Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Hakları Platformu ve Kısa Dalga işbirliğiyle hazırlanan “Bedenin Hakkı: Cinsel Hakları Konuşuyoruz” podcast serimizin ilk bölümünde, Türkiye’de cinsel hakları ve “Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı” hizmetlerine erişimi ele aldık. Irk, etnisite, dil, inanç, sağlık statüsü, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim gibi farklar gözetmeksizin Türkiye’de yaşayan tüm bireylerin cinsel sağlık ve üreme sağlığı hak ve hizmetlerine erişimleri için savunuculuk yapan Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Hakları (CİSÜ) Platformu Proje Koordinatörü Yonca Cingöz, sorularımızı yanıtladı.
PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY’E TIKLAYINIZ
CİSÜ Platformu ve çalışma alanından bahsedebilir misiniz?
“Öncelikle cinsel sağlık ve üreme sağlığının kısaca CSÜS dediğimiz alanın insan hakları bağlamda ele alındığı tarihsel süreçten kısaca bahsedilebilir. 1994 yılında Kahire’de Birleşmiş Milletler’in düzenlediği bir konferans var. Nüfus ve Kalkınma Konferansı. Burada cinsel sağlık ve üreme sağlığı ve bunlara bağlı haklar, sürülebilir kalkınma amaçlarıyla ilişkilendiriliyor ve hem bireyin kalkınması hem de toplumun refahı için gerekli oldukları konusunda buradan itibaren CSÜS hizmetlerine erişim artık uluslararası sözleşmelerde insan hakları arasında yer almaya başlıyor. Bu konferansın eylem planını da destekleyen ülkelerden biri olarak Türkiye’de de sosyal bir hak olarak tanımlanan sağlık hakkı kapsamında ele alınıyor. CİSÜ Platformu’nun öncesinde bu eylem planının Türkiye'de izlenmesini sağlamak ve savunuculuk zemini oluşturmak için sürdürülebilir kalkınma hedefleri bağlamında CSÜS hizmetlerinin ne kadar verildiğinin incelenmesi için sivil toplum örgütleri, sağlık meslek örgütleri ve akademiden uzmanlar bir araya geliyor 2013 yılında ve bir izleme çalışması başlatıyorlar. Bu çalışmanın vardığı noktada 2020 yılından beri yeni üyelerle genişleyerek CİSÜ Platformu adını aldık ve 2020’den beri Avrupa Birliği’nin de desteği ile birlikte çeşitli kurumsallaşma ve kapasite geliştirme adımları attık. 19 üyeden 28 üyeye doğru genişlemiş ulusal ölçekte, veri ve kanıta dayalı savunuculuk ve farkındalık çalışmaları yürüten bir platform haline geldik. Temel amacımız, Türkiye'de hizmetlerine ve haklarına eşit ve ayrımcılık gözetilmeksizin erişimi desteklemek. Bu amaçla savunuculuk yapmak. Savunuculuk kısmına baktığımızda üyelerimizin kolektif biçimde çeşitli kanıta dayalı raporlar, politika metinleri, araştırmalar yapıyoruz, üretiyoruz ve burada bu hizmetlerin türü, niteliği, ne kadar erişilebilir olduğuna dair Türkiye'deki ve çeşitli illerdeki durumu tespit etmeye çalışıyoruz ve çeşitli çözüm önerileri üretmeye çalışıyoruz. Yine üyelerimizle birlikte hem yerelde hem de ulusal düzeydeki karar alıcılara, politikacılara ziyaretler gerçekleştiriyoruz. Çeşitli illerde çalıştaylar düzenledik, düzenlemeye devam ediyoruz ve böylece sivil toplumla karar alıcıların bu konuda birlikte çalışmasının da zemini açmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda uluslararası ağlara katılıp oradaki mekanizmalarda adımlar atmaya başladık. Savunuculuğumuzu desteklemek için farkındalık çalışmaları da yapıyoruz. Çevrimiçi etkinlikler, dijital kampanyalar düzenliyoruz. Özellikle gündeme damgasını vuran konuları inceleyerek burada özellikle geride bırakılan grupların kadınların, LGBTİ+’ların, gençlerin, kırılgan grupların seslerine dikkat çekmeye çalışıyoruz. Özgün sorunlarına, ihtiyaçlarına dikkat çekmeye çalışıyoruz ve burada ücretsiz alabilecek hizmetler hem cinsel sağlıklarını korumak için yapmaları gerekenlerle ilgili bilgilendirmeyi de içeriyor içeriklerimiz. Ama aynı zamanda ‘Cinsel haklar nelerdir? Hangi haklara sahibiz? Bunları nereden, nasıl talep etmeliyiz?’ soruları üzerine bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz.”
