Özgür Özel Tandoğan'dan seslendi: 'Sarayında oturup bu meydandan korkanlar da var'

CHP'nin Tandoğan Meydanı'ndaki mitinginde CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Bu meydan dosta güven, olmayana kaygı veriyor. Tüm otokratlar meydanlardan korkar" dedi.

Kısa Dalga - CHP'nin Ankara'da Tandoğan Meydanı'nda düzenlediği mitingde konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, milyonların meydana aktığını belirterek gelenlere teşekkür etti.

Özel buradan Erdoğan'a seslenerek "Ey Erdoğan, Tandoğan Meydanı'nı hiç böyle gördün mü?" diye sordu.

‘Milyonlar oldunuz, Tandoğan’a aktınız’

Özel'in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

"Cumhuriyetin kurulduğu ve yüceldiği topraklardayız. Çankaya Köşkü'yle, Anıtkabir'iyle, meclisleriyle ve meydanlarıyla adeta cumhuriyetimizin yaşayan müzesine, atamızın şehrine hoş geldiniz.

Bugün bu tarihi meydanda yine tarih yazıyoruz. 1950'lerde Kıbrıs mitinglerinin, 1959'da büyük işçi mitinglerinin, 6. Filo'ya karşı bağımsızlık mitinglerinin yapıldığı meydandayız. 70 yıldır haksızlığa direnenlerin meydanındayız. Bugün de vesayete ve darbeye hayır demek için buradayız. Bugün de vesayet değil, siyaset demek için buradayız. Tandoğan Meydanı'nda dün akşam saatlerinde girişler planlandığında '500 bin kişi doldurabilir burayı' dedikleri arama noktalarını bugün altı kere ileriye aldınız. Milyonlar oldunuz, Tandoğan'a aktınız. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada bir mitingde değil, elbette yine bir eylemdeyiz. Serbest seçimler için eylemdeyiz, demokrasi için eylemdeyiz. Bugün burada sadece Cumhuriyet Halk Partililer yok. İşçiler burada, emekliler burada, kadınlar burada, farklı partilerden demokratlar, sendikalar, sivil toplum örgütleri burada. Türkiye İttifakı'nın tüm renkleriyle kol kola bu meydandayız. Bugün vesayet değil, siyaset diyenler burada. Kayyıma, darbeye hayır diyenler, 19 Mart darbesinden sonra 54. kez bu meydanda direnenler burada.

‘Bu meydanda senin gibi korkanlar değil, senden korkmayanlar var’

Bu meydan dosta güven, olmayana kaygı veriyor. Tüm otokratlar meydanlardan korkar. Demokratlar meydanları doldurur, otokratlar oturdukları köşeden o meydanı izlerler ve titrerler. Bugün sarayında oturup bu meydandan korkanlar da var, 12 metrelik hücrelerinden bu meydanla coşanlar, bu meydana inananlar da var.

Bu meydana sarayından bakana sesleniyorum: Ey Erdoğan, Tandoğan Meydanı'nı hiç böyle gördün mü? Meydana varan bütün bulvarlar sonuna kadar dolu, kimse ayrılmıyor, görüyor musun? Bu meydanda senin gibi korkanlar değil, senden korkmayanlar, zulümden yılmayanlar var. Bu meydan korkuyu evde bıraktı. Bu meydan direniyor, bu meydan mücadele ediyor.

