Türkiye'de işçiler son 21 yılda neler kaybetti?

Seçim öncesinde işçi ve emekliler siyaset tarafından yeniden hatırlanırken iktidarın 21 yıllık çalışma yaşamı karnesinde hak kayıpları dikkat çekiyor.

Pelin Ünker

14 Mayıs'ta yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimlerine dört aydan kısa bir süre kaldı.

Son seçim anketlerine göre AKP ve MHP bloğunun oluşturduğu Cumhur İttifakı ile CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve Demokrat Parti'den oluşan Millet İttifakı oyları neredeyse başa baş gidiyor.

Seçimleri Millet İttifakı'nın kazanması halinde ise Türkiye'de 21 yıl sonra iktidar değişecek. Gelecek seçimlerde oy verecek 60 milyon civarında kayıtlı seçmen olduğu tahmin edilirken yaklaşık 16 milyon işçi de sandığa gidecek.

Peki AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 21 yıllık iktidarı işçi hakları açısından nasıl bir tablo ortaya koyuyor?

Esnek ve güvencesiz çalışma dönemi

AKP iktidara geldikten bir yıl sonra 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 Sayılı İş Kanunu ile belirli süreli iş sözleşmesi, kısmi süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma-uzaktan çalışma ve geçici iş ilişkisi ile işveren ve işçilerin karşılıklı hak ve borçları belirlendi. İş gücü piyasalarının esnekleştirilmesi ile işletmelerin rekabet gücünün artması ve esnek çalışma modellerinin her türlü korumadan yoksun olarak uygulanmasının önlenmesinin amaçlandığı ifade edildi.

Ancak esnek çalışmanın önü açılırken çalışma süreleri belirsizleştirildi, güvencesiz çalışma yaygınlaştı.

Özel sektörde taşeron uygulamaları artarken kamuda taşeron işçi çalıştırmayı kolaylaştıran düzenlemeler de yapıldı.

Kasım ayında AKP dönemi çalışma yaşamını mercek altına aldığı "AKP'nin 20 Yılında Emeğin Halleri-Despotik Emek Rejimi Üstüne Yazılar" başlıklı kitabı yayınlanan çalışma ekonomisi uzmanı Prof. Dr. Aziz Çelik, AKP'nin çok uzun bir dönem boyunca kamuda yeni memur ya da kamu görevlisi istihdam etme yerine taşeron şirketler aracılığıyla bunu gerçekleştirdiğini vurguluyor.

Kamuda taşeron şirket aracılığıyla istihdam edilenlerin kadroya alınması ilk gündeme geldiğinde, bu şekilde çalışanların sayısı yaklaşık 1 milyon 100 bin kişiyi buluyordu. Gelen tepkiler sonucunda 2017'den sonra taşeron işçiler kısmi olarak kadroya alınmaya başladı.

Kamuda ücret farklılıkları

Bu işçilerin bir bölümünün merkezi idarede kamu işçisi statüsüne alındığını, bir bölümünün ise belediye şirketlerine geçirildiğini aktaran Aziz Çelik, "Ancak belediye şirketlerine geçirenler hala gerçek anlamda kadroya almadıklarını söylüyorlar. Dolayısıyla orada sorun devam ediyor. Bir de Kamu İktisadi Teşebbüsleri'nde (KİT) bazı pozisyonlarda çalışanlar ki bunların sayılarının 100 bin civarında olduğunu biliyoruz. Onlar taşeron statüsünde devam ediyor ve şu anda kadro mücadelesini sürdürüyor" diyor.

AKP döneminde sözleşmeli memur uygulaması da yaygınlaştı. Bu şekilde çalışan memur sayısı 100 bin civarlarından 550 bine kadar çıktı.

Seçimlerin gündeme gelmesiyle bunların çok önemli bir bölümünün dün itibarıyla yeniden kadroya alındığının altını çizen Çelik, "Şunu söylemek mümkün. AKP çalışma hayatında güvencesiz çalışma biçimini yaygınlaştırdı. Fakat gelen tepkiler üzerine bunda önemli ölçüde geri adım atmak zorunda kaldı. Ancak geri adım atarken de özellikle kamu işçilerinin kadroya alınması konusunda bu işçileri bir tür kamu taşeron işçisi haline getirdiler. Üç yıl boyunca toplu sözleşme hakkı tanımadılar. Dolayısıyla ücretleri çok düşük kaldı ve şu anda kamuda ücretler anlamında iki tip işçi oluştu" diye konuşuyor.