Cinsel sağlık ve üreme sağlığı hakları neleri kapsıyor?
“Öncelikle belki cinsel sağlığı şemsiye terim olarak ne ifade ediyor? Bunu tanımlamaya başlarsak hizmetleri de bunun üzerinden gözden geçirmemiz daha kolay olabilir. Üreme sağlığı aslında sadece cinsellikle ilgili herhangi bir hastalığın ya da zafiyetin olmamasını ifade etmiyor. Bunun ötesinde fiziksel, zihinsel ve toplumsal olarak tam bir iyilik halinde olmayı ifade ediyor. Burada tatmin edici ve güvenli cinsel yaşam sürmeyi, üreme kapasitesinin kullanımı ile ilgili kararları özgürce bireylerin alabilmesini kapsıyor. Aynı zamanda zorlamadan, ayrımcılıktan uzak, haz veren, güvenli bir cinselliğe, bu nitelikteki cinsel deneyimler ve ilişkilere de pozitif ve saygılı bir yaklaşımına sahip olmayı içeriyor. Dolayısıyla da CSÜS hizmetleri dediğimizde da bu çerçeveyi koruyabilmek, sağlayabilmek için yapılan tüm koruyucu ve önleyici sağlık çalışmaları, danışmanlık, tanı, tedavi ve takip gibi süreçleri içeren tüm sağlık hizmetlerini düşünmeliyiz. Burada belli başlı bazı başlıklarımız var elbette. Bir tanesi doğurganlığın düzenlenmesi. Bu kapsamda istenmeyen gebeliği önleyici yöntemlere erişim, isteyerek düşük yani kürtaj hizmetine erişim, anne bebek sağlığının korunması ve güçlendirilmesi. Bir diğer başlık, riskli gebelikler ve anne ölümlerin azaltılması. Yine bu konu aynı zamanda çocuk istismarının, erken evliliklerin ve gebeliklerin önlenmesiyle de kesişiyor. Bir diğer konu; kırılganlaştırılmış ya da savunmasız gruplar dediğimiz hak ihlaline maruz bırakılan grupların cinsel sağlık sağlığı hizmetlerine erişiminin arttırılması ve bu alandaki eşitsizliğin giderilmesi. Bir diğer konu başlığı da kapsamlı cinsellik eğitimin müfredata yerleştirilmesi.”
Cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimin temel bir insan hakkı olduğunu savunuyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Bu hizmetlere erişimin engellenmesi, ulaşılamaması nasıl bir insan hakkı sorunu?
