Kısa Dalga - AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şen, Grup Başkanvekili Abdülhamit Gül ve Adalet Komisyonu Başkanı Cüneyt Yüksel, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'un çalışmalarına ilişkin hazırlanan 15 başlıklı toplamda 60 sayfa olan raporu TBMM Genel Sekreterliği'ne teslim etti.
Raporda; Türkiye'nin son yıllarda terör, toplumsal kutuplaşma ve dış kaynaklı tehditlerle karşı karşıya kaldığına dikkat çekilerek bu süreçte Meclis çatısı altında kurulan komisyon aracılığı ile istişareye dayalı bir mekanizmaya duyulan ihtiyaç vurgulandı.
Raporda, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunun kurulma gerekçesine ilişkin Türkiye’nin iç ve dış tehditler, toplumsal kutuplaşma ve terör başta olmak üzere karşı karşıya olduğu riskler karşısında, Meclis çatısı altında kapsayıcı ve kurumsal bir mekanizmaya duyulan ihtiyaç vurgulanmaktadır. Komisyonun araştırma yapmak, rapor hazırlamak, ilgili kurum ve uzmanlardan bilgi almak, öneriler geliştirmek ve Meclis'i bilgilendirmek gibi sorumluluklarına dikkat çekilen raporda; Türkiye'nin bu zamana kadar terörle mücadeleyi büyük bir kararlılıkla sürdürdüğü ancak bundan sonrasında toplumsal huzuru güçlendirmenin ve terörün ürettiği güvenlik maliyetini kalıcı olarak ortadan kaldırılmasının ülkenin siyasal bütünlüğünün tahkimi anlamına geleceği ifade edildi.
Raporda, komisyonun yetki alanına ve AK Parti'nin meseleye bakışına ilişkin sınırlar da belirtildi. Buna göre; "Kimimizin Güneydoğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz olay, maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir. Partimiz, bu sorunun toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle, bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde; kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir" denildi.
"Örgütün silah bırakması ve kendini tasfiyesi kayıt altına alınmalıdır"
Raporda, PKK'nin ülke içinde ve ülke dışındaki uzantılarıyla beraber tasfiye sürecine ilişkin ise şu ifadeler yer aldı:
"Örgütün illegal ideolojik ve finansal yapılanmalarıyla birlikte yurt içinde ve yurt dışındaki tüm şube, unsur ve uzantılarıyla silah bırakması ve kendini tasfiyesi somut, ölçülebilir ve teyit edilebilir biçimde kayıt altına alınmalıdır. Bu tespit ve teyit, sahadan gelen verilerin, kurumsal raporlamaların ve ulusal güvenlik değerlendirmelerinin birlikte işlendiği bütüncül bir mekanizma ile yapılmalıdır. Bu aşamanın tamamlanmasının ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanacak müstakil ve geçici kanun yürürlüğe konulmalıdır. Düzenleme hem kapsam hem süre bakımından sınırlı hem de hukuki güvenlik ilkesine uygun olmalıdır. Kanun hazırlık sürecinde, ilgili tüm kurumların görüşleri alınmalı; sahaya ilişkin verileri, hukuki risk analizleri ve uygulamaya dönük öngörüleri dikkatle değerlendirilmelidir. Böylece, Kanun teorik olarak tutarlı ve pratikte uygulanabilir bir metin haline gelecektir."
Sürecin her aşamasının ilgili kurumlar tarafından denetleneceğinin belirtildiği raporda, "Böylece süreçteki bütün gelişmeler şeffaf bir biçimde izlenebilecektir. Ayrıca bu birliktelik, süreç içerisinde ortaya çıkan aksaklıkları, riskleri ve iyi uygulama örneklerini tespit ederek politika yapıcıların önüne getirecek ve gerekli düzeltici adımların zamanında atılmasını sağlayacaktır" ifadeleri yer aldı.
"İlk yaklaşım, mevcut mevzuatın taranması ve uyumlaştırılması yöntemine dayanmaktadır"
Raporda, "Hukuki Düzlem: Müstakil ve Geçici Kanun" başlığı altında ise sürecin bundan sonra nasıl ilerleyeceğine dair bir yol haritası ortaya konuldu. Raporda, "ilk aşamanın terör örgütünün feshinin tespit ve teyit ile kesinleştirileceği sonrasında eski düzenlemeleri yenilenmesi, bazı maddelerin eklenmesi veya bazı hükümlerin genelleştirilmesi değil, bugüne özgü yeni tanımlamaların olduğu müstakil bir kanununun hazırlanmasının en doğru ve hukuken en gerçekçi yaklaşım olduğu" kaydedildi.
Terör ve şiddetin sona ermesi ve terör örgütünün varlığının tamamen ortadan kalkması sonrası döneme ilişkin normatif mimarinin oluşturulmasına yönelik görüşlere yer verilen raporda, şu ifadeler yer aldı:
"İlk yaklaşım, mevcut mevzuatın taranması ve uyumlaştırılması yöntemine dayanmaktadır. Bu çerçevede Terörle Mücadele Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun başta olmak üzere ilgili tüm düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve terör sonrası dönemin ihtiyaçlarına uygun şekilde revize edilmesi mümkündür. Ancak, genel ve sürekli uygulanmak üzere yürürlükte bulunan kanunlara belirli bir terör örgütünü konu alan hükümler eklenmesi, uygulamada farklı çelişkilerin ortaya çıkmasına sebebiyet vereceğinden mevzuat uyumlaştırması yöntemi teorik bir imkân olmakla birlikte, uygulamada yüksek hukuksal risk taşımaktadır. Bu sebeple, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi sürecinin hukuk devleti ilkeleriyle uyumlu, öngörülebilir ve anayasal açıdan güvenli biçimde yürütülebilmesi için müstakil bir Kanununun hazırlanması önemlidir.
