bir ROLEX saat verilmesini söylerken bu tavsiyeyi vermişti.
Neoliberal politikaların ülkeye özümsetildiği, toplumsal sonuçlarının buna paralel yaratılmaya çalışıldığı 1983- 1991 Özallı yılların da sembolü olan bir sözdü bu. Devlet içinde rüşvet ve kayırmacılığın tamamlayıcı bir sloganıydı da denilebilir.
2016’da Amerika’da yargılandığı dava sürecinde Türkiye’de kurduğu rüşvet ağını mahkemede şema çizerek anlatmıştı. 34 yaşındaki İran asıllı Reza Zarrab’tan bahsediyoruz. 2013'teki 17- 25 yolsuzluk ve rüşvet operasyonları kapsamında 17 Aralık'ta tutuklanmış, 28 Şubat 2014'te serbest bırakılmıştı. Tahliyesini “Kısmen rüşvet verdim” diyerek anlatmıştı.
Zarrab 19 Mart 2016'da ailesiyle birlikte Disney World'e yaptığı seyahat sırasında Miami'de gözaltına alınıp tutuklandı ve New York'a getirildi. Zarrab, kurduğu sistemle hem kara para aklamakla hem de ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımları delmekle suçlanmıştı. Buna göre Zarrab, İran'ın Türkiye'ye sattığı petrol ve doğalgaz gelirini ABD'nin uyguladığı ambargonun etrafından dolaşarak İran'a götürülmesi için bir rüşvet ağı kurmuştu. Mahkemede çizdiği rüşvet ağı da bununla ilgiliydi.
Zarrab’ın 29 Kasım günü tanık sıfatıyla başlayan ifadesi 8 gün sürdü. ABD Cezaevleri Bürosu'nun internetteki kayıtlarına bakıldığında Zarrab'ın 8 Kasım'da serbest bırakıldığı görülüyor. Zarrab savcılık makamıyla anlaşma sağlamıştı.
Davadaki bir diğer isim Mehmet Hakan Atilla, 23 Mart'ta Halkbank adına görevli olarak ABD'ye gitti. 27 Mart'ta işlerini bitirdikten sonra geri dönmek üzereyken New York'taki JFK Havalimanı'da gözaltına alındı. Bir gün sonra New York'taki Metropolitan Correctional Center cezaevine gönderildi.
‘Razzab dosyası FBI, CIA, ABD yargısının işbirliğidir’
Davanın görülmesine New York'ta 27 Kasım 2017'de başlandı. Hakan Atilla'nın ifadesi 20 Aralık'ta sona erdi.
İddianamede Atilla'nın ve Zarrab’ın yanı sıra eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın da bulunduğu toplam 9 kişiye yönelik suçlamalar yer alıyordu. Sanıklar arasında Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan, Halkbank eski yönetici Levent Balkan ve Zarrab'ın şirketlerinde çalışan Abdullah Happani vardı. İddianamede sanıkların yaptırımları delmek için kurdukları sistem anlatılmıştı ve yine iddiaya göre sistemin işlemesinde Türkiye'de üst düzey hükümet yetkililer yardımcı olmuştu.
Dava görülürken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın da isimleri tanık ifadelerine geçti. ABD’deki mahkeme salonunda 17 ve 25 Aralık 2013'teki soruşturmalar kapsamında yapılan telefon dinlemeleri de dinlendi.
Türkiye, davayı "kendisine dönük açık bir kumpas" olarak gördü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarını örnek vererek "tarihin en büyük tuzaklarından biri" olarak tanımlamış ve aynısının ABD'de tekrarlandığını ifade etmişti. Yine o dönem Başbakan Yardımcısı olan Bekir Bozdağ, "Bu davanın siyasi olduğu çok net ortadadır. Bu dava, FETÖ'yle (Fethullahçı Terör Örgütü) FBI, CIA ve ABD yargısının işbirliğinin somut bir ispatıdır" demişti.
İran'a yönelik yaptırımların delinmesi sürecinde rol oynadığı gerekçesiyle yargılanan, ABD’de 28 ay tutuklu kalan Atilla'yı Türkiye'ye gelişinde ailesi ve Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak karşılamıştı. 24 Temmuz 2019’da Türkiye'ye dönen eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla Borsa İstanbul Genel Müdürü olarak atandı.
Amerika Atilla’ya niye karşı?
Atila, 2022 yılında Doğan Kitap’dan “Amerika Atilla’ya Karşı” adlı bir kitap da yazdı. 384 sayfalık kitabın tanıtım bülteninde “Amerika Atilla’ya Karşı, kariyerinin zirvesindeki bankacının hayata tutunduğu iki buçuk yılın etkileyici hikayesi” ifadeleri yer alıyor.
