RTÜK'ün son olarak Sadakatsiz dizisine verdiği ceza, sansür tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. RTÜK'ün yapısındaki değişim, cezaları neye göre belirlediği, "cezalarla belli bir yaşam biçiminin dayatıldığı", "kadın kimliği üzerinden bir “ahlak dayatması yapıldığı" tartışmalarını RTÜK üyesi İlhan Taşçı, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Ceren Sözeri ve senarist - yönetmen Ayhan Sonyürek’le konuştuk.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) dizilere ve televizyon programlarına verdiği cezalar yine gündemde. RTÜK’ün kestiği cezaların yasalara göre değil de yayıncı kuruluşa veya programlara göre belirlendiği eleştirileri bu defa da Kanal D’de yayımlanan “Sadakatsiz” dizisine verilen cezayla gündeme geldi.
Diziye “evlilik dışı ilişkileri normal gibi gösterdiği” “çocuk ve gençleri olumsuz yönde etkileyebilecek rol modeller oluşturulduğu” gerekçesiyle idari para cezası verildi. Bu ceza birçok farklı tartışmayı da beraberinde getirdi.
Başrollerinde Cansu Dere ve Caner Cindoruk’un bulunduğu yeni dizi “Sadakatsiz” evli bir çiftin ilişkilerindeki çalkantıları konu alıyor. “Toplumun millî ve manevî değerlerine aykırı” sahnelerin bulunduğu gerekçesiyle verilen ceza, birçok yönüyle eleştirildi. Sosyal medyada cezaya verilen tepkiler arasında en çok dikkat çekense “Erkek aldatınca sorun yok ama kadın aldatınca toplum değerlerine aykırı bulunuyor” eleştirileriydi. Dizinin izleyicileri, ilk bölümden beri erkeğin aldatması üzerinden dönen olay kurgusuna, ancak kadının aldatma sahnesi girince RTÜK’ün rahatsızlık duyduğunu belirtiyor.
Bu refleksle kesilen cezalarla “belli bir yaşam biçimini dayatması” ve kadın kimliği üzerinden bir “ahlak” dayatması yapıldığına dikkat çekiliyor.
RTÜK cezayı neye göre kesiyor?
Sadakatsiz, Çukur, Yasak Elma, Öğretmen gibi birçok diziye benzeri cezaları veren RTÜK bu cezaları neye göre kesiyor? Sorumuzu RTÜK üyesi İlhan Taşçı cevaplıyor:
“Ben yasal olan veya olması gerekeni anlatacağım, öncelikli olarak. Şöyle ki, sonuçta bizim özellikle televizyonları izleyen, “izleme uzmanı” dediğimiz yaklaşık seksen kişiden oluşan bir ekip, sürekli olarak 7/24 bütün ekranları takip ediyorlar. Buradaki amaç şu; RTÜK’ün kendi özel yasasının da içerdiği yayın ilkelerine uygun yayıncılık yapılıyor mu yapılmıyor mu? Uzmanlar bunu denetliyor aslında. Ve bu denetimleri sonucunda eğer yasaya aykırı, yayın ilkelerine aykırı bir tutum sergileyen bir yayıncı söz konusuysa, bir program olabilir bu, bir film olabilir, televizyon dizisi olabilir. Yani ekrandaki bütün içeriklere bakıyor ve bu çerçevede yasaya uygun bir şekilde bir rapor hazırlıyor. Ve bu raporu da RTÜK Başkanlığı’na iletiyor. Çünkü RTÜK’ün kendi özel yasasına göre, RTÜK Üst Kurulu’nun gündemini belirleme yetkisi yasayla maalesef yalnızca RTÜK Başkanına verilmiş. Dolayısıyla RTÜK Başkanı da önüne gelen bu izleme raporlarını üst kurulun gündemine taşıyor ve 9 kişiden oluşan üst kurul yaptığı müzakere sonucunda o yayınla ilgili ne tür bir yaptırım uygulanacağı, o yaptırımın oranını, yüzdesini-miktarını, idari bir para cezası mı uygulayacak veya bir program durdurma mı veya daha da ileriye taşıyacak ekran karartma mı ona dönük kararlar verecek ve kararlara imza atarak sonuçlandırıyor.
Cezaya konu olan yayınlar sadece izleme uzmanlarının ekran takipleriyle belirlenmiyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi yani CİMER üzerinden de uyarılar geliyor. Ya da RTÜK iletişim merkezlerine gelen izleyici tepkileri, şikayetleri de dikkate alınıyor. Ayrıca bazı kararların sosyal medyada oluşan kamuoyu tepkilerine göre de belirlendiğini söyleyebiliriz.
