MEHVEŞ EVİN
Katı Atık İşçileri ve Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Başkanı Ali Mendillioğlu’yla Kıvılcım Kültür Merkezi’nde buluşuyoruz. Merkez, Beyoğlu’nda bir çıkmaz sokakta, eski bir binada. Hava güzel olduğunda oturacak masalar, yeşillikler dış mekâna özenle yerleştirilmiş. Çay da harika. Mendillioğlu, binanın girişinde, koridorun iki yanına düzenli bir şekilde sıralanmış kitapları bana gösteriyor: “İnsanlar çöpe kitap atıyor, biz de kendi kütüphanemizi oluşturduk.” En geniş oda, kahve çay servisi yapılan buluşma yeri. Bir başka odada yine çöpten çıkan giysiler istiflenmiş: “Bunları ihtiyacı olanlara dağıtıyoruz.” Peki şu odada, tahtadaki yazılar ne? “Hafta sonları açık üniversitemiz, dil kurslarımız var. Artık çok sayıda üniversiteli bu işte çalışıyor” cevabını veriyor Mendillioğlu.
Hemen her şehrin sokaklarında, çekçekleriyle gördüğümüz veya görmezden geldiğimiz atık işçilerinin hiçbir güvencesi yok. Oysa geri dönüşümün asıl kahramanı onlar: Belediyelerin baş edemediği “ayrıştırma”yı onlar yapıyor. Eskiden kendi de atık toplayan Mendillioğlu, işçileri örgütlemek için kurduğu dernek ve Facebook’ta yayınladıkları “Katık” dergisi sayesinde bu zor işi yürütenlerin sesini duyuruyor. Dünya çapındaki atık işçileri konferanslarına katılıyor.
- Türkiye’de atık işinde kimler çalışıyor, çalışanların sayısı var mı?
Yüzbinlerce diyebiliriz, net bir rakam yok… Geri dönüşümü bir iş alanından ziyade bir yaşam alanı gibi tarifliyorum… Mevsimsel çalışan, çok sayıda öğrenci, özellikle Doğu, Güneydoğu’dan genç insanlar gelir. Tatillerde çalışırlar, sayı yükselir. Göçmen oranı çok yüksek. Afganlar, Suriyeliler, bir dönem Gürcistanlılar oldu. Onun dışında sabit depolarda kalanlar var. Yarı zamanlı çalışanlar da var. Bunların içerisinde önemli grup Çingeneler. Bazıları ambalaj atığı yerine satılabilecek kıyafet vesaire toplar, pazarda satar. Bunlar başka bir gruptur.
- İstanbul özelinde konuşursak?
Sadece Siverek ve Karacadağ’dan gelenler yaklaşık 20 bin kişi. İstanbul’da bulunan yaklaşık 1.200 depoda kalırlar. Her bir depoda yaşayanların ortalama sayısı, mevsimine göre değişir. Ama bunun dışında İstanbul’un Anadolu yakasında depolar yoğunlukta; sabit çalışan 45-50 bin kişi diyebiliriz. Göçmen politikası değişmeden önce daha yüksekti.
- Anadolu yakasında neden daha fazla depo var?
Aslında depoları nerede kurduğumuz ve nasıl çalışacağınızı kentin yapısı belirler. Bu işte mümkün olduğunca motorize araç kullanmamak için, kalacağınız yer atığın çıktığı yer olmalı. Orta sınıfların yaşadığı bölgelerde çalışmamız gerekiyor. Depolarıın bu bölgelere yakın, boş araziler veya gecekondularda olması gerekiyor. Mesela İstiklal caddesinde toplama faaliyeti yürütebilirsiniz. Ama bir depo kuramazsınız. Depo kurabileceğiniz alan neresidir? Tarlabaşı, Dolapdere olabilir. Kadıköy'de çalışacaksan Hasanpaşa, Fikirtepe’dir. Deponun bir alanının da insanların kalabileceği şekilde düzenlenmesi gerekir.
- Peki toplananları nasıl ayrıştırıyorsunuz?
