ÇAĞRI SARI
MHP, 2023 genel seçimlerinde yüzde 10,07 oy oranıyla Türkiye’nin dördüncü partisi oldu. Ancak bugün ülke yönetiminde her konuda kritik belirleyici pozisyonda.
Bürokrasi kademelerinde yapılan atamalardan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı seçimlerine kadar birçok önemli konuda MHP’nin adeta ağzından çıkana bakılıyor.
Gezi ya da Kobane gibi ağır politik davalarda ‘karar mekanizması’ olabiliyor. Şu sıralar sıkça gündeme gelen ‘normalleşme’ girişimlerinin karşısında dururken, üstü açık - kapalı muhalefet partilerini ve medyayı da tehdit ediyor.
Ayhan Bora Kaplan ve Sinan Ateş davası tartışmalarında da başrolde yine MHP var.
Peki MHP, AKP içinde bu pozisyonu nasıl elde etti? AKP MHP İttifakının birleştirici gücünü hangi motivasyon oluşturuyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli AKP’ye karşı çıkış yapma özgüvenini nereden alıyor?
Köln Uluslararası Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Bozay sorularımızı yanıtladı.
MHP'nin şu an ülke yönetiminde neredeyse tek belirleyici olduğuna dair bir görüntü var. Özellikle Türkiye’nin gündeminde büyük yer işgal eden olaylarda/davalarda güvenlik ve yargı bürokrasisinde MHP’nin çizdiği çerçevenin dışına çıkılmadığı görülüyor. Yüzde 10 gibi bir oy oranına sahip olan MHP bu pozisyonu nasıl elde etti?
Türkiye'de aşırı sağ milliyetçi MHP'nin ülke yönetiminde bu kadar belirleyici bir rol üstlenmesi, bir yanıyla ülkenin siyasi dinamiklerinde ve ittifak stratejilerinde meydana gelen değişikliklerin bir sonucudur. Diğer yanıyla ise, 1960’lı yıllardan bu yana neofaşist MHP ve ülkücü örgütlenmelerin daima bir dizi politik gelişme ve ittifaklara bağlı olarak ivme kazanmasına (örneğin 1970’li yıllarda Milliyetçi Cephe hükümetinde olduğu gibi) ve süreç içerisinde devletin değişik katmanlarıyla (özellikle askeri ve polis kurumlarıyla) dönem dönem iç içe geçmelerine dikkat çekmek gerekir. Bu çerçevede, tarihsel gelişmelerle birlikte MHP’nin dönem dönem kurumlar içerisinde farklı misyonlar üstlendiğini görebiliyoruz. Hatta 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında, MHP kurucusu Alparslan Türkeş ve diğer MHP kadrolarının cezaevinde bulunmasına rağmen, 'Biz içerdeyiz, fakat fikirlerimiz iktidarda' söylemi, bu durumu yalın bir şekilde ortaya koymaktadır. Sonuç itibarıyla, 1990’ların ortalarından itibaren devlet kurumları, politik elitler ve muhafazakar basın organlarının MHP’yi bir nevi rehabilite ettiklerini söyleyebiliriz.
Özellikle 2018 genel seçimlerinden sonra MHP, Cumhur İttifakı'nın bir parçası olarak AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ile kurduğu stratejik ortaklık sayesinde hükümet üzerinde daha fazla etki kazanmaya başladığı bir gerçek. Dolayısıyla MHP’nin ülke yönetiminde tek belirleyici güç olduğunu söylemek doğru olmaz. Söz konusu ittifak, MHP'nin belirli konularda ve politikalar üzerinde etkisini artırmasına olanak sağladığını söylemek mümkün. Bu noktada AKP’nin Kürt sorunun çözümünden uzak düşmesi ve ‘terörle mücadele’ başlığı altında Kürt illerinde bir savaş politikası izlemesinin rolü de büyüktür. Diğer yanıyla bu gelişmeler bağlamında AKP cephesinde aşırı milliyetçi söylemler güç kazanırken, MHP çevrelerinde İslami ögeler de hızla güç kazandı. Türk-İslam-Sentezi ideolojisine bağlı kuşkusuz iki taraflı bir etkileşimden söz etmek gerekir. Elbette MHP'nin bu pozisyonu elde etmesinde bazı temel faktörler de önemli bir rol oynadı.
