Eşit Haklar için İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında hazırlanan podcast serisi Yasaksız Meydan’ın ikinci bölümünde, emek hareketi direnişleri ve işçilerin barışçıl toplanma ve gösteri hakkının düzenli olarak engellenmesi var.
İrem Afşin’e konuşan Bimeks Direnişi işçilerinden Atakan Yunus Başaran, Dilek Aslan ve Umut-Sen’den Betül Celep Bimeks Direnişini ve taleplerini aktarıyor: “Vedat Akgiray’ı masaya oturtup haklarımızı alana kadar mücadelemiz sürecek.”
“Polis Anayasal hakkımızı kullanmamıza engel olarak bir suç işliyor”
Bimeks Direnişi işçisi Atakan Yunus Başaran eylemlilik sürecine nasıl karar verdiklerini anlatırken, “Bimeks’in 2014 yılından sonra var olan iflas süreci aslında profesyonel bir şirket batırma operasyonuydu” diye söze başlıyor:“2016’nın sonunda patronumuz Murat Akgiray 1.500 işçiyi kapının önüne koydu, sokakta çırılçıplak kalan biz işçilerin on- yirmi senelik tazminatları içeride kaldı. Mahkemeleri kazandık ancak, şirketin içi boşaltıldığı için hiçbir şey elde edemedik. Bu aslında Türkiye’nin ilk en büyük elektronik perakende dolandırıcılığıdır. Bu işin içinde siyaset, iş dünyası ve tarikat var. Umut-Sen’e başvurduk ve halen her hafta İstanbul’da Vedat Akgiray’ın profesör olarak çalıştığı Boğaziçi Üniversitesi’nin önünde eylem yapıyoruz. Hakkımızı aramaya her gittiğimizde, kaç kişi gidersek gidelim, orada üç yüz- beş yüz tane polis kolluk kuvveti olarak karşımıza çıkıyor, çünkü siyasi iktidar işçilere Çalışma Bakanlığı’nın bir personeli ile değil, devletin polisi ile müdahale etmek istiyor, böylece gözaltına alınıp tekrar geri dönmeyelim diye İstanbul’un çeşitli karakollarına dağıtılıyoruz. Aslında anayasal hakkımız madde 34 ile koruma altında, ama polis anayasal hakkımızı kullanmamıza engel olarak bir suç işliyor. Bazen kendi aralarında da çelişkiye düşüp tartıştıkları oluyor, çünkü bizim izin almaksızın, bazı fikirleri zararlı olmamak şartıyla açıklama hakkımız var, ancak polis izin vermiyor. Aç kalıyoruz. Karakolda bize bir bardak su veren de yok. Arkadaşlarımız arkamızdan geliyor, bizi topluyor. Biz işçi insanız, belli paralarla yaşıyoruz, gece geç saatte bırakıldığımız için taksi paraları cebimizden çıkıyor. Halbuki biz Türkiye’nin en büyük perakende şirketinin en iyi bilgisayarcıları, en iyi televizyoncularıydık. Güzel paralara çalışıyorduk, ama patronumuz bizim tazminatlarımıza göz dikti. Mağazada çalışan down sendromlu çocukların bile tazminatını vermedi. 1.500 tane işçi, Türkiye’nin en büyük elektronik perakende dolandırıcılığına maruz kaldı ve biz hakkımızı şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde aramaya çalışıyoruz.”
“Hakkımızı ararken eziyet görüyoruz”
Bimeks Direnişi işçilerinden Dilek Aslan, eylemlilik sürecinde başlarına gelenleri, karşılaştıkları zorlukları anlatırken ailelerin gündelik hayatının nasıl etkilendiğinin altını çiziyor: “Her eyleme gittiğimizde önce ailem rahatsız oluyor. Başıma ne gelecek diye düşünüyorlar, kızım “Annem iyi mi?” diye herkesi arıyor. Maddi bakımdan da eyleme gitmek belli bütçeyle geçinen bizi gerçekten zorluyor. Kiralarımızı kıt kanaat ödeyen, faturalarını geç ödeyen insanlarız, villalarda yalılarda oturmuyoruz. Neden çocuklarımın boğazlarından kısayım ki bu yol paralarını? Zamanımı neden çocuklarımla harcamayayım? Hâlâ hakkımı aramaya çalışırken bile eziyet göreyim? Biz hakkımızı ararken eziyet görüyoruz, çok üzülüyorum.” Haklarından açılan davadan adli kontroller ve yurtdışı yasakları kararları çıkmış olmasına şaşıran Dilek Aslan; “Biz hakkımızı arıyoruz, hırsızlar dışarıda dolaşıyor. Pandemi dolayısıyla sokağa çıkmamamız gerekirken, kendimizi sağlık açısından güvenceye almamız gerekirken, her ay gidiyoruz karakol köşelerinde imza atıyoruz. . Ayrıca bir de yurt dışı yasağı veriliyor. Yurt dışına zaten nasıl çıkacağız? Öyle bir paramız mı var? Çok mantıksız. Hırsızlar elini kolunu sallayarak geziyor, biz gidiyoruz karakollarda imza atıyoruz. Adalet denen bir şey yok maalesef” diye hayıflanıyor.
