Aile içi cinsel istismarı adli açıdan inceleyen “Kimliği Kaybolanlar” kitabında sadece Ankara Adliyesi Savcılık Aile İçi Şiddet Bürosuna ensest mağduru çocuklarla ilgili haftalık 10-15 dosya geldiğini yazıyor, Dr. Pınar Özdemir…
Hukuki olarak ensest nedir?
İlk bölümde ensestin tanımının kurumlara ve disiplinlere göre farklılık gösterdiğinden bahsetmiştim. Ensestin hukuki tanımına baktığımızda, Türk Ceza Kanunu’ndaki tanımını Avukat Özlem Özkan şöyle açıklıyor:
“Ensest Türk Ceza Kanunu’nda önceye nazaran çok daha geniş tanımlanmış durumda. Özellikle 2014 yılındaki TCK değişikliği ve sonrasında 2016 yılındaki değişikliklerle beraber ensest tanımı, ‘çocukların cinsel istismarı suçu’ başlığı altında yer almakta. Burada daha geniş derken neyi kastediyorum. Ensestle kastedilenin daha çok aile içerisindeki cinsel istismar suçu olduğu yani çocuğun birince derecen yakınları ya da ikinci dereceden akrabalık ilişki olan anne baba ve yine geniş aile içerisindeki kişilerce cinsel istismarı olarak değerlendirilirken, ceza kanunundaki değişikliklerle beraber özellikle 2016’daki birkaç önemli değişiklikle beraber bu suçun tanımı biraz daha genişletilmiş durumda.
TCK 103’üncü maddesine göre, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu, aile hizmeti veren, sağlık hizmeti veren ya da koruma-bakım bey gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından işlenmesi halinde de bu suçun kapsamı altına alınmış durumda.”
Yani aslında önceden ensest; çocukla kan bağı olan, birinci ve ikinci dereceden akrabalık ilişkisi olan kişilerin cinsel istismarı olarak değerlendirilirken yasadaki güncellemelerle birlikte kan bağı olmasa da çocuğun bakımını üstlenen, çocukla arasında bir hiyerarşi ilişkisi olan kişilerin de cinsel istismarı bu suç kapsamında değerlendiriliyor.
TCK’da ensest suçunun cezası nedir?
Peki TCK 103, bu suçu işleyen faillere nasıl bir ceza uygun görüyor?
Avukat Özlem Özkan: “Temel şey şu; çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi 8 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır, denmekte. Cinsel istismar sarkıntılık düzeyinde kalmışsa 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası söz konusu. Eğer mağdur 12 yaşını tamamlamamışsa bu halde verilecek olan ceza sarkıntılık durumunda, 5 yıldan az olamaz, istismar durumunda 10 yıldan az olamaz, diyerek derecelendirilmiş durumda.”
TCK, madde 103’te cezayı ağırlaştıran sebepler ise şöyle sıralanıyor:
Suçun;
a) Birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde,
b) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğu bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmesi halinde,
c) Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş veya evlat edinen tarafından işlenmesi halinde,
d) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından işlenmesi halinde,
e) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
Yine cinsel istismarın, çocuklara karşı cebir veya tehditle ya da silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ve tabi suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Cezalar caydırıcı değil!
Uygun görülen cezalar böyle ve aslına bakarsanız cezalar oldukça ağır. Peki buna rağmen bu cezalar neden caydırıcı olmuyor ve bu suçlarda azalmaya neden olmuyor?