“Cinsel sağlık üreme sağlığını tanımlamış olduk. Cinsel sağlık ve üreme sağlığı hakları dediğimizde aslında bedenle ilgili kararları kendi başına alabilme, bu konularda doğru bilgiye ulaşma, CSÜS hizmetlerine ulaşma, evlenip evlenmeyeceğin, çocuk doğurup doğurmayacağın, kiminle evleneceğin, kaç çocuk doğuracağın gibi kararları kendi başına verebilme ve aynı zamanda tüm cinsel şiddet biçimlerinden de uzak bir hayat sürme ile ilgili haklar bunlar. Bu noktada bizim en temel referans belgelerimizden bir tanesi Dünya Cinsel Sağlık Birliği’nin 1999’da yayınlayıp 2014’de güncellediği Cinsel Haklar Bildirgesi. Bildirgede, cinselliğin her insanın kişiliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanıyor. Cinselliğin tam olarak insani gereksinimlerin karşılanmasına, kişiler arası olduğu kadar bireyle toplum arasındaki ilişkilerin de iyi haline bağlı olduğu belirtiliyor. Ve cinsel haklar burada, bu noktada 16 temel insan hakkıyla ilişkilendiriliyor. Uzun bir liste ama birkaç örnek verebilirim. Belki bu bize Türkiye'deki diğer toplumsal mücadelelerin de odaklandığı temel insan haklarıyla ne kadar kesişen bir alan olduğunu gösteriyor. Ayrımcılık yasağı, yaşama hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, kamusal politik hayata katılım, adalet, çözüme erişim, bilgi edinme, eğitim hakkı, özel hayata saygı, bedensel bütünlük hakkı gibi çok çeşitli insan haklarını kapsıyor ve kesişiyor. Dolayısıyla CSÜS hizmetlerine erişimin reddedilmesi, zorlaştırılması veya engellenmesi de tüm insan haklarının ihlali anlamına geliyor. Aynı zamanda bu alandaki hak savunuculuğunun önünün kesilmesi veya zorlaştırılması, bunu zorlaştıran bir atmosfer oluşması da sivil toplumun alanın daraltılması da aynı zamanda bu hak ihlallerini arttırıyor.”
Türkiye'de bu hizmetlere erişim konusunda en fazla yaşanan zorluk nedir? Yani uygulamayla mevzuat arasındaki farklar nelerdir?
“Bizim Anayasamızın 41. maddesi, bu konuda hüküm içeriyor. Aynı zamanda Nüfus planlaması hakkındaki kanunla Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu da devlete sorumluluklar yüklüyor. Hangi konuda? Doğurganlığın düzenlenmesi, istenmeyen gebeliği önleyici yöntemlerin ücretsiz dağıtılması, kürtaja erişim, anne çocuk sağlığının korunması, danışmanlık hizmetlerinin verilmesi, bu konuda eğitimler verilmesi, hizmetlerin ne kadar verilebildiğinin takip edilmesi gibi devletin kimi sorumlulukları çok açıkça tanımlanıyor. Yasalarda sabit. Fakat buna karşın 2010 yılından beri yaşadığımız bir süreç var. Burada ülke çapında Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte ve aynı zamanda siyasi iktidarın giderek vurguladığı ve uygulamaları kısıtlayarak da daha altını çizdiği pronatalist politikalar yani doğum sayısını arttırmaya yönelik politikalarla son yıllarda, CSÜS hizmetleri birçok alanda aksadı. Hatta kimi hizmetler hiç alınmamaya başladı diyebiliriz. Bu durumda tabii ki kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, engelliler, göçmenler gibi hak ihlaline maruz kalan gruplar başta olmak üzere halk sağlığı üzerinde ciddi bir tehdit haline geliyor. En temel zorluklardan bahsetmek gerekirse ilk başta saymamız gereken konulardan biri, istenmeyen gebeliği önleyici yöntemlere ücretsiz erişim. Bu konu çok kısıtlanmış durumda. Burada araştırmalarda uluslararası gösterge bir gösterge var, karşılanmamış aile planlaması olarak geçer. Bu oran Türkiye’de nüfus ve sağlık araştırmalarına göre 2013-2018 arasında iki katına çıktı. Yüzde 6’dan yüzde 12’ye çıktı. Buna başka bazı erişim engellerini eklediğimiz zaman Türkiye üç aileden birinin istenmeyen gebeliği önleyici yöntemlere erişim ihtiyacı olduğunu ama bunun karşılanmadığını görüyoruz. Yine koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri bakımından düşünmeliyiz cinsel sağlık ve üreme sağlığını. Bu anlamda öncelikli sorumlu kurumlar, bininci basamak kurumları. Yani mevcut sistemde aile sağlık merkezleri. Bu kurumlarda da kondom, doğum kontrol hapı, aylık-üç aylık iğneler gibi yöntemlerin karşılanması, halka dağıtılması ve uygulanması gerekiyor. Fakat bakanlık tarafından yeterli bütçe ayrılmaması, kurumlara dağıtım düzenli olmaması, düzenli olarak erişilememesi gibi zorluklarla giderek artan bir biçimde karşılaşıyoruz. Spiralin de aynı şekilde bu kurumların bir çoğunda takılmadığını biliyoruz.