‘İyi ki birlikteyiz, iyi ki güçlüyüz, hep birlikte başaracağız’

Daha dün bu topraklarda Polatlı'da, Haymana'da yaşanan Sakarya Meydan Muharebesi'nin 104. yılıydı. Atatürk'ün 'Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatan toprağıdır' dediği tarihten 104 yıl sonra yine aynı topraklardayız. Bugün de yine Ankara'da, milli mücadele ruhunun filizlendiği bu meydanda verdiğimiz mücadelenin tek bir hatta değil, tüm vatan sathına yayıldığını ilan etmek için toplandık. Bir hat olarak sadece Cumhuriyet Halk Partisi'ni savunmuyoruz. Bu hattı sadece CHP'liler savunmuyor. Hepimiz, Türkiye'nin bütün demokratları, demokrasiyi, Atatürk'ten emanet cumhuriyeti, İsmet Paşa'nın iktidarı devriyle gerçekleşen çok partili rejimi savunmak üzere hep birlikte bu meydandayız. İyi ki birlikteyiz, iyi ki güçlüyüz, hep birlikte başaracağız.

‘Kayyıma karşı da sağdan sola hep beraber direniyoruz’

Kayyıma karşı da sağdan sola hep beraber direniyoruz. Zeytini korurken de demokrasiyi korurken de Tandoğan'dan ilan ediyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye'nin birinci partisidir, ana muhalefet partisidir. Ama ne muhalefetin patronudur, ne her şeyin sahibidir. Bu mücadelede tüm kardeş partilerimizle birliktedir, omuz omuzadır, hepsine müteşekkirdir.

Partimiz yıllarca darbelerin hedefi oldu, kapatıldı, genel başkanlarımız tutuklandı, hapse atıldı. Ama her zorluğu milletimizle birlikte yendik. 47 yıl sürdü, ikinci parti olduk, birinci parti olamadık, seçimleri kazanamadık. Ancak demokrasiden şaşmadık. Rakiplerimize darbe yapıldı, darbecilere değil, demokrasiye sahip çıktık. 47 yıl sabır gösterdik, millete güvendik.

47 yıl sonra 31 Mart seçimlerinde bir büyük başarıyı, biraz önce alkışladığınız büyükşehir belediye başkanlarımızla, il belediye başkanlarımızla, ilçe, belde belediye başkanlarımızla Türkiye nüfusunun yüzde 65'ine hizmet imkanını yakaladık. Ve o günden sonra, ilk konuşmamızdan itibaren, 'Bu savaş değil, bu bir yarıştı, bu gece bitti' dedik. 'Bu seçimin kazananı CHP'dir, kaybedeni yoktur' dedik. 'Kimseyi verdiği oya pişman etmeyeceğiz ama vermeyene 'Keşke ben de verseydim' dedirteceğiz' dedik. Hizmet dedik, yoksula sahip çıkmak dedik. 'Başkanların ceplerinde belediyenin kapısının, kasasının, şehrin altın anahtarı yok, CHP iktidarının anahtarı var' dedik.

‘Demokrasiyi de barışı da biz getireceğiz’

İşte hâl böyle olunca, biraz önce sizi selamlayan, alkışlayan başkanlarımız İstanbul'da Ekrem Başkan, Ankara'da Mansur Başkan hep birlikte çalışarak, örnek hizmetlerle milletin gönlüne girince, yapılan anketlerde seçimin çok ilerisinde sonuçlar alınca karşımızdakiler bizim 47 yıl gösterdiğimiz sabrı, metaneti, demokrasiye saygıyı 47 ay göstereceklerdi. O günden genel seçimlerin takviminin başlamasına 47 ay vardı. Değil 47 ay, 47 gün hazmedemediler. 47 gün yenilgiyi kabullenemediler. Daha ilk yenilgilerinde demokrasi direğinden indiler ve dünyadaki diğer otoriterleri örnek alan değil, aşan, onların cesaret etmediği işlere kalkışan bir saldırıya giriştiler. Önce seçimli otoriterlik kuranlar, şimdi seçimsiz bir diktatörlüğe geçmenin hevesi içindeler. Atatürk'ten miras cumhuriyete, demokrasiye, sandığa saldırıyorlar. Çok partili rejime saldırıyorlar. Bu iktidar demokrasi istemiyor. Biliyorlar ki demokrasi olsa sandıktan çıkamayacaklar. Biliyorlar ki adalet olsa kendi suçlarını aklayamayacaklar. Biliyorlar ki barış olsa bu milleti kutuplaştıramayacaklar. Ama and olsun ki adaleti de, demokrasiyi de, barışı da biz getireceğiz. Bu meydanlar getirecek, bu eylemler getirecek, bu direniş getirecek.

