Trump suikasti ve Türkiye'de 154'lüklerin hatırlattıkları: Siyasi suikastlar

Olası-Kast’ta bu hafta Türkiye’nin yakın tarihindeki siyasi suikastlar ve suikast girişimleri var…

SİNAN TARTANOĞLU

Amerika Birleşik Devletleri’nin eski başkanı Donald Trump’a yönelik suikast girişimi; hem bir seçim öncesinde, hem de Trump tekrar aday olduğu için herkesin aklına yakın tarihteki siyasi suikastları getirdi.

Mesela…

Adı hiç suikast olarak konulmasa da İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi taşıyan helikopterin düşmesi; yine bir suikast denilmesi zor da olsa İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Amerikan saldırısında öldürülmesi; Ukrayna ile savaş halindeki Rusya’da, paralı asker şirketi Wagner’in lideri Yevgeny Prigojin’i taşıyan uçağın düşmesi, hem de Putin’e karşı isyan bayrağını açtıktan sonra; iki yıl önce, eski Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin silahlı bir suikast sonucu öldürülmesi, hem de seçim kampanyası kapsamında, konuşması sırasında; bundan bir yıl önce Haiti Devlet Başkanı Jovenel Moise’nin, hem de evini basan silahlı kişilerce öldürülmesi…

Daha yakınlarda Türkiye’de, Ülkü Ocakları’nın eski genel başkanı Sinan Ateş’in, güpegündüz, Türkiye’nin başkentinin ortasında öldürülmesi…

Olası-Kast’ta bu hafta Türkiye’nin yakın tarihindeki siyasi suikastlar ve suikast girişimleri var…

*** ***

Türkiye’nin yakın tarihindeki suikastlar denilince, gerçekten de uzun bir liste çıkar karşımıza… Pek çok liste doğal olarak Türkiye Komünist Partisi’nin kurucularından Mustafa Suphi ve arkadaşları ile başlatılır, tarihi Ocak 1921’dir çünkü.

Siyasetçilerin oluşturduğu listeler oldukça uzundur… Ama Türkiye’nin suikastları listesi gazeteciler, yazarlar ve aydınlarla doludur aynı zamanda… Abdi İpekçi, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Türkler, Muammer Aksoy, Çetin emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Musa Anter, Uğur Mumcu, Onat Kutlar, Metin Göktepe, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink…

O kadar yıldır aydınlatılmamışlardır ki, artık failleri meçhul bile değildir, onların… Adalet kavramı yoktur, ya da hepimizinkinden çok daha siliktir artık onlar için… Hiç yokmuşçasına.

*** ***

Siyasi suikastlar denilince de akla belki de ilk olarak, Mustafa Suphi’den sonra Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik “suikast girişimi” gelir…

Yurt gezisinde olan Mustafa Kemal, İzmir’e geldiğinde Kemeraltı’nda öldürülecektir… İzmir’e varış gecikince, suikastçılar; planlarının açığa çıktığından şüphelenmişlerdir. Yapılan bir ihbarla öğrenilen suikast, gerçekleşmeden önlenmiştir. İstiklal Mahkemesi 19 idam kararı vermiştir.

Bu suikastın öncesinde ve sonrasında yaşananlar, özellikle mahkeme aşaması çok tartışılabilir.

Ama Cumhuriyet’in ilk yıllarında açığa çıkarılan bu suikast teşebbüsünün arkasında İttihat ve Terakki esintilerinin olması, iktidarın değişmesinin amaçlanması ve dönem muhalefetinin baskı altına alınması ile sonuçlanması; herkesin üzerinde hemfikir olacağı gerçeklerdir…

Şimdi artık, suikastlar listesinin derinlerine dalabiliriz…

*** ***

“Samimi söylüyorum, olaydan bu yana kendimi oldukça sakin ve rahat hissediyorum. Milletvekilleri genel olarak birlik halinde geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Cevap olarak onlara, 58 yıldır bu tür olaylara alışkın olduğumu söyledim.”

Bu sözler, İsmet İnönü’ye ait. İnönü, 21 Şubat 1964’te kendisine yönelik bir suikast girişiminden sonra BBC’nin sorularına İngilizce olarak yanıt vermişti: “58 yıldır bu tür olaylara alışığım…” demişti.

