SİNAN TARTANOĞLU
Kimine göre “Sahipsiz hayvanlara ötenazi yapılmasının önünü açacak” yasa, “katliam” yasası. Kimine göre ise “başıboş köpek” düzenlemesi… Resmi adı “Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi.”
Görüşmeler TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda gergin başladı. Bir yıldan uzun süredir ilk kez toplanan komisyonun salonu; komisyon üyesi milletvekillerinin yanı sıra, çok sayıda milletvekili ve basın mensupları tarafından dolduruldu. Neredeyse tüm basın, çalışmaları takip etmek için yerlerini aldı. Yasayı destekleyen desteklemeyen tüm sivil toplum kuruluşları, uzmanlar, avukatlar, sokak hayvanlarının saldırısı nedeniyle mağdur olmuş insanlar, Meclis’teydi. Meclis, uzun zamandır belki de ilk kez böylesine canlı, heyecanlı bir yasama faaliyetine başlamak üzereydi.
Canlı bir yasama faaliyetinin amacı ise “ölümdü…”
*** *** ***
Tarım Komisyonu’nun kullandığı salon; böylesine büyük bir kalabalık için küçüktü. Milletvekilleri çalışmalara daha geniş bir salonda devam edilmesini talep etti, ayrımsız tüm sivil toplum kuruluşlarının da salonda olmasını istedi. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki yasayı destekleyen sivil toplum kuruluşları zaten salondaydı. Ancak, yasaya bir katliam yasası olduğu tezi ile karşı çıkan sivil toplum temsilcileri ise salona alınmayacaktı.
Komisyon başkanı eski Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci ise bir an önce çalışmalara başlamak istedi, basın mensuplarını salondan çıkarmakla tehdit etti. Tartışma yarım saat sürdü. Verilen aranın ardından çalışmaların bir başka salonda devam etmesine karar verildi. Ancak başkan; televizyon muhabirlerini ve bazı sivil toplum kuruluşlarını salona almamakta kararlıydı. Yeni salona geçildi ancak salonun dışında yine arbede vardı. Yasaya karşı çıkan STK temsilcileri salona alınmadı. Güvenlik onların önünde barikat kurdu. Milletvekilleri bile barikatları aşmakta zorlandı.
Hayvanlarının öldürülmesi ile ilgili kanun teklifinin görüşmelerine şiddet de karıştı.
Oysa düzenlemenin altına imza atan milletvekilleri içeride, bu yasayı “önce insan” anlayışı ile hazırladıklarını anlatıyordu; tüm kavga gürültünün içinde… Hatta teklif sahibi milletvekili, önüne sokak hayvanlarının saldırısında yaralanan çocukların fotoğraflarını koymuştu, tüm bunları söylerken…
Dışarıda şiddet, içeride ajitasyon ve provokasyon vardı…
Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi’ydi.
*** *** ***
Komisyona, başıboş köpeklerin saldırısı ile yaralanan veya yaşamını yitiren çocukların aileleri de davet edildi, AKP milletvekilleri tarafından. Onlar muhalefet milletvekillerine, yasaya karşı çıktıkları için tepki gösterdi.
Çocuklar, köpekler, çocuklarının güvenliğini isteyen aileler, sokak canlılarının refahını düşünen vekiller… Hangisi can, hangisi daha önemli can?
Antalya’da başıboş sokak köpeklerinden kaçarken kamyonun altında kalıp hayatını kaybeden 10 yaşında çocuğun annesi de oradaydı. Oğlu yaralanan bir baba da…
Bir tarafta muhalefet milletvekilleri, diğer tarafta AKP milletvekilleri. Acılı anneler, babalar. Ortada teklif sahibi AKP milletvekilleri ve bakanlık bürokrasisi…
AKP iktidarlarının hazırladığı pek çok tartışmalı kanunda olduğu gibi bunda da toplum yine niye ikiye ayrıldı? Neden biz yine “evet” diye başlayıp “ama” ile devam eden cümlelere mahkûm kaldık… Niye çocuğunun sokakta zarar görmesini istemeyenlerle, sokaktaki canlılar zarar görmesin diyenler karşı karşıya getirildi? Bu karşıtlık yasa çalışmalarının devam ettiği komisyon sıralarına kadar neden yansıdı? Mağdur anneyi destekleyenler, yani iktidar milletvekilleri nasıl bir anda insan haklarından yana oldular, bir anda “önce insan” diyenler oldular da onlara “bugüne kadar ne yaptınız” diyenler hem o annenin düşmanı hem de terörist oldular, her zamanki gibi…
Konu ne zaman buralara geldi?