Önce iktidar oldular, cumhuriyetin tüm kazanımlarını, fabrikaları, şirketleri özelleştirdiler. 'Sıcak para' dediler, başka bir şey demediler. FETÖ ile ortak oldular, devletin tüm kadrolarını ele geçirdiler. 2010 referandumuyla FETÖ ile birlikte anayasayı değiştirdiler. Yargıyı, orduyu, polis teşkilatını ele geçirdiler. Balyoz'daki, Ergenekon'daki zulümleri bu ülkeye yaşattılar. Hatırlayın, bu ülkenin Genelkurmay Başkanına, namuslu subaylarına, amirallerine, generallerine, bu ülkenin bilim insanlarına, iş adamlarına uydurdukları bir kumpasla lekeler sürdüler, kumpaslar kurdular. O tarihlerde bizler 'Ergenekon kumpası, Balyoz kumpası' derken, 'Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, mahcup olacaksınız, darbeyi savunuyorsunuz' diyorlardı. Sonra şımarttıklarının darbesine maruz kaldılar ve çıkıp 'Milletim de Rabbim de affetsin' dediler."

7 Haziran - 1 Kasım arasında bu ülkeyi büyük bir kaosun içine soktular. Her yerde patlayan bombalardan medet umdular. Yüzlerce can giderken anket yaptırdılar ve dönüp tekrar iktidarlarını sağlamlaştırdılar. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, OHAL koşullarında, öncesinde, sırasında, sonrasında dünya kadar şaibeyle, mühürsüz oylarla anayasal sistemi değiştirdiler.

40 yıllık terörün 23 yılının da oldukları halde kendilerini vatansever, barış isteyenleri hain, terörist ilan ettiler. İşlerine gelince müzakere ettiler, işlerine gelince sivil siyaseti hedef gösterdiler. Ama hep barışın umudunu da siyasete alet ettiler. Gün geldi akan kandan medet umdular, gün geldi kanı durduracağız diye siyaset yapmaktan umut buldular.

‘Kumpasçılara karşı biz kazanacağız’

Karşılarında tarihsel bir tutarlılık içinde, iki şeyin renginin olmadığını bilen, ananın gözyaşında renk aramayan, Kürdün anasıyla Türkün anasını ayırmayan, işçinin alın terinde renk aramayan, Alevi'siyle, Sünni'siyle, sağcısıyla, solcusuyla, bütün emekçilerine sahip çıkan, bu ülkenin yarınlarını eşitlikte, adalette gören bir birliktelik var. O yüzden bu kumpasçılara karşı biz kazanacağız. Bu meydan kazanacak, Türkiye'nin demokratları kazanacak.

Partimiz 47 yıl sonra Türkiye'nin birinci partisi olmuştur. AK Parti kurulduğu günden itibaren ilk kez yenilmiştir. Milletin kararına saygı duyması, hatayı kendinde araması, bizimle hizmette yarışması gerekirken en kötü yola, en berbat yola tenezzül etmiştir. Millete umut vadedemeyen iktidar, milleti korkutarak, baskı altına alarak ayakta kalmayı tercih etmiş, bunu denemektedir.

Bugün Türkiye'de demokrasiyle göreve gelen bir iktidarın demokrasi direğinden inmesinin ve ülkeyi sandıkla değil, baskıyla yönetme tercihinin ağır sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Ne yazık ki iktidara demokratik olarak tehdit olan kim varsa bugün iktidarın hedefindedir. Bir kişi ve onun yanındakiler iktidarda kalsın diye milletimiz ağır bedeller ödemektedir.