Silahlı bir saldırıya uğramıştı İnönü, bu röportajdan saatler önce… Makam aracına dört kurşun isabet etmişti. Kullanılan silahın kalibresi o kadar küçüktü ki, 27 Mayıs darbesinin üzerinden daha 4 yıl geçmişken İnönü’nün hizmetindeki zırhsız aracın karoserinde takılıp kalmıştı.

İnönü, bunlara alışık olduğunu söylemişti, ilk röportajında. Gerçekten, 58 yılda neler yaşamıştı İsmet İnönü?

27 Mayıs darbesinden bir yıl önce… 1957 seçimlerinden ve Demokrat Parti’nin baskıyı artırmaya başlamasından kısa bir sonra; Ekim 1958’de Tokat Zile’de, kaymakam İnönü’yü karşılamak ve sevgi gösterisinde bulunmak isteyen halkı adeta evlerine hapsetmişti. Tüm engellemelere rağmen İnönü’yü karşılamak için sokağa dökülenler ise polis tarafından coplar ve göz yaşartıcı bombalarla dağıtılmıştı.

Demokrat Parti binasından fırlatılan çay bardağı

Daha sonra… 1959 yılının Nisan ayı. İnönü, muhalefet lideri olarak Uşak’a gitmişti. İstasyondan kent merkezine hareket eden İnönü’nün aracına Demokrat Partililer tarafından çay bardağı fırlatılmıştı. Evet, çay bardağı… Bir kaynağa göre CHP’liler de bardağın fırlatıldığı Demokrat Parti il binasını taşlamıştı.

‘İnönü’yü koruyamam’ diyen İçişleri Bakanı

1 Mayıs 1959’da da Uşak’tan ayrılmak için bulunduğu istasyonda taş atılmıştı CHP’lilere. Taşlardan biri İnönü’nün başına isabet etmişti. Metin Toker’in aktardığına göre, bu saldırılardan önce, Menderes hükümetinin İçişleri Bakanı “İsmet İnönü’yü korumak sorumluluğunu hükümetin alamayacağını” söylemişti.

Yine 1959’da İnönü’nün aracı İstanbul’da, Topkapı surlarında bir polis aracı tarafından durdurulmuştu. İnönü’nün aracı hareket edememiş ve Demokrat Partililerin saldırısına uğramıştı.

*** ***

Bu olaylar nasıl da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun otobüsünün Erzurum’da taşlanmasını, nasıl da eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara Çubuk’ta uğradığı saldırıyı anımsatıyor değil mi?

Bu olaylara daha sonra değineceğiz.

*** ***

İnönü, gerçekten de alışıktı… Onu ortadan kaldırmaya yönelik girişimler, “alışığım” dediği silahlı saldırıdan sonra da devam etti.

1969 yılında, Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenazesinde, “Allahsıza namaz kılınmaz” provokasyonu ile çıkan olaylarda İnönü de arbedenin arasında kalmıştı.

Sahte yüzbaşı üniforması ile Başbakan’a yumruk

Mayıs 1975’te Başbakanlık binası önünde bu kez hedef, Başbakan Süleyman Demirel’di. Ona yumruk atan kişi, sahte yüzbaşı üniforması giymişti. Demirel, Başbakanlık koltuğuna yeni oturmuştu. Saldırgan, Demirel’e sadece yumruk değil kafa da atmıştı. Demirel’in burun kemiği kırılmıştı. Günaydın Gazetesi, olayı “Türkiye’de ilk defa bir Başbakan dövüldü” manşeti ile duyurmuştu. Tercüman Gazetesi ise “saldırganın CHP’li olduğunu” iddia etmişti. Yargılanıp kısa bir süre hapiste tutulan saldırganın daha sonra polisle işbirliği yaptığı iddia edilmişti.