*** *** ***
Yasa teklifinin altında imzası olanlar, 2004 tarihli Hayvanları Koruma Yasası’nın yetersiz kaldığını itiraf ediyor.
Teklifin gerekçesi, AKP’nin yıllar önce kendisinin çıkardığı kanunu uygulamadığının beyanıydı. Edilgen yüklemlerle kurulan cümleler, iktidarın sorumluluğunu gizlemeye yetmiyordu.
Buna göre; “kanun”, “sahipsiz hayvanların rahat yaşamını ve can güvenliğini tam anlamıyla sağlayamamış,” “insanların yaşadıkları sorunları çözmekte yetersiz kalmış.” “Başıboş köpek popülasyonu kontrol altına alınamamış.”
Yasa metnini hazırlayanlar, topu yerel yönetimlere atmıştı. Evet yasaya göre sorumluluk belediyelerdeydi. Ama gerekçeye göre; “gerekli denetim mekanizmaları tesis edilemediğinden ilgili kuruluşlar üzerine düşeni tam anlamıyla yerine getirememiş.”
Teklife göre, sahipsiz köpek popülasyonu yaklaşık 4 milyondu. Oysa yaklaşık 105 bin kapasiteli 322 adet hayvan bakımevi vardı. Yani sadece bakımevleri sayısı açısından bakıldığında bile, yasa göz göre göre uygulanmamıştı, yıllardır.
Kanunun emrettiği ancak yeteri kadar uygulanmayan diğer bir çözüm ise kısırlaştırmaydı. Teklifi hazırlayanlar sahipsiz köpek popülasyonunun yalnızca yüzde 8 buçuğunun kısırlaştırılabildiğini belirtiyordu. Ancak yeteri kadar kısırlaştırma yapılmadığını belirtmek yerine, kısırlaştırmanın popülasyona etki etmediğini ifade ediyorlardı, gerekçelerinde…
AKP’lilerin, uygulamadıkları için büyüyen sorun karşısındaki çözümleri ise yok etmekti.
*** *** ***
Peki sokaklar güvenli mi, değil mi? Başıboş köpek sorunu yok mu? Bu köpekler, vatandaşlar için tehdit değil mi? Büyükşehirlerde yaşayan pek çok insan, çocuklarını sokağa çıkarırken tedirgin değil mi? Kalıcı yaz saati uygulaması nedeniyle gün doğmadan okul yollarına düşen çocuklar, her an bir köpek saldırısı tehlikesi altında değil mi?
İnsanlar, sokak köpeklerinden kendilerini veya yakınlarını korumak için önlem almak zorunda kalmıyor mu? Ceplerine taş, ellerine uzun bir şemsiye veya düdük alarak sokağa çıkmıyor mu insanlar? Köpeklere zarar vermeyen ancak yaydığı sinyalle onların uzaklaşmasını sağlayan özel cihazlar bile satılmıyor mu piyasada?
Bir sorun, yok deyince yok mu oluyor?
Köpekler saldırdığı için sorumlu değil, çünkü bir iradeleri yok, hatta saldırmaları doğal bir davranış da değil, mutlaka başka bir neden olmalı… Suçlu saldırıya uğrayan insanlar mı?
İnsanların kendisini korumak istemesi neden tartışılmaması gereken bir konu olarak görülüyor?
*** *** ***
“Evlat acısı bu… Benim çocuğum gitti. Benim çocuğumun yaşama şansı yok. Ben gördüm çocuğumu. Bu nedir? Bir hayvanın canı insan canından daha mı önemli? Yetkililerden bu olaya çözüm bulunmasını istiyorum. Bu olay çözülsün. Bugün benim evladıma, yarın sizin evladınıza… Durmaz ki bu… Tüm yetkililere sesleniyorum. Bir insanın canı bu kadar ucuz olmamalı.”
