CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, TV 5’te “Kulis Ankara” programında, gazeteciler Mustafa Yılmaz ve Sedat Bozkurt’un sorularını yanıtladı. Kılıçdaroğlu’nun soruları verdiği yanıtlar şöyle:
NİYE LONDRA’YA GİTTİ, PARA DİLENMEYE: (Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin Londra ziyareti): Londra’daki tefecilere gitti. Niye Londra’ya gitti? Para dilenmeye. Parayı nereden bulacağız diye. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir itibarı vardı. Şehit kanı var her karış toprağında. Biz milli mücadelemizi beraber verdik. Uşak Şeker Fabrikası yumurta satılarak kuruldu. Kayseri’de uçak fabrikasının temeli atıldı, 1920’lerde… Kendi tarihimizi evlatlarımıza doğru dürüst öğretmiyoruz. Kaçırılan sanayi devrimini genç cumhuriyet evlatları öğretmeye çalıştı. Kırıkkale’de entegre silah sanayini kurdular. Bütün bunlar ortadayken kimseye gidip ele avuç açmadık. Şimdi biz, Yenişafak’ın manşetiydi Birleşik Arap Emirlikleri için, ‘Şerefsizler’ ifadesini kullanmıştı. Ne oldu? Oraya gittiler, ne için, para için. Türkiye böyle bir yönetimi hak ediyor mu? Neden bu hale Türkiye’yi düşürdüler. Her saniye, her dakika, her saat, her gün, her ay ödedikleri faizi açıkladım. Milyon dolarla faiz ödedik biz. 198 milyar dolar faiz ödedik biz Londra’daki bir avuç tefeciye. Kim ödedi? Bu milletin fakir, fukarası ödedi. Faize karşıyım diyor. Temel Bey, ben, Meral Hanım mı ödedi bu faizi? Neden bu borç paraları aldınız, hadi ülkeyi kalkındırmak için aldınız. Hangi kalkınma, Keban, Atatürk Barajı mı yaptınız? Türk Telekom gibi şirket mi kurdunuz? Getirisi ne oldu? ‘Politika faizini indiriyoruz’ dediler. Kredi kartı faizi indi mi? Tam tersine arttı. Ticari kredi alın, eskiye göre arttı mı? Arttı. Bütün faizler yükseldi. Bütün faizler yükseldiyse erdem sahibi kişi görevini bırakır. Merkez Bankası’nın politika faizini indirdin, hiçbir banka indirmedi artırdı, vatandaş daha yüksek faize muhatap oldu. Ben görevimi bırakıyorum’ der. İzzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten demesi lazım. Orada duruyorlar. Şikayet ediyorlardı, şimdi oraya gittiler, el avuç açmaya. Dayattılar yabancılar. Merkez Bankası’ndaki bizim verdiğimiz paraları haczetmeyeceğinize dair kanunu değiştirin, ondan sonra size swap açacağız’ dediler. Kanun değişti mi, değişti. Ne için yapıyorsunuz dedik, ses çıkarmadılar. 600 kişilik parlamento bir yabancı ülkenin talebinin yerine getirilmesi için el kardırdı, indirdi. Bu mudur Türkiye’nin itibarı. Bakın bankalara kar rekoru kırdı. Düşük faizle Merkez Bankası’ndan alıyorsun, yüksek faiz ile Hazine’ye satıyorsun, oradan kar ediyorsun. Parayı veren kim, Merkez Bankası, parayı kime veriyorsun, Hazine’ye. Oradan da faiz alıyorsun. Buradan alıyorsun 100 lira, 50 lirayı oraya veriyorsun. 50 lira kazanıyorsun. Hiçbir üretim yapmadılar. Böyle ekonomi yönetilir mi? Yönetilmez. Pahalılık var. Zam üstüne zam geliyor. Dünyada enflasyon çok yüksek. Venezüella’dan sonra en yüksek enflasyon bizde. Enflasyon en haksız vergi demektir. Bir ekmeği alan ile 100 ekmeği alan, varlıklı olan bir kişi ile hiç geliri olmayan bir ekmeğe aynı vergi ödüyor.