Polisin silahından çıkan kurşunun hedefi Başbakan

Ve Bülent Ecevit… Belki de en çok saldırıya uğrayan siyasetçiydi o…

“Adeta bir savaş ortamı vardı. Kime güveneceğimizi bilmiyorduk. Geceden varmıştık ve üzerimize ateş açılmıştı. Otomobilin bütün camları kırılmıştı. Gençler, kadınlar yaşamlarını zor kurtarmışlardı. Gece otelde sabaha kadar nöbet tuttuk. Meydana gittiğimde ertesi sabah, meydanda tek bir insan yoktu. Öylesine bir tehdit havası vardı. Bomboş bir meydanda, otobüsünde ben, eşim ve iki koruma görevlimiz; ben konuşmamı boşluğa yaptım.”

Tokat Niksar’da uğradığı saldırı ile ilgili bunları söylemişti, Ecevit, 32. Gün programında. Bulunduğu seçim otobüsü ve CHP’liler, silahlı saldırıya uğramıştı, 77 seçimleri öncesinde. Polis müdahale etmemişti.

Ecevit’in bu sözleri Niksar olayları ile ilgiliydi. Ama, o yıllardaki CHP mitinglerinin tamamı için de hemen hemen aynı şeyler anlatılabilirdi.

Haziran 1975… CHP’nin Bolu Gerede’deki mitinginde Ecevit’in üzerinde konuşma yaptığı otobüse taşlı saldırı düzenlenmişti. Zaten ilçeye girerken de yolu kesilmiş ve taş yağmuruna tutulmuştu. Bazı kaynaklar, polisin olayı izlemekle yetindiğini, hatta bir süre sonra alandan tamamen çekildiğini yazmıştı.

Ecevit’e yönelik benzer bir saldırı, Gerede olaylarından çok kısa bir süre sonra Ekim 1975’te, Elazığ’da da yaşanmıştı. Ecevit, adeta bir taş yağmuru altında, kürsüden “Bir avuç faşiste devleti yıktırmayacağız” diyecekti.

Polis yine müdahale etmedi

Temmuz 1976… Kıbrıs Barış Harekatı’ndan iki yıl sonra CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, New York’ta Rum asıllı bir Kıbrıslının saldırısına uğramıştı. Bir gün sonra tutuklanan saldırganın avukatı, müvekkilinin saldırıyı Kıbrıs’a dikkat çekmek için yaptığını açıklamıştı. Koruması ve FBI görevlileri sayesinde yara almadan kurtulan Ecevit, olayı daha sonra şöyle anlatacaktı:

“Konuşmama başladım. Birdenbire karşımızda, bir tabanca ortaya çıktı. Bir Rum, orada bize karşı bir suikast girişiminde bulundu.”

Ecevit, Gümüşhane Şiran’da da saldırıya uğradı. “Başbuğ Türkeş” sloganları atan grup, CHP konvoyuna taşlamıştı. Yıllar sonra, Şiran olaylarını anlatan Ecevit; taş atanların kahverengi çarşaflı kadınlar olduğunu söylemişti. “Sonradan öğrendim ki onlar ülkücü genç erkeklermiş” demişti.

Ecevit, İzmir Çiğli Havalimanı’nda bir kez daha ölümle burun buruna gelmişti. Seçim otobüsüne binmek üzereyken Ecevit’e arkasından ateş açılmıştı. Vücuda girer girmek zehir saçmaya başladığı söylenen kurşun Ecevit’i sıyırmış, Mehmet İsvan’ın bacağına sağlanmıştı.

29 Mayıs 1977’de yaşanan bu saldırıda, şüpheli Altındağ Karakolu’nda görevli bir polisti. Amerikan yapımı “Tengas” adlı silahla ateş edilmişti. Bu silah, Genelkurmay’a bağlı Özel Harp Dairesi’nin zimmetindeydi. Bazı kaynaklara göre Ecevit’e ateş eden polis, olaydan kısa bir süre sonra ülkücü polislerin kurduğu Pol-Bir derneğine üye olmuştu.

Başbakan’dan CHP liderine suikast istihbaratı

Çiğli olaylarından yaklaşık üç-dört gün sonra… CHP, 3 Haziran’da İstanbul Taksim’de yapılacak büyük mitinge hazırlanıyordu. Seçimlere iki gün kalmıştı. Taksim, seçim öncesi son mitingdi.

