(…) Patlama sesi, Balgat’taki gazete binasına göre doğu istikametinden gelmişti. Gazetede telaş başladı, Emniyet aranıyor patlama sesinin nereden geldiği, ne olduğu öğrenilmeye çalışılıyordu. O bilgi toplama telaşının sonucunu beklemeden çıktım. Çünkü patlama çok güçlüydü ve olay yerine erken gitmek her zaman bilgi toplamayı kolaylaştırırdı.
Bu, meslek hayatımdaki ilk “işlerimden” olan Uğur Mumcu’nun katledildiği gün edindiğim bir tecrübeydi.
Gazetenin şoförlerinin bulunduğu kata gittim. “Çok acele çıkalım” dedim. Şoför arkadaşımız sordu: Abi nereye gidiyoruz? “Bilmiyoruz” dedim. Ülke gibi “bilinmeyene” çıktık… Yolda gazete bürosundan haber geldi; “Patlama olmuş, Gar tarafındaymış”. Bu haber geldiğinde zaten Gar’a yaklaşmıştık, ambulanslarla birlikte meydana girdik.
Yolda giderken 7 Haziran seçimlerinden sonra yapılan açıklamaları düşündüm. Alanı gördüğüm an ise o dönem AKP’nin parlayan ismi Burhan Kuzu’nun seçim sonuçlarına ilişkin yazdıkları geldi aklıma bölük pörçük: İstikrarsızlık, kaos, uçurum… Millet kaosu seçti, millet ülkeyi uçuruma attı... Bunun gibi şeylerdi. Sonra dönüp okuduğumuzda Burhan Kuzu tam da şöyle demişti:
“Ya istikrar ya kaos dedim; millet kaosu seçti hayırlı olsun. Bu ülkeyi bu muhalefete teslim etmek uçuruma atmak demektir dedim. Millet ülkeyi uçuruma atmayı tercih etti. Hayırlı olsun. Koalisyonlar Allah’ın belası dedim; Millet koalisyonu tercih etti. Hayırlı olsun. Hazreti Peygamber her toplum layık olduğu idare ile yönetilir. Kendi düşen ağlamaz.”
Burhan Kuzu’yu Rahmetle anmayı sizin tercihinize bırakıp alana dönelim. Evet, “kendi düşen ağlamaz”dı ama insanlar ağlıyordu. Gözlerinden yaşla, bedenlerinden kanla ağlıyorlardı. İnsanlığımdan utanarak hareketsiz bedenleri saydım: 1,2,3… 17,18… 43,44… Saymayı bıraktım. Biraz nefes almaya çalışırken 20 gün sonra yapılacak seçimler geldi aklıma. Merak edip arayanlara, şunu dediğimi hatırlıyorum: Önümde onlarca seçim sonucu yatıyor, cansız.
Nitekim bunu AKP de görmüştü. Hem de yaptırdıkları anketlerle. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, o dönemdeki partisine yakın televizyon kanalı A Haber’de Murat Akgün’ün sorularını yanıtlarken “Memnunuz” deyip durumu şöyle özetliyordu:
“Anketler geliyor, öncesinde beyanname öncesinde sonrasında anketler yaptık. Şimdi Ankara’da terör saldırısı sonrasında kamuoyunun nabzını tutuyoruz. Oylarımızda bir yükseliş trendi var. Saldırıdan sonra da yüzde 43 – 44 bandına doğru bir yükselme devam ediyor.”
SORUŞTURMA
Gelelim, katliamın soruşturma kısmına…
Başından sonuna takip ettiğimiz soruşturmada önümüze bir çocuk koydular: Yunus Emre Alagöz. Ve kimliği meçhul bir Suriyeli.