ESNAFA BAKIN. ELEKTRİK FATURALARINI ARTIK VİTRİNE KOYUYOR: Elektrik, petrol, doğal gaza zam gelebilir. Maliyetinizi ekliyorsunuz. Orta sınıfı yok ettiler. Esnafa bakın. Elektrik faturalarını artık vitrine koyuyor. Vatandaş artık cesaretli olmaya bizim verdiğimiz mücadeleler sonunda başladı. Hani derler ya bıçak kemiğe dayandı. ‘Artık bu saatten sonra ne olacak, canımı mı alacaklar’ diyor. Bin liraydı elektrik parası. Şimdi geldi beş bin lira. Nasıl geçinecek bu adam? Akıl var mantık var, yine aynı şekilde, elektrik faturası lokantaya gelen 28 bin 165 lira. İstanbul Ekmek fabrikasına ekim ayında 202 bin 974 lira, ocak ayında 755 bin 127 liraya çıkmış. Bunu dış güçler mi yaptı? Kim yaptı? Ya da Bay Kemal mi yaptı?
BOZDAĞ YUKARIDAN GELEN TALİMATLARI UYGULAR: (Adalet Bakanı’nın değişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?) Görevinden affını isteyen eski Adalet Bakanı az konuşan, yeri zamanı geldiğinde arada bir de olsa hukukun üstünlüğüne vurgu yapan. Toplumun hemen hemen her kesiminin biraz dikkatle dinlediği bir kişiydi. Onun yaşanan hukuksuzluklar karşısında ‘Artık benim Adalet Bakanı olmam doğru değil’ deyip görevden affını istemiştir. Benim düşündüğüm bu. Buna zemin hazırlayan ortam var mı, var. Daha önce adalet reformu diye bir sürü çalışmalar yapıldı, parlamentoya geldi, AK Parti grubunda açıklandı. Sayın Erdoğan çıktı açıkladı. Adalet Bakanı açıkladı. Nerede bu adalet reformu? Tam tersine deform çıktı ortaya. Adalet her seferinde ivme kaybetti. Öyle bir pozisyonda bir kişinin ‘Bu koltukta oturayım’ demesi doğru değildi. Sayın Erdoğan’ın beklentilerini karşılayacak bir isim geldi dersek daha doğruyu söylemiş oluruz. Sayın Bozdağ yukarıdan gelen talimatları uygular. İtiraz hakkı söz konusu değil. Sayın Bozdağ için tek başına söylemek de doğru değil. Bütün bakanların hiçbir işlevi yok aslında. Bakanlık bakan yardımcıları tarafından büyük ölçüde yönetiliyor. Talimatlar onlara veriliyor. Bakanlık göstermek için bir koltuk, koltukta oturan bir bakan. Saraydan gelen görüşleri dillendiren kişiler olarak tanımlamak lazım. Bakanları kötü gördüğümüz için söylemiyorum. Yaratılan sistem sadece bir kişinin konuştuğu, herkesin o söylemi tekrar ettiği sistem.
ÇİFTE STANDART NEDİR?: (Bahçeli’nin ‘AYM’nin kapatılması’ talebi) O da ayrı. Arada bir aksi karar veriyor ya. O zaman ‘Kapatmamız lazım’ diyor. Bakın Erdoğan benim hakkımda tazminat davası açmıştı. Bütün mahkemelerde kaybettim, AİHM’de kazandım. Bana 13 bin euro para ödendi. 13 bin euro. Hadi uymasaydı. Niye uydu? Parayı bana ödüyorsun, yeri geldiğinde ‘AİHM’in kararına uymam’ diyorsun. Ne için? Bu çifte standart nedir? Çünkü Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü yoktur. ‘Hakimler vicdanlarına göre değil benim istediğime göre karar veriler.’ Erdoğan bunu bütün dünyaya ilan etti. Biz bu gerçekten yola çıkarak diyoruz ki ‘Sandığı getir.’ Milletin hakemliğine başvuracağız. ‘Korkma kardeşim getir’ diyoruz.
O DA SARAYDAN TALİMAT ALIYOR: (Bahçeli’nin ‘Gerekirse yasal düzenleme yaparız’ açıklamaları) Bahçeli’nin şöyle bir özelliği var. CHP’nin kendisinin hedef almasını ve onunla bir tartışma zemini yaratılmasını istiyor. Bu onun işine yarayacak. Biz oradan kaçınıyoruz. Ciddiye almıyoruz. İstediği kadar eleştirsin. O da saraydan talimat alıyor. Talimatın gereğini yapıyor. Saray eleştirmiyorsa, o eleştiriyor. O eleştirmediği zaman rolü saray alıyor. Bu sefer o eleştiriyor. Bizim için iktidarın tepesindeki insan önemlidir. Türkiye yönetiminde karar alan odur. Onun aldığı kararlar lehte ise alkışlarız. Demokrasiye uygunsan alkışlarız. Halkın lehine değil demokrasinin aleyhineyse elbette eleştiririz. Bu da bizim hakkımızdır. Eleştirmeyin diyebilir, eleştirenlere gözdağı verebilir. Bunlar bizi yıldırmaz. İnandığımız bir yol vardır. Demokrasidir. Demokrasini bu ülkeye gelmesi lazım. Demokrasi istemek bedel ödemeyi gerektiriyorsa, onu daha önce de söyledim bedel ödemeye hazırız. Yeter ki ülkeye demokrasi gelsin. Sayın Bahçeli de biliyor ki Anayasa değişmeden aslında Erdoğan bir daha cumhurbaşkanı adayı olamaz. Süresini beklerse. İki yıllık süre dolarsa. Bunu ifade ediyor. Biz bunu değiştireceğiz diyor. Güçleri yetiyorsa getirsinler parlamentoya. Önergeyi MHP de hazırlayabilir. AK Partiye jest olsun diye ‘Seni önergeni ben vereceğim’ diyebilir yani.
