Kadın hareketinin kutuplaşmaya rağmen tüm toplum kesimlerinden destek aldığını ve bu meşruiyeti kırmak için mağdur babalar ve nafaka hakkına ilişkin platformlar kurulduğunu belirten Eralp ve Özdemir, yürüyüşün gece düzenlenmesine ve danslı-müzikli bir etkinlik olmasına yönelik eleştirilere ilişkin olarak “Gece kadın kitlelerinin sokakta olma halinden tekinsizlik hissettiklerini görüyoruz. Tam da bunu dönüştürmek istiyoruz.
Ayrıca kadınların en çok şiddete maruz kaldığı yer de evleri. O evlerden çıkarmaya çalışıyoruz” dedi. Kadın hareketinin toplumsal tüm kesimlerinde karşılığı olduğunu belirten aktivistler “Toplum, tüm kadınların, kadın kurumlarının kadın hakları için
iyi bir şey olduğu yaklaşımı ile yaklaşıyor. Bir araştırmaya göre toplumun kadın hareketine güveni yüzde 85. Siyasi iktidarı destekleyen kadınların da söylemi fraklı olsa da kadın hareketinin asgari sözlerinin arkasında durduğunu gösteriyor” dedi.
Bunca kutuplaşma ortamında, kutuplaşmayı reddettiğinizde, bu, sokak eylemlerinde yükselttiğiniz sesin meşruluğunu daha inandırıcı hale getiriyor. Kadın hareketinin meşruiyet zeminini yıpratmak isteyen bir kadın hareketi ile karşı karşıyayız. Örneğin çeşitli mağdur babalar platformları, kadınların nafaka hakkına karşı yapılan girişimler gibi.”
Kolay olmadı
Kadına Karşı Şiddet Yürüyüşleri yaygın biçimde 2008’de yapılmaya başlandı. Çeşitli kesimlerden kadınların bir araya gelerek ortak platform oluşturması kolay olmamış:
“Kadın örgütleri, bireyler, bağımsız feministler vardı. Bu çalışmaları başlatan feministlerdi. 25 Kasım nasıl bir kadın yürüyüşü olsun, sloganları, renkleri birlikte belirlemeye karar verdik. Bir kavram üzerine, bir basın açıklaması üzerine saatlerce tartışırdık.
25 Kasım farklı kadın örgütlerinin üzerinden örgütleniyor. Bir ay öncesinden başlıyor toplantılar. Bu yılın ana teması ne olsun tartışmaları oluyor. Sonra teknik gündemlere dönülüyor. Lolipopların basımı, sosyal medya eylemi, bildirilerin basılması… En son Eminönü’ne alışverişe gidilir pankart bezi, dövizler, kartonlar alınır. Sonra bir mekana getirilip hep beraber pankartları yazmaya, lolipopları çıtalamaya başlıyoruz. Sonra hepsini Tünel Meydanı”na taşıyoruz. Slogan attıran, ajitasyon yapan arkadaşlar oluyor alanda. Tamamen gönüllükle bu işi yapan kadınlarız. Mutlaka eksiklerimiz de oluyor. Slogan listesi oluşturuluyor ama aslında eylem kendi kararlarını veriyor. Bazen beklemedğimiz şeyler oluyor. Geçen sene itiş kakış oldu, polis itti, gaz atıldı. Çok sert değildi ama kadına yönelik şiddet gününde polis şiddetine maruz kaldık.
Kadınlar olabildiğince alandan gitmemeye çalıştılar, polisler çevrelemesine rağmen saatlerce barikatların önünde beklediler.
Bu 25 Kasım’da ‘bir kişi daha eksilmeye tahammülüz yok’ sloganı ile yürüyeceğiz. Giderek artan biçimde kadın cinayetleri haberleri alıyoruz, bunlara intiharlar eklendi. Bu intiharlar aslında cinayet – intihar. Erkeklerin yaptığı kadını, çocuğu öldürüp sonra intihar etmek. Sürekli bir kişi eksilmemize ne sebep oluyor? Bunun peşinde olmak istiyoruz.”
