Türkiye’deki cezasızlık kültürüne aşina olanlar için Sedat Peker’in işaret ettiği Mehmet Ağar gibi isimlerin soruşturulmaması, yargılansa da göstermelik cezalarla kurtulması, maalesef şaşırtıcı değil...
Zira cezasızlık, Türkiye’de bir devlet geleneği.
Sadece “siyasi” içerikli davalar değil, sosyal cinayetler de benzer bir cezasızlık zırhıyla karşımıza çıkıyor: Sorumluların mahkemeye bile getirilmediği, hatta ödüllendirildiği.... Mağdurların ise resmen cezalandırıldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Oysa herkes için adalet istiyorsak, bu talepte samimiysek... Yoz düzenin değişmesini gerçekten arzuluyorsak, hak ihlallerinin öznelerine ve adalet mücadelelerine kulak vermemiz şart.
Arka Plan’da, İletişim Yayınları’ndan peş peşe çıkan “Kayıp Adalet” ve Yaralı Hafıza” kitapları tam da bu amaçla yazıldı. Bu iki kitap, Hafıza Merkezi’nin takipçisi olduğu davalardan hareketle, Gökçer Tahincioğlu’nun editörlüğünde farklı yazar, hak savunucusu ve gazetecilerin katkısıyla yayımlandı.
Hafıza Merkezi’nin Direktörü Emel Ataktürk Sevimli, “Yaşanan acılar çok büyük. Bu davalara konu olan olaylarda infaz edilen, kaybedilenler birer dosya numarası değil. Birilerinin oğlu, kızı, annesi, babası, sevgilisi olmuş insanlar. Yüzleşme olmadan, failler aramızda dolaştığı sürece hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edilemiyor” diyor.
DEVLETLE SUÇUN EVLİLİĞİ: JİTEM
Cezasızlığın, adaletsizliğin, devlet adına işlenen suçların üstünün örtülmesi denince akla ilk gelen, JİTEM yapılanması.
“Kayıp Adalet” kitabında JİTEM’i yazan Kısa Dalga Yayın Yönetmeni, gazeteci Kemal Göktaş, işlenen cinayetlerin ve pervasızlığın boyutuna dikkat çekiyor. “JİTEM Devleti” başlığını seçmesinin nedeni, bu yapılanmanın devletle iç içe geçmiş suçlara işaret etmesi.
“Kayıp Adalet” kitabının devamı daha doğrusu tamamlayıcısı niteliğindeki ikinci kitap “Yaralı Hafıza” bu davaların, kayıpların insani yönüne odaklanıyor...
Mehtap Ceyran, Pınar Öğünç, Sevilay Çelenk, Özlem Akcan, Sibel Oral, Pelin Buzluk, Hanife Kardelen Işık’la ve ben de mağdurlarla, hak savunucularıyla yaptığımız görüşmelerden yola çıkarak onların sesi olmaya çalıştık.
Kitap için ben de Mardin Dargeçit JİTEM davasını üstlendim. Hukuk mücadelesi süren Coşkun ve Altınkaynak ailesi fertleriyle, avukatları Erdal Kuzu ve “Kuyu” belgeselinin yönetmeni Veysi Altay’la konuşarak hikayelerini aktarmaya çalıştım.
Dargeçit davası, faillerinin hala ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları JİTEM davalarından yalnızca biri.
Bu davaların açılabilmesi bile, ancak 2012 sonrasında, barış sürecinde mümkün olmuştu. Ve çoğu, beraatle sonuçlandı.
FAİL MEHMET TİRE, BODRUM GÜMÜŞLÜK BELEDİYESİ ESKİ BAŞKANI
1995’te Mardin Dargeçit’te üçü çocuk, biri uzman çavuş olmak üzere, toplam sekiz kişi zorla kaybedildi.
Ailelerin savcılığa, karakollara yaptıkları başvurular önce “onları saldık” sonra “PKK’ye katılmışlar” diye geçiştirildi.
Aslında bu davayı mümkün kılan, isimsiz bir ihbar üzerine kayıp Süleyman Seyhan’ın cesedinin bulunması oldu. Hemen ardından, ihbarı yapan uzman çavuş da ortadan yok edildi.
Seyhan’ın kemiklerinin bulunması, davanın AİHM’e götürülmesi ve 2004’te Türkiye’nin tazminat ödemesiyle sonuçlandı.
Diğer kayıp yakınları ise çocuklarından arta kalanı arıyordu.
Avukat Erdal kuzu’nun ısrarlı takibiyle Dargeçit dosyası 2012’de kabul edildi, dava 2014’te açılabildi.
Davanın açılması, Ergenekon davasındaki itiraflar ve “barış süreci” ile mümkün oldu.
Gelen ihbarları değerlendiren aileler, devletin gönülsüz arama çalışmalarından umudu kesince kendi elleriyle kuyuları kazmayı başladı.
DNA testleri, tanıklıklar, herşey dönemin jandarma bölge sorumluları Mehmet Tire ve Hurşit İmren’e işaret ediyordu.
Her ikisi de bırakın cezalandırılmayı, ödüllendirilmişti!
2009-2013 arası Bodrum Gümüşlük belediye başkanı olan Mehmet Tire, 2015’te AKP Muğla mv adayıydı ve halen AKP teşkilatında görevli.