Atilla'ya ABD ve özellikle de "ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma", "Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma", "bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma", "bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma", "kara para aklama" ve "kara para aklamak için kumpas kurma" suçlamaları yöneltildi. Jüri, Atilla'yı bir tek kara para aklamadan suçlu bulmadı.
Hakan Atilla halen Türkiye’de yaşıyor. İsmini en son 1 Mayıs 2023’te Kıbrıs’a gitmek üzere çıkış yaparken pasaportuna el konulduğunu yazdığı sosyal medya paylaşımıyla duyurdu. Atilla, “Sebep ne belli değil, yasağı koyan kim belli değil. Havaalanlarında alıkonmaya ben alıştım da aileme ayıp oluyor. Ülkemize yıllarca hizmet ettik, onu el üstünde tuttuk, savunduk, koruduk. Karşılığında gördüğümüz muamele alanlarda alıkonma. Keser döner sap döner gün gelir hesap döner" ifadelerini kullanmıştı. Atilla’nın pasaportunun 2 yıl önce iptal edildiği ortaya çıkmıştı.
‘Türkiye’den çıkan parayla ne yaptığını bilemeyiz, neticede bizi ilgilendiren tarafı yok’
Hakan Atilla, “Rıza Zarrab’la hiç görüştünüz mü?” sorumuza “Yok, görüşmedim. Neden görüşeyim? Benim onla bir muhataplığım yok ki, oturup konuşayım?” diye yanıt verdi.
Atilla’ya Zarrab’ın kendisi hakkında mahkemede "Yaptırım kuralları hakkında bankadaki en bilgili kişi. Oluşturduğumuz yapının Amerikan yaptırımlarıyla uyumlu gözükmesi için katkıda bulundu" sözlerini hatırlattığımızda ise şöyle yanıt verdi:
“Onun söylediği (Rıza Zarrab) yalan dolan hikayeler. Bankadaki işleyişin nasıl olduğunu herkes bilir, operasyon bölümü ayrıdır, benim bulunduğum yer ayrıdır. Sapla samanı birbirinden karıştırıp, oradaki savcıların istediği şekilde ifade veriyor. Bir de onun yaptığı işin, kendi itiraf ettiği, işlediği, detaylandırdığı şeylerin de kara parayla bir ilgisi yok. Kara para olması Amerika’nın uydurduğu bir şey. Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmediği için kara para diye nitelendiriyor ama neticede kaynağı belli para. Satılmış petrolün gelirlerinin elde ettiği, nerden alındığı, nereye satıldığı belli bir para. Yasaklı olmayan, vergiye tabi olmayan bir işlem.”
“Amerika, İran’ın gelirlerini istediği gibi kullanmasını engellemek istedi. Yaptırımları koyma sebebi o. Elde ettiği petrol gelirlerini kullanmasına müsaade etmemek. Türkiye’yle ilişkilendirdiği kısmının kara parayla ilgisi yok. Türkiye’den çıktıktan sonra ne yaptığı, hangi ülkelere transfer ettiği, hangi şirketlerden, nerden ne aldığı, verdiğini bilme şansımız yok. O kısımlarına yorum yapamıyorum. Çünkü bilgimiz dahilinde değil. Neticede adamlar petrol satıyor, ülkenin de bilinen kurumlarına satıyor. Bu kurumlar da petrolün parasını onların hesaplarına yatırıyor. Hepsi resmi kayıtlara giriyor. Yine resmi kayıtlarla adama altın satıyor, altın sattığı adamların ödemelerini yine banka üstünden yapıyor. Dolayısıyla bunun beni ilgilendiren bir tarafı yok, Türkiye’yi de ilgilendiren bir tarafı yok. Sonra o parayı İran’a gittikten sonra ne yaptığı o bizim konumuz değil. Oradan sonra kara parayla ilgili bir şey yapılıyorsa onu görmedik.