Avukat Özlem Özkan:
“Hukuk Felsefesi açısından önemli bir yere temas ettiniz? Caydırıcılık.. Ceza niye vardır ya da ceza hukuku, hukuk niye vardır? Elbetteki kişilerin belirli fiillerinin suç teşkil etmesi halinde bir ceza öngörülmesi gerekir ki toplumsal düzen sağlanabilsin, adalet duygusu tatmin edilebilsin. Peki suç teşkil eden fiiller gerçekten de gereği gibi soruşturulup sonuca ulaştırılıyor mu? Ve failler cezalandırma süreci neticesinde ıslah oluyor mu? Ne yazıkki Türkiye’deki yargılama sistemi oldukça yavaş ilerliyor. Bu yavaşlığın yanısıra etkin bir şekilde soruşturmalar yapılmıyor. Ve kişilerin. Bu süreç içerisinde, özellikle çocuğun cinsel istismarı suçundan bahsediyorsak, mağdurların daha da mağdur olabildiği bir ceza yargılaması söz konusu. Bu kadar uzun yargılamaların sonucunda verilen cezalar da düşük kalabiliyor. İstismarı uygulayanların çok az ceza evinde kaldığı ya da tutuksuz bi şekilde yargılanıp serbest kalabildiğini görüyoruz.”
Yargı sürecinin bu kadar uzaması veya uygulanan cezaların yetersizliği mağdurları yılgınlığa itiyor ve suç yargıya taşınmadan örtbas ediliyor…
Diyelim ki hak arayışındaki tüm bu olumsuz durumlara rağmen cinsel istismara maruz kalan kişi veya kişinin yakınları olayı yargı sürecine taşımaya karar verdi.
Süreç nasıl başlıyor, gidilecek kişi ve kurumlar kimler, onlara bakalım…
Çocuk İzlem Merkezleri’nin önemi
Cinsel istismara maruz kalan çocuk veya çocuğun yakınları öncelikle en yakın polis merkezine veya çocuk şubeye durumu bildirmeleri gerekiyor. Köy ya da kasabada ikamet ediliyorsa jandarmaya başvurulabilir. Kolluğa başvurulduktan sonra, süreç ÇİM yani Çocuk İzlem Merkezi’nde devam ediyor…
Çocuk İzlem Merkezleri cinsel istismara uğrayan ya da cinsel istismar şüphesi altındaki mağdur çocukların ifade alma, adli muayene ve diğer her türlü soruşturma işlemlerinin tek merkezde yapılması için kurulmuş merkezlerdir. Bu merkezler, Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir kuruluşun bünyesindedir. Her şehirde olması hedefleniyordu ancak şimdilik her şehirde ÇiM yok…
Çocuğun olayı gerekli mercilere defalarca anlatıp tekrar tekrar örselenmemesi için soruşturma sürecinin Çocuk İzlem Merkezleri’nde başlatılması büyük önem taşıyor.
Çocuk İzlem Merkezleri’nde süreç nasıl başlıyor?
Peki bu süreç ÇİM’de nasıl başlıyor? Sorumuzu bir eğitim araştırma hastanesine bağlı ÇİM’de görevli olan adli görüşmeci yanıltıyor…
Adli görüşmeci:
“Şimdi istismara uğramış bir çocuğun nerden tespit edildiyse; aileden, okuldan veya bir yakını tarafından önce kolluğa bildirilir bu. Sonra kolluk eğer ilçeyse ya da merkezse bundan sorumlu olan, çocuk alanından çalışan kolluk savcıya bilgi verir. Der ki, bu şekilde bir ihbar var. Savcı bu ihbarı değerlendirir. O ilde eğer ÇİM varsa savcı kolluğa talimat verir. Ve savcı ÇİM’den sorumlu olan savcıyı arar. Der ki böyle bir vaka var. Sonra savcı kolluğa talimat verir, çocuğun sivil elbiselerle, sivil araçla ÇİM’e götürülsün diye. Bu arada ÇİM’e de haber verilir. Çocuk belirlenen saatte ÇİM’e getirilir. Çocuğa bir avukat atanır, baro tarafından. Onu biz ayarlarız. Sonrasında çocuk kollukla beraber geldikten sonra. Çocuğu adli görüşmeci karşılar. Çocuk adli görüşmeci dışında kimseyle muhattap olmaz…”
Çocuk İzlem Merkezleri’ndeki gizlilik esası nedeniyle adli görüşmeciyi ve çalıştığı merkezi gizli tutuyorum.
