19 siyasi parti adayı ile 5 bağımsız adayın yarışacağı Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanlığı için CHP mevcut belediye başkanı Mansur Yavaş’ı, Cumhur İttifakı Turgut Altınok’u, İYİ Parti Cengiz Topel Yıldırım’ı, Yeniden Refah Partisi Suat Kılıç’ı, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ise Öztürk Türkdoğan ile tutuklu siyasetçi Gültan Kışanak’ı eş başkan adayları olarak gösterdi.
Kışanak, adaylığının açıklanması akabinde verdiği ilk mesajında, “Diyarbakır’dan Ankara’ya, Ankara’dan Türkiye’nin dört bir yanına toplumsal ve barış köprüleri kurmak için yola çıkıyoruz” diyerek, Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt meselesini kaynağında çözme istediğinde olduklarını ortaya koydu.
Tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevi’nden Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtlayan Kışanak, Ankara seçimleri için “DEM Parti’nin Üçüncü Yol stratejisinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor” diyor.
Kışanak’ın kendisine yöneltilen sorulara yanıtları şöyle:
Kürt siyasetinde milletvekilliği için örnekleri olsa da bugüne dek belediye eşbaşkanlığı için cezaevinden aday gösterilen isim olmadı hiç. Siz ilk oldunuz. DEM Parti’nin sizi Ankara Büyükşehir Belediyesi için aday göstermesini politik olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Bizim siyasal geleneğimizde cezaevinden belediye başkan adayı gösterilen ilk ve tek kişiyim. Türkiye tarihinde başka örneği var mı bilmiyorum. Benim adaylığım bu yönüyle de alışılmış siyaset tarzına benzemiyor. Bu siyasal gelenek hep ilkleriyle anılır. DEM Parti’nin Ankara’dan belediye eş başkan adayı olarak beni göstermesinin birçok siyasal mesajı var.
Öncelikle bu bir irade beyanıdır. Kayyum uygulamaları ile halkın iradesinin rehin alınamayacağına dair, net ve güçlü bir irade beyanıdır. Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözümü konusunda Diyarbakır ve Ankara’nın rolüne vurgu yapan bir irade beyanıdır. Kadınların demokratik siyasetten tasfiye edilemeyeceğine ve kadın özgürlük mücadelesini her koşulda sürdüreceğimize dair net bir irade beyanıdır. Ve tüm Türkiye halklarına bir çağrıdır. DEM Parti ve ben, halklarımıza karşı duyduğumuz sorumluluk gereği kördüğüme dönüşen sorunlarımızın çözümü konusunda inisiyatif alıp, bir tutum belirledik. Kampanya boyunca da bunu anlatmaya ve halkla birlikte çözüm gücünü ve iradesini açığa çıkartmaya gayret edeceğiz. Ankara’dan seslenmek gerekiyordu. Bu vesileyle DEM Parti’nin aday gösterdiği her yerde, halklarımızı seçim çalışmalarına en güçlü şekilde katılmaya, sorumluluk almaya, sandıktan en güçlü sonuçları çıkartmaya davet ediyorum.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı iken tutuklandınız ve halen yargılamanız sürüyor. Yaptığınız savunmalar kamuoyunda dikkatle takip edildi. Bu kez Ankara’da aday gösterilmeniz politik bir mesaj mı içeriyor yoksa Üçüncü Yol stratejisinin sonucu mu?
Ankara’daki seçim, DEM Parti’nin Üçüncü Yol stratejisinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. DEM Parti olmasaydı, Ankara halkının önünde demokratik bir seçenek olmayacaktı. Diğer partilerin tamamının adayları milliyetçilik yarışına girmiş erkekler. Halkın önüne seçenek diye sunulan şey; milliyetçi, daha milliyetçi, en milliyetçi erkekler arasındaki iktidar kavgası. Bol keseden türlü vaatlerde bulunarak seçimi kazanmaya çalışan bu milliyetçilik türevi erkekler kentlerde yaşayan halkı bir yanda sefa sürenler, bir yanda kentin yükünü taşıyanlar olarak ikiye ayırdı. Kentleri sosyal ve ekonomik ayrışma mekanları haline getirdi, yoksulluğu derinleştirdi, halkın bütçesini savaşa yatırdı, Ankara’yı parsel parsel sattı… Yaptıklarını say say bitmez.