Alagöz’ü tanıyorduk, biliyorduk. Kardeşi Abdurrahman Alagöz daha üç ay önce Suruç’ta kanatmıştı ülkeyi. Antep’te mekanları, İslam çay ocağıydı. Her ikisini de polis takip ediyordu. Polisin takibi öyle “olası bir şüphe üzerine” de değildi. Mahkeme, haklarında “canlı bomba oldukları” gerekçesiyle yakalama kararı çıkarmıştı. Yunus Emre Alagöz, bu yakalama kararına rağmen, kimliği hala meçhul olan Suriyeli canlı bomba ile birlikte tam 711 km yolu aşarak Ankara’ya gelmişti. Elbette bir de öncüsü vardı, bir araç onlara eskortluk yapıyordu. Bu arabada da Yakup Şahin vardı. Yakup Şahin de tanıdıktı: Daha 20 Temmuz’da Suruç’taki katliamda önemli rolü vardı. Yani herkes tanıdıktı, bildikti. Biz bilmiyorduk ama devlet biliyordu.
“GİZLENEN ORGANİZATÖR: EBU ZEYNEB”
Biraz sonra, Yakup Şahin’in IŞİD’in kayıp klasörlerinden nasıl çıktığını, bu kayıp klasörlerin nasıl bulunduğunu anlatacağız. Önce, Ankara Katliamı Avukat Komisyonu’nun bütün ezberleri bozan iddiası üzerinde duralım. Bu iddiaya göre Gar katliamının gizlenen baş rol oyuncusu Ebu Zeyneb’ti. Savcıların görmezden geldiği bu iddia, öyle havada bir iddia da değildi. Sağlam dayanakları vardı. Avukatlar delillerini ortaya koydular ama savcılar kılını kıpırdatmıyordu.
Kod Adı: Ebu Zeyneb. Bazı verilere göre tam olarak Ebu Zeyneb El Rakkavi. Kim bu Ebu Zeyneb?
Gar katliamından sonra bizim gibi Ankara polisi de sordu. Şüphelilere sorulan 5 nolu soruydu bu: Ebu Zeyneb kim?
Polis aslında biliyordu IŞİD’in Türkiye sorumlusuydu Şeyh Ebu Zeyneb. Polis önce tutanağa not etti bu ismi. Aynen şu cümlelerle:
“Yunus Durmaz’ın sorumlusu olduğu, Arap asıllı olduğu değerlendirilmekte, Yunus Durmaz ile mesajlarında Türk tercüman kullandığı, DEAŞ adına istihbarat emirliği yapan birisi, Türkiye’de gerçekleştirilecek amel ve istihbaratlardan sorumlu kişi olduğu değerlendirilmektedir.”
Polis tutanağının “Türkçe”si de şuydu: Ebu Zeyneb, IŞİD’in Gaziantep Emiri Yunus Durmaz’ın amiriydi. Türkiye’de gerçekleştirilecek eylemler O’ndan sorulurdu. İstihbaratlar O’na gelir, O’ndan dağılırdı.
Polis bu sonuca, Yunus Durmaz’ın mesajlarından varıyordu. Ebu Zeyneb sadece Yunus Durmaz ile mesajlarından bilinmiyordu. Soruşturma sırasında polisin eline bir mektup geçmişti. Mektubu yazan, Ebu Seyyaf’tı. Ebu Seyyaf, ağdalı selamlamadan sonra Ebu Zeyneb’e şöyle yazıyordu:
“Şeyhim, senin de nasihat etmeni temenni ederek Allah için hatırlatmada bulunmak istiyorum. Allah’ın yardımı, bereketi üstüne olsun. Hamdolsun PKK’ye sınır boylarındaki sahve Alevilere amel yapmaya yetecek kadar istihbaratımız tamamlandı. Çok yakında Kobani’den Hatay’a kadar amellerimizi duyacaksınız inşallah…”
Emniyet, soruşturma sonunda hazırlayıp Savcılığa gönderdiği fezlekede bu mektuba ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“Belge içinde Ebu Seyyaf kod isimli örgüt elemanın Suriye’de bulunduğu değerlendirilen Şeyh Ebu Zeynep’e mektup yazarak PKK ve sınır boylarında bulunan Alevi vatandaşlara karşı gerekli istihbaratın yapıldığı amel yapmaya hazır oldukları Kobani’den Hatay’a kadar olan bölgede eylem yapacakları şeklinde bilgilerin bulunduğu…”
Evet fezlekedeki bu cümleler, Ebu Seyyaf’ın Ebu Zeyneb’e yazdığı mektubun aynı cümleleriydi belki ama fezlekede parantez içinde aynen şu yazıyordu: “(Suriye’de örgütün istihbaratının başı ve Türkiye sorumlusu olduğu değerlendirilmektedir.)”
