BERNA CAN
İstanbul Fatih seçimlerinde ne oldu?
Erdoğan'ın İsmail Ağa ziyaretinin seçim sonuçlarına etkisi oldu mu?
İstanbul'un gözde simgelerinden Galata Kulesi'ne, Taksim Meydanı ve İstanbul'a kazandırılacak olan yeni miraslarını Kısa Dalga'da Parantez'de Mahir Polat'la konuştuk. Söyleşinden öne çıkan başlıklar şöyle:
''Fatih'te bambaşka bir süreç yaşadık''
"Biz başta kendimize bir söz vermiştik. Sonuna kadar da bu devam etti. Kendimizin keyif aldığı, insanlara prodüksiyon sunmayan, kesinlikle bir kurgusal olmayan, neysek onu yaşayacağımız bir 120 günlük bir kampanya süreci yaşadık.
İlk günden sonuna kadar da bu tarz hiç bitmedi. Biz gerçekten bu sürecin içerisinde bir insan ömründe böyle olağanüstü anlar yaşadığında kendisi de bir halden bir hale geçmeli.
O yüzden biz çok şey öğrendiğimiz bir süreç yaşadık. Kafamızda o güne kadar toparladığımız ve bildiğimiz şeyleri anlatmak gibi büyük bir talihimiz oldu. Çünkü Türkiye toplumunun en büyük dramı, kendisini anlatacak mecra bulamamasıdır.
Bunun politikacı ya da sıradan insan fark etmeksizin söylüyorum. Bir insan düşündüklerini, hayal ettiklerini ya da yanlış gördüklerini anlatmak için fırsat arar durur Türkiye'de ve Türkiye'nin en büyük sahnesi de konuşamamaktır.
O yüzden konuşabildiğimiz, anlatabildiğimiz, kendimizi doğru ifade edebildiğimiz bir dönem. Tabii seçim dönemi olduğu için herkes her şeye kaygıyla bakar. Biz başından sonuna kadar doğru bildiğimizi anlattık. İnsanların duygularını, düşüncelerini oy tahviliyle ölçmedik, biçmedik, öyle düşünmedik.
Gün sonunda da çok verimli, çok özel , kişisel olarak da, bence toplumsal olarak da başka anlama gelen bir süreç yaşadık.
''Fatih'te her grupla temas ettim''
Ben Fatih'te neredeyse kurum, kişi, grup, düşünce, inanç, topluluğu hiç fark etmeksizin gitmediğim hiçbir yer kalmadı. İsmail Ağa'da dahil olmak üzere. Çünkü ben yerel yönetim adayıydım. Yerel yönetim değil, genel yönetim olsa yine aynısını yapmam gerektiğini düşünüyorum. Fakat Fatih'in kendisinin bir dokusu, bir yapısı var. Bunun da ne olduğunu en iyi bilen insanlardan birisiyim. Hatta bizatihi Fatih'te yirmi altı, yirmi yedi yıl zaten çalışmış, üretmiş, yaşamış birisiyim. Bu bakımdan Fatih de hemen hemen her türlü yaşam kültürüne, her türlü gruba, her türlü inanç topluluğuna, meslek birliğine hiç fark etmeksizin gittim. Türkiye'de biçimcilik çok önemli. Türkiye biçimciliği çok seviyor, biçim üzerinden bir şeyleri okumayı, kodlamayı çok seviyor. Bu da bizim biraz zihinsel tembelliğimizden de kaynaklanıyor.
Bir şeyi anlayabilmek için onun bir şekle dönüştürmek, o şekilde görmek çok sevdiğimiz bir şey. Bu bakımdan Fatih'i anlarken ya da o dünyaları anlarken o biçimcilik üzerinden çok baktığımızı düşünüyorum.
Örneğin, İsmail Ağa dediğimiz, yani siz isim verdiğiniz için söyleyeyim. Ben başka isimler de verebilirdim, başka gruplar da var.
Bir siyasi grupla tam entegre bir yapı değildir. İçinde farklı politikaları, farklı dünyaları savunan, anlatan insanlar vardır.
Yüzdeleri değişebilir ama mesela bu bir de bir biçimcilikle bakmanın ne kadar hatalı olduğunu, yani bir kümülatif bakmanın, İnsanı görmeden, topluluğu görmenin ne kadar hatalı olduğunu gösterir.
O yüzden, ben İsmail Ağa'yı ilk değil, ben zaten Vakıflar Genel Müdürlüğü zamanımdan beri defalarca görev için gitmiş, gelmiş. Oranın tarihini iyi bilen, yani sadece İsmail Ağa Cemaati değil biliyorsunuz. O bir tarihi camiden ötürü ismini İsmail Ağa diye alıyor. O tarihi cami, çevresi, yerleşimi, çarşamba mahallesi, onun kültürel sosyal tarihi benim için zaten İstanbul bu demek. Benim için İstanbul'u tanımak, her zerresi, her grubuyla tanımak, insanını tanımak demek.
Tarih sadece binalardan, yapılardan ya da siyasi olaylardan teşekkül eden bir şey değil. Kültürel gruplar dediğimiz şeylerden oluşuyor.