Şimdi de kadınlara destek, emekliye destek, öğrenciye destek, esnafa destek, çiftçiye destek… Vaatlerin ardı arkası kesilmiyor. Peki beyler neden destek vermeden, halkımız insanca bir yaşam süremiyor? Hesap vermeyecek misiniz? Neden bu ülke bu halde? AKP 30 yıldan beri Ankara, İstanbul ve birçok büyük kenti 25 yıldan beri de ortağı MHP ile birlikte Türkiye’yi yönetiyor. Ülkeyi ve kentlerimizi bu hale getirdikten sonra halktan hala oy isteyecek yüzü nasıl buluyorsunuz? Çünkü rakipleri de aynı yöntemlerle siyaset yapıyor. Çünkü rakipleri de yıllarca savaş politikalarına karşı cesaretle, barışı ve çözümü savunamadı. Hala da bu ülkenin gerçek sorunları konusunda bir tek kelime etmeden, sadece destek vaatlerinin arkasına sığınarak siyaset yapmaya çalışıyorlar. Seçimi para dağıtma yarışına dönüştürürseniz, iktidar da “musluğun başında ben varım” diyerek, halkı “oy yoksa hizmet de yok” şeklinde tehdit eder.
DEM Parti’nin Üçüncü Yol stratejisi işte bu siyaset anlayışının gerçek alternatifidir. Demokratik siyaset halkla birlikte, hakiki sorunları, çözüm yollarını ve öncelikleri konuşarak yapılabilir. Biz tüm Türkiye’de ve Ankara’da halka, sorunlara köklü çözümler üretecek, demokratik bir alternatif sunmak için sorumluluk alıyoruz. Birilerine kazandırma ya da kaybettirme tartışması, halkı demokratik bir seçenekten yoksun bırakmak ve mevcut sorunların devam etmesini dayatmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Bugün DEM Parti’nin halkına demokratik bir seçenek sunmasını tartışanlar, iki dönem üst üste belediyelere kayyum atanırken ağızlarını açıp tek kelime söylemediler. Siyasi operasyonlar, kumpas davalar ve ayyuka çıkan hukuksuzluklar karşısında bir tutum almadılar. Bizim seçim pazarlığı ile işimiz olmaz, halkla birlikte demokratik siyaset kulvarını güçlendirmek ve bu gidişatı durdurmak için siyaset yapıyoruz.
Rakip adaylar seçim çalışmalarını dışarıda yürütürken siz cezaevinden kampanya yürütüyorsunuz. Yani yarış daha baştan adaletsiz başladı. Bu konuda ne söylersiniz?
Biz hiçbir zaman eşit koşullarda seçim yarışına giremedik. Zorlu bir mücadele yıllardan beri halkımızın emeği ve fedakârlığı ile yürütülüyor. Bu seçimler de öyle. Tabi benim hapishane de olmam ayrıca bir eşitsizlik yaratıyor. Bizler hücrelerde, siyasi rehine olarak tutuluyoruz. Ancak ilk günden bu yana halkın mücadelesinden hiç kopmadık, yüreğimiz ve bilincimizle hücre duvarlarını aştık, hep halkımızla birlikte olduk. Diğer adaylar, güç ve iktidar imkânlarını kullanarak seçim çalışması yapacak, ben siyasi rehine olarak kampanyaya varlığımı, ruhumu, halka olan bağlılığımı katacağım. Onlar hayal satacak, ben gerçeklere dikkat çekerek umudu büyütme mücadelesi vereceğim. Onlar iktidar olanaklarını ele geçirmek için yarışacak, ben halkla birlikte yeni yaşamı inşa etmek için çalışacağım. Onlar yalanlara, kara propagandaya sarılacak, ben “kral çıplak” diyeceğim. Onlar çeşitli destek sözleriyle kadınlara, evde erkeğe bağımlı bir hayat vaat edecekler, ben kadınlarla birlikte özgürleşmeyi. Aramızda dağlar kadar fark var… Ankara halkı bu farkı görecektir.