Şimdi bu yayını dinleyen, okuyan biri olarak şu soruyu soracaksınız: Peki bütün bunlar Ebu Zeyneb isimli bir kişinin varlığını gösteriyor. Türkiye sorumlusu olduğu da anlaşılıyor da Ankara Garı önündeki Barış Mitingi’ne karşı düzenlenen saldırının talimatının bu isimden geldiği nasıl anlaşılıyor?
Amiyane tabirle sıkı durun.
Gar katliamı soruşturma dosyasındaki mesaj dökümlerinden aktarıyoruz: Yunus Emre Alagöz’ü ve kimliği tespit edilemeyen Suriyeli canlı bombayı Ankara’ya gönderen Gaziantep Şeyhi Yunus Durmaz, Türkiye sorumlusu Şehy Ebu Zeyneb’e soruyor:
“Ankara Mitingi için izin istedik, bu en acil olanıydı. Bugünle beraber 4 gün kaldı. Buraya Türk kardeşi istişhadi olarak gönderecez.”
Yani Ankara Garı için gönderilecek intihar eylemcisinden söz ediyor ve Şeyhi Ebu Zeyneb’den cevap bekliyor. Cevap mesajı geliyor: “Miting ameli hakkında” diye başlıyor Ebu Zeyneb. Ankara Barış Mitingi’ne karşı onayını verdiği eylemin, nasıl olacağını şöyle soruyor:
“Ne yaptınız, nasıl bir tertip düzenlediniz. Bilgilendirin ve bu amele güzel bir tertip ayarlayın”
Soruşturma dosyasında daha birçok evrak yer alıyor. Bunlara göre Şeyh Ebu Zeyneb’den para isteniyor, kaç silah alınacağı, eylemlerin nasıl devam edeceği tek tek soruluyor, talimatı bekleniyor.
İDDİANAMEDE OLMAYAN TEK İSİM: EBU ZEYNEB
Soruşturma dosyalarında ismi bu kadar sık geçen ve savcılık adına soruşturmayı yürüten Emniyet’in fezlekesinde IŞİD’in Türkiye sorumlusu olduğu belirtilen Ebu Zeyneb’e soruşturma sonunda ne mi oldu? Hiçbir şey. Soruşturma sonunda hazırlanan iddianamede “Ebu Zeyneb” ismi bile geçmedi.
Dava açıldığında savcıların bir sürprizi vardı: Savcılara göre Ankara Garı katliamının talimatını İlhami Balı vermişti. Böyle bir eylemin talimatını vermesi için bir de bu eylemin ağırlığınca titri olması gerekirdi. Savcılar ilan etti: IŞİD’in Türkiye sorumlusu İlhami Balı’dır. Kim demişti savcılara İlhami Balı’nın Türkiye sorumlusu olduğunu? Yakup Şahin söylemişti. Yani devlet, emniyet ve istihbaratının elde ettiği bilgilere değil, soruşturmayı yönlendirmeye çalışan teröriste inanmıştı.
Peki gerçekte kimdi İlhami Balı? Dosyadaki belgelerden çıkan tek sonuç vardı: İlhami Balı, örgütün Türkiye sınır emiriydi. Yani Türkiye’den örgüte katılacakları Suriye’ye götürüyor, oradan gelecekleri de Türkiye’ye sokuyordu. Bunun için bile tek başına inisiyatif kullanamıyor, sınırdan geçmek isteyenlere, “iletişimin bana bilgi vermesi lazım” diye yanıt veriyordu. Yani Suriye’de bulunan İletişim merkezine danışıp geçişlerde ona göre yardımcı oluyordu. Bir örgütün Türkiye sorumlusu bir örgüt militanının sınırdan geçişi için izin ister miydi? Bu sorunun cevabını sizlere bırakıyoruz.