İmren de 2009’da CHP Sivas Çepni Belediye Başkanı oldu. Milletvekili adaylığı, ancak Cumartesi Anneleri’nin başvurusuyla 2014’te düşürüldü.
İkisi halen yargılanıyor.
“BİZ KÜRDLER, HEPİMİZ KEMİK OLDUK”
Veysi Altay’ın belgeseli “Kuyu”da kaybedilen Abdurrahman Coşkun’un annesi Hediye hanım, “Biz Kürdler, hepimiz kemik olduk” diyecekti.
Hediye hanım, oğlunun kemikleri bulunduktan sonra vefat etti ama faillerinin cezalandırıldığını göremedi.
Ağabey Mehmet Coşkun bana şöyle diyecekti:
“Öyle bir askerin işi değildi. Herkesin haberi vardı. Devletin bir sistemiydi. Mehmet Tire’yi, Hurşit İmren’i şikayet ettik, ama “iyi avcıydınız” diyerek ödüllendirildiler.”
Benzer davalarda uygulanan mahkeme yerini başka şehre taşıma, heyeti defalarca değiştirme, karar aşamasında başka mahkemeye havale etme gibi yıldırma taktiklerine rağmen aileler, mücadeleyi sürdürmekte kararlı.
Davut Altınkaynak’ın annesi Hayat, Dargeçit’te sorguya alınıp bırakıldığında, oğlunu filistin askısında gördüğünü mahkemede anlattı.
Hayat hanım hem psikolojik sorunlar yaşadığı hem Kürtçe konuşabildiği için Davut’un babası ve kızkardeşiyle konuştum.
Ağabeyi öldürüldüğünde henüz 15 günlük bebek olan Hazine, bugün 26 yaşında.
Üniversitede abisinin nasıl kaybedildiğini arkadaşlarına anlattığında, ona inanmadıklarını söyledi. Hazine, KPSS sınavına bile girmeyeceğini, çünkü ailesini araştırdıklarında eleneceğini bildiğini de sözlerine ekledi.
BU DAVALAR KAPANMAZ, BOŞLUK BIRAKIR
“Bazı davalar kapanmaz. Ne mahkemelerin verdiği hüküm,ne davanın görüldüğü dönemde kamuoyunda oluşturulan kanaat, davanın kapanmasını sağlamaz. Bu tip davaların temel özelliği, hükmü veren yargı teşkilatına hakim olan siyasi-ideolojik güç ile hükmün içeriği arasında gözlenen adalete dair boşluktur. Öyle bir boşluk ki daima toplumu huzursuz eder.”
Bu satırlar, “Kayıp Adalet” kitabında Berkin Elvan cinayeti dosyasını kaleme alan gazeteci, yazar Ali Duran Topuz’a ait.
Cezasızlık, sadece 1990’larla sınırlı değil. Protestolarda uygulanan polis şiddetiyle, Güneydoğu’da sokaklarda dolaşan panzerlerle her an kendini hatırlatıyor.
“Yaralı Hafıza” kitabının yazarlarından akademisyen Sevilay Çelenk, Muhammed-Furkan Yıldırım kardeşlerin hikayesini yazdı:
“Mayıs 2017’de Silopi’de, 2 ve 7 yaşındaki iki kardeşi panzer uykuda yakaladı. Bu aslında bu bile durumun vahametini anlatıyor Bu sürreel birşey. Fakat bölge için sürreel değil, son 30 yılda 60’dan fazla insan panzerin ezmesiyle öldü. Arada derede ölümler, arada derede hayatlar...” (*)
Pandeminin patlak verdiği 2019’da, yazarların çoğu için mağdur ailelerle yüz yüze görüşmek mümkün olmadı... Çelenk, Silopi’ye gidemediğini fakat baba Mesut Yıldırım’la telefonla ulaştıktan sonraki süreci ve hissettiklerini şöyle aktarıyor: “Telefonda konuşmak istemediğini söyledi önce. Sonra yazmak istediğini söyledi, kabul ettim. Tam 22 sayfa yazdı, duygularını o kadar güzel ifade etmişti ki hiç dokunmadan yazıya koydum. Tüm bunlar beni, hatırlamak, unutmamak üzerine düşündürdü...”
Kayıp Adalet ve Yaralı Hafıza kitabından sadece bazı bölümleri aktarabildim.
Türkiye bugün hukuk devleti olmaktan çıktı diyorsak, bunun arka planında çocuklarının, kardeşlerinin kemiklerini kendi elleriyle kazıyarak bulan, daha beteri, hiç bulamayanlar var...
HAFTANIN SESİ: MISRA ÖZ SEL
Haftasonu, Sosyal Haklar Derneği’nin düzenlediği “sosyal cinayetler” panelinde Soma’dan Aladağ’a, Çorlu’dan Hendek’e, en yakınlarını korkunç bir şekilde kaybedenleri dinledim. Tren katliamında oğlunu yitiren Mısra Öz Sel’in adalet arayışı, her şeyin özeti:
“Ben o günden beri hiçbir şey yapmıyorum. Sadece oğlumla, orada buluşmayı bekliyorum. Defalarca mahkemeye gittik, daha iddianame bile kabul edilmedi. Adalet gelmeden ben yas tutmayacağım.”