Çocuk, merkezde adli görüşmeci tarafından karşılandıktan sonra ön görüşme odalarına alınıyor. Hem bu ön görüşme odaları hem de ÇİM’lerin genel fiziki şartları, mobilya dizaynları çocuğun kendini rahat hissetmesi için ev gibi dizayn ediliyor.
Çocuk, ön görüşme odasında adli görüşmecisi ile tanışıyor, sohbet ediyor. Adli görüşmeci çocuğa birazdan yapılacak adli görüşmenin detaylarını aktarıyor… Çocuk fiziksel ve ruhsal olarak adli görüşmeye hazırsa, adli görüşmenin yapıldığı aynalı odaya alınıyor.
Aynalı odada çocukla sohbet eden tek kişi adli görüşmeci oluyor. Diğer uzmanlar aynanın öbür tarafından görüşmeye dahil oluyorlar…
Aynanın diğer tarafında şu uzmanlar olmak zorunda
Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Youtube hesabından alıntı:
“Çocuğun beyanı alanında uzman psikolog, Aile ve Sosyal Politikalar görevlisi, barodan görevlendirilen avukat, aile görüşmecisi ve uzman bir hekimle birlikte aynalı bir odada, ses ve görüntü kaydı yapılarak alınır. Ek sorular sorulması gerektiğinde, adli görüşme yapan personel kulaklıkla haberdar edilerek çocuktan tüm kurumlar için gereken bilginin alınması sağlanır…”
Görüşmeye katılmak zorunda olan bu uzmanların hepsi aynanın öbür tarafında ses ve görüntü kaydı sayesinde görüşmeyi anlık takip ediyorlar. Çocuk onları görmüyor ama biliyor onların da kendilerini dinlediğini…
Çocukla sohbet eden ve aynanın öbür tarafındaki uzmanların sorularını çocuğa aktaran kişi adli görüşmeci. Bu nedenle adli görüşmecinin hal ve tavırları çok önemli.
Adli görüşmeci:
“Adli görüşmeci kesinlikle resmi kıyafet giymez. Gayet spor, rahat. Dışardaki bir sivil gibi. Oraya onu getiren polis de aynı şekildedir. Sivil bir kıyafet giymek zorundadır. Ön görüşme çok önemlidir. Önce çocuğa bakarız. Bazen çocuklar kendilerini çok sıkarlar, hiç konuşmazlar. Bazıları çok rahattır. Bazıları duygusal olarak oldukça zirvededir, ağlar. Ön görüşme bu nedenle çok önemlidir. Orayı anlatırsınız, ÇİM’i tanıtırsınız, bir rahatlar. Önemli olan çocuğun, adli görüşmeci ile güven bağı kurmasıdır. Eğer o güven bağı kurulmazsa zaten çocuk aynalı odada ‘ben bunu anlatmam, söylemem, utanıyorum’ der. Onun için bizim çocuğa yaklaşımımız çok önemli. Tabi biz bunun eğitimini de aldık. Hem üniversitede hem de adli görüşmeci olarak bir buçuk aylık bir teori eğitimi, ardından sınav, ardından sekiz vaka tamamlama, bir de vaka sınavına giriyoruz…”
ÇİM’lerde yaşanan sorunlar
Buraya kadar ki olan kısımda Çocuk İzlem Merkezleri’nin olması gereken işleyişini anlatmaya çalıştım. Ancak araştırmalarım sonucunda her ÇİM’in böyle sistemli çalışmadığını ve merkezlerde çok ciddi problemler yaşandığını gözlemledim.
Örneğin yukarıda saydığım uzmanlardan birkaçı eksikken çocuğun ifadesi alınıyor ya da çocuğa sadece fiziki muayene yapılıyor ve fiziki bulgu yoksa “istismar yok” kabul ediliyor….