Bundan yedi ay önce Ankara Keçiören’de bir ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi, okul yolunda; sokak köpeklerinin saldırısına uğramıştı. Babası, yetkililere böyle seslenmişti.
“Başıboş sokak hayvanlarıyla ilgili artan şikayetlerin farkındayız. Bu sorunu inancımız, kültürümüz ve şefkat medeniyetimizin bize vazettiği ilkeler çerçevesinde mutlaka çözüme kavuşturacağız.”
Bu olayın üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunları söylemişti. Sokak köpeklerinin sokaklarda yaşattığı sorunların yakıcılığı bir gerçekti… Ama neydi; Erdoğan’ın işaret ettiği inancımızın, kültürümüzün ve şefkat medeniyetimizin ilkeleri? Anayasamızda bile yeri olmayan ötanazi mi? Uyutma mı bize vazedilen ilkelerden biri?
*** *** ***
İnancımız, kültürümüz ve şefkat medeniyetimizin bizlere ne vazettiği üzerinde anlaşamadığımıza göre, gelin dünyada bu sorun nasıl çözülüyor ona bakalım…
Ülkeler bu sorunu, kısırlaştırma ve aşılama ile sahiplendirme ile çözüyor. Hiçbir ülke, sorunun sorumluluğunu; iradesi olmayan bir canlıya yükleyip, cezayı da ona kesmiyor… Bizim de bu şekilde çözmemiz mümkün iken, çözümü başka yerlerde arıyoruz.
Bu konuda parmakla gösterilen ülkelerden birisi Hollanda. 2011 tarihli bir “Hayvan Kanunu” var bu ülkenin. Hayvanlara karşı eziyet, işkence, öldürme, cinsel saldırı, suç. Yüksek para cezaları ve hapis cezası veriliyor. Hollanda Emniyeti’nin sadece hayvanlara karşı suçlarla mücadele eden müstakil bir birimi bile var.
Bize ne kadar uzak değil mi?..
Hollanda’da sokak hayvanları ile mücadelenin temel mottosu, “Topla, kısırlaştır, aşıla ve aldığın yere bırak…” Yani bizdeki 2004 tarihli yasanın ruhuyla aynı.
Hollanda, bu sorunu bu yöntemle ama uzun vadede çözüyor. Ülkenin sokaklarında tek bir hayvan yok, şimdi. Olan da barınaklar üzerinden sahiplendiriliyor. Sahiplenmek isteyenler, barınakların listelerinde sıraya bile giriyor.
Bir kritik uygulama daha var Hollanda’da. Hayvan satın almanın vergisi yüksek… Hayvan isteyenin, bu yüksek vergiyi vermemek için sahiplenmesi gerekiyor.
Yunanistan’da sahipsiz sokak hayvanların bir şekilde yok edilmesi diye bir uygulama yok. Üç ay boyunca sahibi bulanamayan veya sahiplendirilemeyen bir hayvan; kısırlaştırılıyor, aşısı yapılıyor ve nerede bulunduysa oraya bırakılıyor.
Ya da mesela İspanya… Kayıtlara göre yılda 200 binden fazla hayvan terk ediliyor ama bu hayvanlar sokaklarda değil. Çünkü sorumluluk özerk yönetimlerde ve belediyelerde. Bu sorumlular sivil toplumun da desteğini alıyor. Sahipsiz bir hayvan barınağa götürülüyor, karantinaya alınıyor, aşılanıyor ve kısırlaştırılıyor.
İngiltere ise sorunu çözemezse “uyutmayı” yani “öldürmeyi” tercih ediyor. Ülkede sahipsiz sokak hayvanlarında sorumluluk yerel yönetimlerde… Yani yine bizde olduğu gibi…
Hayvanlara çip takmak zorunluluk. Sahiplerinden uzaklaştıklarında, kaybolduklarında bulunabilmeleri için… Arama işlemi en fazla bir hafta sürüyor. Eğer sahibi bulunamazsa sahiplendirilmeye çalışılıyor. Sahiplendirilemezse uyutuluyor.