Toplanan mal karışık olarak depolara gelir. Depolarda malın niteliğine göre bir ayrıştırma yapılır. Bu sefer başka bir problem başlar: Nakliye ile götüremezsiniz, çok yüksek maliyettir. Dolayısıyla bir ara aşama olarak atığın preslenmesi gerekiyor. Belediyeler kendi toplama istasyonlarına sahip, ancak çoğu çalışamaz durumda.
- Sıfır Atık projesi sizi nasıl etkiledi?
Bu işin iki miladı var: 2004’ten itibaren sürekli değiştirilen yasal düzenlemelerle toplayıcılar sıkıntılar yaşadı. 2021’deki sıfır atık projesiyle de. Aslında piyasayı kontrol etme stratejisi bu. Türkiye’de ambalaj atığı tarifi yanlış. Uzun yıllar hammadde diye tabir edildi. Kutu kola da, plastik de mukavva da içine giriyor. Yapılan düzenlemelerle her şey birbirine girdi. Lisanslı şirketler de bu alana girdi. Avrupa Birliği’ndeki toplama oranlarına şu yılda ulaşacağız dendi ama başarılamadı.
- Neden başarılamadı?
Kaynaktan ayrıştırmayı saçma sapan bir şekilde bilinçli eğitimle ilişkilendirmeye çalıştılar. Güya herkes kendi evinde ayrıştıracak… Diyelim ki evinizde ayrıştırdınız, bunun sonraki süreçler ne olacak? Bir kere evinizden alınması lazım, çöpe atamazsınız. Bizde alamazlar, çünkü ne evlerin, ne sokakların yapısı buna uygun. Ayrıştırma sonrasında depolayabilecek büyük alana ihtiyacınız var. Çöp konteyneri bile sığmıyor sokaklara, kaldırımları arabalar işgal ediyor. Bu süreci atladılar. Bir de toplama süreci var; mevcut ekipmanla ayrıştırılan atığı toplama şansı yok. Presli araçlar ciddi bir maliyet. Dolayısıyla bu iş çözümsüz şimdilik.
- Türkiye’nin plastik çöp ithalatında dünya ikincisi olmasının size etkisi var ne?
Şimdi bu iç piyasaya yönelik değil. Türkiye aynı zamanda ihracatçı. 17 milyon ton plastiği, en büyük ihracatçısı olan Avrupa Birliği için ithal ediyor. Hammadde haline getirip özellikle beyaz eşya, otomotiv, giyim sektöründe kullanıyor ve tekrar ithal ediyor. Kağıtta keza öyle. Türkiye'de bunun için devasa işletmeler kuruldu. Yani şöyle düşünün kirli bile olsa bu malı ayrıştırmanın maliyeti var, ama kâr marjı çok yüksek. Ne bulursan alırsın, temizi farklı, kirliyi farklı paraya alırsın. Sorun, üretim kapasitesinin çok yüksek olması ama yeni uygulamalarla gelen malın azalması.
- Türkiye neden kendi çöpünü dönüştüremiyor? Tesisler neden işlemiyor?
İç piyasanın büyüklüğü yetmez. Habire banka kredileri verilmiş yeni tesisler açılmış, buralardan milyonlarca ton plastik üreteceksin. Paris Anlaşması ve Yeşil Mutabakat’a imza, hata gibi gözüken bir strateji aslında. Türkiye'de kişi başına ambalaja verdiğimiz ortalama para, yıllık 380 dolar. Bu rakam önümüzdeki yıl iki katını geçecek. Evet, ortalama yıllık 800 dolar ödeyeceğiz! Sadece ambalaj olarak düşünmeyin. Mesela yıllardır Vestel, Arçelik ihracat yapıyor. Bu anlaşmadan sonra sana hurdayı vermeyecek, tekrar üretemeyeceksin.
- Bahsettiğiniz tablo vahim!