Bazı ÇİM’lerde de fiziki şartların uygunsuzluğu ve teknik yetersizlikliklerle ilgili sorunlar yaşanıyor…
Adli Görüşmeci:
“Bazı hastane idarecileri ÇİM’in tam anlamını bilmediği için, oluşabilecek teknik sorunlar, malzeme alımları ya da işte bazı arkadaşların nöbet ücretlerinin ödenmesi ile ilgili problemler yaşanabiliyor…”
ÇİM’ler cinsel istismar mağduru çocukların hukuki süreçlerini başlattıkları çok önemli kurumlar ve hem kurum içinde çalışanların hem de kurum işleyişinin bu hassasiyeti gözardı etmemesi gerekiyor.
Ancak uygulamada öyle olmuyor maalesef…
Bazı merkezlerde güvenlik görevlisi olmuyor bazılarında ise adli tıp uzmanı yok.
Oysa ki adli tıp uzmanının ÇİM’de yapılan adli görüşmeye başından sonuna dahil olması gerekiyor, çocukla ilgili her şeyi bu görüşme sırasında öğrenmesi gerekiyor ki tıbbi muayene sırasında çocuğa tekrar tekrar aynı soruları sorup çocuğu örselemesin…
Bazı ÇİM’lerde adli tıp uzmanı yok!
Adli Tıp Uzmanları Derneği Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Yürütücüsü Dr. Zuhal Uzunyayla da edindiğim bu bilgiyi, yani her ÇİM’de adli tıp uzmanının olmadığını onaylıyor.
-Bazı ÇİM’lerde adli tıp uzmanı yok. Bu aslında bir eksiklik. Adli tıp uzmanının ÇİM’de olmaması ne gibi eksiklik yaratır. Çünkü ÇİM’de olmadığında hastaneden adli tıp uzmanı talep edilecek. Doğru mudur?
“Evet çok doğru. Ve en büyük yaşadığımız sorunlardan bir tanesi de bu. ÇİM aslında genelgesi çok yıllar öncesinde yayımlanmış. Ama hala yapılanması tamamlanmamış bir merkezi sistem. Her ilde açılması hedeflendi ama sanıyorum Muğla’yla beraber 64.üncüsü açılabildi. Sağlık bakanlığındaki adli tıp uzmanı sayısı çok az. Dolayısıyla ilk başta söylememiz gereken şey; Türkiye’deki adli tıp yapılanmasının ÇİM’lere etkisi. Türkiye’de üçlü bir sistem ilerliyor. Bir, üniversitelerdeki adli tıp anabilim dalları. İki, adli tıp kurumu adalet bakanlığına bağlı. Üç, sağlık bakanlığındaki adli tıp uzmanları… Sağlık bakanlığındaki adli tıp uzmanları çok yeni yeni atanmaya başladı, tek-tüktü sayılar. Bu yıl itibariyle yüze yakın bir sayı var ama bu çok az bir sayı. ÇİM’leri sağlık bakanlığı bünyesindeki hastanelerde kuruluyor. Ve her birinin aslında bünyesinde çalışan ya da o hastanenin bünyesinde çalışan ÇİM’le ilgilenmesi gerlen bir adli tıp uzmanı bulunması gerekiyor. Bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için…”
Adli Tıp Uzmanı Dr. Zuhal Uzunyayla, adli tıp uzmanlarının eksikliğiyle ilgili sorunu böyle özetliyor.
