Eski Almanya Başbakanı ve muhafazakâr Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin eski lideri Angela Merkel'in merakla beklenen kitabı "Özgürlük" raflarda yerini aldı.
Kitap, Merkel'in gençlik yıllarının yanı sıra 16 yıllık başbakanlık döneminden birçok ayrıntıyı barındırıyor. Kitapta Almanya-Türkiye ilişkileri Suriye'den göç akını bağlamında ele alınıyor.
Merkel, başbakanlık yılları öncesini anlatırken de iki kez "sıra dışı" bir Türk kahvesi tarifi veriyor.
Merkel'in Türk kahvesi tarifi
Eğitimini Almanya'nın doğusundaki Leipzig kentinde bulunan Karl Marx Üniversitesinde fizik alanında tamamlayan Angela Merkel, kariyerinin ilk yıllarını anlatırken, Berlin Bilimler Akademisinde akademisyen olarak çalıştığı dönemde kahve yapmaktan kendisinin sorumlu olduğunu söylüyor.
Kitapta Merkel'in Türk kahvesi olarak verdiği tarif şöyle: "Bir kaşık öğütülmüş kahve, üzerine sıcak su dök. Türk kahvesi dediğimiz şey hazır!"
Kitaptaki anlatımına göre; Ocak 1992'de Berlin'de girdiği kitapçıdan çıkarken düşüp bacağını kıran Merkel, o dönem kendisine yardımcı olması için anı kitabı "Özgürlük"ü beraber yazdığı danışmanı Beate Baumann'ı işe aldı. Merkel, Baumann'la tanıştıkları gün ondan istediği ilk şeyin de "Türk kahvesi" olduğunu yazıyor.
Baumann'ın bu isteğe yanıtı ise "Türk kahvesinin ne olduğunu bilmediği" şeklinde olunca akademi yıllarından hatırladığı tarifi Merkel, bir kez daha veriyor: "Gerçek ismi bu mu bilmiyorum ama akademide öyle (Türk kahvesi) söylerdik. Biraz su kaynat, bir kaşık dolusu kahve tozunu bardağa koy, üzerine kaynar suyu dök."
Bugün hâlâ evinde iyi bir kahve makinası bulunmadığını ve genelde çay içmeyi tercih ettiğini söyleyen Merkel'in verdiği tarif ise aslında daha çok granül kahveyi anımsatıyor. Türk kahvesi; kahve tozunun soğuk su ve bazen şeker ile konduğu cezvede pişirilmesiyle hazırlanıyor.
Bin kelimeye bedel: Altın taht
Angela Merkel, kitabında Türkiye de dahil birçok ülkeyi derinden etkileyen 2015 yılındaki göç krizini "başbakanlığının dönüm noktası" olarak niteliyor. Merkel, 2015 yılında Suriye'deki iç savaştan kaçanların Almanya'ya sığınmacı olarak girişine izin vermiş ve iç politikada büyük bir risk almıştı.
O dönemde Türkiye'nin Suriye iç savaşının ardından iki milyon Suriyeli'ye kapılarını açarak ağır bir yükü üstlendiğini anlatan Merkel, bu durumun uzun süre Avrupa tarafından "neredeyse hiç fark edilmediğini" söylüyor. Ege Denizi'nden kaçak geçişler ve yaşanan ölümleri önlemek için Türkiye ile diyaloğun kaçınılmaz olduğundan bahseden Merkel, Avrupa ile Türkiye arasındaki mülteci mutakabatına atıfıta bulunuyor.
Bu kapsamda 18 Ekim 2015 tarihinde İstanbul'a yaptığı ziyaret ve "bin kelimeye bedel" dediği fotoğrafa gelen tepkileri kitabında genişçe ele alıyor.