Başbakan Süleyman Demirel, Taksim mitinginde saldırıya uğrayacağına dair istihbaratı Ecevit’e bildirmiştir. Ancak Ecevit, TRT radyolarında açıklama yapmış, saldırının yapılacağının söylendiği saatte eşi Rahşan Ecevit ile birlikte Taksim’de olacağını söylemişti:

“Ben oraya eşimle birlikte gideceğim. O saatte, bana suikast yapılacağı bildirilen saatte eşimle birlikte otobüsün üstünde olacağız. Ama bu koşullar altında hiçbir vatandaşımızı toplantıya katılmaya davet etme hakkını kendimde görmüyorum, dedim. Ancak biz ikimiz olacağız otobüsün üstünde, dedim.”

Taksim’de, her şeye rağmen büyük bir kalabalık toplanmıştı. CHP tarihinin belki de en kalabalık mitingiydi. İki gün sonra yapılacak seçimlerde CHP, yüzde 42 oyla 213 milletvekili çıkarmıştı, sandıktan. Bu, CHP’nin tek başına iktidar olmasına yetmemişti.

*** ***

27 Mayıs 1980’de, MHP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak, iki kişinin silahlı saldırısı sonucu hayatını kaybetmişti. Cinayeti, Dev-Sol üstlenmişti.

Tüm bu suikastlar, 12 Eylül darbesine giden yolun köşe taşları olmuştu.

Ülkü Yolu Derneği’nden açılan yaylım ateşi

17 Haziran 1980’de, Ecevit; silahlı saldırıda öldürülen CHP Nevşehir İl Başkanı Mehmet Zeki Tekiner ve il yönetim kurulu üyesi Yavuz Yükselbaba’nın cenazesine katılmıştı. Cenazeler camiye götürülürsen silahlar patlamıştı. 9 kişi yaralanmıştı, yaralananlardan biri de milletvekiliydi. Ecevit’in başını sıyıran kurşunlar, tabuta saplanmıştı. Bazı kaynaklara göre, Ülkü Yolu Derneği’nin bulunduğu binanın çatısından ateş açılmıştı. Ecevit, olaylara müdahale etmeyen emniyet müdürü ile tartışmıştı. Daha sonra da “Kendi milletinin bir bölümüne düşmanlık ilan edenler, milliyetçi olamazlar” açıklamasını yapmıştı. TRT’nin Ana Haber Bülteni’nde olaylar, CHP yöneticilerinin hataları ile açıklanmaya çalışılmıştı. Dönemin Nevşehir Valisi ise ilk ateşi milletvekillerinin açtığını, CHP’lilerin kendi kendilerini yaralamış olabileceğini söylemişti.

Suikast ile öldürülen ilk Başbakan

Nevşehir olaylarından bir ay sonra, 19 Temmuz 1980’de, 12 Mart döneminin Başbakanı Nihat Erim, başbakanlık görevini bıraktıktan yaklaşık sekiz yıl sonra silahlı saldırıcı sonucu hayatını kaybetmişti. Türkiye’de, bir başbakan ilk kez öldürülmüştü. Erim’in evine, bundan bir yıl önce de patlayıcı atılmıştı. Erim, bu suikasttan yara almadan kurtulmuştu. Erim’in öldüğü olay yerinde, “Faşist Gün Sazak’tan sonra Erim’i de işkenceleri ve devrimcilerin katlini protesto için cezalandırdık” yazan bir not bulunmuştu. Bu ifadelerin altında Devrimci Sol imzası vardı. Nihat Erim; devrimci gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yakalandıkları ve idam edildikleri sıkıyönetim döneminin Başbakanıydı. Bazı kaynaklara göre lakabı, “Balyoz”du.