Adli tıp uzmanlarının varlığı, ÇİM’den sonra başlayacak olan mahkeme sürecini de büyük ölçüde etkiliyor. Yazacakları rapordaki herhangi bir eksiklik ya da yetersizlik mahkeme sürecini olumsuz etkileyebiliyor…
Dr. Zuhal Uzunyayla, adli tıp uzmanının görüşmeye başından sonuna dahil olması gerektiğini belirtiyor ve ekliyor:
“Ben en başından görüşmelere dahil olarak hem savcıyla beraber, avukatlarla beraber görüşmeye dahil olarak hem çocukla görüşen psikolog arkadaşa hem diğer bütün o adli ekibe, biraz da adli tıbbi nosyonuna dair de bilgi sunma şansım oluyor, birlikte çalışarak. O aşamada çocuğu örseleyici herhangi bir soru yönelttiklerinde, müdahale etme şansımız oluyor ya da delillendirme açısından eksik kalan, atlanmış şeylere müdahale etme şansımız oluyor. Çocuğun bütün görüşmesi bitikten sonra, muayene odasına alındığında ben zaten bütün öyküyü biliyor oluyorum. Ve çocukla bunun üzerinden görüşmeye başlıyorum. Çocukla bir güven ilişkisi kurma, çocuğun bana alışmasını sağlama, muayeneye geçmeden önce iyice tanıma ve tıbbi bilgilerini alma, tıbbi sürecine dair tedavi içerecek herhangi bir şey var mı diye ikinci aşamaya başlıyoruz.”
Tıbbi muayene sırasında dikkat edilmesi gereken hususlar
Bu aşama, yani tıbbi muayene aşaması belki de çocukların en çok zorlandığı aşama oluyor. Biz yetişkin kadınların bile gerildiği, rahat olamadığı bu muayeneler cinsel şiddet mağduru çocuklar için daha zorlayıcı olabiliyor…
Zaten bu çocuklar cinsel istismar vakalarıyla geldikleri için travmatize olarak geliyorlar. Prosedürde yapılması zorunlu görüşmeler onları yeterince yormuş ve ruhsal açıdan yıpratmış oluyor. Bu halde adli tıp muayenesine geldiklerinde, muayeneyi yapacak adli tıpçının bunun bilincinde olarak çocuğa yaklaşması gerekiyor ki çocuk muayeneden korkmasın, çekinmesin…
Adli Tıp Uzmanı Dr. Zuhal Uzunyayla:
“Burada gözlemlediğim hissettiğim, daha önce adli tıp polikliniğinde çalışırken de yaşadığım şey şu; çocuğa onu önemsediğinizi hissettirerek yaklaşıyorsanız, karşısında bir uzman hiyerarşik yapılanmanın tepesindeki biri gibi davranmıyorsanız, onu anladığınızı hissettirirseniz çocuklar genelde uyum sağlıyorlar. Yani muayenedeki en büyük sıkıntı utanmadan ziyade karşısındakinin davranışı oluyor. Bunun dışındaki tabi ki utanan sakınan çocuklar oluyor. Orda da destekleyici bir görüşme ile bu muayenenin içeriği ayrıntılı olarak tek tek anlatıldığında çocuk rahatlıyor. Ve en çok kullandığımız, özellikle kullanılmasını önerdiğimiz şeylerden bir tanesi; çocuğun şunun bilincinde olması, bu muayene o istemediği takdirde yapılamaz, o izin vermediği sürece kimse bedenine dokunamaz ve muayeneye başladıktan sonra da her bir aşamada yapacağım işlemi sana anlatacağım ve bu aşamada da beni durdurabilirsin. İstediğin zaman beni durdurabilirsin, dinlenebilirsin ya da muayeneyi kesebilirsin. Yani çocuğa özerkliğini, karar verme gücünü hissettirdiğinizde buna genellikle uyum sağlıyorlar.”
Raporların bilimsel kriterlere göre hazırlanması önemli
Çocukla güven ilişkisi kurulabilirse, çocuk muayeneye daha rahat onay verebiliyor. Ancak bazı durumlarda hiç bir şekilde onay vermeyebiliyorlar. Sonuçta ruhsal açıdan oldukça travmatize bir halde oluyorlar. Böyle bir durumda ailenin onayı ya da mahkeme kararı olsa da çocuk onay vermezse muayenesi yapılamaz.
Peki her adli tıp uzmanı bu muayeneyi yapmaya uygun mu?