Bu bakımdan Fatih zaten ezelden beri, eğer biz bir Osmanlı tarihi, bir kent tarihine bakacaksak grup ve topluluk tarihleri zaten ezelden beri İstanbul'da ana konulardan biridir.
İsmail Ağa'yı evvelden beri zaten giden gelen, tarihsel olarak da çalışan, bilen birisi olduğum için oradaki insanları da gündelik hayatta tanıyan, karşılıklı insani ihtiyaçlarımızla her zaman birbirimizi arayabildiğimiz insanlar olduğu için bu süreçte de aynı şekilde oraya da gittim.
Beni ağırladılar, ben de kendimi ifade ettim, anlattım.
''İstanbul örselenmiş bir kent''
Bence İstanbullular, İstanbul'a karşı çok duygulu ve tutkulular. Fakat örselenmiş bir kent olduğu için biz İBB Miras'ta bu kavramları çok anlattık. İBB Miras'ın sayfasını açtığınızda 'örselenmiş bir tarih kentine vefa' duyar diye başlar. Biz bunları anlatınca insanların kendi duygu dünyasındaki yer aslında kıpırdadı. Biz olmayan bir şey değil, insanlarla ortak duygumuzu altına çizdik ve insanlarla olanı hatırlattık aslında.
''İstanbul sadece Anadolu'yu değil, Türkiye'yi aşan bir yerin merkezi''
İstanbul'dan daha güçlü bir kent merkezi ve bir yoğunlaşma alanı yoktur.
Kent demek, bina demek değil. İki bin yıl boyunca bu coğrafyalardaki bütün yetişmiş büyük düşünce ve zihin buraya toparlandı. Hayal gücü buraya geldi. Mısır'da bin yedi yüzlerde birisi çok yetenekliyse bir sanatta, müzikte, resimde, bir şeyde hiç fark etmez, o İstanbul'a gelmeye çalışıyordu.
Birisi Balkanlardan yetişmişse buraya gelmeye çalışıyor ya da Azerbaycan'dan yetişmişse.
Böyle bir hayal gücünün, böyle bir üretken bir kentten bahsediyoruz.
Doğal olarak bu tarihsel bir lokomotif. 2010'lu yıllarda İran sineması çok yüksekti falan ama İranlı sinemacılar İstanbul'da yaşıyordu.
Yani bu çekim yetkisinin kendisinin ne olduğunu bizimkiler hep böyle odaklanarak düşünmeli.
Bunu niye söylüyorum? İşte bu unutulmuş rol, yani insan hayal gücünü ve üretken varlığının ama en çekirdeğinde şey duruyor bunun. Yani ister yetenekli olsun, ister yeteneksiz olsun konumuz bu değil Yaşama sevinci.
Yaşama sevinciyle dolu insanların yan yana gelip bir şey üretmeye çabaladıkları bir kent İstanbul.
''Bulgur Palas'ı otel yaparlardı''
Biz yıllar sonra üstüne bir ölü toprağa atılmış kentin bu halini toparladık. Bahsettiğiniz projelerin ilki ve en önemlilerinden bir tanesi Hasanpaşa Gazhanesi. Çoğunlukla artık anlatırken bazılarını unutuyoruz bile yani.
Ben unutuyorum, sırasıyla hatırlamaya çalışıyorum. Hasanpaşa Gazhanesi kırk bin metrekarelik bir alanın insanlara kapısı duvarı olmadan açıldığı bir bahçe gibiydi. On dört tane kültürel alan çalışıyordu. Kültürel olarak o yapılıyor, bu yapılıyor. Ne yapıldığı önemli değil. Kentte bir serbest hareket etme alanı üretmek. Eski eserler kadar halka yakışan bir mekan grubu yok: Bulgur Palası, en son açtığımız yer. Bulgur Palası bundan on sene önceki yönetim Bulgur Palas orada duruyordu, yapsalardı yaparlardı da.
Elinde olsaydı, yapsaydı. Kamusal olarak açık sohbet edilebilir, gençlerin gelip oturabileceği non-profit bir mekan olarak mı kullanılırdı?
Otel mi yapardı, otel yapardı. Bu kentin değerlerini, özellikle tarihi eser değerlerini halka vermenin tavrının arka planında şu var. Eski eserler kadar halka yakışan ikinci bir mekan grubu yok. Niye? O kadar geçmişten geliyor ki artık mülkiyet hikayesini unutmuş durumdayız.
''Galata Kulesi'nin devriyle İstanbul haklının 500 milyonunu çöpe attılar''
Türkiye'deki müzeler pass sistemiyle çalışıyor.
Galata Kulesi pass sisteminin içine atıldı. Şöyle düşünün, devletin bir kurumu buradan yıllık turistten 500 milyon kazanıyorken onun elinden aldınız, götürdünüz oradaki özelleştirilmiş pas sistemine devrettiniz.
Bu ne demek? O 500 milyonu toptan çöpe attınız. Çünkü o turistlerindeki o kartla zaten gidip orayı ücretsiz gezer hale geldi.
Sonraki düzenlemelerle bu değiştirildi falan ama şu an bizim dört yıldır kamu kaynağını, hakikaten çok canım yandı, üzüldüğü için raporlarını bizzat mahkeme, bilirkişi raporlarının itirazlarını kurmadığına bizzat yazan kişiyim. (Kısa Dalga)