"Hakkaniyete uygun, ölçülü uygulamalar ile eşitlik ilkesinin korunması arasında bir denge kurmakta"
Bu kanunun yalnızca temel ilkeleri belirlemekle yetinmemesi; izleme ve doğrulamaya ilişkin mekanizmaları, kapsam ve sınırları, usule ilişkin hükümleri, denetimli serbestlik uygulamalarını, erteleme ve infaz düzenlemelerini, idari makamların sorumluluk, görev ve yetkilerini, gözlem süreçlerini ve istisnai hükümleri bir bütünlük içinde düzenlemesi gerekmektedir. Müstakil kanunun kapsamı belirlenirken, düzenlemenin yalnızca varlığını sona erdirdiği tespit edilen ve doğrulanan terör örgütleri bakımından uygulanacağı açıkça tarif edilmelidir. Bu tespit ve doğrulamanın ise devletin en üst güvenlik organları eliyle oluşturulan kurumsal bir mekanizma tarafından yapılması zorunludur. Bu doğrultuda idari makamların alacağı açık bir kararla örgütün varlığının sona erdiğinin doğrulanması ve müstakil kanun kapsamının bu karara dayanılarak sınırlandırılması hem düzenlemenin amacıyla uyumlu olacak hem de kanunun diğer terör örgütlerine sirayet etmesini engelleyecektir."
"Gerekli olduğu takdirde temel kanunlarda da değişiklik yapılabilir"
Gerekli olduğu takdirde temel kanunlarda da değişiklik yapılabileceğinin belirtildiği raporda, şu görüşler yer aldı:
"Modern hukuk düzeninin çok katmanlı ve karmaşık yapısı karşısında, böyle bir çerçeve kanunun varlığı, uygulama sürecinde temel kanunlarda hiçbir değişiklik yapılmayacağı anlamına gelmemektedir. Uygulamada ortaya çıkabilecek ihtiyaçlara bağlı olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve diğer mevzuatlarda da sınırlı ve yalnızca terörün ortadan kaldırılması ve örgütün feshine yönelik düzenlemeler yapılması gerekebilecektir.
Bu düzenlemeler, çerçeve kanunda yer alan temel ilkelerden örgütün varlığının sona erdirildiğinin tespiti ve doğrulanması kararından bağımsız olmayacak; yalnızca bu sürecin uygulanmasına ilişkin teknik ve zorunlu alanlarla sınırlı kalacaktır. Böylelikle, temel mevzuatta yapılacak değişiklikler, tamamen müstakil kanunun hukuki mantığını esas alan ölçülü ve geçici istisnalar niteliğinde olacaktır. Bu yaklaşım, terör örgütünün tamamen ortadan kaldırılması ve kalıcı hale gelmesi için ihtiyaç duyulan alanlarda hakkaniyete uygun, ölçülü uygulamalar ile eşitlik ilkesinin korunması arasında hassas bir denge kurmakta; uygulamanın icap ettiği unsurların sınırlı ölçüde temel mevzuata yansıtılmasına imkân tanımaktadır."
"Hukuki sınırlar içinde kalan her türlü eleştiri korunmalıdır"
Raporda, PKK'nın tasfiyesi sonrası demokratikleşme perspektifine ilişkin ise şu değerlendirmeler yer aldı:
"Bu demokratik dönüşüm sürecinin merkezi unsurlarından biri ifade ve örgütlenme özgürlüğünün hukuk devleti ilkesi çerçevesinde güçlendirilmesidir. Şiddet çağrısı, nefret söylemi ve terör propagandasıyla etkin mücadele sürdürülürken; hukuki sınırlar içinde kalan her türlü eleştiri, itiraz ve talep demokratik yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak korunmalıdır. Medya, akademi, meslek örgütleri ve sivil toplumun bu süreçte aktif rol alması hem toplumsal huzur ve güven ortamını güçlendirecek hem de demokratik bilinç ve hak kültürünün yaygınlaşmasına katkı sunacaktır. Bu çerçevede; siyasi kültürümüzün daha da demokratikleştirilmesi adına, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu gibi kanuni çerçevelerin ele alınarak yüksek standartlı demokrasi yolunda ilerlemeye devam edilecektir.
Yasal düzenlemelerin mütemmim cüzü olarak idari-pratik uygulama ve düzenlemelerin, hukuka ve demokratik norma daha uygun şekilde icra edilmesinin sağlanması ve bunların hukuk devleti çerçevesinde sistematik ve kurumsal denetlenmesi sağlanacaktır. Terörün ortadan kalkmasıyla birlikte terör dolayısıyla alınan siyasi-hukukiidari tedbirlerin uygulanmasına gerek kalmayacaktır. Türkiye’de yönetim sisteminin şeffaflık, hesap verebilirlik ve iyi yönetişim normlarına daha uygun hale getirilmesi, demokratik ve hukuki standardı daha yüksek bir yapısal, idari, finansal ve organizasyonel yapının oluşturulmasına dönük reform ve düzenlemelerin zemini oluşacaktır."