Adli Tıp Uzmanı Dr. Zuhal Uzunyayla:
“Gene tabi problemli olduğumuz alanlardan bir tanesi. Aslında mevzuata göre adli tıp uzmanının çekirdek eğitim programında mezun olan bir adli tıp uzmanı bu eğitimi tamamlamış, yeterli sayıda vaka görmüş, bu değerlendirmeyi yapabiliyor olması lazım. Kağıt üstünde böyle. Ama pratikte gördüğümüz maalesef ki böyle değil. Birçok nedeni var. Ama burada yine şeyin payının büyük olduğunu söylemek gerekiyor. Türkiye’de adli tıp uzmanı yetiştiren iki kurum var. Biri üniversiteler diğeri de adli tıp kurumu. Hem üniversitelerin tamamının bu yeteliliğe sahip olmaması, bu kadar vaka çeşitliliği görmüyor olması, adli tıp kurumunda da yaklaşımla ilgili farklılıklar olması gibi nedenlerle aslında bir standardizasyonun tam olduğunu söyleyemeyiz. O yüzden de hala dernek içi, mezunlara yönelik de asistanlara yönelik de yılda bir ya da iki kez cinsel şiddet eğitimler düzenlemeye çalışıyoruz.”
-Şimdi şuna takıldım ben. Diyelim ki bu eğitimleri almayan bir adli tıp uzmanı yapmak zorunda kaldı bu muayeneyi ne olur? Çocuğun örselenmesi açısından ya da psikolojik açıdan ne gibi olumsuz etkileri olur?
“Bir kere öncelikle çok ciddi bir hak kaybına uğrar. Adli tıbbı süreç dediğimiz şey biraz da tıbbi delillendirme çalışıyoruz biz. Adli tıp; hukukla tıp arasında köprü görevi gören bir branş. Diğer branşlardan biraz farklılık arz ediyor bu anlamda. Yani en başta çocuğun her türlü hak kaybına yol açar. İkincisi, en önemli kısım, sizin söylediğiniz çocuğun örselenmesine yol açabilir. Yanlış görüşme teknikleriyle, en ufak bir hatalı davranış, bir ima, yargılayıcı herhangi bir şey, çok kritik şeylerdir bunlar, çocuğun belki de hayatı boyunca unutmayacağı bir travmaya neden olabilirsiniz. Bir ikincisi, bizim görüşme süreçlerimiz her ne kadar tedavi içermese de olayı çözmeye yönelik bir görüşme yapsak da bu görüşmenin niteliği, oradaki güven ilişkisi aslında aynı zamanda iyileştirici bir nitelik taşır. Çünkü mağdurlar, cinsel şiddete maruz kalan sadece ensest mağduru çocuklar için değil, tüm kadın ya da çocuklar için de geçerli. Karşılarında kendilerini doğru anlayabilecek, yargılamadan dinleyecek bir muhatap bulduklarında o görüşme aynı zamanda bir iyileşme sürecini de başlatıyor. Bu açıdan çok kıymetli. Ama bir ikincisi, delil kaybı. O çocuğun hem tekrar muayene olmasını gerektirecek durumlara yol açması hem de örselenmesine yol açıyor. Yani siz yeterli bilimsel içerikte bir rapor düzenlemediğinizde mahkemedeki, soruşturma, kovuşturma aşamalarında o raporların yetersizliği görülüp çocuğun tekrar muayene olması için bir üst basamağa, başka bir ildeki üniversiteye ya da İstanbul’daki Adli Tıp Kurumu Başkanlığı gibi farklı yerler göndermeye çalışıyorlar ve şuna çok tanık oluyoruz; özellikle ensest mağdurlarında çok gördüğümüz bir şey, bir çocuğun bazen üç, bazen dört yerde muayene edilerek farklı farklı raporlar düzenlendiğine tanıklık ediyoruz…”
Dr. Zuhal Uzunyayla, raporların bilimsel kriterlere göre hazırlanması gerektiğini ve bu raporların bilimsel kriterlere göre hazırlanıp hazırlanmadığını bir hukuk bilirkişisinin ayrıntılı bir şekilde denetlemesi gerektiğini ancak uygulamada bunun böyle olmadığını söylüyor.