Prosedürde bir yayının, yayın ilkelerine aykırı olup olmadığı belirlenirken “özne” yani yayını yapan kişi veya kişiler ya da kanal görmezden gelinerek inceleme yapılması beklenir. Peki ama uygulamada da böyle mi? Taşçı, devam ediyor:
“RTÜK şu anki mevcut üye yapısı nedeniyle, çoğunluğun iktidara yakın olması nedeniyle, sayısal çoğunluk, sandalye çoğunluğu nedeniyle bazen görmezden geldiği yayınlar söz konusu olabiliyor. Kamuoyunda en çok bilinen somut örnek bir hanımefendinin televizyon yayını sırasında cebinde elli kişilik bir ölüm listesi olduğunu ve komşularının da öldürülecekler listesinde olduğuyla ilgili bir değerlendirmesi olmuştu.”
Sevda Noyan örneği
Bahsedilen kişiyi, yani Sevda Noyan’ı Ülke Tv’de sarf ettiği sözleriyle hatırlayalım: Canlı yayında sarf edilen bu sözlere RTÜK’ten herhangi bir ceza gelmemesi kamuoyunda ciddi tepkilere neden olmuştu. Gelen tepkilere RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in cevabı ise “Darbe sevicileri sevindirecek bir karar almayız.”
Dönelim İlhan Taşçı’nın değerlendirmesine: “RTÜK Başkanı öncelikli olarak bunun çok da büyütülmemesi gerektiğini söyledi. Aslında birazcık o yayını kendi düşünsel dünyasına yakınlığı nedeniyle görmezden gelmeye, birazcık o yayının toplumda oluşan tepkisini geçiştirmek istedi. Ama sosyal medyadaki o yoğun tepkiler, sosyal medyada başlayan ve giderek büyüyen toplumun pek çok kesiminde, siyasal iktidarı da içine alacak şekilde rahatsızlık yaratmasının ardından yaklaşık bir 20 günlük gecikmeyle RTÜK bu dosyayı gündemine aldı. Ve görüşmeler sonucu o kanalla ilgili bir yaptırım kararı çıktı. Bu bence önemliydi.”
Fakat bu durum, yani kamuoyu baskısıyla çeşitli konularda kararların alınması, cezaların uygulanması veya uygulanmaması genelde sosyal medyayı özelde ise Twitter’ı bir yargı mekanizmasına dönüştürmesi bakımından sakıncalı değil mi?
Adalet sisteminin varlığını da sorgulatan bu tarz uygulamalarla tersi yönde de kararlar alınıyor sonuçta. Yani ifade özgürlüğü kapsamına girebilecek veya eleştiri sayılabilecek ifadelerin de sosyal medyada oluşan kamuoyu tepkisi referans gösterilerek cezalandırılması “kamuoyu baskısını” suistimale açık hale getirebiliyor.
RTÜK üyesi İlhan Taşçı’nın RTÜK Üst Kurulu’nun 2019 faaliyetlerini ele aldığı raporun detaylarında da bunu görebiliyoruz.
Raporda RTÜK’e ekrandaki şiddet içerikli yayınlar nedeniyle, özellikle kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri nedeniyle 8 ayda 16 bin 514 şikayet geldiği halde bir tanesinin bile Üst Kurul’da görüşülmediği belirtiliyor. Buna karşılık mevcut iktidarı veya Cumhurbaşkanını eleştiren bir yayına yaptırım uygulanması için bir iki tane şikayetin yeterli olduğuna dikkat çekiliyor.
Doç. Dr. Sözeri: Otosansür mekanizması harekete geçiyor
Galatasaray Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Ceren Sözeri de RTÜK’ün iktidara bağlı bir yapıya dönüştüğüne vurgu yaparak, RTÜK’ün kendi dünya görüşlerine uygun kararlar aldığını ifade ediyor:
“RTÜK’ün tarihinde benim hatırladığım kadarıyla yanlışım varsa düzeltin, hiç kadın RTÜK üyesi yok. Yani karar alma süresinde RTÜK üyeleri her ne kadar siyasi partilerin temsilcilerinden oluşuyorsa ve demokratikmiş gibi görünüyor olsa bile karar alma süreçlerinde aslında hemen hemen tamamının erkeklerden oluştuğu ve iki şu anda Cumhur ittifakı üzerinden de düşünürsek yani MHP kotasından girmiş üyelerle AKP kotasından giren üyelerin çoğunlukla beraber hareket ettiği de düşünülürse. Onların siyasi görüşleri ve ideolojileri doğrultusunda kararlar alınması çok da şaşırtıcı değil.