‘Paranın kaynağı belli sadece yapmadığı işi yapıyormuş gibi gösterdiği belgeler sahte’
Ondan sonraki kısmına gelirsek, gıdaya geçtiğinde yani yaptırımların kapsamı değiştikten sonra yaptığını iddia ettiği ama aslında yapmayıp da bankaya sahte evraklarla veya işte sahte denetim belgeleri düzenleyerek yapıyormuş gibi gösterdiği bir süreç var. Onda da yine paranın kaynağı kara para değil. Kaynağı belli. Sadece onların kullanımına serbest bırakılması için ibraz ettiği belgeler sahte. Yaptırım bizi ilgilendirmiyor ki, bizimle alakalı bir konu değil. Bizi zerre kadar ilgilendirmiyor! Amerika’nın kendi kendine kurduğu bir kural. Kimseyi bağlamaz. Türkiye şimdi herhangi bir ülkeyle farklı bir konjonktürde olsa, o ülkeye karşı yaptırım uygulasa, İrlanda, Amerika, Somali vatandaşından ona ne? Amerika’nın söylediği şey bir bankacılık standardında norm ya da kabul görmüş bir şey değil ki… Yani bir bankacılık kuralı değil. O ülkenin dış ticaret politikasıyla aldığı bir karar. Buna riayet edersiniz, etmezsiniz. Etmediğiniz takdirde Amerika’yla olan ticaretinizde sorun yaşarsınız. Bu da sizin takdiriniz.
‘ABD’de mahkemeyle anlaşan onların istediği şeyleri söyler’
Bizim onla öyle bir samimiyetimiz, diyalogumuz yoktu. (Rıza Razzab’la)
ABD’nin çıkarı çok net. İran’ın petrol gelirlerine erişimini engellemek. İkinci de onun üzerinden Türkiye’ye bir baskı unsuru yaratıyor. Ortaya attığı iddiaların çoğu bana göre temelsiz. Belki Türkiye’den para koparmanın peşindelerdi. Çünkü oranın adalet sistemi neredeyse sanayi gibi çalışıyor. Para basıyorlar. Ona buna, kendi ülkeleriyle ilgisi olmayanlara dava açıp, ordan burdan para topluyor. Bu zorbalıkları Türkiye’ye mahsus değil. Daha önce Çin’e de yaptılar. Çinli bir teknoloji devinin de CEO’sunu tutuklamışlardı. Başka ülkelerin de gene üst düzey bürokrat veya konuyla ilgili buldukları insanları tutukluyorlar. Böyle bir kafa yapıları var. Sanki dünya üstündeki ekonomik faaliyetler onların kontrolünde olmak zorundaymış gibi.
Siz öyle kendi ifadenizi verip de savcılar evet, tamam, olaylar böyleymiş demiyor. Anlaştığınız zaman onlar ne istiyorsa onu söylüyorsunuz. Anlaşmanın şartı o. Anlaşan bir kişinin oradan çıkabilmek için içinde bulunduğu şartlarda söylediği doğrular da olabilir ama doğruların yanında onların ilave ettiği detaylar da olabilir. Benim tutuklu kalmama neden olan onlar. Konunun benle alakası olmamasına rağmen başkalarıyla yaptığı hikayeleri anlatıp beni mahkûm ettirdiler. Bilgi vermek gibi bir mekanizma yok orda. Savcılıkla ya anlaşırsınız ya anlaşmazsınız. Savcılık makamıyla anlaşırsanız Zarrab gibi onların istediği şekilde ifade verirsiniz. Anlaşmazsanız, hakkınızı savunursunuz, mahkemeye gidersiniz, mücadele edersiniz. Kim iddia ediyor, neresinden uyduruyor bilmiyorum ama kapalı kapılar ardında anlaşma yapma, bilgiler vermek gibi sistem yok orda. İsteseniz de yapamazsanız.
Şu an bir yerde çalışmıyorum. Birikimlerimiz var. Emekliyim aynı zamanda. Kira gelirlerimiz de var.”
‘Yaptırımlar delinirken şahıslara servet aktarımı yapıldı’
Mesele bu kadar basit mi? TÜKONFED (Tüketici Konfederasyonu) Bankacılık Komisyonu Başkanı ve eski Halk Bankası Şube Müdürü Hüseyin Ölmez’e Zarrab dosyası için konuştuğumuz insanların ‘Sadece yaptırımlar delindi, para bizden çıktıktan sonra gerisi bizi ilgilendirmez’ ifadelerini aktardığımızda ise şöyle yanıt verdi:
“Konuştuğunuz insanlar birinci tarafı kullanıyorlar. Evet, birinci aşama İran’a yapılan yaptırımları delmek. İkinci aşama ise buradan gelir sağlamak. Bu aşama anlaşılabilir bir aşama ama ancak uygulama böyle olmadı. Yaptırımlar delindi, yaptırımların delinmesi karşılığında elde edilen paralar Türkiye yerine şahısların hesaplarına aktarıldı. Ben eski Halk Bankası müfettişi, şube müdürüyüm. Burada Eski Genel Müdür muavinin de kullanıldığını, kişisel bir şeyler temin etmediğini, ettiyse de belirgin bir şey olmadığına inanıyorum. Burada asıl sıkıntı İran’a olan yaptırımlar delinirken Türkiye Cumhuriyeti hazinesi yerine bu şahıslara servet aktarımı yapıldı. Konuştuğunuz insanlar birinci tarafı kullanıyorlar. Dövize ihtiyacınız var, sıkıntınız var ama o döviz Türkiye Cumhuriyeti’ne girerken şahısların hesabından transfer edildi. Siz gazetecilerin tespit ettiği, basına yansıyan altın transferleri yaşandı. Ülkemiz fayda yerine zarar gördü.