Bir diğer konu Türkiye’de çocuk yaşta evlilikler. Bu konu çok yaygın ve meşrulaştırılan bir durum. Bu durum yalnızca çocuk hakları ve istismar boyutuyla değil sağlık boyutuyla da ele alınmalı. Kaygı verici. Çünkü ergenlik döneminde gebe kalındığında bu yüksek riskli gebelik demek ve hem gebede hem çocukta komplikasyonlara yol açıyor. Anne ölümlerine ve hastalıkların oranı çok yükseltiyor.
Cinsel yolla aktarılan enfeksiyonlarla ilgili tanı ve tedavi hizmetlerinin de etkin sunulduğunu söyleyemeyiz. HIV yayılımı, Türkiye’de çok yüksek hızda artıyor. Fakat hala kişilerin anonim şekilde ve rahatça tanı alabilecekleri, test olabilecekleri merkezlerin sayısı -bu merkezlere gönüllü danışmanlık ve test merkezleri- diyoruz. Bu merkezlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor ülke çapında. HPV aşısıyla ilgili olumlu bazı gelişmeler var kısıtlı da olsa. Henüz netleşmemiş olsa da. Fakat kanser taramalarına baktığımızda HPV taramalarının KETEM’lerde yapıldığını biliyoruz ücretsiz olarak. KETEM sayısı çok az ve 35 üstü kadınlara yapılıyor. Oysaki bu enfeksiyonlar, bütün nüfusu etkileyen enfeksiyonlar ve nüfusu kapsayan kapsamlı ve talebe dayalı olmayan daha sistemik tarama yapılmasını savunuyoruz. Bu sistemde geride kalan gençlerin, LGBTİ+’ların, evli olmayan bireylerin hem gebeliği önleyici yöntemler hem de enfeksiyonlarla ilgili doğru bilgiye, danışmanlığa, ücretsiz hizmete çok çok fazla ihtiyacı var.”
Bahsettiğiniz konuda iktidarın politik söylem ve yaklaşımları var. İstenmeyen gebeliklerin sonlandırılması konusunda yasaya rağmen kamu hastanelerinin çeşitli uygulamaları var. İktidarın söyleminden etkilenen uygulamaların yarattığı güçlükleri aktarır mısınız?
“Buradaki güçlüklerin temeline baktığımızda, 2010 yılından beri uygulamada olan sağlıkta dönüşüm politikasının hizmet sunum sisteminde yarattığı köklü değişim çok etkili aslında. Birinci basamak sağlık kurumları halk sağlığının korunmasına odaklı değil de bireysel talep ve başvuruya odaklı bir hizmet verme yaklaşımı değiştirdiler. Bu dönem dönüşüm sürecinde temel sağlık hizmetlerine yönelik performans kriterleri konuldu. Bu süreçte cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetler performans kriterlerinin özellikle doğurganlığın düzenlenmesi ile ilgili hizmetler, bu performans kriterlerinin dışında kaldı. Böylelikle birinci basamak sağlıkta ücretsiz olarak ulaşılabilir olan bu hizmetlere erişim kısıtlanmış oldu. Bu hizmetlerle ilgili yetkin bir kadronun bulunduğu birinci basamak sağlık birimleri vardı. Ana çocuk ve aile planlaması merkezleri gibi. Bu merkezler de kapatıldı ve yerlerine aynı nitelikte sağlık birimleri oluşturulmadı. Aynı zamanda 2014, 2018’deki yılındaki onuncu kalkınma planına baktığımızda burada ailenin ve genç nüfusun korunmasının vurgulandığını ve aynı sırada CSÜS hizmetleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili ifadelerinin de plandan çıkarıldığını görüyoruz. Bu dönüşümler sonucunda neler oldu diye bakarsak isteğe dayalı kürtaj 10 hafta süresinde hala yasal olmasına rağmen devletçe ücretsiz olarak karşılanması gerekirken yasaklanmış durumda ülkemizde. Hatta aslında hizmet alanların da, uygulayan sağlıkçıların da kriminalize edildiği noktaya kadar geldik. Bunun yanı sıra istenmeyen gebeliği önleyici yöntemlere erişim sağlanmıyor. Cinsel sağlık ve üreme sağlığını koruyabilmek için gereken hizmetlere çok yüksek maliyetlerle ulaşıldığı için yoksullar, gençler ve diğer geride kalan gruplar da, ekonomik olarak geride bırakılmış gruplar da bu hizmetleri hiç erişemiyorlar.”