ALTI LİDERİ BULUŞTURAN DEMOKRASİ TALEBİ: Toplantıyı (Altı siyasi parti genel başkanının toplantısı) Ankara’da yapacağız. Daha önce liderlerle zaman zaman buluştuğumuz bir mekan. Çankaya’da bir yerde yapacağız. Yuvarlak masa etrafında oturacağız. Önemli çalışma yapıldı. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin kamuoyuna sunulması lazım. Oturup karar alacağız. Bunu konuşurken doğal olarak ekonomi ve dış politika gündeme gelebilir. Altı lideri buluşturan da demokrasi talebidir. Daha iyi yönetilen Türkiye talebidir. Türkiye’de elektrik zamları var. Ekonominin kötü yönetildiği var. Bunlar da tartışılabilir. Görüş olarak ifade edilebilir. Birbirimize görüşleri aktarabiliriz. İkinci adımı ne olmalı? Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi açıkladık, arkadaşlar tekrar şu konuda bir araya gelebilir. Genel başkan yardımcıları otursunlar, o konuları çalışsınlar. Tekrar genel başkanlara bilgi sunsunlar. Tekrar o netleştikten sonra genel başkanlar bir araya gelsin, onu kamuoyuna paylaşalım diyebiliriz.
EKONOMİ DE KONUŞULACAK: (Bir ittifak mekaniği çalışmaya başlıyor mu?): Çalışıyor, hiçbir sorun yok. Bütün parti liderleri iyi niyetli. Bizim bir arka planı düşünme şansımız yok. Ülkenin içine düştüğü bu bataktan Türkiye’nin çıkması lazım. Ekonomi, sosyal yaşam, demokrasi, insan haklarını alın her alanda sorun var. Sorunsuz hiçbir alanımız yok. Her alandaki sorun çözüleceğine daha da derinleşiyor. İnsanlar sıkıntıyı büyük ölçüde yaşıyorlar. Bugün de söyledim, daha önce konuşurken mutfaklarda yangın var diyorduk, şimdi her odada yangın var. İnsanlar televizyon ışığında oturmaya başladılar. Bir araya geldiğimizde ekonomi de konuşulacak. Buradan nasıl çıkılacak konuşulabilir.
DÜŞÜNCE JİMNASTİĞİ YAPILABİLİR: (Seçimden sonrası için o masaya somut şeyler gelecek mi?) Güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili görüş alışverişi netleşti. Nerede paylaşacağız bu konuyu? Çözmemiz gereken sorun bu. Bunu çözeceğiz, uzun süre almaz. Kısa, beş on dakikalık konuşma. Diğer liderler belki ekonomi konusunu gündeme getirirler, başka konuyu gündeme getirirler. Düşüncelerimizi ifade ederiz. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin dışında başka bir alanda yoğunlaşalım mı, altı siyasi parti. Örneğin iktidar olduğumuzda önceliklerimiz neler olacaktır? Ekonomi, sosyal yaşam, sosyal politikalar konusunda neler olacaktır? Belki bunlar üzerinde düşünce jimnastiği yapılabilir.