Bir de şöyle bir problem var: Ambalajı Çin’den ihraç etmeye başlayacaksın. Ambalaj ihracatını daha da kötüleştiren bir anlaşmaya imza attık. O yola girildi. Türkiye Paris anlaşmasını imzalarken gelişmiş ülkeler statüsünden girdi. Gelişmekte olan ülkeler statüsünde kalabilseydi gerekli altyapıyı ve yatırımı sağlayabilmek için zaman olacaktı. Bu haliyle 2030’a kadar çözemeyecek. Öte yandan “yeşil ekonomi” diyerek Türkiye’ye 137 milyar dolar kredi açıldı. Bugün Türkiye'deki toplayıcılar da bu krizden etkileniyor.
- Peki en çok neler çıkıyor çöpten?
Son zamanlarda kargo paketleri getirirler götürürler çoğunlukta.
- Toplayıcılar ne yaşıyor?
Türkiye'nin iç pazardan bulduğu atık çok düşük oranda. Orada işte biz devreye gidiyoruz. Ama bizim başımıza gelen şu: “Kaçak çöp” dediler, bizim atığımızı topluyorlar dediler. Biz hadi buyurun kendiniz toplayın deyince toplayamıyorlar. Bu yüzden bize göz yumuyorlar. Ben atığı satmak için toplarım. Eğer benim sattığım yerlerin mal almasını engellersen, toplayamam. Ama bunu hem engellemiyorsun hem el altından teşvik ediyorsun… Diğer taraftan sanki buna karşıymış gibi gözüküyorsun. Absürtlük şuradan kaynaklanıyor “sen topla ama topladığını bana vereceksin” diyor. Önce X belediyesi depomu kapatıyor, çekçeğimi, malımı alıyor. Sonra X belediyesinin anlaşmalı olduğu lisanslı şirket geliyor. Sen malını bana verirsen bunları yaşamazsın diyor. Ambalaj, aynı zamanda sistemin felsefesi.
- Kapitalizm felsefesini mi kast ediyorsunuz?
Evet. Sana “hızlı olmak zorundasın, daha çok çalışmalı, daha çok almalısın” diyor. Bu kadar rekabetin olduğu bir ortamda tüketim de artacak. İnsanlar evde yemek yapamaz hale gelince hazır, paketli ürünlere talep artacak…
- Sizce bu işe nasıl bir çözüm olabilir?
Nereden başlanabilir, buna dair hiçbir örnek yok. Hem koşullarımız çok kötü, hem buradan az para kazanılıyor, hem bu iş olması gerektiği gibi yapılmıyor. Bu işe ihtiyaç duyan insan sayısı sürekli artıyor. Biz çöpe düşenlerin çöpten kurtulması, çöpe düşeceklerin düşmemesi için uğraşıyoruz. Bu işe girdiğimde neredeyse lise okuyan yok. Şimdi o kadar çok üniversiteli var ki! Dernek içerisinde üniversite oluşturmaya çalışıyoruz. Gerçekten korkunç durumda.
Sağlık ve güvence açısından ne durumdasınız?
Sigorta yok. Kadınlarda rahim yolları hastalıkları sık görülüyor. Ağır koşullarda çalışıldığı için eklem rahatsızlıkları çok. Çöp toplarken ne ile temas ettiğinizi bilmiyorsunuz. Kimyasal atıklar, tıbbi atıklar olabiliyor. Enfeksiyonlara karşı zamanla bağışıklık kazanılıyor ama etkileri sonra çıkıyor…
Bu haber dosyasını hazırlarken desteklerini esirgemeyen Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ve veri gazetecisi Pınar Dağ Firth’e teşekkür ederim.
Bir günde 2-3 çekçek dolusu kağıt çöp
Kadıköy sokaklarından sıradan bir manzara: Genç, dal gibi bir erkek çocuğu, kulaklarında kulaklık, sırtında çekçekle dolaşıp çöplerden kağıt, kartonları çıkarıyor. Adı Nasır, yaşı 18. Urfa’dan gelmiş ve iki haftadır bu işi yapıyor. “Dönüp patatese gideceğim” diyor, mevsimlik çalışıyor. Günde iki veya üç çekçek dolusu mal topluyor. “Yakışıklı bir fotoğrafını çekeyim” deyince bir an gülümseyip poz veriyor ama utanıp, işine dönüyor.