Zaten sadece kadın konusuyla ilgili değil, pek çok konuda da daha muhafazakar bir takım kararlar hatta onların yazılı olmadığı halde, örneğin bir dizi oyuncusunun içtiği içkinin blurlanması gibi. Pek çok kendi dünya görüşlerine uygun kararlar aldıkları, daha doğrusu bunlar üzerinden kanallara çeşitli cezalar uyguladıkları veya son zamanlarda gördüğümüz kadarıyla daha yazım aşamasında dahi müdahalede bulundukları veya almış oldukları bu kararların popüler kültür ürünleri işte diziler, televizyon programları vs bu konular üzerinde, bu konuları üreten programcılarda, senaristlerde bir otosansür mekanizmasını harekete geçirdiği. Yani “bunu böyle yazarsam mutlaka başıma bir şey gelir, kanal ceza alır, dizi yayından kaldırılır” gibi birtakım korkularla hareket ettiğini biliyoruz.
Senarist Sonyürek: Bir dünya görüşü cezalandırılıyor
Sözeri’nin dikkat çektiği RTÜK cezaları nedeniyle senaristler üzerinde oluşan otosansür baskısını Senarist Ayhan Sonyürek’le konuştuk…
Hanımın Çiftliği, Baba Evi, Kırık Kanatlar, Kurşun Yarası, Sil Baştan gibi yaklaşık 30 dizi projesinde senaristlik yapan; Öğrenci Kafası: Soygun, İyi Biri, Unutulmayanlar gibi film projelerinde de senaristlik ve yönetmenlik yapan Ayhan Sonyürek, RTÜK’ün, koyduğu yasaklarla bir dünya görüşünü cezalandırdığını belirtiyor:
“Ülkemizde, aslında düşünce özgürlüğü, düşünceyi yayma özgürlüğü olmadığı için bu alanın siyasette, basında, sanatta ve kültür alanında da benzer yansımaları oluyor. RTÜK’ün verdiği cezalar da bununla ilintili. Aslında bu bir sansür diyoruz ama yayımlanmış bir eserin durdurulması demek belki ya da yayımlanmadan durdurulması sansür, bu daha çok cezalandırma. Tabii ki cezalandırma bazı hukuki gerekçelere bağlı olması gerekiyor. Ancak gördüğümüz bu cezalandırmalar bir hukuki gerekçeye değil, bir düşünceye uygun olup olmaması. Yani bir evliliği, evli bir insanın nasıl yaşaması gerektiğine, bekar bir insanın nasıl yaşaması gerektiğine, aile normları üzerinden bakarak bir dünya görüşünün cezalandırılması. Aslında bu bir görüş cezalandırma. Çünkü yasalarımızda evlilik dışı bir ilişki yasak değil.
Eskiden zina yasaktı ama şu an değil. Dolayısıyla yasalarda suç olmayan bir şeyden cezalandırılması, ekranlarda gösterilmesinin yasaklanmak istenmesi ya da buna ceza verilmesi bir dünya görüşünün cezalandırılması demek. Baktığımız zaman aileyi korumak başlığı altında, işte genel ahlak demek, bunlar tabii iktidarı elinde bulunduran kişilerin dünya görüşlerine uygun olarak verdikleri cezalar, yoksa bir hukuki karşılığı olan cezalar değil.
Dolayısıyla bu sansür demeyelim buna, aslında bu sansür girişimi, gelecek milyon tane mesajdan sadece birkaç tanesini engellemek ne toplumu istedikleri gibi oluşturabilir ne de başarılı olabilirler. Bu bir çaba, dizayn etme çabası ama beyhude bir çaba. Bunlar geçmişte de olmuştur. Ama ters tepmiştir, geri dönmüştür.”
RTÜK üyesi Taşçı: Cezalarda tutarsızlık var
Ayhan Sonyürek, RTÜK’ün verdiği cezaların hukuksal bir karşılığı olmadığını söylüyor. Bu düşünce RTÜK kanununda muğlak ifadelerin bulunmasıyla da ilintili.
Şöyle ki, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleriyle alakalı 6112 sayılı kanunun “Yayın Hizmeti İlkeleri”ni içeren Üçüncü Bölümünde a harfiden başlayıp t harfine kadar devam ederek olması gereken yayın ilkeleri belirleniyor. Bu belirtilen yayın ilkelerinin birçoğu ucu açık ifadelerden oluşuyor.
Örneğin, 8. Maddenin 1. Bendinde yer alan f) fıkrasında;
f)“Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz” deniyor.