‘Servet transferine göz yumuldu hatta teşvik edildi’
Zafer Çağlayan ve diğerleri küçük paralarla oynanan tipler. Olayın boyutunu düşünüyorsak, mahiyetindeki paraya göre taşıdıkları makamı kullandılar, bu zararın verilmesine sebep oldular. Zamanaşımı sürecinin kesilmesi gerekir. Hem ülkemizin onuru zedelendi hem de ülkemizin çok büyük paraları transfer edildi. Diğerleri de memur ve görevli olarak bu konuda… Ne diyeyim, Zarrab’ın çok çirkin bir lafı vardı, çok özür dilerim. ‘O... ile memurun hakkının zamanında verilmesi lazım’ gibi çok çirkin bir lafı vardı. Oradaki memur oldular, maalesef…
Dünyadaki bütün bankacılık sektörleri bu tür transferlere uygundur. Sadece bizde değil. Bakın ben Halk Bankası’nın özelleştirmesini iptal ettiren görevlisiyim. Sonra beni tapuya müfettiş olarak sürdüler. 2006 yılında bir Alman bankasına satışının basına çıkması üzerine Danıştay’da dava açıp, satışının iptalini sağlayan Halk Bankası çalışanıyım. O dilekçemi geri çekmediğim için beni ihtiyaç fazlası personel yapıp, tapu ve kadastro müdürlüğü emrine müfettiş olarak gönderdiler. Zaman zaman bu uygulamaları gördükçe pişman olurum ama burada maalesef ‘memur hakkını aldığı için’, uygulama denetlenmediğinden bizim göz bebeğimiz bir banka dünyada rezil edildi. Göz yumulduğundan hatta daha söyleyeyim teşvik edilmesi nedeniyle bu sıkıntıları yaşadık.
‘Kaynağı belirsiz para ülkeler için saatli bomba’
İsviçre örneği çok özel bir örnektir. Dünyada ikinci bir ülkede yapılması mümkün değildir ama buradaki temel konu Türkiye, İsviçre olabilir mi? Olamaz. Bankaların klasik fonksiyonu vardır. Tasarrufları toplayıp, üretimi, ticareti finanse etmektir. İsviçre’de böyle bir sorun yoktur. İsviçre’de birikimler tasarruf oranı son derece yüksek ve yabancı tasarruftan da yararlanmaktadır. Yabancı tasarruftan yararlandığında dışardan gelen parayı önce kendi sanayisine, ticaretine, turizmine aktarır. Sonra bütün dünyaya bir şekilde kredi diye aktarır. Türkiye’nin böyle bir yapısı maalesef yok. 2002 Şubat, Kara Çarşamba krizinden sonra Türk Bankacılık sisteminde ciddi değişiklikler yapıldı. Macro anlamda bizim bankalar güvenliği ön sırada olan bankalardır. Micro anlamda yapılanmaları o kadar bozuldu ki, yapılanmaları tüketici finansmanına yönelik bozuldu. Bizim ülkemizde sıkıntı, paradan para kazanma güdüsüyle harekettir. O nedenle bizim ülkemizdeki mevcut bankacılık sistemi bizim ne ticaretimizi ne tarımı ne de diğerlerini benzeri rakip ülkelerdeki şekilde finanse edemez.
Evet, dünyada özel bölgeler var ama para transferleri ülkeler arasında yapılıyor. Örneğin Malta’da, İngiltere’de var. Offshore şirketin, bankanın dünyanın herhangi bir yerinde bulunan bir ticari bankasının üzerinden hesaplarınızı hareket ettiriyorsunuz. (Offshore hesap- Offshore Account, kullanıcının ülkesi veya ikamet ettiği ülke dışında belirlenen varlık ve yatırımlara sahip olan yabancı bir banka hesabı) Örneğin Türkiye’de Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili bir tartışma olmuştu. Malta’dan para gelmedi. Para yine aynı bahsettiğimiz bir bankanın şubesinde oradaki offshore şirketin hesabından buradaki başka bir offshore hesaba geçti. Paralar yine milli sınırlar içinde hareket ediyor ama hesap sahipleri offshore firmalar. Ekonomiler için bu bir saatli bomba. Bir kere paranın kaynağını bilmiyorsunuz. O paranın ne zaman, nereye, nasıl yöneleceğini de bilmezsiniz. Ülke içinde bir karmaşada kullanılma ihtimali de her zaman vardır.”