‘Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'dur’

İşte bu anlayış, Cumhurbaşkanı adayını belirleyeceğimiz 23 Mart tarihine giderken, bundan dört gün önce 19 Mart tarihinde Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'nu gözaltına almış, tam dört gün gözaltında tutmuş, 23 Mart tarihi 15 buçuk milyon seçmenle kendisi Cumhurbaşkanı adayı gösterilirken onu demir parmaklıklar arkasına koymuştur. Buradan hep birlikte seslenmek isteriz ki bizim Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'dur.

Eşinden ayrı, tek çocuğu olan kadın bürokratlarımıza önlerine iddianameler dikilmekte, 'İmza at, Silivri'ye gitme, evladına kavuş' denmekte. Bu iftiraya direnince uzaktaki cezaevlerine gönderilmekte, 28 kişilik koğuşa 42. olarak yatırılmakta, nöbetleşe uyutulmakta, geri çağırılıp 'At artık imzayı' denmekte. Anneler, eşler, kardeşler, kayınbiraderler sırf iftira atmak istemeyenleri yıldırmak için, hasta evlatlar sırf babaları tehdit için, şantaj için içeride tutulmakta. İş adamlarının şirketlerine el konmakta, 'Dededen, babadan gelen şirketi geri istiyorsan, iftiraya imza at' denmektedir.

‘Bu dava siyasidir, iddialar iftiradır’

Aynı FETÖ borsası kurulduğu gibi İBB borsası kurulmuş, adalete araması gerekenler borsalarda pazarlıklara tutuşmuştur. Bunun için bir kez daha şunu ifade etmek isterim ki Tayyip Erdoğan bundan 180 gün önce şöyle dedi: 'Göreceksiniz, bir aya kalmaz, birbirlerinin yüzüne bakamayacaklar, ailelerinin gözüne bakamayacaklar.' Şimdi buradan, milyonların içindeyim, on milyonların önündeyim, Ankara'nın ve Türkiye'nin gözünün içine bakarak söylüyorum: Bu dava siyasidir, iddialar iftiradır, arkadaşlarımız masumdur, yapılan darbedir, geleceğin Cumhurbaşkanına, iktidarına darbedir. Direneceğiz, direneceğiz, direneceğiz.

‘Milleti bu darbeye razı edemediler’

Arkadayken gördüm, ucu yok, bucağı yok. Muhteşem bir buluşmada milyonlar olarak Ankara'dayız. Elbette her birinize ayrı ayrı teşekkür ederken bu kentin Büyükşehir Belediye Başkanı, 19 Mart darbesinden beri hep birlikte verdiğimiz büyük mücadelede Ekrem Başkan'ın en önemli yol arkadaşı, ona en çok sahip çıkanlardan biri Mansur Yavaş Başkanımıza da özel bir teşekkür etmek isterim.

Milleti bu darbeye razı edemediler. Ülkenin yüzde 75'i, dört kişiden üçü bu yalanlara inanmıyor. Bu davaların siyasi olduğunu, bunların iftira olduğunu biliyor. Kendimize güvenimizden hâlen daha yazılamayan iddianamelerin ne kadar boş, söylenenlerin ne kadar yalan olduğunu biliyoruz ve büyük bir özgüvenle tekrarlıyoruz: Buyurunuz, bir iki gün daha açılacak Meclis'te yasal düzenlemeyi yapalım, TRT'de bir kanalı bu mahkemeye tahsis edelim, isteyen bütün özel televizyonlara yayını verelim, iftiralar da canlı yayında atılsın, cevapları da canlı yayında verilsin. Hodri meydan.

‘Ya AK Parti'ye katılacaksın ya Silivri'ye atılacaksın’ diyorlar’

Partimizin belediye başkanlarını sürekli tehdit edenler, yıllar önce gelmiş, müfettişler incelemiş, temiz raporlarını vermiş, yıllar sonra bir suçtan suçlu aramak yerine bir kişiyi suçlu ilan edip ona suç bulmak için didik didik yapanlar artık siyasete doğrudan müdahale noktasındadır. Aynı iş adamı, aynı iş adamı 378 kez ihale almış. Bunların 75'i CHP'den, hepsinde soruşturma, başkanlar içeride, 303'ü AK Parti'den kimseye dokunmuyorlar.