Bu madde, dizilere ve televizyon programlarına verilen cezalarda en çok gerekçe gösterilen maddelerden biri.
RTÜK üyesi İlhan Taşçı, RTÜK’ün siyasi tutumuna göre karar vermesi sebebiyle farklı yayınlara aynı madde gerekçe gösterilerek verilen cezalarda tutarsızlıkların olduğuna dikkat çekiyor:
“Tabii şöyle bir durum var. Bir şeyin yasaya uygun olması başka bir şey, hukuki olması bambaşka bir şeydir. Sonuçta şu an ki RTÜK yasası, maddeleri olabildiğine subjektif, ucu açık ifadelerle dolu. Dolayısıyla objektif, net bazı kavramlar olmadığı için çoğunluk nereye doğru çekiştirmek istiyorsa, oraya doğru çekiştirebiliyor. Örneğin, “milli ve manevi değerlere aykırı” denilerek, Amerikan orijini iki diziye mesela RTÜK ceza kesti. Ama aynı RTÜK mesela bugün, özellikle yayıncı ismini söylemeyeceğim ama saraya yakın kendini konumlandırmış olan bazı kanallarda, sabahtan akşama kadar küçücük çocukların DNA testleri açıklanıyor, canlı yayınlarda. Biyolojik babaları araştırılıyor. Annelerin ne yaptığı, yetişkin insanların nikahlı nikahsız ne yaptığı bizleri ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendirmesi gereken şey şu; bu çocukların hakları var. Bu çocukların gelişimlerini ve ilerleyen dönemdeki yaşamlarını etkileyecek boyutlarda travmalara neden olacak içerikler var. Ama mesela RTÜK bunu görmezden gelebiliyor. Bu şimdi baktığınız zaman, yasada çok açık bir şekilde “çocukların fiziksel-ruhsal gelişimini etkileyecek” yayınların yapılması suç olarak tanımlanıyor. Maalesef bunu RTÜK kendine göre değerlendiriyor. Yani siyasi tutumuna göre, yaklaşımına göre bir tavır alıyor.”
“Genel ahlak kime göre”
RTÜK yasasında 8. Maddesinin 2. Ve 3. Bendi bu konuyla alakalı kuralları içeriyor.
Mesela 2. Bendinden şöyle deniyor:
(2) Radyo ve televizyon yayın hizmetlerinde, çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlakî gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıyan programlar bunların izleyebileceği zaman dilimlerinde ve koruyucu sembol kullanılsa dahi yayınlanamaz.
Belirtilen yayın ilkeleri referans alınarak iki farklı kanalda benzeri içerikler yayımlandığı halde birine ceza verilirken diğerine ceza verilmeyebiliyor. İlhan Taşçı bu tutarsızlıkları ortadan kaldırmak ve belirli bir ideolojiye hizmet etmeden kararların alınabilmesi için RTÜK yasasının düzenlemesi gerektiğini söylüyor:
“Biraz önce ifade ettiğim subjektif kavramlar nedeniyle, yayın ilkelerine baktığınızda “genel ahlaka uygun olmak zorundadır” Şimdi genel ahlak, kime göre, neye göre… Hangi toplum için söylüyoruz veya toplumun hangi kesimi için söylüyoruz. Bunların hepsi kocaman soru işaretleri ve aslında RTÜK yasasının topyekün bir elden geçirilmesi gerekiyor bu anlamda. Daha objektif kavramlar ve ölçütler konulmalı ama daha büyük fotoğrafa baktığımızda şu an ki siyasi iktidar toplumsal olarak Türkiye’de ne yapmak istiyorsa RTÜK de ekranda onu yapmak istiyor. Kendilerinin içinde yer almayı planladıkları siyasal, düşünsel ve dinsel bir motifi-gömleğini deyim yerindeyse televizyonlara giydirmeye çalışıyor RTÜK şu anda.”