KİM BU EBU ZEYNEB?
Şimdi dosyaya, evraka çok boğulmadan sözü, Garı Katliamından sonra 6 yıldır hukuk mücadelesi veren Ankara Katliamı Avukat Komisyonu’ndan Avukat Erkan Ünüvar’a bırakalım ve Ebu Zeyneb’i bir de Ünüvar’dan dinleyelim:
“Ebu Zeyneb, Ankara Katliamının emir ve talimatını veren IŞİD’lidir. IŞİD’in Türkiye emiridir. Sadece 10 Ekim Ankara katliamı değil, Diyarbakır ve Suruç katliamlarının da talimatlarını veren kişidir. Dolayısıyla 2015-2016 yıllarında Türkiye’de yaşanan IŞİD’in yaptığı katliamlardan ve eylemlerinden birinci derecede sorumlu olan IŞİD’lidir. Ebu Zeyneb kod adıdır. Gerçek kimliği tespit edilememiştir. Daha doğrusu edilmemiştir. Çünkü katliam soruşturmasını yürüten savcılarımız ve emniyet, Ebu Zeyneb ismini o dönem tespit ettikleri halde hakkında hiçbir işlem yapmamışlardır. Araştırmamışlardır. Dolayısıyla biz şu anda kod ismini biliyoruz. Gerçek ismi hala meçhul. Çünkü dediğim gibi, savcılar bu konuyu hiç araştırmamışlar o dönem.
Biz Ebu Zeyneb ismine nasıl ulaştık? Katliamın bir numaralı sanığı olması gereken kişi, iddianamede yer almıyordu. İddianame bizim elimize geçtiğinde, dava ilk başladığında. İddianamede İlhami Balı’nın bu katliamların talimatını verdiği iddiası yer alıyordu. Ancak orada bir mantıksızlık vardı. 10 Ekim Ankara katliamının dosyasındaki en önemli delillerden bir tanesi, katliamı gerçekleştiren IŞİD’in Gaziantep hücresi var, başında Yunus Durmaz’ın ve başka bazı isimlerin olduğu. Bu Gaziantep hücresi, katliamlarından ve eylemlerinden önce mutlaka IŞİD’in merkezinden, Suriye’den emir alarak bunları gerçekleştiriyordu. Emir almadan hiçbir eylemi yapmıyorlar. IŞİD merkezi ile bir yazışmaları var ama bu yazışmalarda bir tercüme olayı var. Yani Yunus Durmaz’ın yazışmaları karşı tarafa tercüme ediliyor. Bir şeyhten izin alınıyor. O şeyhin yazışmaları da Türkçe’ye tercüme ediliyor. Dolayısıyla eylemler için izin alınan şeyhin Arap asıllı olduğu ortaya çıkıyor. Ancak iddianamede bununla ilgili bir şey yapılmamıştı. Burada bir çelişki vardı, mantıksız bir durum vardı.
Bu bizim dikkatimizi çekmişti o dönem ama biz başka delillerde bu durumun açığa kavuşmasını bekledik. En son İlyas Aydın diye bir IŞİD yöneticisi Suriye’de SDG güçleri tarafından yakalandı ve bazı açıklamalarda bulundu, birkaç yıl önce. Orada, 2015 döneminde yaşanan Anakara, Suruç ve Diyarbakır katliamlarının talimatının Ebu Zeyneb isimli IŞİD’in üst düzey yöneticisi tarafından merkezden verildiğini iddia etti. Biz bunun üzerine, zaten bir çalışmamız vardı, onun üzerine tekrar bu çalışmayı ele aldık. Sonuçlandırarak geçtiğimiz yıl mahkemeye, iddianamede yer almayan, aslında 10 Ekim Ankara katliamının bir numaralı sanığı olması gereken Ebu Zeyneb hakkında suç duyurusunda bulunulmasını istedik. Mahkeme de bu talebimizi kabul etti ve savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine bir inceleme yapıyor. Ancak gerçek kimliği henüz tespit edilmiş değil bildiğimiz kadarıyla.