Bu ittifak faşizan eğilimlere zemin hazırladı
Bu çerçevede AKP ile MHP arasındaki karşılıklı stratejik İttifakı ve gelişmeleri yakından analiz etmekte fayda var. MHP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçiş sürecinde AKP ve Erdoğan ile kurduğu ittifakla birlikte, hükümetin milliyetçi ve şovenist politika ve kararlarında belirleyici bir rol oynadığı doğrudur. Fakat bu nokta da daha öncesinden AKP saflarındaki milliyetçi-şovenist söylemleri görmemezlikten gelmek doğru olmaz. Gerçek şu ki; bu stratejik ittifak, MHP'nin oy oranının ötesinde Türkiye gerçekliğinde milliyetçi ve faşizan eğilimlere bir zemin sağladı. Bir diğer nokta ise kendisini güvenlikçi politikalarda göstermekte. MHP'nin güvenlikçi ve aşırı milliyetçi ve ırkçı vurgusu, özellikle AKP’nin Kürt illerinde izlediği terörle mücadele politikası ve demokrasi güçlerine karşı pervasız saldırı politikaları MHP’nin politik hattıyla iç içe geçtiğini de gördük. Bu durum, MHP'nin güvenlik ve yargı bürokrasisi üzerindeki etkisini artırdı ve kendisine bu alanda bir hareket arenası kazandırdı. Milliyetçi söylem ve narratiflerin siyasi koşullarda güç kazanması ve toplumsal kutuplaşma bağlamındaki siyasal gerilim politikaları, MHP'nin milliyetçi-şovenist söylemleri de geniş bir taban bulmasına katkıda bulundu. Bu durum diğer yanıyla MHP tabanı ile AKP tabanının daha çok birleşmesine yol açtı. Hatta AKP’ye küsen seçmenler oy alternatifini MHP’de gördüler. Yukarıda değindiğim nedenlerden dolayı MHP özellikle Türkiye’nin siyasi konjonktüründeki gelişmeler doğrultusunda ve izlediği ittifaklar politikası sayesinde iktidar üzerinde önemli bir pozisyon sağlayabildi. Sonuç itibarı ile bu durum, MHP'nin siyasi arenada etkili bir aktör olarak varlığını sürdürebilmesinin ve hükümet politikalarında belirleyici olmasının yolunu da açtı.
İttifakın bozulması, AKP'nin siyasi istikrarını tehlikeye atabilir
AKP’nin kimi kurmaylarının, partide ağırlığı olan isim veya çevrelerin zaman zaman MHP’nin çizdiği sınırları zorladığı görülse de bu girişimler hep duvara çarpıp geri dönüyor…
Açık ki, AKP saflarında etkisi olan bazı isimlerin zaman zaman MHP’nin çizdiği sınırları zorladığına dair girişimlerinin sonuçsuz kalması bazı nedenlere dayanmaktadır. Burada en önemli faktör oluşan Cumhur İttifakı dengesidir. Cumhur İttifakı, AKP ve MHP arasındaki stratejik ve politik bir ortaklığa dayanmaktadır. Bu ittifakın, politik anlamda daha çok MHP’ye yaradığı bilinen bir gerçek. Diğer yandan Erdoğan ve partisi AKP, iktidarını sürdürebilmek için MHP'nin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu durum, AKP'nin MHP'nin kırmızı çizgilerini zorlamasının önünde bir engel oluşturur çünkü ittifakın bozulması, AKP'nin siyasi istikrarını tehlikeye atabilir. Bunu Devlet Bahçeli iyi bir biçimde kullanmakta. Sorunun bir diğer halkası ise MHP'nin stratejik konumlanması oluşturmaktadır. MHP, Erdoğan ile ittifak bazında küçük ayrışmalar yaşasa da, hükümet politikasında özellikle güvenlik ve milliyetçilik konularında tavizsiz bir politika izlemektedir. Dolayısıyla AKP kendi politik hattında MHP'nin kırmızı çizgisini dikkate alarak ittifakın sarsılmaması elbette bazı tavizlerde vermekte. Bu noktada ittifakın devamlılığı, her iki parti için de stratejik önem taşımaktadır.