Sözeri: Kanunda muğlak ifadeler var
Medya Ekonomisi, medya politikaları, medya etiği, ayrımcılık ve nefret söylemi konuları üzerinde çalışmalar yürüten akademisyen Ceren Sözeri de RTÜK yasasındaki maddelerin istenildiği gibi eğilip bükülebilecek muğlak ifadelerle dolu olduğunu belirtiyor:
“Şöyle yasal bir kılıfa oturtulabilir. RTÜK kanunu 6012 sayılı kanunun 8. Maddesi yayın içeriklerini düzenliyor ve yani herhangi bir şeyi o yayın ilkelerine sokabilirsiniz. Yani televizyonda bir dizi karakterinin içki içmesinin işte alkolü özendirmek, “İçki içmesi yasaktır” diye bir kural yoktur ama siz bunu “genel ahlak, ailevi değerlerin korunması vs” gibi son derece muğlak ifadeler içeren o 8. Maddesindeki içeriği düzenleyen bütün o bentlerden herhangi birisinin içerisine sokabilirsiniz. Zaten 2011 yılında bu kanun hazırlanırken, biz RTÜK üyeleriyle görüşmüştük, medya politikalarına dair bir rapor hazırlıyorduk. O zaman bunu da açık açık söylemişlerdi. Herhangi bir konuda ellerinin rahat olabilmesi için, o içeriğe dair maddeler bu kadar ayrıntılı bir şekilde düzenlendi. Fakat o kadar muğlak ifadeler ki bunu her şeye kullanabilirsiniz. İstediğiniz gibi eğip bükebilirsiniz.”
Sonyürek: Dizayn çalışması
Yasal kılıfa uydurulan bu cezalarla, aslında bir korku iklimi oluşturuluyor ve bu korku ikliminde içerik üreten senaryo yazarları kendilerini sınırlayarak otosansür uygulamak zorunda kalıyorlar.
Peki bu cezaların, uyarıların yarattığı sansür ve otosansür gölgesinde senaristler nasıl yazıyorlar. En çok hangi konularda otosansür uygulamak zorunda kalıyorlar? Senarist ve yönetmen Ayhan Sonyürek şöyle cevaplıyor:
“Doğal olarak daraltılmış bir alanda mücadele etmek zorundasınız, yazmak zorundasınız. Sınırlar var; argo kullanmak, ahlaken yargılanabilecek davranışları oraya koyamamak, eşcinseller ya da evli bir kadının aşık olmasıyla ilgili hikayeler bunları koymakta artık senaristler çok zorlanıyor. Ama bunlar çok uzun yıllar öncesinde geçirilmiş sorunlardı. Türkiye’de Aşkı Memnu diye bir dizi seyredildi. Evli bir kadının aşk hikayesiydi. Bu dizi TRT döneminde, siyah beyaz-dönemde biz bunu televizyonlardan izledik.
Bizim aslında bunlar uzun yıllar önce geçtiğimiz evrelerdi. Sorunu olmayan konulardı. Sorun yeni yeni oluyor aslında bunlar. Bir dizayn çalışması ama dediğim gibi beyhude, sonu hüsranla bitecek bir çalışma.”
“En kötü senaryo bile en iyi sansürden daha dürüsttür”
Ayhan Sonyürek aynı zamanda “Senaryo ve Diyalog yazarı Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği”nin Yönetim Kurulu Başkanı, Kısaca SENARİSTBİR olarak bilinen senaryo yazarları meslek birliği geçtiğimiz aylarda sansüre karşı bir bildiri yayımladı.
Senaryo yazarları ve destekçilerinden yüzlerce kişinin imzaladığı bu bildiriye SENARİSTBİR’in sayfasından ulaşabilirsiniz ama bildirinin son cümlesinde geçen cümle şöyle:
“Biz senaryo yazarları; inanıyoruz ki kötü senaryoların doğuracağı sakıncalar sansür ile değil, iyi senaryolar ile giderilir. En kötü senaryo bile en iyi sansürden daha dürüsttür.”
Sonyürek, imza kampanyasının nasıl başladığını şöyle anlatıyor:
“Birkaç gün süren bir imza kampanyasıydı. Netflix’te yayımlanan bir dizide, dizinin içeriğine müdahale edip, bunun üzerine senaristler tarafından geri adım atılması, yapım tarafından geri adım atılması ve yeniden düzenlenmiş olması. Sonradan başka anlaşmazlıklarla vazgeçilmesi. Bu bilgilerden sonra biz, ülkemizde sansürün olmadığını, yasalarda sansürün olmadığını anlattık. Çünkü eskiden sinema filmi için, siz senaryonuzu yazardınız, Sansür Kurulu’na gönderirdiniz.
Sansür Kurulu senaryoyu reddederdi ya da düzeltilmesi gereken yerleri işaret ederdi. Onu düzeltip verirdiniz, onaylandıktan sonra o film çekilebilirdi. Bu sansür demekti. Ama şu an biz bir sansüre uğramadan eserlerimizi yazıyoruz, çekiyoruz, gösteriyoruz. Daha sonra hukuka uygun değilse cezasını görüyoruz. Ama burada bir Sansür Kurulu olmadığı halde, Sansür Kurulu gibi davranan RTÜK var. RTÜK bir eserin, önceden görüşerek, baskı sopasını göstererek içeriğini değiştirdi. Aslında bu yasalarımızda suç. Çünkü sansür yok. RTÜK sorumluları bu anlamda anayasal suç işliyorlar. Çünkü bir eserin, bir yayının bir düşüncenin önden kontrolü yasalarımızda yok. Aslında yapılmak istenen bir korku iklimi yaratıp bu korku ikliminde insanların geri durması.