12 Mart döneminin Başbakanının öldürülmesinden kısa bir süre sonra 12 Eylül dönemi başladı.

*** ***

Başbakan’a, partisinin kongresinde iki kurşun

Anavatan Partisi’nin ikinci kongresi, 18 Haziran 1988’de, Ankara’da toplanmıştı. Başbakan Turgut Özal, kürsüdeyken, konuşmasını yaparken kapalı spor salonunda iki el ateş açılmıştı. Özal parmağından yaralanmıştı. Afyon Ülkü Ocakları üyesi, Ülkücü Gençlik Derneği’nin de kurucularından biri olan suikastçının MİT için çalıştığına dair iddialar pek çok kaynakta dile getirilmişti. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü, Mehmet Ağar’dı. Bir görüşe göre Özal, o gün atılan iki kurşunda hayatını kaybetse, 12 Eylül darbesinin ardından demokratik sürece geçiş dönemi sekteye uğrayacaktı. Özal, saldırının ardından tekrar kürsüye gelmiş ve “Allah’ın verdiği ömrü, onun isteğinden başka alacak yoktur” demişti. Özal’ın partisi ANAP, bu suikasttan aylar sonraki 1988 yerel seçimlerinde büyük bir oy kaybetmişti.

Ana muhalefet liderine Budapeşte’de yumruk

23 Kasım 1996’da Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Budapeşte’de yumruklu saldırıya uğramıştı. Ana muhalefet liderinin burnu kırılmıştı. Bu saldırı da birçok kaynakta, o dönem verilen bazı demeçlerde MİT ile ilişkilendirilmişti. Hatta MİT Kontrterör Dairesi’nin eski Başkanı Mehmet Eymür, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Mesut Yılmaz’ın saldırıya uğradığı tarihte Macaristan’da görevli olduğunu kendi internet sitesinde yazmıştı.

AKP’li Bakana ‘açılım’ yumruğu

Nisan 2010’da AKP’li Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Kayseri’de bir şehit cenazesinde yumruklu saldırıya uğramıştı. Saldırgan, eyleminden önce; “Bu, Türk milletinin yumruğu, al sana açılım” demişti.

Ana muhalefet liderine roket

Ağustos 2016’da dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun içinde bulunduğu konvoy, Şavşat’tan Artvin’e giderken Ardanuç mevkiinde, roketli saldırıya uğramıştı. Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, yaklaşık yarım saat boyunca çatışmanın ortasında kalmış, zırhlı bir araç ile ve güçlükle olay yerinden çıkarılmıştı. Çatışmalarda bir asker şehit düşmüştü.

Ana muhalefet liderine linç: ‘Kolluk kuvvetleri yeterine müdahale etmedi’

Kılıçdaroğlu, Nisan 2019’da Ankara Çubuk’ta bir şehit cenazesine katılmıştı. Kılıçdaroğlu ve CHP’liler önce protesto edilmişti. “PKK dışarı” sloganlarını, Kılıçdaroğlu’nun yüzüne gelen bir yumruk takip etmişti. Yumruklar tekmeler havalarda uçuşmuştu. Kılıçdaroğlu’nun sığındığı ev taşlanmıştı. Linç girişimi sırasında, bir kadın “yakın bu evi” diye bağırmıştı.

Üstelik cenaze töreninde dönemin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler de vardı. Kalabalığı sakinleştirmek isteyen Hulusi Akar’ın, “şu ana kadar mesajlarınızı verdiniz, tepkinizi verdiniz” demesi dikkatleri çekmişti.

Saldırıyla ilgili 66 kişi yargılanmıştı. 55 sanık, 7 ay 15 gün ile 8 yıl 6 ay 15 gün arasında değişen sürelerde hapis cezalarına çarptırılmıştı. Suça sürüklenen 10 çocuğa da 2 yıldan, 3 yıl 7 ay 21 güne kadar hapis cezası verilmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM’de AKP Grup Toplantısında linç görüntülerini izletmişti. Videoda, Kılıçdaroğlu için “Millete hesap verecek” ifadeleri kullanılmıştı.

Kılıçdaroğlu’nun koruma müdürü, mahkemede verdiği ifadede; “kolluk kuvvetlerinin yeterince müdahale etmediğini, 20-30 jandarma olsaydı böyle olaylar yaşanmayacağını” söylemişti.

Tıpkı, 70’li yıllarda Bülent Ecevit’e veya daha öncesinde İsmet İnönü’ye yönelik saldırılarda olduğu gibi…

İmamoğlu’na taşlı saldırı

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Erzurum mitinginde, bulunduğu otobüs ve İmamoğlu’nu takip edenler taşlanmıştı. Çocuklar ve kadınlar yaralanmıştı.