İnsanların bu hizmetlere erişimde yaşadığı zorlukların yanı sıra bireylerin bu hizmetlerden yararlanmalarını erteleme gibi durumları da var. Sizin bu konuda CİSÜ Platformu olarak edindiğiniz izlenimlerinden bahseder misiniz?
“Hak ihlaline maruz bırakılan saydığımız grupların CSÜS hizmetlerindeki sorun ve ihtiyaçlarını biz aslında kapsamlı bir biçimde bilemiyoruz. Çünkü bu konuda bir araştırma, bunun belirlenmesi ve takibi ile ilgili bir politika yok. Dolayısıyla bu gruplara uygun hizmet politikaları da geliştirilmiş değil. Sağlık çalışanları da aynı zamanda bu gruplara dair bir takım kalıp yargılara sahipler ve ayrımcılıkla ilgili bilgileri de eksik. Bu grupların toplumsal hayatta yaşadıkları zorluklarla ilgili bilgileri de eksik. Eğitim sistemlerinde, eğitim müfredatlarında bu konuda bilgiler yok. Dolayısıyla hizmet sırasında hak ihlali yaratmamak için nasıl davranmaları gerektiğine dair yeterli donanımları da yok. Bunun ne gibi sonuçları olabiliyor diye baktığımızda; göçmenlere baktığımızda dil bariyeri, düşük sosyo-ekonomik durum ve kültürel, dini inançlarla ilgili bağlantılı olarak sağlık hakkına erişimde ciddi sorunlar görebiliyoruz. Küçük yaşta erken ve zorla evlilikler çok yaygın bu grupta. 15 yaş altı evlilik oranı yüzde 23, 18 yaşındaki kadınların yüzde 54’ü çocuk doğurmuş durumda. Savaş ve göç koşullarını etkisiyle doğurganlık oranı çok yüksek fakat doğum öncesi, doğum sonrası bakım hizmeti buna kıyasla düşük kalıyor. Cinsel yolla aktarılan enfeksiyonlar, tabi ki yaşam koşullarıyla bağlı olarak çok yüksek oranda görülüyor. Buna karşılık özellikle geçici koruma kimliği olmayan göçmenlerin, doğurganlığın düzenlenmesi ve enfeksiyonlarla ilgili hizmet alabilecekleri kurum sayısı sınırlı. Kurumlarda tercüman sayısı da sınırlı olduğundan hizmete sıkıntılar yaşanıyor. Dolayısıyla dil bariyeri ve ayrımcı tutumlar yine sağlık çalışanlarının donanım eksikliği ile bağlantılardan dolayı göçmen kadınların da sağlık kurumlarına taleplerinin az olabildiği durumlar oluyor.
Engellilere baktığımızda; toplumun gözünde cinselliği görünmez kılınmış bir grup engelliler. CSÜS hizmetleri bakımında bu grubun da ihtiyaçlarını bilemiyoruz, veri eksikliğinden ötürü. Hizmete erişimlerini kolaylaştıracak, bilgilendirici materyaller de erişilebilir, engellere uygun materyaller de üretilmiyor Sağlık kurumların fiziksel koşullarına baktığımızda, hem binaya giriş, hem de içeride muayene alanında uygun bir düzenleme öngörülmüyor, yapılmıyor. Sağlık çalışanları yine bu gruba hizmet sırasında nasıl bir tutumda bulunması gerektiğine dair özel bir eğitim almıyor.