Ayrıca raporların çoğunda sadece beden muayenesine dair bulgular yazılıyor. Oysaki cinsel saldırı sadece fiziki muayeneyi gerektirmiyor. Fiziki bulguların olmadığı cinsel istismar durumları da var ya da zaman aşımı söz konusu olabiliyor, yargı süreci çok geç başlamış olabiliyor. Bu durumda ne yapılıyor?
Adli Tıp Uzmanı Dr. Zuhal Uzunyayla:
“Zaman aşımını sordunuz. Zaman aşımı ensest vakalarında çok gördüğümüz bir durum. Çünkü çocuk en güvendiği yerden, aileden, en yakınından buna maruz kalıyor ve doğal olarak ortaya çıkması yılları alabiliyor. Şöyle örneklerimizde oldu, beş yaşında-altı yaşında yaşadığı ensest istismarını 40’lı yaşlarında açıklayabilen insanlar oldu. Dolayısıyla ensestte zaman aşımı yok. Zaten kabul edilebilir bir şey değil. Ama bu durumlarda da bizim meslektaşlarımızda da aynı şey söz konusu, hukukçularda da… Ensestte fiziki bulgu bulunamayabileceğini, oradaki asıl olarak ruhsal değerlendirmenin olmazsa olmazı olduğunu kabul ederek bu zaman engeli ortadan kaldırabiliriz. En azından kısmen o bulguları yakalayabilir. Bu önemli bir durum…”
Ensest davalarında “zaman aşımı” sorunu
Zaman aşımı yargı sürecini tıkayan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor…
İlk bölümde hatırlarsanız bir davadan bahsetmiştim.
8 yaşından 16 yaşına kadar babası tarafından cinsel istismara maruz kalmış ve bunu ancak 40’lı yaşlarında yargı sürecine taşıyabilmiş bir kadından, Meliha Yıldız’dan söz etmiştim.
Dönüp dolaşıp bu davaya geliyorum çünkü, Meliha Yıldız’ın davası, Türkiye’de geçmişe dönük istismarla ilgili açılan ilk dava…
Meliha Yıldız: “Terapiye başladım ve suçsuz olduğumu ilk defa 35 yaşında düşünmeye başladım. Gerçekten kabullenmem ve babamın yaptıklarını anlatabilmem işte 40 sene kadar sürdü.”
Hikayenin tamamını Meliha’dan dinlemek için artı 90’nın “Ensesten hayatta kalmak” başlıklı video belgeselini izleyebilirsiniz.
Zaman aşımı bakımından incelenmesi gereken önemli bir dava…
Zaman aşımı konusuna tekrar dönecek olursak; çocukken cinsel istismara maruz kalmış birinin bunu ancak yetişkinliğinde anlatma, açığa çıkarma veya yargı sürecine taşıma cesareti bulması ya da daha erken yaşlarda yargı sürecine taşımak istese de aile ve toplum tarafından engellenmesi nedeniyle bu tür davaların açılması zaman alabiliyor. Bunu yasa koyucu da biliyor yasayı uygulayan da peki buna rağmen nasıl oluyor da cinsel istismar davalarında zaman aşımı, davanın seyrini olumsuz anlamda etkileyen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor?