İLK KEZ FOTOĞRAF VERECEĞİZ, ALTI GENEL BAŞKAN OLARAK: Ben sağduyunun egemen olacağını ve Türkiye’nin yaşadığı bütün sorunların demokratik yollarla çözülebileceğini, ekonominin de bu bağlamda sorun olmaktan çıkacağını düşünüyorum. Bütün bu imkanlar var, yönetemiyorlar. Türkiye iyi bir yönetimi hak ediyor. İlk kez fotoğraf vereceğiz, altı genel başkan olarak. Bence bu fotoğraf da son derece değerli bir fotoğraf. O fotoğrafta demokrasiyi isteyen liderler bir arada olacak. Sadece bizim açımızdan değil dünya demokrasi tarihi açısından da önemli bir fotoğraf olacaktır. Görüş farklılıklarımız olmasından doğal bir şey yok. Her partinin kendi programı, dünyaya bakışları var. Her parti bağımsızdır. Ortak paydamız var. Demokrasi, insan hakları, devletin saydamlığı, adalet. Din ve vicdan özgürlüğü. Türkiye açısından da bu son derece önemli. Yıpranan bu değerlerin tekrar inşasını öngörüyoruz: Yeniden bir araya geliyoruz. Bizim ülkemizde demokrasi, adalet, insan hakları niye olmasın. Bunlar olmalı ki Türkiye büyümeli, gelişmeli. Bu ülkede siyasal partilerin farklı düşünseler bile demokrasi konusunda bir araya gelmelerinden doğal olan ne olabilir. Bugün doğal olanı bile ‘acaba bir araya gelecekler mi?’ diye düşünüyoruz. Öyle bir atmosfer var ki. Altı partinin yan yana gelip demokrasiyi savunması olağanüstü olay gibi görülüyor.
‘KAZANIMLAR ELİMİZDEN ALINIR MI?’ ASLA ALINMAZ: Birinci sınıf demokrasinin içinde din ve vicdan özgürlüğü, adalet, düşünceyi ifade özgürlüğü, siyasetin ahlaklı olması var. Siyaset ahlakı kaybederse, ahlakla siyaset uzlaşmazsa siyaset bir soygun aracına dönüşmüş olur. Biz bunların tamamını bitirmek istiyoruz. Kimse şunu düşünmemeli. ‘Bir kazanımım vardı, elimden gidecek mi?’ Örneğin başörtüsü olayı. Niye olsun? Başörtüsü. İster sokakta, ister kamu kurumunda rahatlıkla var. Niye geri adım atalım. Bu kazanımı büyütmeliyiz. Kimsenin en ufak tereddüt duymasını istemem. Tereddütte gerek de yok. Zaten orada muhafazakar partiler var. İttifakın içinde zaten. İttifakın içinde olan parti kalkıp da geçmişte muhafazakar partilerin elde ettiği kazanımlar… ‘Hadi geriye dönelim. Bunlardan vazgeçelim’ diyebilir mi? Eşyanın tabiatına aykırı. Orada İYİ Parti, Demokrat Parti’nin, Saadet’in, DEVA veya Gelecek’in olması değerlidir. Kazanımları insan hakları ve demokrasi bağlamında büyütmemiz lazım. Endişeli muhafazakarlar, ‘Acaba kazanımlar elimizden alınır mı?.’ Asla alınmaz, kimsenin endişesi olmasın. Tam tersine yeni haklar ve özgürlük alanları açılır. İnsanlar daha rahat düşünür, sohbet eder, siyaset kurumunu eleştirirler. Helalleşme olacak. 28 Şubat’ta mağdur olanlar. Başörtülü olduğu için üniversiteden atılanlar. İkna odalarına alınanlar. Bunlarla toplumun oturup helalleşmesi lazım. Bizim oturup hepimizin helalleşmesi lazım… Toplumun helalleşmesi lazım bu insanlarla.
HİÇ OLMAYAN ŞEYİ TARTIŞIYORLAR: (CHP içinde İstanbul Ankara rekabeti var mı? Adaylık yarışı var mı?) Güzel hizmetlerde rekabetse olmasını isterim. Adaylık konusunda hayır. Belediye başkanlarımız kendilerini kente adamış durumdalar. Güzel hizmetler yapıyorlar. Zaman zaman hava koşulları nedeniyle ufak tefek aksaklıklar oluyorsa da onu bir şekilde gideriyorlar… Isparta’daki olay olduğunda Antalya Büyükşehir Belediye Başkanımız Ispartalılara sıcak yemek ulaştırma konusunda hala çalışıyor. Araçları var. İnsani yardımı ulaştırmak konusunda her türlü yardım da yapılıyor. Havuz medyası zaman zaman belediye başkanları arasında çatışma var… Benimle belediye başkanı konuşmuyor… Bunların tamamı asparagas. Nasıl bunları üretiyorlar? Emin olun ben bile şaşırıyorum. Bakıyorsunuz. Hiç olmayan bir şeyi dört, beş saat tartışıyorlar. Hayret ediyorum. Nasıl oluyor? Gündem oluşturmaya mı çalışıyorlar, başka bir şey yapmaya mı çalışıyorlar? Fakat bizim aramız gayet iyi. Oturup konuşuyoruz, yeri geldiği zaman sohbet ediyoruz. Çünkü teknik imkanlar da buna imkan veriyor. Gerekirse Zoom üzerinden de görüşüyoruz.
