Kısa Dalga - Bizim ülke kadar halkına politik literatür katkısı kıyağı geçen başka bir yer yoktur. Yolda denk geldiğimiz tanıdıkla yaptığımız muhabbette bile kırk senelik siyasetçiler gibi konuşuyoruz. Futbol topunu yastık altı yapacak kadar futbolla yatıp kalkan bir ülke, dolmuş şoförlerine, gazetelerin spor sayfalarından arakladıkları, “Arkayı dörtleyelim!” gibi söylemler kazandırmışken artık hepimiz ufak çaplı siyasi ve hukuki jargona hâkimiz çok şükür.
Karşımızdakine “Geçen aradım, açmadın” gibi hafif kinayeli bir cümle kursak, “Gördüysem namerdim!” şeklinde bir cevabı göğsümüzde yumuşatmak zorunda kalmamız işten bile değil.
'Aralıksız bir siyaset taarruzuna maruz kalıyoruz'
Bunun nedeni çok basit aslında. Türkiye’de, her yeni kurulan ülkenin ilk yıllarında olduğu gibi genç Cumhuriyet de kalkınma adına geçirdiği ilk on senesi dışında “sosyal devlet” namına hiçbir adım atılmadı. Tek partili dönemde de çok partili dönemde de siyaset bu ülkenin nabzı oldu ve şerbetin ayarı da kazanın başındakilerin inisiyatifine kaldı. “Biri sağdan/biri soldan asılınca”, hâliyle ebedi bir masalın kahramanı olduk, kaldık. Hukuk da siyasetten azade olmadığı için topyekûn bir çokbilmişlik kimliğimiz oldu. Tepe tepe kullandık, kullanmaya da devam ediyoruz. Türkiye’nin “sosyal devlet” olma gibi bir derdi olmadığı için halkın gerçek sorunlarına yönelmek yerine aralıksız bir siyaset taarruzuna maruz kalıyoruz. Buna müteakip, birçok şey de asabımızı fena hâlde zıplatmaya neden oluyor. Bunun son örneği de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iddianamesiz tutuklu belediye başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan sekizinci davayla ilgili. Geçtiğimiz yıl Ekrem İmamoğlu, DEM Partili Van Belediye Başkanı’yla görüştüğü için kendisiyle polemiğe giren birine, “Sen çirkin siyasetine devam et aslanım. Gayet çirkin birisin” dediği için hapis istemiyle beraber siyaset yasağını da içeren “hakaret” davası açıldı.
'Hukuk öylesine eğilip bükülür bir hâle geldi ki...'
İnsan aklının bu kadar ayaklar altına alındığı başka bir dönemden geçmedi bu ülke. Hukuk öylesine eğilip bükülür bir hâle geldi ki; 500T seferini durdurup sorsak; otobüsteki 100 kişinin en az 80’i tartışmaya dâhil olacak hukuk bilgisine sahip olduğunu görürüz. Bir tarafta, oy verdiği siyasetçi, beğenmediği bir siyasetçiyle görüştü diye, onu siyasi yasakla cezalandırmaya götürecek kadar hayatî bir dava açılıyor (hapis, artık “çerezlik” olduğu için onu cezadan saymıyoruz), diğer tarafta ülkenin yargısını, yürütmesini, yasamasını, medyasını iki dudağında tutan Cumhurbaşkanı, Gezi Direnişi’nde anayasal haklarını kullananlara “sürtük” diyebiliyor ve hiç kimse gıkını çıkaramıyor. Aynı Cumhurbaşkanı, saygı duymadığını ayan beyan söylediği Anayasa Mahkemesi kararına, AİHM’e uymak zorunda olduğumuzu söylüyor ama tek yetkilinin YSK olduğu CHP İstanbul İl Başkanlığı ve CHP kurultayı davasında Asliye Mahkemesi kararı esas alınıyor.
'Abandığımız sigaralar yüzünden bıyıkları sarartalım'
İşte bütün bunlar arasında İstanbul’da ulaşıma yapılan yüzde 30 zam, Çalışma Bakanlığı’nın müthiş espri yeteneğine dayandığını düşündüğüm, işçinin maaşına yapılan yüzde 10’luk dudak uçuklatan (!) zam, servis ücretlerine yapılan zam, okul kitaplarına yapılan zam, ekmeğe yapılan zam, konuta yapılan kira ve satış zammı gibi bizzat biz sıradan vatandaşların birinci önceliği olacak konular bile saçmalıklar silsilesinden başka bir işe yaramayan siyasi gündemimiz yüzünden aklımıza bile gelmiyor.
Birileri “Benim beğenmediğim partinin başkanıyla konuştu. Bir dava açayım da görsün,” diye esas kendi kendini cezalandırsın. Öbürü mutlak butlan mı, kayyım mı, bilmem ne mi diye esip gürlesin. Biz de otobüs durağında bunları konuşurken sinire kesmekten abandığımız sigaralar yüzünden bıyıkları sarartalım.
Ne kadar “çirkin” bir durum…