Millî Savunma Bakanlığı, taş atanlardan birinin Erzurum Merkez Komutanlığı’nda görevli bir uzman çavuş olduğunu, uzman çavuşun sözleşmesinin feshedildiğini açıklamıştı. Yeni Şafak Gazetesi ise bu uzman çavuşun istihbaratta görevli olduğunu yazmıştı.

İmamoğlu daha sonra yaptığı açıklamada, “Polislerin hiçbirisi kılını kıpırdatmadı. Bu bir talimattır” demişti.

*** ***

Karanlıklar içinde yapılan planlar… Pusular… Taşlamalar… Yakmalar… Kurşunlamalar… Linçler… Yaylım ateşleri…

Tüm bu anlatılanların bir ortak yönü vardı.

Bazılarında polisler hiç yok. Bazılarında var ama olaylara müdahale etmiyorlar. Bazılarında da varlar tetiği bizzat onlar çekiyorlar.

Siyasilerin taşların hedefi olduğu veya namluların ucunda olduğu olayların bir yerinde ya Ülkü Ocakları var ya da istihbarat…

Evet, bir ülkenin siyasi suikast listesi, o ülkenin yaşadıklarından çok yaşayamadıklarını gösteriyor…

Uzayan listeler, yenilerini de beraberinde getiriyor. Öyle listeler yapılıyor ki… Bu listeler öylesine, pervasızca ve ulu orta dile getirilip, mahkemelere bile sunulabiliyor.

MHP tarafından hazırlanan 154 kişilik bir liste var mesela, gazeteci Barış Terkoğlu’nun ortaya çıkardığı… Buna göre MHP avukatları, Ülkü Ocakları’nın eski genel Başkanı Sinan Ateş’e yönelik suikast ile ilgili yargılamayı sürdüren mahkemeye, 154 kişilik bir liste sunuyor. Bu kişilerin MHP’ye iftira ettiği ileri sürülüyor ve ifadelerinin alınması talep ediliyor.

Listede gazeteciler var. Hukukçular, akademisyenler…

Siyasetçiler de var. CHP Genel Başkanı Özgür Özel de var İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu da…

Terkoğlu’nun yazısının yayınlanmasından birkaç gün sonra Bahçeli, basın toplantısı düzenledi. Toplantıya katılan hiçbir gazeteci, 154 kişilik listeyi Bahçeli’ye sormadı. Salondaki gazetecilerin niye bu liste ile ilgili soru sormadığı sorusunun yanıtı basit değil mi? Kolay mıydı soru sormak, gerçekten bu ülkede. Her gün gazetecilerin, yazarların, düşünürlerin listelerinin birileri tarafından kuytu köşelerde hazırlandığını bile bile kolay mı bu ülkede bir şeyleri merak edebilmek… Ülkenin tarihi Başbakanların, ana muhalefet liderlerinin hedef olduğu suikastlarla doluyken, kolay mı bir şeyleri açığa çıkarabilmek, bunu isteyebilmek…

Yakın tarihteki pek çok suikastta adı geçen Ülkü Ocakları’nın, Genel Başkanı’nın öldürülmesi ile ilgili davada sanıklar da ülkücüyken… İnönü’nün, Ecevit’in, Kılıçdaroğlu’nun partisinin son Genel Başkanının ismi de hazırlanan listenin en başındayken…

Siyasetin bu kadar karanlık ve kirli olduğu bir ülkede kolay mı muhalefet etmek, sorunları ben çözerim, daha iyisini ben yaparım demek…

Yaşamanın bu kadar zor olduğu ülkede bir de soru sormak, bir de gazeteci olmak, aydın olmak, siyaset yapmak, kurulu düzene karşı çıkmak, ‘başka bir dünya mümkün’ demek…

Birileri karanlık odalarda; birilerinin isimlerinin üstünü çizerken veya birilerinin isimlerini alt alta yazarken…

Mahkemelerde tüm yaptıklarını savunup, kendi cezalarına kendileri karar verirken…

*** ***

Olası-Kast’ta bu hafta Türkiye’nin yakın tarihindeki siyasi cinayetleri inceledik… Yenilerinin hiç yaşanmaması dileğiyle, önümüzdeki hafta görüşmek üzere…

Podcast Haberleri