Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. Asuman Türkün, depremde ölümler ve yoksulluk tartışmalarını değerlendirirken, kentsel dönüşüm uygulamalarına da dikkat çekti.
Prof. Dr. Türkün, “Bu çok sınıfsal bir mesele ama bir yandan da ciddi bir politika eksikliği olduğundan söz edebiliriz” dedi.
Haber dosyasının podcastini dinlemek için tıklayın
İzmir depreminden sonra başlayan “Depremde yoksullar ölür” tartışmalarını Kısa Dalga’ya değerlendiren Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. Asuman Türkün, meselenin bir sınıf meselesi olduğunu kabul ediyor ama ekliyor: “Bu bir sınıf meselesidir ama burada durursak çok az şeyi açıklayabiliriz.”
Sermaye, emek, devlet
Türkün’e göre sorunu geniş bir çerçeveden açıklamak için üç sac ayağına ayrı ayrı bakmak gerek: Sermaye, emek, devlet…
“Prof. Dr. Ahmet Ercan ana sorun yoksulluktur diyor. Evet, bunu kimse yadsıyamaz; bu bir sınıf meselesidir ama burada durursak çok az şeyi açıklayabiliriz. Burada bir üçlü sacayağı üzerinden bu meseleyi tartışmamız lazım: Sermaye, devlet ve emek.
Bu üçlü yapı içerisinde değerlendirdiğimiz zaman daha doğru sonuçlara varacağımızı düşünüyorum. Bu üç ayağa baktığımızda hiçbirinin aslında yekpare olmadığını, kendi içinde farklılaşmalar bulunduğunu söyleyebiliriz.
Sermaye sınıfına baktığımızda, bunun içinde de farklılaşmalar var. Büyük sermaye var, orta ve küçük sermaye var…
60’lardan sonra “yap-satçı” denilen orta ve küçük ölçekli sermayeli müteahhitler kentin dönüşümünde belirleyiciyken, 80’lerden sonra çok daha büyük sermayenin devreye girdiğini ve kenti büyük parçalar halinde dönüştürmeye başladığını biliyoruz.
Gayrimenkul yatırım ortaklıkları gibi güçlü, büyük sermaye oluşumları ortaya çıkıyor, aynı zamanda TOKİ gibi, KİPTAŞ gibi güçlü kamu kurumları devrede. Bunların kentin pek çok alanında dönüşümlerde belirleyici olduğunu görüyoruz.
“Gecekondudakilerin hayatı daha riskli hale geldi”
Son dönemlerde yine parsel bazında dönüşümlerin, yani yine 60’ların “yap-satçı” süreçlerine benzer süreçlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Mesela Kadıköy’de, Levent’te parsel bazında dönüşümler söz konusu. Yani rant değeri yüksek alanlarda bu dönüşümlerin, müteahhitlerin de ilgi alanına girdiğini ve bu dönüşümlerin yapıldığını görüyoruz. Ama sorun son yıllarda yaşadığımız, burada da aşırı sayıda konut üretiliyor, satılamıyor, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde malzeme fiyatları artıyor, müteahhitler iflas ediyor ve aslında herkes mağdur oluyor.
Fikirtepe bunun en iyi örneği. Burası gecekondudan dönüşümün yaşandığı bir alan. Çok ciddi imar artışları verilerek müteahhitler buraya çekildi. Orta ve büyük ölçekli müteahhitler girdiler ama sürdürülemedi ve herkes mağdur oldu.
Burada gecekondu alanında yaşayan insanların bu süreçte yaşadığı mağduriyeti düşünürsek, bu kişiler hem mülksüzleşmiş oldu, hem yoksullaşmış oldu ve toplumun dezavantajlı kesimi olarak piyasadaki konutlardan birilerine kiracı olarak girmiş durumdalar. Ne kadar sağlam konutlarda oturduklarını da bilmiyoruz. Süreç de burada başlıyor.
Eskinin gecekondu mahallesi bu kadar riskli değilken, şimdi hayatları çok daha riski hale geldi aslında.
“Yoksul bir kiracıysanız şansınız yok”
“Çalışan sınıfları emek çerçevesinde düşündüğümüzde, bu dönüşümde pay ayırarak dahil olabilenler var, bir yandan da hiç katkı koyamayacak olanlar var” diyen Türkün, şöyle devam ediyor:
“Ayrıca mülk sahibi ve kiracı ayrımı var. Hele yoksul bir kiracıysanız hiç şansınız yok, kentin en dezavantajlı bölgelerinde barınmaya çalışıyorsunuz. Örneğin Avcılar gibi 1999 depreminde ciddi hasar görmüş binaların olduğu bölgelerde kentin en dezavantajlı kesimlerinin barınmaya çalıştığını biliyoruz.
Bunlar arasında kent yoksulları, göçmenler, LGBT bireyler var… Bu tür alanlarda gerçekten yoksulluk öldürüyor diyebilirsiniz. Bir deprem olduğunda en fazla zarar görecek olanlar da barınmaya çalışanlar olacak.”
“İzmir’de gecekondu bölgesinde yıkım olmazken…”
Prof. Dr. Türkün, gecekondu bölgelerinin İzmir’deki depremde zarar görmediğini belirtirken, önemli bir noktaya da dikkat çekiyor. En çok bu bölgeler kentsel dönüşüme alınıyor ve insanlar güvenli alanlardan çıkarılmış oluyor:
“Kentin en yoksullarının yaşadığını varsaydığımız gecekondu bölgeleri zarar görmezken, ruhsatlı dediğimiz bölgelerde ciddi yıkımlar oldu. Burada da görünen o ki, bina tipolojisinin bu depremlerde çok önemi var. Kaç katlı olduğu, nasıl yapıldığı, mühendislik hizmeti alıp almadığı… Bütün bunların çok önemi var.
Gecekondu bölgelerinde yaşayanlar depremde zarar görmedi ama kentsel dönüşüm dediğimizde de en fazla bu bölgelerin dönüştürülmeye çalışıldığını görüyoruz. Yerlerine yapılan örneklere baktığımızda, bu dönüşümlerde kolay kolay çok iyi bir örnek bulamazsınız. Yani hem bina kalitesi, hem yaşam standartları olarak düşük seviyede, oraya yerleştirdiğiniz insanların da kentle ilişkilerini zedeleyecek şekilde dönüşüm yapılıyor.”
“Deprem vergileri kullanılmadı”
Konut sorunun çözmek için devletin ciddi kaynak ayırması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Türkün, şöyle devam ediyor:
“1999’da depremden sonra ciddi biçimde vergiler toplandı ama bu vergiler sorunu çözmek için kullanılmadı. Yoksa aslında çoktan çözülürdü.
Okullar, hastaneler bile yeterince güçlendirilmedi, yenilenmedi ve devlet kentsel dönüşümü rantı yüksek alanlara kaydırdı ve deprem nedeniyle mutlaka yenilenmesi gereken yerlere ise müdahale edilmedi” diye konuşuyor.
Tabii ki sonuçta ortaya çıkan manzara, toplumun en dezavantajlı kesimlerinin çok büyük bölümü konut kalitesi bakımından depreme dayanıksız yerlerde yaşıyorlar.
Evet, bu çok sınıfsal bir mesele ama bir yandan da ciddi bir politika eksikliği olduğundan söz edebiliriz. Sınıfsal bir mesele derken buna sadece çalışan sınıflara değil, sermaye sınıfını ve kamuyu da katmak lazım. Üçünü birlikte değerlendirerek buradan bir sonuç üretmemiz lazım.”