Kadınları evlerinden çıkartıp gece yürütmek
Kadın yürüyüşünün gece olmasının anlamını ise şöyle anlatıyorlar: “Kadın ne yaparsa şiddeti hak eder diye düşünülüyor ya gece dışarda olmak da kadının şiddeti hak etmesi olarak öne sürülüyor. Biz de tam olarak gece dışarda olmanın şiddeti hak etmek anlamına gelmeyeceğini söylemek için gece yürüyüşü düzenliyoruz. Gece kadın kitlelerinin sokakta olma halinden tekinsizlik hissettiklerini görüyoruz. Tam da bunu dönüştürmek istiyoruz. Ayrıca kadınların en çok şiddete maruz kaldığı
yer de evleri. O evlerden çıkarmaya çalışıyoruz.
Eylemin sahibi kadınlar
Kadın yürüyüşleri, 8 Mart ve 25 Kasım giderek gençleşiyor. Artık liseli kadınların kalabalık katıldığını görüyoruz. Kadınlar çocuklarıyla, bebekleriyle geliyor. Her türlü farklı hayat tarzından kadın bir araya geliyor. Polis barikatlarını gördüklerinde de kadınlar oraya sahip çıkmaya çalışıyor. Genç ve çocuklu kadınlar hiç mi çekinmiyor diye şaşırıyoruz. 25 Kasım Kadın platformu var ve kararlar alıyoruz ama oraya gelen kadınlar orada kendi kararlarını veriyor. Bazen o komisyon oradaki kadınların kararını takip eder hale geliyor. “Dağılacağız” dediğimizde “sen kim oluyorsun da bize bunu diyorsun, burası bizim yürüyüşümüz”
diyorlar.
Ağrı’daki yürüyüş erkekleri şaşırttı
İstanbul’daki eylemler bir tür kelebek etkisi gibi etkiledi. Bütün illerde eylemler, etkinlikler yapyılıyor. Ağrı’da 25 kadın pet şişelerinin içine taş doldurup sallayarak gece yürüyüş yaptığında ‘Burası İstanbul mu, Diyarbakır mı, böyle yürüyüş yapılıyor’ diye şaşkınlıkla bakan bir erkek kitle vardı.
25 Kasım’da, kadına karşı şiddet gününde dans edilmesine, neşeli olunmasına yönelik eleştirileri kabul etmiyorlar:
“Bir kadın yüksek sesle kahkaha attığında utanmıyor mu denilmesi de bir şiddettir. Şiddetle mücadele ederken herkes kendi rengiyle, kendi sesiyle, kendi zılgıtıyla gelmeledir. Bir yerde müzik yapılamıyorsa orada şiddet var, kendi ana diliyle konuşamıyorsa orada şiddet vardır. Biz yasta değil isyandayız diyoruz. İsyanımızı her şekilde ifade etmenin daha doğru olduğunu düşünüyoruz.
“Ya ölü olalım, ya da ölüymüş gibi olalım istiyorlar”
Resmen ölmeden de mezara girelim istiyorlar. İstiyorlar ki ya ölü olalım ya da ölüymüş gibi olalım. Sessiz, itaatkar, tahammül eden kişiler olmamızı istiyorlar. Onu yaptığımız sürece kadınlara hayat var. Bir kadından beklenen birilerin kölesi olmak mıdır? Gülmesinler de böyle bir şey. Kadınların hayatta gülümsemesine tahammül etmiyorlar. Biz de tam da bizden çaldıkları gülüşlere sahip çıkmaya çalışıyoruz. Başımıza bir şey geldiğinde sosyal medyada paylaşıp yeterince retweet alırsak belki yaşarız demeyeceğiz. İsmimizin hastag olmasını istemiyorsak, bunu engellemenin tek yolu birlikte hareket etmek.”