“Fiili meşru mücadele çizgisi dışında Bimeks’in bir yolu yok!”
Hak mücadelesi için barışçıl toplanma ve gösteri hakkının önemini dikkat çeken Umut-Sen sözcüsü Betül Celep ise, Bimeks Direnişi’nin hukuken çiğnenen haklar üzerine kurulu bir direniş olduğunun altını çiziyor: “İşçilerle konuştuğumuzda hukuken yapılacak işleri zaten çoktan yapmış, davalarını kazanmış, haklarına icra kağıtları gitmiş ama hala ödenmemiş durumdalardı. İşçi arkadaşlara hukukun çeşitli kollayıcıları olduğunu, tarafsız bir hukuk olmadığını, nihayetinde hukukun işverenleri kollayan bir yerde durduğunu anlattık. Yaşadıkları dört yıllık deneyimin özeti bu demek. Ahmet Akgiray, Vedat Akgiray ve Murat Akgiray’ ın arkasındaki siyasi güçler oldukça kudretliler. Dolayısıyla, zaten nitelikli dolandırıcı oldukları için bir soygunun açmazlarını da biliyorlar. Bunu işçiler üzerinde denemişler ve başarılı olmuş durumdalar. Dört yıl sonra Bimeks işçileri ayağa kalkarak bir araya gelme kararı aldılar. Tek tek bireysel olarak Atakan’ın, Dilek Abla’nın ya da Betül’ün hikayesi değil bu. Bir araya gelirsek ancak kazanırız dedik. Umut-Sen’in bütün anlayışında olan fiili meşru mücadele çizgisi dışında Bimeks’in bir yolu yok. O yüzden işçi arkadaşların başka çaresi yok. Yani, Boğaziçi Üniversitesi’nin önüne gitmek ve orada bir müzakere zeminini mücadeleleri ile inşa etmek dışında bir seçenekleri de yok. Siyasi iktidar daha önce emek düşmanlığını, işçi düşmanlığını çok steril, daha perdeli, insanlara çok yansıtmadığı bir dönemdeyken artık bütün rıza mekanizmalarını tükettiği için zor kullanmak ve işçi düşmanlığını açık aleni cümlelere dökerek yapmak gibi bir tutuma geçmiş durumda. ‘Ben açı’ diyen halktan bir işçiye, emekçiye ‘Ya bi çay iç’ denmesindeki patavatsızlığa, riyakarlığa şaşırmıyorum. Yeni dönem iktidar zaten bu şekilde yönetebileceğini düşünüyor. İşçilere de böyle anlattık; bizim anayasal hakkımız çiğneniyor. Her defasında, her gittiğimiz yerde bize söylenen “Pandemi var, genelge var” laflarıyla genelgenin içeriğini bilmeyen insanları manipüle edebileceklerini düşünüyorlar. Biz de diyoruz ki; madem anayasal bir hakkımız değil bu, madem biz her defasında gidiyoruz ve yasa çiğniyoruz o zaman kalkanları kaldırmayın, Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlarına deyin ki anayasal bir hak çiğnendiği takdirde başınıza böyle işler gelir, bunu el aleme duyurun. Neden o zaman kamera kayıtlarını kapatıyorsunuz, neden şiddetinizi, darpınızı, işçiye yapılan muameleyi gizlemeye çalışıyorsunuz? Çünkü kolluk güçlerinin arasında tartışmalar var. Onlar da emir eriyiz biz derken aslında yasa çiğnediklerini biliyorlar ve artık topyekün bir halde durmuyorlar. Kendi konumunu da tartışıp, yarın öbür gün başına bir iş gelmesinden de korkuyor: ‘Ben anayasal bir hakkı bile isteye kameralar önünde çiğniyorum, işçiyi emekçiyi darp ederek gözaltına alıyorum, benim başıma bir iş gelir mi?’
“Beş tane işçiye beş yüz polis gelmesi bizim için onurdur, şereftir”
Betül Celep emek hareketi açısından, işçiler tarafından mücadelenin daha çetinleştiği bir durumda olduklarını düşünüyor: “Biz şu anda mecbur olduğumuz bir yolda yürüyoruz ve burada da hiçbir suçlamayı kabul edecek durumda değiliz. Zaten çok haklıyız. O yüzden beş işçiye karşı beş yüz polis gelmesi bizim için onurdur, şereftir. Biz sonuna kadar, Vedat Akgiray’ı masaya oturtup işçilerin hakkını alana kadar, Bimeks işçileri ile beraber mücadelemize devam edeceğiz.” Eylemlilik süreci başladıktan sonra konunun tarafları arasında herhangi bir iletişim olmadığını söyleyen Dilek Aslan ise “Gerçekten kayda değer bir şey olmadığı için eylemlerimize devam ediyoruz” diye ekliyor: “Eğer bir adım atılırsa tabii ki biz de masaya oturup dileklerimizi söyleyeceğiz. Bizim amacımız sadece hakkımızı aramak. Biz oraya dilenmeye gitmiyoruz. Kesinlikle artı bir para istemiyoruz. Hakkımız olanı istiyoruz. Bunun sonucunda da üniversiteye gittiğimizde hep karşımıza polisler çıkıyor. Hiç kimse sesimizi duymuyor, duyanlar da zaten kesin bir cevap vermiyor.”