İstanbul Sözleşmesi'nin Cumhurbaşkanı kararıyla feshine karşılık açılan davalarda Danıştay 10. Ceza Dairesi 'feshin hukuka uygun' olduğuna karar vermişti. Eski AİHM yarcı ve T24 yazarı Rıza Türmen, "İstanbul Sözleşmesi: Danıştay kararı ve sonrası" başlıklı yazısında "Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi kadınların şiddete karşı korunmasında büyük bir gedik yaratıp korumanın eşiğini düşürmüş ve bir yaşam hakkı sorunu doğurmuştur. Bu durumda Danıştay kararı kesinleştikten sonra AYM ve AİHM'e bireysel başvuruda bulunulması kapısı açılmıştır" dedi.
Türmen'in yazısı özetle şöyle:
"Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi konusundaki İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin çekilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı'nın iptali için açılan davayı Danıştay 10. Dairesi reddetti. Hiç şaşırmadım. Bunun tersine karar vermek kimin haddine? Karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nda temyiz edilebilir. Ancak sonucunun değişmesi beklenmemeli.
(...) İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin Danıştay tarafından iptali kapısı kapanmak üzere olduğuna göre, AYM'e ve AİHM'e bireysel başvuru yapılabilir mi? Sözleşmeden çekilmek bir insan hakkı ihlali doğurur mu?
Her şeyden önce böyle bir başvurunun şiddet mağduru kişi ya da kişiler tarafından yapılması gerekir. Böyle bir konuda AİHM'in ilk inceleyeceği konu, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesinin, başvurucuların yaşama hakkına, kötü muamele yasağına müdahale olup olmadığı, dolayısıyla başvurucuların mağdur sıfatını taşıyıp taşımadıkları olacak. Davanın en önemli yanı da bu.
Olayımızda sorun mevcut bir yasadan değil, bir yasa hükmünde olan uluslararası andlaşmanın yürürlükten kaldırılarak kadınların bu andlaşmanın korumasından yoksun bırakılmasından kaynaklanıyor.
Türkiye gibi kadına şiddetin böylesine yaygın olduğu bir ülkede, İstanbul Sözleşmesi'nin getirdiği korumadan vazgeçilmesi yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı, bakımından bir müdahaledir ve şiddet gören kadınlar ya da LGBTİ+'ler, korumanın kaldırılmasından etkilenen mağdur sıfatına sahiptir.
Hükümetin görüşü, Türkiye'de kadınları şiddete karşı koruyan yasal önlemlerin ve buna dayanan düzenlemelerin yeterli olduğu, İstanbul Sözleşmesi'nin öngördüğü önlemlerin ek bir koruma getirmediği yolunda. Aynı görüş Danıştay tarafından da paylaşılmakta.
Oysa 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile İstanbul Sözleşmesi'ni karşılaştırdığımızda İstanbul Sözleşmesi'nin çok daha etkili bir koruma getirdiğini görüyoruz. Zaten 6284 sayılı yasa da 1. maddesinde İstanbul Sözleşmesi'ni esas aldığını belirtiyor. İstanbul Sözleşmesi Türkiye bakımından ortadan kaldırıldığına göre, 6284 sayılı yasanın dayandığı temel de artık yok.
(...) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf devletler yetki alanları içinde yaşayanların yaşam hakkını koruyarak önlemleri almakla yükümlüdür. Devletlerin bu pozitif yükümlülüğü sadece kadınları şiddete karşı korumayı değil, herkesin, LGBTİ+'lerin de, yaşam hakkını kapsar. Bu amaçla devletin caydırıcı bir yasal ve idari çerçeveye sahip olması gerekir. Bu yasal çerçeve hem önleyici, hem etkili bir biçimde cezalandırıcı nitelikte olmalıdır. İstanbul Sözleşmesi böyle bir yasal çerçeve oluşturuyordu.
(...) Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi kadınların şiddete karşı korunmasında büyük bir gedik yaratıp korumanın eşiğini düşürmüş ve bir yaşam hakkı sorunu doğurmuştur. Bu durumda Danıştay kararı kesinleştikten sonra AYM ve AİHM'e bireysel başvuruda bulunulması kapısı açılmıştır."