Biz o imza kampanyasını yaptık ve sektörün büyük bileşenlerinin, büyük bir kısmının imzasını aldık.
Ama sonuç şu oldu “Netflix’te artık eşcinsel bir ilişkinin anlatıldığı bir hikaye olamaz” diye kafamıza kazındı. Bu bize otosansür olarak geri döndü.”
RTÜK’ün görevleri
Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi öğretim üyesi Hülya Öztekin, “Neo-Liberal Toplumlarda Düzenleyici Devlet Anlayışı ve Görsel-İşitsel İletişim Alanında Bağımsız Düzenleyici Üst Kurullar: RTÜK Örneği” makalesinde bağımsız düzenleyici bir üst kurul olarak RTÜK’ün görevlerinden bazılarını şöyle sıralıyor:
Düzenleme / Denetim ve Gözetim / Yaptırım Uygulama / Hakemlik ve Danışmanlık
Öztekin, ayrıca RTÜK’ün radyo ve televizyon alanında çoğulculuğu ve çoksesliliği sağlamak, ifade özgürlüğünü ve kamunun bilme hakkını garanti altına almak gibi işlevlerinin olduğunu da belirtiyor. RTÜK üyesi İlhan Taşçı da bu görev ve sorumluluklara ilişkin şöyle bir değerlendirme yapıyor:“RTÜK’ün iki misyonu var, yasayla kendisine verilmiş iki görevi var. Birincisi denetleyici misyonu, verdiği cezalar nedeniyle kamuoyu genelde bu yönüyle biliyor. Oysa bana göre RTÜK’ün gelişmiş demokrasilerdeki gibi, asıl misyonu düzenleyici olması. Yani yayıncılık sektörünü düzenlemesi gerekiyor. Ne için ifade özgürlüğünün önünü açmak için, ifadenin yayılmasını sağlamak için, özgürce tartışma ortamının yaratılabilmesi için. RTÜK’ün bütün bunlar için çaba sarf etmesi gerekirken bakıyorsunuz, RTÜK tam tersi bir misyon yükleniyor.
Siyasi bir saikle ve siyasi bir ikballe, bazen de iktidardan gelen tazyikle, bir bakıyorsunuz basın özgürlüğünün önünü tıkayan, yayıncılık dünyası için söylüyorum, düşüncenin yayılmasını, ifadenin dile getirilmesini, hem de Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden tutun kendi ulusal yasalarını da hiçe sayarak bütün özgürlükleri neredeyse kısıtlayan, önünü tıkayan bir anlayışı uygulamaya çalışıyor. Zaten şu anda yayıncıların da RTÜK’ten en çok şikayet ettikleri konuların başında bu geliyor. Bir diğeri de siz bazı yayıncıları koruyup kolluyorsunuz, ama kimi yayıncıları da abone olmuşlarcasına her hafta ardı ardına ceza kesiyorsunuz. Yani ekonomik kesilmiş idari para cezalarıyla aslında kimi yayıncılar, iktidar tarafından hoşlanılmayan, RTÜK’teki çoğunluk tarafından beğenilmeyen, eleştirileri hakaret kabul edilen, sorgulayıcı yaklaşımlarından rahatsızlık duyulan kanallarla ilgili ardı ardına idari para cezaları uygulayarak tabiri caizse onları hizaya getirmeye çalışıyorlar.
“RTÜK artık hesap vermiyor”
Doç. Dr. Ceren Sözeri ise RTÜK’ün yapısal özerkliğini kaybederek artık görevlerini yerine getiremediğine dikkat çekiyor:
“Şimdi RTÜK’ün esas olarak görevi, düzenleyici olmak ama düzenleyicilikten ne anladığımızı netleştirmemiz gerekiyor. RTÜK, özel radyo ve televizyonların yasal niteliğe kavuştuğu 1994 yılında kuruldu. Dünyanın başka ülkelerinde de böyle düzenleyici kurumlar var. Çünkü frekansların kamu malı olduğu ve kimin yayıncılık yapacağı konusunda, yayıncılık kalitesini arttırmak ve çeşitliliği sağlamak adına kamu yararına bu düzenlemeyi yapan bir görevi var. Fakat RTÜK’ün bu görevini yerine getirebilmesi için, bir kere özerk olması yani iktidardan bağımsız bir yapıya kavuşması gerekiyor. Başlangıçta biraz mali olarak da yönetim olarak da özerkti. Ve işte yapılanması da siyasi partilerin seçmiş olduğu insanlardan oluşması da aslında siyasi olarak da bu özerkliğini koruyabilmesi içindi. Fakat 2010’dan sonra özellikle, dengeler epey değişti.