Tabi bu gerçekten enteresan bir durumdur. Savcıların bu konunun üzerine hiç eğilmemesi. Katliamla ilgili dosyada bir numaralı sanık olması gereken kişinin IŞİD’linin sanık olarak yer almaması aslında inanılmaz bir durum. Dosyada soruşturmanın ne kadar eksik, ne kadar baştan savma yapıldığını bir olgu bizce.”
Avukat Erkan Ünüvar, IŞİD’in medya sorumlusu Ömer Yetek’in açıklamalarının da kendilerinin yaptıkları tespitleri doğruladığını hatırlatıyor ve “Bu konuda hemen hemen bir kuşkumuz kalmadı” diyebiliriz diyor.
SORUŞTURMANIN KAYIP KLASÖRLERİ VE O KLASÖRLERDEN ÇIKAN “İHMALİN” BELGESİ
Evet, şimdi gelelim, IŞİD’in kayıp dosyalarına.
Devlet, Ankara Garı patlamasını yeterince araştırmış mıydı? Bu saldırı önlenebilir miydi? Bu sorulara net cevap vermek herhalde Hakimler Savcılar Kurulu’nun veya Emniyet’in kendi içindeki denetim mekanizmasının işidir ama bu dosyanın başına öyle bir şey geldi ki çuvala sığan cinsten değildi.
Yüzbinlerce sayfalık dosyada bir sayfa vardı ki okuyanları şaşkınlığa düşürüyordu. O sayfayı size okuyalım:
“Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne,
9 Ekim 2019 tarihinde Terör Suçları Önbürosu’na kimseye haber verilmeden bırakıldığı tespit edilen 9 klasör, 10 Ekim 2015 tarihli GAR Patlaması Olayına ilişkin evraklar mahkemenizin 2018/406 esas sayılı dosyasına ilişkin olduğu anlaşıldığından 9 klasör dosya yazımız ekinde gönderilmiştir. Gereği bilgilerinize arz olunur.”
Bu belgenin altında Cumhuriyet Savcısının ismi yer alıyordu.
Evet yanlış duymadınız, yanlış okumadınız. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu Savcısı, 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne böyle bir yazı ve ekinde çuvallar dolusu klasör gönderiyordu. Savcının yazısına göre bu klasörler Adliye’de herkesin rahatlıkla girip çıkabileceği, bu nedenle de “Adliye’nin ortası” denilebilecek bir yerine, “Önbüro”ya “kimseye haber verilmeden” bırakılmıştı. Ve bu klasörler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör saldırısının klasörlerinden bir kısmıydı. Ve daha ilginci, Ankara Katliamı Ana Davası bittikten sonra “bırakılmışlardı”. Ve daha da ilginci o soruşturmayı yürüten savcılar çoktan terfi etmiş, aralarında Yargıtay üyesi olan bile olmuştu.
Bu klasörlere yer bulunması gerekiyordu. Oysa ana dava bitmişti. Tren Garı davasının yan davalarından birine, Hacı Ali Durmaz dosyasına ekleniverdi.
Bir an için, “Olabilir, 250 klasörlük dava dosyasının 9 klasörü taşınma sırasında şu veya bu şekilde bir yerde unutulmuş olabilir” diyecek olduk ama klasörlerden öyle bir belge çıktı ki davayı takip eden avukatlara da “Devlet, Gar katliamını önleyebilirmiş, bunun işareti patlamadan 10 gün önce Nizip’ten verilmiş” dedirtti.
14 sayfalık bu belge, canlı bombaları Gaziantep’ten Ankara’ya kadar getiren, onlara eskortluk eden Yakup Şahin’in, bomba yapımı için almaya çalıştığı ama Nizip’ten alamadığı Birecik’ten temin ettiği gübre pazarlığını anlatıyordu. Evet evet, hani Suruç’u kana bulayan, Ankara Garı saldırısından sonra yakalanıp savcıya “IŞİD’in Türkiye Sorumlusu İlhami Balı’dır” deyip inandıran Yakup Şahin’den bahsediyoruz.