İşçilerin 21 boyunca taşeron şirketlerde çalışması, primleri çok düşük ödendiği için emekli olduklarında da düşük emekli aylığı alacakları anlamına geliyor.

Çalışma saatleri uzun, sendika var, TİS yok

Esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasıyla birlikte işçilerin ortalama fiili çalışma süreleri de arttı.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün (OECD) 2020 yılı verilerine göre Türkiye, haftada 60 saatten fazla çalışanların en fazla olduğu ülke. İstihdam edilenlerin haftada 60 saat ve üzerinde çalıştırılma oranı yüzde 15,1'i buluyor. Haftalık ortalama çalışma saatinde ise Türkiye 45,6 saat ile 34 OECD üyesi ülke içinde ikinci sırada yer alıyor. Zirvedeki Kolombiya'da bu oran 47,6 saat iken OECD ortalaması 37.

AKP döneminin işçi hakları açısından bir diğer özelliği de anti-sendikal politikalar olarak görülüyor.

Resmi verilere göre sendikalaşma oranı yüzde 14'ler civarında. Ancak sendikalara üye sayısı kâğıt üzerinde yaklaşık 2,3 milyona ulaşırken bunların sadece 1,5 milyon kadarı Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yapabiliyor. Özel sektör işçilerinde ise sendikaya üye olup TİS'ten yararlananların oranı yüzde 6'larda kalıyor. Bu durumun en önemli nedenleri, işkolu ve işyeri/işletme barajları ile patronların yetki itirazı yaparak toplu sözleşmeleri engellemesi olarak sıralanıyor.

Aziz Çelik, işçilerin sendikalara üye olduğu zaman ciddi yaptırımlarla ve işten atılma riskiyle karşı karşıya kaldığını vurguluyor. Sendikaya üye olmanın Anayasal bir hak olduğunu söyleyen Çelik, "Ancak sendikalaşan işçi işten atıldığı zaman gerçek bir iş güvencesine sahip değil. Yani işine dönemiyor. Sendikal nedenle atıldığı belli olduğunda işe iade edilmesi lazım. Ama iş iade edilmiyor. Mahkeme işvereni haksız görürse yani sendikal nedenle attığını düşünürse tazminata hükmediyor. Tazminat ödeyerek işveren bundan kurtulabiliyor" diyor.

Diğer yandan sendikaların toplu sözleşme yapabilmek için çok uzun ve karmaşık bir yetki prosedürü aşmak zorunda kaldığına dikkat çeken Çelik, bunu aşıp toplu sözleşmeye başladıklarında ise karşılarına grev yasaklarının geldiğini vurguluyor.

Grev yasakları

AKP döneminde milli güvenlik, genel sağlık gibi gerekçelerle toplamda 20 grev ertelendi. Söz konusu 20 grev yaklaşık 195 bin işçiyi kapsıyor.

Bu dönemde grev hakkını kullanabilen işçi sayısının 90 binin altında kaldığını belirten Çelik, grev hakkı ertelenen işçi sayısının greve çıkabilenlerin iki katını aştığına işaret ediyor. Çelik, "Kâğıt üzerinde grev hakkı var ama fiilen böyle değil. Çünkü Cumhurbaşkanı şu anda herhangi bir grevi, milli güvenliği veya da genel sağlığı tehlikeye attığını düşünerek erteleyebilir. Aslında bu bir yasak. Çünkü 60 günlük süre içerisinde greve çıkamıyorsunuz. Ondan sonra tekrar greve çıkamıyorsunuz. Erteleme Türkiye'de bir yasak mekanizması olarak uygulanıyor" diye konuşuyor.

Grev ertelendiği zaman sendikalar Danıştay'a itiraz başvurusunda bulunabilse de 2010'lardan bu yana Danıştay yürütmeyi durdurarak iptal kararı vermiyor. Tam tersine grev erteleme kararını onaylıyor. Bu da greve başvurmayı olanaksız hale getiriyor.