Öncelikli olarak RTÜK’ün mali özerkliği elinden alındı. RTÜK artık, kendi bütçesini istediği gibi harcayamıyor, RTÜK hesap vermiyor. RTÜK Sayıştay denetimine tabi ancak Sayıştay raporlarının haberleştirilmesine bile, hatırlarsanız bundan iki ay önce, bunu haberleştiren kanallara dahi ceza gelebileceğine dair tehditler savurmuştur. Sayıştay denetimini de şeffaf bir şekilde açıklamıyor. Hata bunun haber yapılmasına engel oluyor. Siyasi parti temsilcilerinden oluşan bu yapılanması maalesef artık işlemiyor. Böyle düzenlendiği pek çok ülkede zaten işleyemez. Siyasi parti temsilcilerinin yanı sıra okuyucu-yayıncı temsilcilerinin de olduğu daha geniş bir yapıya dönüştürülmesi gerekir.”
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, dokuz üyeden oluşuyor ve üyelerin görev süreleri 6 yıl.
Üyeler siyasi parti gruplarının milletvekili sayısına göre belirlenecek üye sayısının iki katı oranında gösterecekleri adaylar arasından, her siyasi parti grubuna düşen üye sayısı esas alınarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca seçiliyor. Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nden Hülya Öztekin, yukarıda değindiğimiz araştırma yazısında,
RTÜK üyelerinin bugünkü seçim şeklinin, RTÜK’ün bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından son derece önemli bir sorun olduğunu belirtiyor.
Akademisyen Hülya Öztekin, düzenleyici üst kurulların, bağımsız olmaları, yani hiçbir siyasi ve ekonomik baskı ve yönlendirmeye maruz kalmadan faaliyetlerini devam ettirebilmeleri, karar ve uygulamalarda tarafsız olmaları gerektiğini belirtiyor. Fakat bugünkü seçim şekliyle, üyelerin kendilerini aday gösteren siyasi partiden bağımsız olamayacaklarını ve tarafsız davranamayacaklarını ifade ediyor.
Sözeri: CHP yeterince destek olmadı
Doç. Dr. Ceren Sözeri de RTÜK üyeleriyle alakalı başka bir soruna değinerek muhalefet partilerin kotalarından seçilen RTÜK üyelerinin karar alma mekanizmalarında yer alamadığını belirtiyor:
“HDP’nin temsilcisi, HDP kotasından seçilen üye geçtiğimiz aylarda bu 6-8 Ekim soruşturmaları nedeniyle tutuklandı. Ve bununla ilgili RTÜK’ten herhangi bir tepki, hiçbir dokunulmazlıkları da yok. Bir üyenin aslında orada kamu adına düzenleyici kurumda bulunan bir üyenin sessiz-sedasız tutuklandığı bir dönem yaşıyoruz. İki tane CHP’li üye var. Bu iki tane CHP’li üye, karar alma mekanizmalarında etkili olamıyorlar, çoğunluk onlarda olmadığı için. Olabildiğince içerde alınan kararları bir şekilde dışarıya duyurma, RTÜK’ü şeffaflaştırmaya yönelik bir takım şeyler yapıyorlar. Bunun daha ileri adımını Faruk Bildirici yapmıştı, seçildiği zaman, kısa bir dönem. Sonradan üyeliği düşürüldü biliyorsunuz. O karar alma mekanizmalarının ne kadar antidemokratik olduğunu veya yöneticilerin bulundukları konumlarını kötüye kullandıklarını, birkaç yerden maaş aldıklarına dair birtakım bilgileri kamuoyuna şeffaflık adına açıklamıştı. Fakat bunun bedeli üyeliğinin düşürülmesi oldu. Ve siyasi partiler de açıkçası yani o kotadan seçildiği siyasi parti ve CHP de bu konuda kendisini, bu benim görüşüm, şahsi görüşüm, çok da fazla destek olmadı.