BU TELEFON TÜRKİYE TARİHİNİ DEĞİŞTİREBİLİRDİ
İşte o kayıp klasörlerden çıkan 14 sayfalık belge, Nizip İlçe Emniyet Müdürlüğü Muhabere Büro Amirliği’nin, 30 Eylül 2015’te böyle çalan bir telefonundan sonra oluşmuştu. Yani daha Ankara Katliamına 10 gün vardı.
155 Polis ihbar hattını arayan kişi, Nizip’in bilinen çarşılarından birindeki tarım ilaçları ve gübre bayisiydi. Kişi telefonda firma ismini de açıkça söylüyordu ama biz burada o kişinin güvenliği açısından firma ismini belirtmiyoruz. 155’i arayan bu gübre bayisi telefonda devam etti:
“…Terör olayı ile ilgili olarak Nizip’te herhangi bir istihbarat var mı? Az önce şüpheli bir şahıs benden gübre istedi de onu söylemek istiyorum. Biz isim ve soyada göre zimmetle satmak zorundayız bu 33 nitrat gübreyi de. Öyle öyle bir istihbarat var mı yok mu diye aradım.”
Nizip savcısına, “Böyle bir telefon aldık ne yapalım” diye soruldu. Savcı talimat verdi:
Şüphelinin kimlik tespitine yönelik çalışma yapılsın. İşyerindeki kamera görüntüleri ile MOBESE görüntüleri incelensin.
Talimat üzerine Nizip Polisi 1 Ekim’de … Gübre bayisine gitti. İşyeri sahibi o gün işyerinde değildi, hastası vardı. Kendisine telefonla ulaşılan işyeri sahibi, polise yardımcı olmak istediğini ancak hastası olduğunu söyledi. Polis, bunun üzerine işyerinde çalışan kişiye sordu. Anlat bakalım neler oldu? Yine güvenlik nedeniyle ismini buradan söyleyemediğimiz çalışan anlatmaya başladı. Tutanaktan özetle aktarıyoruz:
“Şüpheli hareketler sergileyen şahısla birebir muhatap olmadım. İşyeri sahibi (…) muhatap oldu ancak konuşmalarını yakından duydum. Normalde çiftçilere gübre satmak zordur. Genellikle indirim isterler. Gelen şüpheli şahıs hiçbir pazarlık yapmadı. Çok kısa sürede 2 ton amonyum nitrat alarak 2 bin TL olan bedelini verdi. Parayı verdikten sonra gidip kamyonet çağırdı. Yaklaşık 5 dakika sonra kamyoneti getirdi… Gübre satışı ile ilgili yol izin kontrol belgesi ve fatura kesmemiz gerektiğini söyleyince kendisinin gübreyi burada bir ambara götüreceğini bu nedenle fatura ve yol izin belgesine gerek olmadığını ve istemediğini belirtti. Ancak firma sahibi bu şekilde satış yapamayacağını belirterek parayı iade etti.”
Gübre bayisi çalışanı, şüpheli şahsın geldiği aracı tarif etti. Araç muhtemelen Renault Megan HB bir araçtı. Plakasını tam alamamıştı, “27 Z…” diye başlıyordu.
Nizip Emniyeti araştırmaya başladı. Kameralardan, 30 Eylül’de Nizip’e giren çıkan araçlar incelendi. Birecik tarafından gelen bir araç kameralardan tespit edildi. Renault Megan’dı ve plakası 27 Z 7072’ydi. Aracı kullanan kişinin görüntüleri incelendi, gübrecinin bulunduğu çarşı etrafındaki MOBESE görüntüleri ile karşılaştırıldı; aynı kişiydi. Plaka sorgulandı, araç Hülya Demir adına kayıtlıydı. Hülya Demir, Yakup Şahin’in kardeşiydi. Bu olup bitenlerden 70 gün önce Suruç Katliamını organize edenler arasında yer alan Yakup Şahin, yakalanmayacağından emin olduğundan olsa gerek facebook sayfasını bile kapatmamıştı. Facebook sayfasına girildi. Yakup Şahin, gübre almaya da facebookta paylaştığı fotoğraflardan birinde giymiş bulunduğu kıyafetle gitmişti. Zaten görüntülerle de örtüşüyordu. Devlet artık emindi. Suruç katliamının şüphelisi Yakup Şahin, Ankara katliamından 10 gün önce bomba yapımı için gübre almaya gitmişti.