SANKİ EKREM BEY İLE BAŞLAMIŞ GİBİ PROPAGANDA YAPILIYOR: (İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile yemeği): Bir büyükelçi sizden randevu isterse, randevu verirsiniz. Herhangi bir önemli bir kişi. Bakan olabilir, belediye başkanı olabilir. Randevu verirsiniz. ‘Ben seninle görüşmem’ diyemezsiniz. Oturulur, konuşulur, sorular sorulursa cevap verilir. Gayet açık şekilde. İstanbul’u yönetiyorsanız olur. Sayın Yavaş ile de görüşecekler, Sayın Yavaş’tan da randevu istediler. Başka görüşmek istedikleri alan varsa onlarla da görüşürler. Biz büyükelçi neden görüştü, neden görüşmedi sorgulamayız. Bu ziyaretler yeni değil ki. Yıllardır yapılır. Ekrem Bey öncesinde de yapılırdı. Başka ülkeden bakanlar geldiğinde ziyaret edilirdi. İstanbul, Ankara, Antalya sıradan bir yer değil. Bakıldığı zaman kültürel, nüfus, doğal güzellikler açısından buralara büyükelçiler, bakanlar giderler, ziyaret ederler. En iyi bilgiyi kimden alırsınız? Belediye başkanından alırsınız. Yaşadığı sorunları sorabilirsiniz. Sanki Ekrem Bey ile başlamış gibi propaganda yapılıyor.
NE DIŞ MİHRAKI, SENİN AKLIN YOK MU?: Bize dış mihrak çalışmaz. Bunu nokta olarak ifade edeyim. (Dış mihrak var mı?) Yönetimde olmadığım için bilmiyorum. Ama iktidar olsak ne dış mihrakı? Gelip beni etkileyecek! Türkiye’nin çıkarınaysa oturup konuşuruz. Oturur Türkiye’nin çıkarını her ortamda savunursunuz… Yaptığınız işin beceriksizliği sonucu topluma zarar vermişseniz, buradan çıkmak için de ‘Dış mihrak yaptı’ derseniz bunu millete yediremezsiniz. Millet de bunu yemiyor zaten. Ne dış mihrakı kardeşim. Senin aklın yok mu? Onlar mı sana talimat veriyor? Sen onların talimatını mı yerine getiriyorsun, getiriyorsan sen ülkeyi yönetiyorsun demektir.
KİM BU DIŞ MİHRAK?: Erdoğan’ın ve yakın çevresinin, yaptığı hataları ‘kime yükleyebilirim…’ Bir ara CHP’ye yüklüyordu. Vatandaş da sordu, ‘Kardeşim CHP’ye yüklüyorsun ama CHP iktidar değil ki’. Ondan sonra başladı dış mihraklar. Efendim ‘Dış mihrakların oyununu bozduk’. Ne oyunu kardeşim. Bizim üzerimizde oyun oynayabilecek kapasiteye sahiplerse dönüp kendine bakman lazım. Sen demek ki yönetimde zaafın var ki birileri senin üzerinde oyun oynuyor… Kim bu dış mihrak, çıksın söylesin. Trump ‘Senin mal varlığını incelerim’ dediğin andan itibaren çıkıp diyeceksin ki ‘incelemezsen namertsin. Benim milletime vermeyeceğim hesap yoktur’. Dedi mi, demedi. Kimin kimden talimat aldığı çok daha net toplum tarafından bilinir.