MHP'nin Kütahya Belediye Başkanı aynı kişiye ihale vermiş. Alın onu da getirin, içeri atın, Silivri'de tutun demiyorum. Dosyasını ayırıp Kütahya'ya yolluyorlar ama bizim Adanalı belediye başkanımızı İstanbul'a getirip Silivri'de yatırıyorlar, dosyalarını yollamıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi'nden bu iş adamlarının kimi kendinden önce, örneğin Gaziosmanpaşa, kendinden önce ihale alınmış, AK Partililerin oylarıyla gelmiş. O ihalenin hesabını bizden sorup hapse atıyorlar.

Ama diğer taraftan çalıştığı CHP'li belediyelere gidip 'Sen de çalışmışsın, ya AK Parti'ye atıl ya Silivri'ye yatır. Ya AK Parti'ye katılacaksın ya Silivri'ye atılacaksın' diyorlar. Biliyorsunuz bu tehditlere direnen kahramanlar olduğu gibi topuklu bulup tabanları yağlayanlar oldu.

‘Cumhuriyet Halk Partisi'nin baba evine kimse el uzatamaz’

Şimdi Recep Tayyip Erdoğan, 'Şikayetçi İBB, şikayet edilen İBB, benimle ilgim var' diyor ya. Söyleyelim. Şikayeti hazırlayan senin adliye koridorlarındaki A takımından, hazırlığı yapan yargı kolları başkanın. Bulduğunuz işbirlikçi, mahkeme eski üyen ve atadığınız kayyum heyetini valilik emriyle, polis eliyle baba evine sokmaya çalışıyorsunuz. Biz kimseyi sokağa çağırmadık. Biz herkesi baba evine sahip çıkmaya çağırdık. Siz baba evinin önünü kapattınız, Atatürk'ün evlatlarını sokakta bıraktınız.

Buradan açıkça Recep Tayyip Erdoğan'a söylüyorum, onun mürekkebinden dökülen İçişleri Bakanı müsfettesine söylüyorum: Cumhuriyet Halk Partisi'nin baba evine kimse el uzatamaz. Uzanan elleri biz değil, baba evinin gerçek sahipleri pişman eder. Pişman olursunuz.

Kendileri demokrasiden nasibini almamış birileri, siyasi parti nedir bilmeyen birileri bir siyasi partinin İstanbul il başkanlığını 5 bin polisle çeviriyorlar. 'Taşıdık, öteye gidin' diyoruz, işlemi yapmıyorlar. Milleti partimize sokmuyorlar. Demokratik yarışı kazanamadıkları için darbeciliğe girişiyorlar. Ama buradan açıkça söylüyorum: Cumhuriyet Halk Partisi kolay lokma değildir, herhangi bir parti değildir, sizin gibi konjonktürel değil, tarihin, milli mücadelenin partisidir, Türk milletinin partisidir. Bu yüzden sesimiz milletin sesidir.

‘Bizden geri adım görmeyeceksiniz’

Hangi adımı atarsanız atın, bizden geri adım görmeyeceksiniz. Ne bir adım geri atarız, ne bir kelime eksik konuşuruz, ne 1 santim eğiliriz. Biliriz ki Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir adım geri atması bu millete 100 yıl geri adım attırır. Biliriz ki biz bir kelime eksik konuşursak siz bu milleti susturacaksınız. Biliriz ki biz 1 santim eğilirsek siz bu millete diz çöktüreceksiniz. Bu millete diz çöktürtmeyeceğiz, size teslim olmayacağız.