Durum Gaziantep Terörle Mücadele’ye bildirildi, güvenlik birimleri haberdar edildi. Ama Yakup Şahin her nasıl olduysa yine yakalanamadı! Ta ki Ankara Garı patlamasından sonrasına kadar. Ama sanki biraz geç olmuştu!
Evet işte 9 Ekim 2019’da, Ankara katliamından tam 4 yıl sonra Ankara Adliyesi’nin orta yerine “kimseye haber vermeden bırakılıveren” kayıp klasörlerde, katliamın nasıl önlen(e)mediğinin belgeleri vardı. Şahin o zaman yakalansaydı belki Türkiye tarihi farklı yazılacaktı.
“SAVCILAR AYDINLATILMASIN DİYE ÇABA HARCADI”
Peki Yakup Şahin neden yakalan(a)madı, bu klasörlerin “kaybedilmesi” davanın seyrini nasıl değiştirdi? Şimdi sözü, davanın başından beri mağdur aileler adına adalet arayışını sürdüren Ankara Katliamı Avukat Komisyonu’ndan Avukat İlke Işık’a bırakalım. Avukat Işık, iddianamenin yetersizliğine, savcıların gerekli araştırmaların hiçbirini yapmadığına hatta delil karartma aşamasına kadar geçebildiklerine işaret ettikten sonra kayıp klasörleri ve bu klasörlerdeki “Yakup Şahin”i şöyle anlatıyor:
“10 Ekim Ankara Katliamının en kilit isimlerinden Yakup Şahin’dir. Kendisi tutuklu sanıkların yargılanmasında 2018’in Ağustos ayında 101 kes ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almıştır. Yakup Şahin’in fonksiyonu neydi katliamda? Dosya ile sabit olduğunu için rahatlıkla söyleyebiliyoruz bunu. İki canlı bombacının Ankara’ya getirilmesinde eskortluk yapan yani canlı bombacıların Ankara’ya girmesinde en önemli pozisyonlardan birine sahip olan bir sanıktan bahsediyoruz. Canlı bombacılar nasıl gelmişti Ankara’ya? 9 Ekim günü Antep’ten karayolu ile yola çıktılar. Onların olduğu aracı kullanan Halil İbrahim Durgun’du. Bu aracın önünde de Yakup Şahin’in eskortluk yaptığı bir sistem vardı ve Ankara’ya bu şekilde ulaştılar. Yakup Şahin yolda bir sorun olup olmadığını arkadaki araca haber verecekti. Böylece canlı bombacıların Ankara’ya girmesi konusunda hiçbir sorun yaşanmayacaktı. Yakup Şahin’in bir diğer fonksiyonu da Birecik’ten amonyum nitrat yani bomba yapılmasında kullanılan gübreleri temin etmekti. Bu da dosya kapsamıyla sabittir. Gübreleri Birecik’ten almıştır. Daha sonra Antep’e getirmiştir. Bunlar da katliama kadar bomba yapılması, canlı bombacıların üzerinde taşıdığı bombaların yapılmasında kullanılmıştır.
Yakup Şahin yakalandığında verdiği ifadede, aslında daha önce Nizip’ten gübre almak istediğini ama gübre alınmasına engel olunduğunu, bu duruma ilişkin de kendisi hakkında sıkıntılar olduğunu ifade etmiştir. Biz onun ifadesi üzerine 2017 yılında yargılama devam ederken mahkemeden bu konuda araştırma yapılmasını istemiştik. Nizip’teki o gübre satıcısının bulunması, hakkında bir ihbar yapılıp yapılmadığının öğrenilmesini istemiştik. Ancak mahkeme pek çok talebimiz gibi bunu da reddetti. O dönemde araştırma yapmamıştı.