Yani bizim bugün tartıştığımız çalışmanın ilk halinde olduğu gibi.
Hatırlayalım… Uyutma kavramı ilk taslakta kullanılmıştı. Ama daha sonra hazırlanan taslakta uyutma yerine ötanazi kavramı kullanıldı. Üzerinde çalışmaların sürdüğü taslak da bu…
Almanya ve Belçika’da da “uyutma” var. Ancak hayvanın ağır bir sağlık sorunu varsa, bu seçenek devreye girebiliyor.
Letonya da “uyutan” Avrupa ülkelerinden. Hayvanın tedavi edilemeyecek bir hastalığı varsa… Yaşlanma sürecinde geri dönüşü olmayan bir sağlık durumu ortaya çıkmışsa… saldırganlığı nedeniyle diğer hayvanlar ve insanlar için riskliyse veya sadece hayvanın sahibi tarafından talep edilmişse “uyutuluyor.”
Polonya’da ise “uyutmak”, neredeyse son seçenek. Barınağa getirilen hayvan ancak tedavi edilemeyecek bir yaraya sahipse, kurtulamayacağı hastalığı varsa, görme engelliyse veya çevreye tehdit oluşturuyorsa uyutulabiliyor.
Avustralya’da da başıboş ve sağlıksız köpekler, önce toplanıyor ve kontrol altına alınıyor. Halk sağlığına zarar verme ihtimali olanlar ve yaşamasının hayvan için daha acı verici olduğuna kanaat getirilenler “itlaf” ediliyor.
İtalya’da, hayvanını terk etmenin cezası bir yıla kadar hapis ve 10 bin Euroya kadar para cezası. Sahipsiz hayvan sayısını kontrol altına almanın temel yöntemi ise “kısırlaştırma.”
Fransa’da kaybedilen veya terk edilen sokak hayvanları geçici bir süre barınaklarda tutuluyor. Bu süre içinde sahibi bulunamayan veya sahiplendirilmeyen hayvanlara “ötanazi” uygulanabiliyor. Hayvanseverler Türkiye’de olduğu gibi Fransa’da da ayakta…
Amerika Birleşik Devletleri’nde de “kamu sağlığını tehdit eden sahipsiz hayvanlar, özellikle köpekler ‘itlaf’ edilebiliyor.
Estonya’da sokaklarda köpeğin değil kedilerin çok olduğu belirtiliyor. Çip ve kısırlaştırma zorunlu olduğu için, sokaklarda köpek çok az. Sokakta bulunan sahipsiz hayvanlar toplanıyor. Süreç boyunca ortaya çıkan masraf belediye tarafından karşılanıyor. Ona yeni bir yuva bulunamazsa iki hafta bekleniyor, sonra da “uyutuluyor.”
İsveç’te, barınaklara götürülen sokak hayvanlarına ömürlerinin sonuna kadar bakılıyor. İsviçre’de hayvan barınaklarını, sivil toplum kuruluşları yönetiyor. Bu, bizde kimsenin aklına bile gelmiyor herhalde…
Romanya da “itlafçı” ülkelerden. Romanya’dan bir grup aktivist, Türkiye’de yasa çalışmalarının devam ettiği Tarım Komisyonu’na bir mektup gönderdi.
2013 yılında Bükreş’te bir çocuk, sokakta yaşayan köpeklerin saldırısı sonucu yaşamını yitirmişti. Bunun üzerine Romanya Parlamentosu, o dönem 60 binden fazla sahipsiz köpeğin toplatılmasına, iki hafta içinde sahiplenmemesi durumunda öldürülmesine karar vermişti. Yasanın sonucunda ülkedeki binlerce hayvan toplatılarak iğne ile öldürüldü.
Bianet’ten Evrim Kepenek’in haberine göre, Romanya “katliam” deneyimini daha önce yaşamıştı ve Türkiye’de bunu deneyen milletvekillerini yasayı geri çekmeye çağırıyordu.