Diyalog süreci, MHP'nin ittifaktaki konumunu zayıflatma potansiyelini doğuruyor
Son dönem Devlet Bahçeli’nin attığı adımları konuşmak istiyorum… Bahçeli'nin AKP’nin CHP ile kurduğu yeni diyalog sürecinden rahatsız olduğu görülüyor… Bir yandan bu diyalogun; 'normalleşme' diye tabir edilen sürecin samimiyetsiz olduğu yorumları yapılıyor. MHP'nin tavrı iktidarın planının bir parçası mı, yoksa MHP, AKP'yi engellemek mi istiyor?
Bu rahatsızlığın, Türkiye'nin siyasi atmosferinde bazı tartışmalara yol açtığı bir gerçek. MHP'nin AKP ile olan ittifakı, parti için stratejik ve siyasi bir öneme sahiptir. AKP'nin CHP ile kurduğu diyalog süreci, MHP'nin ittifaktaki konumunu ve etkisini zayıflatma potansiyelini beraberinde getirmesi tehlikesini oluşturmakta. Bu nedenle, Bahçeli'nin bu duruma yönelik rahatsızlığı bundandır. Bahçeli’nin, AKP ve CHP arasında ‘normalleşme’ olarak yansıtılan görüşme sürecini özellikle kendi milliyetçi güvenlik politikaları bir risk oluşturacağını görmektedir. Bu durumda, MHP, AKP'nin CHP ile olan diyaloğunun ittifak dengelerini bozma ve MHP'nin etkisini azaltma riski taşıdığını düşündüğünden, bu sürece karşı çıkmaktadır. Bir farklı pencereden bakarsak, MHP'nin söz konusu tavrı, aynı zamanda parti içi ve dışındaki destekçilerine yönelik bir mesaj niteliği taşımaktadır. Bahçeli, MHP'nin milliyetçi şovenist duruşunu ve ilkelerini koruma konusunda kararlı olduğunu göstererek, tabanını uyarmayı da amaçlamaktadır. Bu durum, MHP'nin AKP ile olan pazarlık gücünü artırma stratejisi olarak da değerlendirilebilir.
Bir suç dosyası, ya da Bakan Ali Yerlikaya’nın tabiriyle söyleyelim, ‘temizlik hamlesi’ bugün siyaset-emniyet-mafya üçgenini Ayhan Bora Kaplan davası nedeniyle bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Bu gerilim Ali Yerlikaya ve Süleyman Soylu çatışması gibi gösteriliyor. Ancak cemaatlerin- tarikatların yeniden pozisyon alması olarak da okunuyor. Sizce nedir?
Kamuoyu böylesi bir üçgeni 1990’lı yıllarda Susurluk bağlamında de yakından görmüştü. Bu durum, Türkiye'deki derin devlet çelişkisini ve farklı güç odaklarının çıkar endeksli yeniden pozisyon edinmelerinin mücadelesini de göstermekte. Ayhan Bora Kaplan davası, Türkiye'de siyaset ve emniyet arasındaki çıkar ve güç ilişkilerinin tekrar sorgulanmasını gündeme taşımaktadır. Emniyet teşkilatı içinde farklı grupların ve çıkar çatışmalarının olduğu bir ortamda, bu tür davalar, mevcut yapıların yeniden şekillenmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda Ali Yerlikaya ve Süleyman Soylu arasındaki gerilim ise, bu güç denkleminin bir yansıması olarak da görülmelidir. Ancak meseleyi, salt iki kişi arasındaki bir çatışma olarak değerlendirmek kanımca doğru olmaz; daha geniş bir bağlamda değişik cemaatlerin ve tarikatların konumunu da bu paylaşım kavgasında görmek lazım. Dolayısıyla Ali Yerlikaya'nın yürüttüğü sözde temizlik hamlesi, İçişleri Bakanlığı içinde uzun süredir devam eden bir güç kavgasının parçasıdır. Kamuoyu nezdinde büyük ölçüde teşhir olmuş Süleyman Soylu'nun bakanlığı döneminde oluşan yapı ve ilişkiler ağı da burada hedef alınmış olunabilir. Bu durum, iki figür arasında bir çatışma olarak lanse edilse de, özünde derin devlet yapıları ve eski-yeni güç odakları arasındaki bir kavgayı yansıtmaktadır. Bu çıkar çatışmasında ülkücü yapılanmanın yanında Cemaatlerin ve tarikatlarin siyasi konjonktüre bağlı rolünü de görmek lazım.