Bunun için bu meydanı dolduran, Ankara'yı dolduran milyonlarla birlikte buradan açıkça söylüyorum: Bugün hedefte olan sadece Cumhuriyet Halk Partisi değil, Türkiye'deki demokrasidir. Biz Türkiye demokrasisini elbette aslan sosyal demokratlarla, elbette milliyetçi demokratlarla, muhafazakar demokratlarla, liberal demokratlarla, Kürt demokratlarla, sosyalist demokratlarla, Türkiye'nin bütün demokratlarıyla birlikte savunuyoruz. Biz Türkiye İttifakı'yız."

'Kayyım kararı veren hakim avukatlık döneminde AKP rozeti takıyordu'

Özel, CHP İstanbul İl Başkanlığı'na kayyum atanması kararını veren hakimin avukatlık döneminde AKP rozeti taşıdığını söyledi.

Özel, konuyla ilgili şunları söyledi:

"İstanbul İl Başkanlığımızın binasına dava açtılar. Kongresine dava açtılar. İl Başkanımız Özgür Çelik’e dava açtılar. Kapıda kedimiz var Şanslı, onu da veterinerlik ettiler ama İstanbul İl Başkanlığımızı teslim alamadılar, Özgür Çelik’e baş eğdiremediler, teslim alamadılar. Her fırsatta bir meczup bulup bir yalancı bulup, bir iftirayla partimize saldırdılar. Asliye hukuk mahkemelerinin sayın hakimleri, İstanbul’dakiler, kanun açık, görevsizlik kararı verdiler, Ankara’ya yolladılar. Buraya açılanlar, oradan gelenler birleştiler. Buradaki mahkemeler normal sürecinde işledi. Tedbir talepleri, yani kayyum, bütün mahkemeler reddetti. Dediler ki ‘Seçimle gelene kayyum olmaz. Baştan tedbir olmaz’ ama nihayet dokuzu kapıdan kovulanlar maalesef 10’uncusunu buldular. İstanbul 45’inci Asliye Hukuk Mahkemesinde birini buldular. Kim o biri? Kim o biri söyleyeyim.

5 yıl boyunca eşi İBB AKP’deyken avukat olarak çalışan, kendisi AK Parti referansıyla Karayolları Genel Müdürlüğü’nün avukatlığına giren, Ulaştırma Bakanlığının davalarını alan, AKP rozeti taşıyan birisi. Açılan sınavlara girdiler. İkisi birden sınavı da mülakatı da geçti. Karı-koca hakim oldular. Avukatlar avukatlıktan hakimliğe geçerse, 5 yıl o ilde görev yapmazlar. Hemen İstanbul Gaziosmanpaşa’ya atandılar. 3-4 yıl orada durup sonra Malkara’ya gittiler, üçüncü bölge olacak Malkara’da en az dört yıl durması gerekirken hemen İstanbul’a geri getirildiler. Uygun mahkemeye yerleştirildiler. Nisan’da belli oldu, Ağustos sonunda nöbetçi mahkeme 45’inci Asliye Hukuk oldu. Onun gününü beklediler. Talimatı almış bir avukat, gününde başvurdu. Talimatı almış mahkeme, normalde o davayı Ankara’ya gönderecekken orada kabul etti. Adli tatil dönüşü ilk gün işlemini yaptı ve İstanbul İl Başkanlığına kayyum atadılar.

Şimdi Recep Tayyip Erdoğan, ‘Şikayetçi CHP’li, şikayet edilen CHP’li, benim ne ilgim var’ diyor ya söyleyelim. Şikayeti hazırlayan senin adliye koridorlarındaki ak toroslar çeten, hazırlığı yapan yargı kolları başkanın, bulduğunuz işbirlikçi mahkeme eski üyen, atadığınız kayyum heyetini valilik emriyle, polis eliyle baba evine sokmaya çalışıyorsunuz. Biz kimseyi sokağa çağırmadık. Biz herkesi baba evine sahip çıkmaya çağırdık."

Gündem Haberleri