"İstanbul seyahatim sert şekilde eleştirildi. Özellikle de iki sandalyeden, daha doğrusu altın tahtlardan dolayı" diyen Merkel, sadece fotoğraf çekimi için değil, görüşmenin tamamında bu "tahtlarda" oturduklarını belirtiyor. Altın renkli koltuklar için içinden "Vay canına, şunlara bak!" diye geçirdiğini ifade eden Merkel, o fotoğrafı vererek "Türkiye'deki seçimler öncesi Erdoğan'a yardım etmekle, göç anlaşması için 'sarayında bir imparator gibi olan' Erdoğan'a boyun eğmekle" suçlandığını da dile getiriyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın göç anlaşması karşılığında temel talebinin Türk vatandaşları için vize serbestisi olduğuna değinen Merkel, "Ankara'daki otokratlarla müzakerelere" karşı çıkanlara da "Bu saçmalık. Haritaya bakan birisi Ege'deki gerçekleri fark ederdi" yanıtını veriyor. Erdoğan'ın bir şeylerde anlaştıklarında kendisine samimi şekilde "sevgili dostum" diye hitap ettiğini belirten Merkel, fikir ayrılığı yaşadıklarında ise karşı argümanlarla müzakereleri uzattığına değindi.
Merkel, Erdoğan ile diyaloğunu anlattığı bölümde "Otoriter eğilimli liderlerle ilgili fark ettiğim bir şey de şu: İstediklerinde sonsuz zamanları oluyor" diyor. Merkel bu tespitine; görüşmelerde simültane tercüme yerine, yani çevirmenin eş zamanlı değil, bir kişinin konuşmasının bitmesinden sonra devreye girdiği ardıl çevirinin tercih edilmesini örnek gösteriyor.
Kitabında, o yıllarda başbakanlık koltuğunda oturan Ahmet Davutoğlu için daha pozitif ifadeler kullanıyor: "Kozmopolit, bilgili... Harika şekilde İngilizce ve biraz Almanca konuşuyor."
Savaşı pandemi mi çıkardı?
Görevden ayrıldığı 2021 yılında bugüne kıyasla daha popüler bir isim olan Merkel, aradan geçen zamanda mirasını en hızlı eriten konu olan Ukrayna savaşına da kitabında geniş yer ayırıyor.
COVID-19 pandemisi sırasında uygulanan seyahat yasaklarının uluslararası ilişkileri olumsuz etkilediğini anlatan Merkel, liderler arasında doğrudan temasın ortadan kalkmasıyla diyalog süreçlerinin kesintiye uğradığını söylüyor:
"Teknik açıdan sanal toplantılar sorunsuz geçiyordu. Ancak birebir olmakla aynı şey değil... Karşıdakinin gerçek hissiyatını ekrandan sezmek olanaksız."
Merkel, bu noktada dikkat çekici bir zihin egzersizinde bulunarak "Pandemi yüz yüze toplantılara engel olmasaydı Putin'in Ukrayna saldırısı engellenebilir miydi? Kimse bir yanıt veremez" diyor.
Rus ordusunun Kiev yakınlarındaki Buça'da işlediği katliam üzerine Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy'nin "Merkel'i Buça'ya, politikalarının sonuçlarını görmeye davet ediyorum" şeklindeki sözlerini kitabında aktaran eski Almanya Başbakanı yine de Ukrayna ve Rusya konusunda geçmişte izlediği politikaları savunuyor.
Görevdeyken Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO üyeliklerine karşı çıkan Merkel; Ukrayna toprağı Kırım'da Rus üssü bulunduğunu, Gürcistan'da ise sınır anlaşmazlıkları yaşandığını hatırlatarak bunların üyeliğe engel olduğunu yazdı.
Merkel, bugün en sık karşılaştığı "Almanya'yı enerjide Rusya'ya bağımlı hale getirdiği" eleştirisine ise "doğalgaz diğer fosil yakıtlara kıyasla en temizi, boru hatları da gemilerle Sıvılaştırılmış Doğal Gaz (LNG) ithal etmekten daha ucuz" yanıtını veriyor. O dönem ABD'nin Kuzey Akım boru hatlarını hedef alan açıklamalarının arkasında ise "Amerika'nın kendi kaya gazını satmak için pazar arayışı" olduğunu ifade ediyor.