Grev ertelemelerin yedisi ise OHAL döneminde (2016- 2018) gerçekleşti. Bu dönemde ayrıca 140 bine yakın kamu görevlisi haklarında yargı kararı olmaksızın ve yargı yolları kapatılarak Kanun Hükmünde Kararnameler yoluyla kamu görevinden çıkarıldı. OHAL döneminde demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı sınırlandı.

Seçimlerin gündeme gelmesiyle bunların çok önemli bir bölümünün dün itibarıyla yeniden kadroya alındığının altını çizen Çelik, "Şunu söylemek mümkün. AKP çalışma hayatında güvencesiz çalışma biçimini yaygınlaştırdı. Fakat gelen tepkiler üzerine bunda önemli ölçüde geri adım atmak zorunda kaldı. Ancak geri adım atarken de özellikle kamu işçilerinin kadroya alınması konusunda bu işçileri bir tür kamu taşeron işçisi haline getirdiler. Üç yıl boyunca toplu sözleşme hakkı tanımadılar. Dolayısıyla ücretleri çok düşük kaldı ve şu anda kamuda ücretler anlamında iki tip işçi oluştu" diye konuşuyor.

İşçilerin 21 boyunca taşeron şirketlerde çalışması, primleri çok düşük ödendiği için emekli olduklarında da düşük emekli aylığı alacakları anlamına geliyor.

Çalışma saatleri uzun, sendika var, TİS yok

Esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasıyla birlikte işçilerin ortalama fiili çalışma süreleri de arttı.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün (OECD) 2020 yılı verilerine göre Türkiye, haftada 60 saatten fazla çalışanların en fazla olduğu ülke. İstihdam edilenlerin haftada 60 saat ve üzerinde çalıştırılma oranı yüzde 15,1'i buluyor. Haftalık ortalama çalışma saatinde ise Türkiye 45,6 saat ile 34 OECD üyesi ülke içinde ikinci sırada yer alıyor. Zirvedeki Kolombiya'da bu oran 47,6 saat iken OECD ortalaması 37.

AKP döneminin işçi hakları açısından bir diğer özelliği de anti-sendikal politikalar olarak görülüyor.

Resmi verilere göre sendikalaşma oranı yüzde 14'ler civarında. Ancak sendikalara üye sayısı kâğıt üzerinde yaklaşık 2,3 milyona ulaşırken bunların sadece 1,5 milyon kadarı Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yapabiliyor. Özel sektör işçilerinde ise sendikaya üye olup TİS'ten yararlananların oranı yüzde 6'larda kalıyor. Bu durumun en önemli nedenleri, işkolu ve işyeri/işletme barajları ile patronların yetki itirazı yaparak toplu sözleşmeleri engellemesi olarak sıralanıyor.

Aziz Çelik, işçilerin sendikalara üye olduğu zaman ciddi yaptırımlarla ve işten atılma riskiyle karşı karşıya kaldığını vurguluyor. Sendikaya üye olmanın Anayasal bir hak olduğunu söyleyen Çelik, "Ancak sendikalaşan işçi işten atıldığı zaman gerçek bir iş güvencesine sahip değil. Yani işine dönemiyor. Sendikal nedenle atıldığı belli olduğunda işe iade edilmesi lazım. Ama iş iade edilmiyor. Mahkeme işvereni haksız görürse yani sendikal nedenle attığını düşünürse tazminata hükmediyor. Tazminat ödeyerek işveren bundan kurtulabiliyor" diyor.

Diğer yandan sendikaların toplu sözleşme yapabilmek için çok uzun ve karmaşık bir yetki prosedürü aşmak zorunda kaldığına dikkat çeken Çelik, bunu aşıp toplu sözleşmeye başladıklarında ise karşılarına grev yasaklarının geldiğini vurguluyor.

Grev yasakları

AKP döneminde milli güvenlik, genel sağlık gibi gerekçelerle toplamda 20 grev ertelendi. Söz konusu 20 grev yaklaşık 195 bin işçiyi kapsıyor.

Bu dönemde grev hakkını kullanabilen işçi sayısının 90 binin altında kaldığını belirten Çelik, grev hakkı ertelenen işçi sayısının greve çıkabilenlerin iki katını aştığına işaret ediyor. Çelik, "Kâğıt üzerinde grev hakkı var ama fiilen böyle değil. Çünkü Cumhurbaşkanı şu anda herhangi bir grevi, milli güvenliği veya da genel sağlığı tehlikeye attığını düşünerek erteleyebilir. Aslında bu bir yasak. Çünkü 60 günlük süre içerisinde greve çıkamıyorsunuz. Ondan sonra tekrar greve çıkamıyorsunuz. Erteleme Türkiye'de bir yasak mekanizması olarak uygulanıyor" diye konuşuyor.