Heteroseksist, transfobi ve homofobinin çok yüksek olduğu bir ülkeyiz. Özellikle son yıllarda LGBTİ+’lara yönelik nefret suçları yükseliyor. Siyasi söylemlerle de destekleniyor. Cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimlerinden ötürü bireyler her gün toplumsal hayatın her alanında zaten ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Cinsel yolla aktarılan enfeksiyonlarını yayılımından bu grupları sorumlu tutan damgalayıcı bir söylem hakim. Dolayısıyla ayrımcı ve damgalayıcı tavır görmemek için haklı bir kaygıyla kamu hizmetlerini talep etmekten özellikle geri duruyorlar.
Türkiye nüfusun dörtte biri 10 ila 24 yaş arası gençlerden oluşuyor ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın en çok yaşandığı gruplardan biri. Çocuk yaşta evlilikler hala süren bir sorun. Fakat gençlerin CSÜS ile ilgili hem sağlık, hem hakla ilgili bilgileri, bilgi seviyeleri düşük. Aldıkları bilgileri de bilimsel kaynaklardan değil daha çok akranlarından ve medyadan alabiliyorlar. Gençlere özel hizmet birimleri yok, hizmet sunum biçimleri yok. Özellikle reşit yaştan alttaki gençlerin mahremiyetlerini koruyarak danışmanlık alabilecekleri bir sistem ve mekanizma, bir kanal yok. Dolayısıyla gençler ya gidemiyorlar ya da gittiklerinde yargılayıcı tutumlarla karşılaşacakları fikriyle kendilerini hizmet almaktan alıkoyuyorlar. Kısacası tüm bu gruplar aslında bu gruplara uygun hizmet politikaları geliştirilmediği ve sağlık hizmet sunucuları, ayrımcılık ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili donanımlı bir eğitim görmedikleri için maalesef hizmetten hizmet almaktan geri durabiliyorlar.”
Peki özellikle gençlerden bahsederken toplumda özellikle gençlerin bu hak ve hizmetlerden çok haberdar olmamalarının yanı sıra bu hizmetlere erişim ve bu konudaki haklar da tabu olarak görülüyor. Okullarda bu konuda ayrıntılı, planlı, programlı bir eğitim maalesef verilemiyor. CİSÜ Platformu olarak farkındalık çalışmaları yürütürken bu konuda ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?
“Kapsamlı cinsellik eğitiminin müfredata entegre edilmesini savunuyoruz. Biz kapsamlı cinsellik eğitimi, doğumla başlayıp bireyin yaş ve gelişim dönemine göre kademeli olarak ilerleyen ve kalıcı bir etki bırakması hedeflenen bir eğitim programı. İnsan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanan bir program. Burada sadece bedenimizle, organlarımızla, gelişim evrelerimizle ilgili bilgilenmek değil, bunun ötesinde pek çok konu başlığında bilgilenmeyi kapsıyor. Geniş bir alan, örneğin onay, sınırlar, özel alan, öz bakım duygularını ifade etme, bedenini tanıma, ergenliği öğrenme, cinselliğin boyutlarını, toplumsal cinsiyet kalıplarını, şiddet, ayrımcılık biçimlerini öğrenme gibi. Güvenli cinsellik nasıl sağlanır? Doğurganlığın düzenlenmesi nedir? Enfeksiyonlar nelerdir? Böyle pek çok başlık içeren çok kapsamlı bir eğitim ve bu eğitim sağlandığında çocuklara ve gençlere kendi sağlıkları iyi olma halleri ve değerlerinin farkına varıyorlar. Yaptıkları seçimlerin hem kendilerini, hem çevrelerini, başkalarını nasıl onların iyi oluşları nasıl etkilediğine dair bir düşünüm kazanıyorlar ve yaşamları boyunca da haklarına karşı daha bilinçli, haklarını korumakla ilgili daha etkin davranabiliyorlar, gerekli bilgi ve birikime sahip olmuş oluyorlar. Eğer biz toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ve çocuk istismarını sonlandırmak ve sağlıklı bir topluma içmek istiyorsak kapsamlı cinsellik eğitiminin müfredata alınması gerekiyor ve yaşa uygun şekilde kademeli bir biçimde tüm okullarda yetkin eğitimcilerle uygulanması gerekiyor. Biz maalesef bu eğitimin müfredatta olmamasından dolayı hem çocuk hakları hem sağlık hakkında önemli ihlaller yaşandığını düşünüyoruz.”