Onun ötesinde seçilmiş olan yöneticiler mesela şu an RTÜK Başkanı olan Ebubekir Şahin, daha seçilir seçilmez Cumhurbaşkanına teşekkür ederek bulunduğu pozisyonda kendisine bağlılığını açıklamıştı. Oysa liberal medya düzeninde basına bunun içinde radyo televizyon yayıncılığı da dahil, kamu adına iktidarı denetleme rolü verir. Düzenleyici kurumun başkanı kalkıp, Cumhurbaşkanına kendisini o konuma atadığı için teşekkür ediyorsa zaten o yayıncılık alanında hiç kimsenin iktidarı denetleme işlevini yürütebilmesi mümkün değil.”
“Evrensel kurallar dışındakiler tercihtir”Ağustos 2019’da yürürlüğe giren ve 24 maddeden oluşan “Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik” gereği
Netflix, BluTV ve PuhuTv gibi “isteğe bağlı” dijital yayıncılık platformlarında yer alan içeriklerin denetlenme yetkisi de RTÜK’e verildi.
Kullanıcıların ücretli üyeliklerle içeriklerine ulaşabildikleri bu platformlar, yönetmelikle birlikte RTÜK’ün uygun bulmadığı yayın içeriklerini Türkiye kataloğundan çıkarmak durumunda.
Nitekim RTÜK tarafından bu yönde müdahaleler de gecikmedi.
Türkiye kataloglarında bulunan bu içeriklere yapılan müdahaleyi RTÜK üyesi İlhan Taşçı şöyle değerlendiriyor:
“Şimdi yayınları ikiye ayırmak gerekiyor. Bir, 18, 18 üstü ve 18 altı. Neden, yetişkin bir bireyin, neyi izleyeceğine, neleri izlemeyeceğine sadece bir kişi karar verebilir o da kişinin kendisi. Bunu bir kamu otoritesi olarak RTÜK’ün “hayır bu senin izlemene uygun değildir” denilmesi kadar yanlış ve bir o kadar absürt bir durum olamaz. Çünkü yetişkin birisinin ne izleyeceğine kamu niye karışsın, devletin nesine… İsteyen istediğini izler. Hele hele “isteğe bağlı yayınlar” açısından baktığımızda, yani işte sizin ifade ettiğiniz Netflix, sonuçta insanlar oraya abone oluyorlar, üyelik yapıyorlar, bir ücret karşılığında. Ve oradaki kataloğun içerisinde o platformun film kataloğunda, yapım kataloğunda nelerin olduğunu ve neler almak istediğini bilerek üye oluyor insanlar buraya zaten.
Sonuçta, dediğim gibi, çocuk kısmını ayırıyorum. Ki pek çok platformun zaten çocuk kitleri var. Yani ebeveyn kontrollerinin yapılabildiği sistemler de geliştirilmiş durumda.
Aslında uluslararası bütün evrensel kurallar itibariyle yayıncılığın temel birkaç tane kırmızı çizgisi vardır. O da şudur: Pornografi, organ kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, narkotik suçları, uyuşturucu gibi bütün toplumlarda suç olarak tanımlanmış, bütün toplumların kendilerine toplumsal zararı olduğunu değerlendirdiği kavramlardır. Bunun dışındakiler insanların tercihleridir.”
Sözeri: Taciz, tecavüz sahnesi olan dizilere yaptırım yok
Son olarak, RTÜK’ün kadına yönelik şiddet veya toplumsal cinsiyet eşitliği konularında nasıl bir tutum sergilediğine değinelim. 6112 sayılı RTÜK yasasının Yayın hizmeti ilkelerinin belirtildiği üçüncü bölümünde bir yayının;
- s) “Toplumsal cinsiyet eşitligˆine ters du¨şen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar”ı içermemesi gerektiği belirtiliyor.
Peki RTÜK bu konularda nasıl kararlar alıyor ya da almıyor? Sorumuzu Doç. Dr. Ceren Sözeri yanıtlıyor:
“İktidar partisinin ve onu destekleyen MHP’nin bir kadın politikası, daha doğrusu kadını aile içerisine hapseden bir ideolojik bakış açısının olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla daha geçen senelerde olduğu gibi, kadınlara şiddet uygulanan, taciz ve tecavüz görüntülerinin olduğu diziler reyting getirdiği gerekçesiyle herhangi bir yaptırıma, cezaya maruz kalmazken;
İşte “Sadakatsiz” diye bir dizi çevrilip, işte kadın aldattığı taktirde, bunun aile değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle bir ceza verilebiliyor. Kadının toplumsal cinsiyet rolleri, bugün televizyonlarda yansıtılan toplumsal cinsiyet rolleri iktidar partisinin ve onu destekleyen MHP’nin ideolojisiyle birebir paralellik gösteriyor. “