Grev ertelendiği zaman sendikalar Danıştay'a itiraz başvurusunda bulunabilse de 2010'lardan bu yana Danıştay yürütmeyi durdurarak iptal kararı vermiyor. Tam tersine grev erteleme kararını onaylıyor. Bu da greve başvurmayı olanaksız hale getiriyor.

Grev ertelemelerin yedisi ise OHAL döneminde (2016- 2018) gerçekleşti. Bu dönemde ayrıca 140 bine yakın kamu görevlisi haklarında yargı kararı olmaksızın ve yargı yolları kapatılarak Kanun Hükmünde Kararnameler yoluyla kamu görevinden çıkarıldı. OHAL döneminde demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı sınırlandı.

İşsizlik Fonu işverene

Son yıllarda işverene sağlanan teşvikler üzerinden tartışılan İşsizlik Sigortası Fonu da 1999'da yasalaşırken uygulama 2002'de başladı.

İşsizlik Sigortası Kanunu'nda AKP döneminde çok sayıda değişiklik yapıldı ve bu değişiklikler esas olarak işverenlere aktarılacak teşvikler üzerine oldu. İşverene verilen ve işsizlik ödeneğini de aşan bu teşvik ve destekler, doğrudan sigorta prim teşvikleri ve proje eğitimi şeklinde oluyor.

Çelik, en son asgari ücret için işverene verilen teşvikin işçi başına 100 liradan 400 liraya çıkarıldığını, bunun da İşsizlik Sigortası Fonu'ndan ödendiğini belirtiyor ve ekliyor: "Şu anda resmi işsizlerin yaklaşık yüzde 12'si işsizlik ödeneği alabiliyor. Geçen yılın ilk 11 ayında 12 milyar civarında bir işsizlik ödeneği ama toplamda 33 milyar civarında da bir teşvikten söz etmek mümkün."

İşsizlik Sigortası Fonu'ndan sağlanan devasa teşviklere rağmen işsizlik düşmedi. Resmi verilere göre 2002'de yüzde 10,3 olan işsizlik oranı bu tarihten beri dört yıl hariç hep yüzde 10'un üzerinde kaldı.

Pandemi dönemi hak kayıpları

İşsizlik sigortası, pandemi döneminde de etkin bir şekilde kullanıldı. Öte yandan sokağa çıkmama, eve kapanma gibi uygulamaların tartışıldığı dönemlerde işçiler önemli ölçüde bundan muaf tutuldular. Özellikle sanayi işçileri, hizmet sektöründeki işçiler çalışmak zorunda bırakıldılar.

Aziz Çelik, "Pandemi döneminde İşsizlik Sigortası Fonu'ndan kısa çalışma ödeneği olarak destek verildi. Bir de kısa çalışma ödeneğini hak etmeyenler için maktu ücret desteği dediğimiz bir ücret desteği verildi. Bu da çok düşük bir miktarda, asgari ücretin de çok altında kaldı. Bin lira civarında bir ödenek verildi. Bu kapsamdakiler özelikle maddi olarak zorluklarla karşılaştılar" diyor.

Bu dönemde çalışmak durumunda olup çeşitli sağlık riskleri ile karşılaşan işçiler olduğunun bilindiğine işaret eden Çelik, "Fakat pandemi dönemine ilişkin verilerin ayrıntıları hala açıklanmadığı için bunun gerek hastalık gerek ölüm açısından çalışanlara nasıl yansıdığı konusunda hala net bir bilgiye sahip değiliz" diye konuşuyor.

Büyümede çalışanın payı düştü

AKP döneminde özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilen 2018 yılından sonra gayrisafi yurtiçi hasılada gerçekleşen mevcut büyümeden iş gücünün aldığı pay da giderek azaldı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2022'nin üçüncü çeyreğinde iş gücü ödemelerinin cari fiyatlarla GSYH içerisindeki payı yüzde 26,3'e kadar geriledi.