EN ACI OLANI İMAMIN DA TORPİLLE ALINMIŞ OLMASI: Devleti partileştirdiler. Devlet ayrıdır, siyasi parti ayrıdır. Siyasi partiler devleti yönetmek üzere halktan aldıkları yetkiyle gelir, beş yıl süreyle devleti yönetirler. Devlette liyakat esastır. Devlette memur olacaksanız KPSS’ye girersiniz, belli bir süre çalışır ve ondan sonra şef olursunuz. Bakan olmanız için iki şeye ihtiyacınız var. İlkokul mezunu olmak ve iyi hal kağıdı. O kadar. Şimdi bu kişi devleti yönetecek. O nedenle devlette liyakat vardır. Akıllı, uygar bir yönetimde devleti yönetmek çok kolaydır. Herkesin görevi bellidir. Vali, general, odacı, daire başkanı görevi bellidir, yönetmelikte vardır. Siz yasa dışı talimat verip görevlerinin dışında işleri yapmasını isterseniz, devlette çürüme başlıyor. Bugün olan gerçek bu. Devlette çürüme. TÜİK’in görevi enflasyon rakamlarını yapar kamuoyuna açıklar, budur rakam der. Ama TÜİK bu enflasyonu değil de saraydan alınan talimat üzerine enflasyonu gösterirse, milyonlarca asgari ücretli, memurun, emeklinin hakkını yemiş olursunuz. TÜİK önüne gitmek benim görevimdi. TÜİK Başkanı neden görevden alındı? ‘Ben kul hakkı yemem’ dedikten sonra görevden alındı. Ondan önce gayet iyiydi. ‘Sen misin kul hakkı yemeyen, seni görevden alıyorum’ dedi. Ne demek? ‘Ben yiyorum, sen de yiyeceksin’. Kul hakkı yemem dedikten sonra görevden alındı, işin acı olan tarafı da bu. Milli Eğitim Bakanlığı önüne gittim. Türkiye altıncısı, beşincisi olmuşsunuz. Dereceye girmişsiniz. Sizi eliyorlar. Bugün onun hakkını kim savunacak, hukukunu kim savunacak. Benim görevim, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytansa biz haksızlık karşısında susmayacağız. Randevu istedim, gidip soracaktım ‘Siz bu sınavları hangi esaslara göre yapıyorsunuz’… En acı olanı imamın da torpille alınmış olması. Nasıl vaaz verecek, hangi adaletten söz edecek.
GÖREVDEN ALINANLAR OLDU, YİNE İMZALAMADILAR: (Gitmeyi düşündüğünüz kurumlar var mı?) Yeri zamanı gelince olur. Ciddi bir haksızlık bir yerde görürsek olur. Toplumun dikkatini çekmemiz lazım. Toplumum kendi iç dinamiklerinin ölmemesi lazım. Vatandaşın kendisinin sahipsiz olmadığını, birilerinin hakkını hukukunu savunduğunu bilmesi lazım. Bürokratlara çağrı yaptım. Yolsuzluk belgeleri imzalamıyor. ‘İmzalamam kanuna aykırıdır’ diyor. Görevden alınanlar oldu, yine imzalamadılar. Hepsine müteşekkirim. Bu ülkede hala ahlakı ve erdemiyle çalışan dürüst, namuslu bürokratlar var.
TERZİ SÖKÜĞÜNÜ DİKEMEZ: Bu milletin ferasetine inanıyorum, terzi söküğünü dikemez diye bir atasözü var. Bunlar mümkün değil düzeltemezler, ülkeyi yönetemiyorlar. Faizi düşüreceğiz dedi, faiz yükseldi, dolar yükselince akaryakıtı yükseltmek zorundayız dediler, düştü dolar zam üstüne zam hala geliyor. Hangi gerekçeyle? Vaat edip de tuttukları bir söz söylesinler şunu yaptık desinler. Hiçbir şey yok çünkü iki ayrı dünya var. Bir sarayın dünyası var, bir de bizim dünyamız var. Sarayın dünyası ayrıdır; orada doğal gaz da var, elektrik de var ne ararsanız var, hiçbir masrafı yok orada yaşayanların cebinden 5 kuruş masraf çıkmaz. Ne elektrik, ne ulaştırma, ne mutfak hiçbir şey ödemez. Bir de vatandaşı düşünün tam tersine aldığı nefes hariç her şey için vergi öder. Ekmekten tutun suya kadar.
LİRALAŞTIRACAKSAN, LONDRA’DA NE İŞİN VAR KARDEŞİM SENİN?: ‘Beşli Çete’ye gidiyor paralar, diyorlar ya şimdi liralaştıracağız ekonomiyi. Liralaştıracaksan, Londra’da ne işin var kardeşim senin? Liralaştıracağız diyor, kendi vatandaşından dolarla borçlanıyor, TL ile değil, bunu da Sayın Bahçeli duysun, TL ile değil dolarla borçlanıyorsun. Hiç dövizle ilgisi olmayana dediler ki; dolar üzerinden borçlanabilirsin. Borç para aldılar getirdiler, yatırım yaptılar kaça yaptıklarını bilmiyoruz, yol, köprü geçerken hala dolar, avro üzerinden para ödüyoruz. Sözleşmeye öyle bir hüküm koydular ki eğer avro almışsanız borç para Almanya’daki, eğer dolar almışsanız Amerika’daki enflasyonu da bizim sırtımıza yıkıyorlar. Sanki bizim enflasyonumuz yetmiyor bir de o beylerin enflasyonu bizim sırtımıza yıktılar. Böyle bir uygulama yapan bir ülke göstersinler. Sadece Türkiye değil, Fransa’da, Güney Kore’de hatta Papua Yeni Gine’de yapıyor desinler. Bu ülke egemen güçlerin sömürü alanı mı? Bu çeteler, bütün zamlar bunlar daha fazla para alsın, bunların yükümlülükleri yerine gelsin diye yapılıyor. Şu anda saray iktidarı bu çeteler için çalışıyor, halk için değil.