*** *** ***
Aslında sorunun çözümü belli. Bunun için dünyadaki örneklere bakmaya da şefkat medeniyetimizin vazettiği ilkeleri aramaya da gerek yok…
Sahipsiz hayvan popülasyonunun kontrol altına alınması için kısırlaştırma…
Olası hastalıkların önüne geçilmesi aşılama…
Sahiplenmenin özendirilmesi…
Yeni bakımevlerinin açılması, eskilerin koşullarının iyileştirilmesi…
Hayvanların ticaretinin yapılmasının yasaklanması…
Hayvanları sokağa terk etmenin etkin bir yaptırım ile karşılanması
Hayvanseverler de akademisyenler de avukatlar da milletvekilleri de mağdur anne babalar da tüm bu çözüm önerilerini biliyor ve destekliyor…
“Maalesef bu konuda bugüne kadar belediyelerimiz gereken adımları atmadılar. Yasalarda bir eksiklik yok. Yasalar bu konuda iki kurumu görevlendiriyor. Birisi Tarım ve Orman Bakanlığı, diğeri tüm belediyeler. Problem yasal düzenlemelerde değil. Problem uygulamada. Uygulama ile ilgili sorunların aşılması lazım.”
Düzce’nin AKP’li belediye başkanı, eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü de “yasalarda bir eksiklik yok” diyor.
Ama biz çözüm ile ölüm arasında sıkıştırılıyoruz…
Sokak hayvanlarının katledilmemesi için verilecek mücadele için hiçbir şey bitmedi.
Yasa teklifi üzerindeki çalışmalar komisyonda sürüyor. İlk gün öğlen saatlerinde saat 14’te başlayan çalışmalar, ertesi sabah 06.00’da son buldu. Ama teklifin sadece üç maddesi kabul edilebildi. Çalışmalara pazartesi günü devam edilecek.
İktidar, yine sorumluluğu belediyelerin üzerine atacak. Ne de olsa artık belediyelerin büyük çoğunluğu ellerinde de değil… Muhalefet de iktidarın gözünü neden şimdi açtığını sorgulamaya devam edecek.
Öyle ya 20 yıldan uzun süredir belediyelerin çoğunluğu iktidarındı. 31 Mart seçimlerinde CHP’nin başarısından sonra mı akıllara gelmişti sahipsiz sokak hayvanları?
Mesela daha önce bu sorunun nedenlerini araştırmak ve çözüm önerileri oluşturmak için TBMM’de bir komisyon kurulmuştu. Komisyon raporunu da tamamlamıştı, Ekim 2019’da. Raporda kısırlaştırmanın en uygun çözüm olduğu belirtilmişti. Tüm partilerin vekilleri de altına imza atmıştı. Bunlar tek tek hatırlatılacak…
Denilecek ki belediyeler muhalefetin eline geçince mi anlaşıldı sorunun sorun olduğu… 20 yıldır neredeydi AKP’nin “önce insan” diyen anlayışı?
Ama… İnsan olsun hayvan olsun… Toplum bir can üzerinden kutuplaştırılmaya, güvenlik gibi kendisini zıddıyla yaşatan bir kavramın içinde korku ile yönetilmeye devam edilecek.
Hangi tarafta olursa olsun, herkes istese de istemese de buna biraz güç verecek.
Kutuplaştırmanın yolu yöntemi bu değil mi zaten?
Canlar, kaygılar, korkular yarıştırılmaya devam edilecek. Çocuğunu kaybeden anne ile muhalefet milletvekilleri karşı karşıya getirilecek.
Onların ölümü çok umurlarındaymış gibi, daha önce “bir kereden bir şey olmaz” dememişler gibi onların yaralanmış fotoğrafları yine komisyon sıralarına konulacak, çocuklar yine siyasi amaçlar uğruna istismar edilecek, pazartesi günü…
Hayvanın canı neden insandan değerli olsun, insanın canı neden bu kadar kıymetsiz olsun ki… Ama kutuplaşma derinleştikçe gerginlik artacak. Gerginlik arttıkça zaten tartışması son derece güç bir hale getirilen konunun içinden hiç çıkılmayacak.
Türkiye, elinde çözüm haritası olan bir sorunu daha kangren hale getirmeye devam edecek…
Ve yasa bu haliyle geçerse, önce insan dediklerini söyleyenlerin istediği olursa o kangren olan, kanlı bir şekilde kesilecek.