Aziz Çelik, "Dördüncü çeyrek verileri henüz açıklanmadı ama emeğin payında düşüş ve sermaye payında bir yükseliş olduğu görülüyor. Bu eğilimin 2018 ekonomik krizi, pandemi ve son ekonomik krizle birlikte arttığını görebiliyoruz. Bunun da AKP dönemi ve AKP'nin son yıllarının etkisi olarak eklemek lazım" diyor.

İşçi ölümleri arttı

AKP döneminde ülke genelinde iş kazası ve meslek hastalıkları sonucu yaşanan iş cinayetleri de arttı. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre AKP'nin ilk yılı olan 2003'te 811 işçi, iş cinayeti ve meslek hastalıkları sonucu hayatını kaybederken bu sayı 2021 yılında 1429'a yükseldi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'ne göre ise 2022'de 1843 iş cinayeti kayıtlara geçti.

Aziz Çelik'e göre işçi ölümleri büyük ölçüde sendikasızlaşma ve güvencesiz çalışma ile bağlantılı.

2012 yılında büyük iddialarla kabul edilen 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası da işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları ve yardımcı sağlık personelinin taşeronlaştırılmasının önünü açtı.

Çelik, "6331 Sayılı Yasa ile iş güvenliği denetimini yapan uzmanlar ve işçi sağlığı denetimi yapan iş yeri hekimleri esas olarak işverene bağlandı. Buna göre işverenin bizzat ücretini ödediği, çalıştırdığı kişilerin iş yerinde işverenin uygulamalarını denetlemeleri, karşı çıkmaları ve değiştirmeleri gerekiyor" diyor ve ekliyor: "Bunların bağımsız bir denetim, kamusal bir denetim şeklinde yürütülmesi gerekir. Etkin bir iş güvenliği denetimi olsa ve etkin yaptırımlar söz konusu olsa iş cinayetlerinde ciddi bir azalmanın söz konusu olacağını söylemek mümkün."

Emekli aylıkları azaldı

Sosyal güvenlik mevzuatında 2000'li yıllarda yapılan değişiklikler ve özellikle 2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ise emeklileri oldukça olumsuz etkiledi. Emeklilik yaşı yükseltildi, emekli olmak zorlaştırıldı. Emekli aylığı hesaplama ve bağlama oranlarında yapılan değişiklikler sonucunda emekli aylıkları düşmeye başladı. Aynı koşullarda fakat farklı zamanlarda emekli olanların aylıkları arasında büyük eşitsizlikler ortaya çıktı.

1999'dan itibaren emekli aylıkları hesaplamasına enflasyonun yanı sıra GSYH büyümesi de dahil edilirken AKP'nin 2008 yılında yaptığı yasal değişiklikle güncelleme katsayısına milli gelirdeki büyümenin sadece yüzde 30'u eklenmeye başlandı. Aylık bağlama oranları da yüzde 75'ler seviyesinden yüzde 50'lere düşürüldü.

Emekli aylıkları hesaplanırken kişinin son aldığı maaş dikkate alınmıyor. Geçmişte aldığı bütün aylıklar güncelleme katsayısıyla çarpıldıktan sonra prim esas kazancının güncel değeri bulunup aylık bağlama oranıyla çarpılıyor.

AKP döneminde emekli olmanın çok ciddi şekilde güçleştiğini ve emekli aylıklarının gerileyerek emeklinin alım gücünün düştüğünü vurgulayan Aziz Çelik, "2002'de mesela bir işçi emekli aylığı asgari ücretin yüzde 40 üstündeydi. Şu anda yüzde 35 altında" diyor.

Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) ilgili son dönemde adım atılsa da AKP'nin 1999'da getirilen düzenlemeyi 2008'de onaylayarak emeklilik yaşını uzattığına değinen Çelik, "AKP döneminde aynı zamanda ciddi zikzaklar da söz konusu. Yaptıkları işlerin yarattığı toplumsal tepkiyi gördüklerinde seçim dönemlerinde geri adım attıklarını söylemek mümkün" diye konuşuyor.

2008 yılında yapılan düzenleme ile 2036 yılına kadar emeklilik yaş koşulu kadınlar için 58 erkekler için 60'a çıkarıldı. Bu tarihten itibaren emeklilik kademeli biçimde artarak 2048 tarihinde kadın ve erkekler için 65 olacak.

Ekonomi Haberleri