‘Para karşılığı altın’ sistemi nasıl işliyordu?
8 Kasım'da serbest bırakılan Zarrab’ın savcılıkla yapılan bir dizi toplantının ardından 26 Ekim'de anlaşmayı imzaladığı biliniyor. Buna göre, Zarrab, kendisine yöneltilen tüm suçlamaları kabul etti. Suçlamalara ek olarak bir de cezaevinde rüşvet verdiğini de itiraf etti.
Peki Zarrab neler iddia etmişti? Bahsi geçen işlemler için eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış'tan yardım istediğini, Halkbank için de eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'a "rüşvet verdiğini" iddia etti.
Zarrab, Halkbank ile iletişimin kurulması için Çağlayan'a 45-50 milyon euro, 7 milyon dolar ve yaklaşık 2,5 milyon Türk Lirası rüşvet verdiğini kaydetti. Bunlar dışında Çağlayan'ın ailesine de ödeme yaptığını söyleyen Zarrab, eski bakanın İran'a para transferi karşılığında elde edilecek kârı yüzde 50-50 paylaşmak istediğini de iddia etti.
Zarrab'ın anlatımına göre, kısaca "petrol karşılığı altın" olarak adlandırılan sistem şöyle işliyordu:
İran, Türkiye'ye ham petrol ve doğalgaz satıyordu. Türkiye ise yaptırımlar nedeniyle, satın aldığı petrol ve doğalgaz için yapması gereken ödemeyi doğrudan İran'a gönderemiyordu. İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) petrolün satışını Tüpraş'a, gazınkini ise Botaş'a yapıyordu. İran, Türkiye'de Halkbank'ta bir hesap açtı. Türkiye, ödemeyi buradaki hesaba yatırdı. Daha sonra bu hesaptaki paralar, Zarrab'ın şirketlerine aktarılıyordu ve bu şirketler üzerinden altın satın alınıyordu. Bir sonraki aşama ise bu altınların Türkiye'den Dubai'ye ihraç edilmesi ve burada yeniden nakde çevrilip, çantalarla İran'a taşınmasıydı.
Böylece aracılar üzerinden para hareketleri sayesinde defalarca işlem yapılmış oluyordu.
2012 yılında ise yaptırımlar üzerine ABD tarafından yeni düzenlemeler yürürlüğe girdi. Buna göre İran'ın bir başka ülkeye sattığı enerji ürünleri karşılığında alacağı ödemeleri yine o ülkede ve sadece gıda veya tıbbi malzeme alımında kullanmasını öngörüyordu.
Zarrab ve diğer sanıklar, bu düzenlemeyle bu kez altın ihracatı yerine kâğıt üstünde yapılıyormuş gibi gösterilen başka bir ticarete yöneldi. Türkiye ve Dubai üzerinden İran'a ‘buğday ticareti’ yapmaya başlandı. Sözde buğday ticaretiyle İran'ın hesaplarından alınan para yine Zarrab'a ait şirketler üzerinden dolaştırılarak tekrar İran'a gönderiliyordu.
‘Anlaşma yaptığında bana ihtiyacı kalmamıştı’
Zarrab'ın o dönemki avukatı Şeyda Yıldırım’a ulaştık. Hakan Atilla’nın iddia ettiği gibi hakikaten de Zarrab mahkemede birtakım hikayeler mi uydurmuştu? ‘İddia edildiği üzere ABD’deki adalet sisteminde anlaşma yaparsınız ya da yapmazsınız. Anlaşma yaptıktan sonra onların dediği şeyleri de yapmış gibi konuşursunuz. Onlar ne derse mahkemede onu söylersiniz. Hakan Atilla bunları söyledi’ ifadelerimize “Doğrudur” yanıtını verdi.
Sorumuza kaldığımız yerden devam ettik: İddia edildiği gibi Reza Zarrab doğru söylediklerinin yanında hikayeler mi uydurdu? Razzab’ın son durumu hakkında bilginiz var mı? Bu söylenenlere ne diyorsunuz?
“Yorum yapabileceğim bir konu değil, içinde olduğum bir konu değil. Ben hiç bu soruyla karşı karşıya kalmak bile istemem. Onun anlaşma yaptığı süreçte ben döndüm zaten. Ondan sonra olanların hiçbirini bilmiyorum. Bana ihtiyacı kalmadığı için döndüm.” (Haber Merkezi)