CSÜS hizmetlerine devletin neler yapması gerekiyor?
“Bu alanda cinsel sağlık hizmetlerine erişim konusunda pronatalist politikaların yükseldiği bir dönemdeyiz. Bahsettiğim gibi aslında pronatalist politikaların daha önceki dönemlerde uygulandığı diğer ülkelere baktığımızda uzun vadede bunun ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkacağını biz tarihsel örneklerden görüyoruz. Bu yüzden devletin öncelikle cinsel hakları, temel insan hakları çerçevesinde ele alması, uluslararası sözleşmelere verdiği taahhütlerin arkasında durması, cinsel haklar ve hizmetlerle ilgili anayasa ve yasadaki maddeleri etkin biçimde uygulaması için mücadele etmemiz gerekiyor. Sağlık politikalarını da kimseyi geride bırakmayacak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıracak biçimde düzenlenmesini bekliyoruz. Burada performans sisteminin eleştirilecek bir yanı var elbette ki. Fakat şu anki mevcut durumda sadece cinsel sağlık hizmetlerinin bu sistemden çıkarılmasıyla daha da geri plana düştüğü için CSÜS hizmetlerinin performans sistemi içerisinde bir yer bulmasını ve birinci basamakta etkin biçimde verilmesini teşvik edilmesini bekliyoruz. Birinci basamakta CSÜS konusunda uzman sağlık kadrosu genişletilmeli, arttırılmalı ve danışmanlık hizmetleri ve modern yöntemler yaygın bir biçimde erişilebilir ve uygulanabilir olmalı. Sağlık çalışanlarının bahsettiğimiz gibi ayrımcı, damgalayıcı bir tutum yaygınlaşmaması adına gerekli eğitimi müfredatları ve meslek hayatları boyunca mesleki eğitimler olarak görmeleri gerekiyor. Ayrımcı, damgalayıcı ve mahremiyet hakkını ihlal eden uygulamaların son bulması için devletin adımlar atması ve bizim de el birliğiyle çalışmamız gerekiyor. Çalışmayı da sürdüreceğiz.”
Yonca Cingöz hakkında
1982 yılında Ankara'da doğdu. Lisansını Sabancı Üniversitesi Sosyal ve Siyasal Bilimler Bölümü'nde, yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Bölümü'nde tamamladı. 2005-2010 yılları arasında muhabir ve editör olarak çalıştı. 7 yıl yayıncılık sektöründe uluslararası ilişkiler, proje yönetimi ve ifade özgürlüğü savunuculuğu alanlarında deneyim kazandı. 2020’den bu yana Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı ve Hakları Platformu'nun proje koordinatörü olarak çalışmaktadır. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktorasını sürdüren Yonca, çeşitli feminist ve mesleki topluluklarda gönüllü olarak katkıda bulunmaktadır. Gece’nin annesidir.
Cinsel hakları genel hatlarıyla Yonca Cingöz ile ele aldık. Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Hakları Platformu ve Kısa Dalga işbirliğiyle hazırlanan “Bedenin Hakkı: Cinsel Hakları Konuşuyoruz” podcast serimizin ikinci bölümünde istenmeyen gebelikleri önleyici yöntemler ve kürtaj konusunu ayrıntılı bir biçimde ele alacağız. Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı Kadınları Güçlendirme Programı Koordinatörü Hazal Günel ve Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği Savunuculuk Koordinatörü Berfu Şeker’le konuşacağız.