BÖYLE BİR SOYGUN DÜZENİ, DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE YOKTUR: (‘Beşli Çete’nin temas kurma isteği?) Kimsenin endişeye kapılmasını istemem. Ama ben milletin soyulmasını da istemem. Milletin soyulmasını öngören bütün düzenlemelere son vereceğiz, kimse kusura bakmasın. Bu ülke soyulacak bir ülke değildir, vatandaşımız da soyulacak vatandaş değildir. Hakkını hukukunu teslim etmemiz lazım. Bu insan çalışıyor evine helal ekmek götürüyor, ağzındaki lokmayı alıyorsun ‘Beşli Çete’ye veriyorsun. Niçin? Dolar yükseldi, TL eridi, parayı vereceğim nereden vereceksin, senin ağzındaki lokmayı alıp buna vereceğim diyor. Bunları kamulaştıracağız ama hakkaniyetle, maliyetini bulacağız, makul karı vereceğiz, al kardeşim paranı bundan sonra öyle dolardı, avroydu yok kardeşim. TL ile geçiyorsan köprüden TL ödeyeceksin kardeşim. Şimdi sormak gerekiyor Bahçeli’ye, milliyetçi o mu yoksa ben miyim? TL’yi savunan mı milliyetçi yoksa doların, avronun yanında yer alan mı milliyetçi? Londra’daki mahkemeler yetkili… Londra’daki değil Fizan’daki mahkemeler de yetkili olsa hiçbir adaletli mahkeme toplumun soyulmasına evet demez. Londra’daki mahkemeler de dahil. Böyle bir soygun düzeni dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Böyle bir soygun düzenine vicdanı olan hiçbir hakim evet demez. Örnekleri var, bunları araştırdık. Bunu yaptığımız taktirde davayı kazanır mıyız evet kazanırız, örnekler de var. Hiç kimse merak etmesin bu ülkeye adaleti getireceğiz, soygun düzenini bitireceğiz.
YÖNETEMİYORLAR, SANDIĞI GETİRSİNLER: Erken seçim talebimizin altında yatan bütün unsur, milletin daha fazla perişan olmamasıdır. Yönetemiyorlar, sandığı getirsinler yeni bir yönetim gelsin insan gibi yönetsin. Yönetirken de vatandaşına hesap versin. Yönetemiyorlar, ne yaptıklarını bilmiyorlar, dışarı el avuç açıyorlar, paralar dileniyorlar acaba nereden para bulabiliriz diye. Bu bizim itibarımıza vurulan ciddi bir darbedir. O nedenle hükümete çağrı yapıyorum, gel kardeşim sandığı getir, vatandaş seni seçiyorsa başımın üstüne, seçmiyorsa bırak yeni bir yönetim gelsin, en azından memlekete bir huzur gelir. Sözüm var ittifak olarak bunu yapacağız: Türkiye yeni bir yönetimi, ahlaklı bir yönetimi görecek. Ahlak kavramı helalleşmede çok önemlidir, haksızlığa uğramış bir kişi ile nasıl helalleşirsiniz, haksızlık yaptığınızı bildiğiniz için dersiniz ki, ben bir haksızlık yaptım, gidip helalleşmem lazım. Bu toplumun helalleşmesi lazım, bunlar toplumu böldüler, toplumu ayırdılar, biz kucaklayacağız, hep beraber. Diyeceğiz ki bu ülke benim ülkem ama senin de ülken, 84 milyonun ülkesi ne olması lazım hepimizin huzur içinde yaşaması lazım, bunu yapacağız.”