Evet, fiziki olarak halkın yanında, kampanyanın merkezinde olamayacağım ancak bu yol birlikte mücadele edip, birlikte kazanma yoludur. Ben halka olan bağlılığımı, inancımı, ruhumu ve tüm benliğimi kampanyaya katacağım. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkımız da politik emeğini… Birlikte mücadele edip, birlikte kazanacağız. Bizler esaretle, baskılarla, eşitsizlikle ve faşist eril saldırganlıkla ablukaya alınan demokratik siyaset alanında kendi özgürlüğümüzü yaratıyor, kazanıyoruz. Hep başardık, bir kez daha başaracağız.
Nasıl bir seçim kampanyası yürüteceksiniz? Ankaralılara mesajlarınız neler?
Kamuoyuna yaptığım ilk açıklamada belirttiğim gibi kampanya boyunca Ankara halkını, kördüğüm haline gelen yüz yıllık sorunlarımızın çözümü konusunda inisiyatif almaya davet edeceğim. Bu seçim, yerel seçim ancak biz biliyoruz ki yerelde, kentlerimizde yaşadığımız sorunlar genel sorunlarımızın bir parçasıdır. Refahı, huzuru ve kentsel yaşamın nimetlerinden yararlanmayı genel politikalardan ayırmak mümkün değil. AKP-MHP iktidarı bilinçli olarak yarattığı toplumsal kutuplaşmayı yaşadığımız hakiki sorunların, ekonomik çöküşün, hukuksuzluğun, rantçılığın üstü örtmek için kullanıyor. Bu toplumsal yarılmayı ve düşmanlaştırıcı siyaseti çözmeden, muhalefetin başarılı olma imkanı yoktur.
DEM Parti’ye ve tüm toplumsal muhalefete sadece iktidarın karşısında konumlanma rolü biçmek, bu gidişatı değiştirecek bir siyaset değildir. Demokratik siyaset, çoğul karakterine kavuşmalı ve kutuplaştırma, düşmanlaştırma siyaseti dağıtılmalıdır. DEM Parti bunu yapmaya çalışıyor. Ankara’da ve her yerde halkı, çoğul demokrasiye, toplumsal barışa, hukuk, adalet ve refah arayışına katılmaya davet edeceğiz.
Siz aynı zamanda iktidarın kadın haklarına dönük saldırılarına ve kadını siyasal alandan dışlamaya çalışan erkek siyasetine karşı kadın özgürlük mücadelesinin ve iradesinin bir temsili olarak yıllardır mücadele veriyorsunuz. Erkek egemen sisteme karşı mücadele ettiğiniz için 7 yılı aşkın bir süredir siyasi rehine olarak cezaevindesiniz. Adaylığınızın bu bağlamda nasıl bir önemi var?