Bu dava “darbe girişimlerine”, “bürokratik vesayete” kadar genişleyen siyasi bir içerik kazandı. Davaya konu olan ilişkiler, başından itibaren siyasi olduğu için, sızan bilgiler ve gelişen tartışmalar da siyasi bir zemine yerleşti. Bu davanın yanına Sinan Ateş gibi kritik bir davayı da koyarak, çıkan sonuçla bir arınma, temizlenme sürecinden bahsetmek mümkün mü? Öyleyse kim kimden veya neyden arınıyor, arınmaya çalışıyor?
Eğer bir arınmadan bahsedilecekse, bu süreçte esas olarak derin devlet içindeki güç odaklarının, özellikle darbe girişimleri ve bürokratik vesayetle bağlantılı çevrelerin, temizlenmesini içermelidir. Bu bağlamda, arınma süreci, devletin ve kurumlarının şeffaflaşması ve demokratikleşmesi açısından önemli bir adım olarak görülmek zorundadır. Kim kimden arınıyor sorusuna gelince; burada devletin ve toplumun, bu tür güç odaklarından ve karanlık ilişkilerden arınması, daha demokratik ve adil bir düzenin tesis edilmesi çabası olarak öne çıkmalıdır. Neticede eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve MHP kadrolarından Sinan Ateş’in, 30 Aralık 2022’de Ankara'da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesi ülkücü gruplar arasındaki çıkar çatışmalarının bir ürünüdür. Dolayısıyla Bahçeli bu cinayetin bütün şeffaflığıyla aydınlanması konusunda birinci derecede sorumluluk taşımaktadır.
MHP’nin etkisinin azaltılma çabası ‘darbe girişimi’ olarak lanse edildi
Devlet Bahçeli kendilerine dönük, hatta Türkiye’nin hedef alındığı darbeye kalkışma sürecinden bahsetti. MHP’nin muhalefetin her türlü eylemini darbe teşebbüsü diye nitelemesine alışığız ancak burada kastettiği bu kez muhalefet değil… Ne diyor sizce?
Devlet Bahçeli'nin Türkiye'ye ve MHP'ye yönelik bir darbe girişiminden bahsetmesini farklı pencerelerden bakmak lazım. Aslında Bahçeli bu ifadelerinde, istemese de devlet içinde konumlanan çeşitli güç odakları arasındaki çatışmaya işaret etmekte. Türkiye'de derin devlet yapıları ve bürokratik elitler arasında zaman zaman güç çekişmeleri yaşanmakta. MHP, AKP ile olan ittifakında stratejik konumu elden vermemek için Bahçeli, bir yanıyla ittifak içindeki bazı unsurların MHP'nin etkisini azaltma çabalarını ‘darbe girişimi’ olarak lanse etmekte. Diğer yanda Bahçeli çizgisinde dini cemaatlerin ve tarikatların devlet içindeki etkilerini ve çıkar kavgalarına da dikkat çekmekte. Sonuç olarak, Devlet Bahçeli'nin bahsettiği darbe girişimi, sadece muhalefete yönelik bir eleştiri değil, daha geniş bir çerçevede komplo vari bir bakış açısıyla sözde bazı odakların Türkiye üzerindeki oyunlarını ve MHP'nin bu süreçteki aşırı milliyetçi-şovenist konumunun korumasını içermektedir. (Kısa Dalga)