MAĞDURİYET YARATMAYA ÇALIŞIYORLAR: Erdoğan ve cephesi 367’de yaşanan garabeti ‘Acaba yeniden Erdoğan yaşayacak mı?’ gibi bir mağduriyet yaratmaya çalışıyorlar. Ne mağduriyeti kardeşim. Sandığı getirirsin, oturursun yarışırız. Demokratik ortamlarda. Böyle bir mağduriyetin arkasına sığınmaya gerek yok. Hukuk devletinde olsa oturulur tartışılır. Anayasa’nın açık hükmü var. Bir kişi en fazla iki dönem Cumhurbaşkanlığı yapabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına ben uymuyorum diyorsunuz, ‘Ben Anayasa’ya uymuyorum’ diyor. Anayasa’da açık hüküm var. ‘AİHM kararlarına uyalım’ diye Anayasa değiştirildi. En üst mahkeme orası. Kendileri değiştirdi onu. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını en alttaki mahkeme uygulamıyor. O da Anayasa’da var. ‘Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları bütün yargı organları ve mercilerini bağlar’ diyor. ‘Uymuyorum’ diyor. Böyle bir tablo içinde Erdoğan bir daha Cumhurbaşkanı adayı olacak mı? Bu tartışmalar entelektüel düzeyde yapılabilir. Ama bugün Türkiye’nin yaşadığı siyaset zemininde sadece Erdoğan’a yarar. Erdoğan çıkacak meydanlara ‘Bakın Cumhurbaşkanı olacağım yine karşıma 367 garabeti çıkardılar. Cumhurbaşkanlığıma engel oluyorlar’. Getir sandığı seçim yapalım. Böyle bir zeminde hukuk normlarını entelektüel düzeyde tartışılabilir. Türkiye’de hukuk yok. Demokrasi askıya alınmış vaziyette. Anayasa var, şeklen var. Uygulanabilir Anayasa yok. Biz niye ‘Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında demokrasiyle taçlandıracağız.’ Çünkü demokrasi olmadığı için. Erdoğan bunun arkasına sığınarak, kendisine mağduriyet yaratmaya çalışıyor. Bizden de bir sürü arkadaş ‘Erdoğan iki dönem oldu, bir daha olmayacak. Anayasa’ya aykırı falan filan.’ Ben de biliyorum ama ortada Anayasa’yı uygulayacak kim? Nereye başvuracaksınız? Böyle bir kişiyi siyaseten yenmemiz lazım. Sandığı koyacağız. Milletin takdirine sunacağız. Diyeceğiz ki ‘Ey millet sen ülkende demokrasi mi istiyorsun, getir sandığı bu ülkeye demokrasiyi getireceğiz.’ Zaten Millet İttifakı olarak bizi bir araya getiren temel nokta da demokrasi ihtiyacıdır.
HİÇ OLMADIĞI KADAR YARGI BAĞIMLI: (Bahçeli, ‘Anayasa’yı fiili durumu uygun hale getireceğiz’ demişti. Şimdi de aynı mantıkla girişim söz konusu olmaz mı?) Aynı mantık. Mantık değişmedi ki. Deneme sınama yöntemiyle devleti yönetmeye çalışıyorlar. Her seferinde de bir duvara çarpıp tekrar geriye dönüyorlar. ‘Ben AYM kararlarını tanımıyorum’ dediğiniz andan itibaren o kuralın tamamen dışına çıkmış oluyorsunuz. Siz mahkeme kararını eleştirebilirsiniz ama o karara uymak zorundasınız. ‘Ben karara uymam’ derseniz Anayasa’yı rafa kaldırmış oluyorsunuz. Bir de bu Anayasa’mız referandum ile kabul edilmiş. Halkın oylarıyla yürürlüğe girmiş bir Anayasa. Halkın oylarıyla yürürlüğe giren bir Anayasa’ya ‘Ben buna uymayacağım’ açıklaması yapıyorsunuz. Kime karşı, sadece Türkiye değil. Biz alıştık. Bir de dünyaya karşı yapıyorsunuz. ‘AİHM kararlarına uymam. O benim mahkememin kararlarına uyacak’ diyor. Yani ‘alt mahkemenin kararı üst mahkemeyi bağlayacak. Üst mahkeme ne derse desin. Önemli olan alt mahkemenin kararıdır’ diyor. ‘Ben hukuk bilmiyorum, kimse kusura bakmasın. Benim hukuk görüşüm bu kadar. Alttaki mahkeme benim söylemlerime uyuyor, sen de ona uyacaksın kardeşim diyorum. Alt mahkeme benim kararlarıma uyduğu zaman ben o mahkemenin başkanını da terfi ettiriyorum. Bazen AYM üyesi yapıyorum. Bazen Yargıtay üyesi yapıyorum. Bazen istinaf üyesi yapıyorum. Yeter ki benim dediğim gibi karar versin’ diyor. Hiç olmadığı kadar yargı bağımlı. Erdoğan’ın bugün şu kişiyi mahkum edin’ diye telefon etmesine gerek yok. Açıklama yapması yeterli. O kişi sabahın köründe evinden alınır. Gözaltına alınır. Hakimin karşısına çıkarılır, tutuklanır ve içeri atılır. Öyle mi, evet öyle. Gazeteciler var mı, evet var. Normalde tutuklama olmaması gereken olayda, tutukluyor, hapse atıyorsunuz. Bir süre kalıyor."
(ANKA)