Nerede olduğumuzun hiç önemi yok, mekan ne olursa olsun ister hapishane hücresi, ister siyaset kürsüsü, isterse kadınlarla birlikte sokaklarda, meydanlarda hep beraber kadın iradesini gasp etmek isteyen bu sisteme karşı mücadele edeceğiz, ediyoruz. Kadın hareketlerinin büyük mücadeleler sonucunda elde ettikleri kazanımların bile saldırı altında olduğu bir dönemde ortak itirazımızı yükseltmek için aday oldum.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun son raporuna göre, sadece ocak ayı içerisinde 31 kadın erkekler tarafından katledildi. 29 kadının ölümü de şüpheli. Biz kadınlar, kadına yönelik şiddetin kaynağının toplumsal ve siyasal olarak örgütlenmiş, meşrulaştırılmış erkek egemenliği olduğunu biliyoruz. Daha çocukluğundan itibaren erkeğe egemen olmak, kadına da itaat etmek öğretiliyorsa, kadın cinayetleri “namusunu temizledi” denilerek hoş görülüyorsa, yargı hala kadın cinayeti davalarında “ceza indirimi” yapıyorsa, ortada ideolojik olarak örgütlenmiş bir şiddet vardır. Cumhurbaşkanı “fıtratında var” diyerek kadınla erkeğin eşit olmadığını söylüyorsa, bir diğeri kadına “itaat et, rahat et” öğüdü veriyorsa, bunun adı ideolojidir.
Son olarak yargılandığınız Kobanê Davası’nda yaşanan hukuksuzluklar kamuoyunun gündeminde. Bir “intikam davası” olarak değerlendirdiğiniz bu yargılamadan iktidar nasıl bir sonuç çıkmasını istiyor? Mahkeme kararı ile alınacak “intikamın” sizler açısından karşılığı nedir? Kürt halkı açısından nasıl olmalıdır?
Gelinen aşamada Kobane kumpas davası bir fiyaskodur. Kobane kumpas davası, cezaevinde tutulan siyasi rehineler, Kürt halkı ve ortak bir gelecek kurmak için mücadele eden tüm demokrasi güçleri tarafından boşa çıkartılmıştır. Artık ne siyasi ne de hukuki bir değeri kalmamıştır. Bu davada yargılanmak istenen her bir arkadaşımız duruşuyla, sözüyle demokrasiye ve kadın özgürlüğüne düşmanlık yapanları, savaş çığırtkanlarını yargılamıştır.
Demokratik Kürt siyaseti artık Türkiye siyasi hayatının ana kulvarlarından biri halene gelmiştir. Şimdi bu kulvarı genişletmek ve toplumsal barışı inşa etmek için daha güçlü olanaklar ortaya çıkarma zamanıdır.
Ama Kobane kumpas davası konusunda CHP’nin tutumunu da eleştirmek gerekir. Türkiye tarihinin en büyük siyasi davalarından biri olan Kobane kumpas davasında siyasallaşan yargı realitesini bile kat kat aşan hukuksuzluklar yaşanıyor ama CHP’den net bir tavır görmedik. Demokratik hukuk devleti böyle savunulamaz. Kürt siyasetçilerin görüşlerine katılmayabilirsin, en sert eleştiriyi de yaparsın ama siyaset yapma hakkını, ifade özgürlüğünü, temel insan haklarının savunmadan, demokratik hukuk devletini koruyamazsınız. Muhalefet en azından hukukun temel ilkeleri konusunda ortak bir tutum geliştirmezse, yarın atı alan Üsküdar’ı geçer!
Azami tutukluluk süresi bile dolduğu halde hala cezaevinde tutuluyor olmam, siyasi rehine politikasının resmi olarak kabul edilmesidir. Hukuksuzlukta bu kadar bariz bir şekilde ısrar etmenin birbiriyle bağlantılı iki nedeni var. Biri, Türkiye’de artık “yargı siyasallaştı” demek durumu karşılamıyor. “Siyasi iktidar, yargı yetkisi kazanmıştır” demek daha doğrudur. Çünkü kimin suçlu olup olmadığına, kimin cezaevinde ne kadar kalacağına siyasetçiler karar veriyor. AYM’nin Can Atalay kararının, açıkça iktidar ortaklarının talimatıyla uygulanmadığını hep beraber yaşayıp gördük. Daha önce AİHM’nin Demirtaş ve Kavala kararlarında da aynı durum açığa çıkmıştı.
(Kısa Dalga)