Biz 2020 yılında şunu gördük ki Adliyenin ortasına atılıp bırakılmış 9 klasörle karşılaştık. Katliamdan tam 4,5 yıl sonra. Elimize gelen tutanakta aynen böyle yazmaktadır. “Soruşturma savcılarının odasında bulunan Ankara Gar katliamı ile ilişkisi olduğu düşünülen 9 klasör mahkemenize gönderilmiştir” diye Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne evrak gönderilmiştir. 9 tane klasörden bahsediyoruz. Bir kere bu haliyle kabul edilebilir bir şey değil ama içeriği de az önce bahsettiğim Yakup Şahin ile ilgili evraklar olan klasörler söz konusu olanlar. Bunlar, son derece önemli bilgiler yer alan klasörler bu kayıp klasörler. 4,5 yıl sonra Adliye’nin ortasına bırakılıp kaçılan klasörler. Bu klasörlerde ne var? Az önce bahsettiğim Yakup Şahin’in Nizip’ten gübre alma öyküsü var. Yakup Şahin gerçekten de Nizip’e gidiyor, Nizip’te bir gübre satıcısı kendisinden şüpheleniyor, bunları bomba yapmak için kullanabilir diye satmıyor. Bununla da yetinmiyor satıcı, Emniyet’e şikayette bulunuyor. Nizip Emniyeti geliyor tespit yapıyor, kamera kayıtlarından inceliyor. Kim olduğunu buluyor. Adresine varıncaya kadar tespit ediyor ve Gaziantep Emniyetine gönderiyor. Gaziantep’te yaşadığı için. Katliamdan 10 gün önceden bahsediyoruz. Eylül ayının sonundan bahsediyoruz, 30 Eylül’den. Ve Antep Emniyeti ne yapıyor, hiçbir şey yapmıyor. Yakup Şahin’i yakalamıyor.
Burada çok somut bir şeyden bahsediyoruz. Yakup Şahin Nizip Emniyetinin yaptığı tespit sebebiyle Antep Emniyeti tarafından yakalansaydı, bu amonyum nitratlar alınmayacaktı, bombalar yapılamayacaktı, dahası Yakup Şahin’in az önce bahsettiğim Ankara Katliamında eskortluk görevi de olduğu için katliam planı tamamen çökecekti. Yani aslında Yakup Şahin yakalansaydı, 10 Ekim Ankara Katliamı gerçekleşmeyecekti diyebiliriz.
Şimdi saklanan klasörler, savcıların gizlediği klasörler içinde olan bilgiler bunlar. Henüz soruşturmanın en başında gelmiş bu dosyalar, bu evraklar savcılara. Ve bunları iddianameye yazmamışlar. Bu konuda hiçbir araştırma yapmamışlar. Dahası bu klasörleri saklamışlar ve iddianamenin oluşmasıyla birlikte Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermemişler. Burada çok açık hem bir sorumluluk var Gaziantep Emniyetinin yerine getirmediği bir sorumluluk ve katliamla sonuçlanan bir sorumluluk var. Diğer sorumluluk da ne yazık ki Cumhuriyet savcılarının delil sakladığı, katliamın aydınlatılmaması için çaba harcadığını gösterir bir tablo var. Biz bunu mahkemeye bildirdik. Savcılar hakkında suç duyurusunda bulunulmasını istedik. Ancak tahmin edersiniz ki Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi bunun gereğini yerine getirmedi. Bizim tarafımızdan HSK’ya yapılmış suç duyurusu var. Onun sonuçlanmasını bekliyoruz. Ancak dediğim gibi bu nokta 10 Ekim Ankara katliamı açısından çok önemli bir noktadır. Hem kamu sorumluluğu, kamu görevlilerinin sorumluluğu açısından hem de nasıl bir iddianame ve nasıl bir soruşturma süreci ile bu dosyanın hazırlandığına ilişkin çok somut bir örnektir.”
Bugün sizlerle 10 Ekim Ankara Katliamı dosyasını farklı bir yönden bakmaya çalıştık. İki kişi üzerinden giderek, “Bu olay yeterince araştırıldı mı?” sorusunun yanıtını bulmaya çalıştık. Hepsinden önemlisi, “bu saldırı önlenebilir miydi?” sorusuna cevap aradık. Sizce?