Sorumuzu, Mor Çatı gönüllüsü Feminist Avukat Özlem Özkan yanıtlıyor:
“Çocukların cinsel istismarı suçunda dava zaman aşımı, suçun işlendiği tarihten itibaren belirli bir süre içerisinde davanın açılmasını veya sonuçlandırılmasını öngören bir düzenleme, genel anlamıyla. Yani bu süre içersinde bu işlemler yapılmazsa ceza davası düşer, fail zaman aşımı nedeniyle beraat eder. Peki zaman aşım konusunda nasıl kriterler var? Bizlerin önüne gelen dava dosyalarında failin suçu işlediği tarih, mağdurun da maruz kaldığı son tarihin 2005 yılı öncesinde olup olmadığı çok önemli bir yer tutuyor. Çünkü 2005 yılında ceza kanunumuz değişti. Bu değişiklikten önceki süreçte yaşanan olaylara dair hala eski ceza kanunu uygulaması devam ediyor. Buradaki öneli durum şu; ceza zaman aşımının özellikle caza kanunumuzun değişmesinden sonra 66. Maddesine eklenen bir hükümle birlikte, 18 yaş sonrasında işlemeye başlayacağına dair bir madde hükmü getirilmiş durumda.
66. maddenin, 6. bendinde çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfusu bulunan kimseler tarafından işlenen suçlarda, çocuğun 18 yaşını bitirdiği günden itibaren zaman aşımının işlemeye başlayacağı belirtilmiş durumda…
5:30-5:51
bizler açısından, özellikle bu alanda çalışan kadın örgütleri ve STK’lar açısından, hak arama özgürlüğünün önüne geçilmemesini, zaman aşımının çocuklara yönelik cinsel istismar davalarında uygulanmaması gerektiğini yıllardır savunuyor ve dilekçelerimizde de bunları yazmaya devam ediyoruz…”
Zamanaşımı süreleri, çocuklara yönelik cinsel istismar suçunun basit veya nitelikli oluşuna göre ve failin yaşıyla ilgili olarak değişiyor.
Şöyle ki;
-18 yaşını tamamlamış faillerde olağan zaman aşımı süresi 20 yıl, kesintili 30 yıl,
-15-18 yaş grubundaki suça sürüklenen çocuklar bakımından olağan zamanaşımı süresi 13 yıl 4 ay, kesintili 20 yıl
-12-15 yaş grubundaki suça sürüklenen çocuklar bakımından olağan zamanaşımı süresi 10 yıl, kesintili 15 yıl olarak belirleniyor.
Ensest davalarında “iyi hal indirimi” sorunu
Çocukların cinsel istismarı suçu’nu işleyen faillere “iyi hal indirimi”nin uygulanması yargı sürecini tıkayan diğer bir konu… Neden failleri işledikleri bu suç karşısında neredeyse ödüllendiren ceza indirimleri uygulanıyor?
Avukat Özlem Özkan:
“İyi hal, ceza kanunda hakimin takdir yetkisiyle kullanılan bir uygulama. Bir hakimin genel olarak failin davranışlarında yargılama süreci boyunca gördüğü tırnak içinde “olumlu” yöndeki, suçun işlenmesinden sonra duyduğu pişmanlık, failin duruşmalardaki tırnak içinde “olumlu” tavrı olabilir. Mahkeme huzurunda gösterdiği pişmanlık davranışları ve sözleri olabilir. Bu durumlarda hakim bir takdir yetkisi kullanır. Hakime kalmış bir şey, uygulamak zorunda olduğu bir indirim değil.
Ama bizce Çocukların cinsel istismarı suçlarında iyi hal indiriminin uygulanmaması gerektiğini düşünüyoruz. Yani duruşmada kıravat taktı diye bir tecavüzcüye iyi hal indirimi uygulanıyorsa eğer burada gerçekten ciddi bir sorun var demektir.”
Yargı sürecini olumsuz etkileyen bir unsur: “rıza” kavramı
Yargı sürecini olumsuz anlamda etkileyen, davaların seyrini değiştiren bir başka konu “rıza” kavramı…
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin ilk maddesinde “onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır” der. Ve bu ibare bizim yasalarımızda da geçer.
Dolayısıyla onsekiz yaş altındaki bireyler çocuktur ve çocuk maruz kaldığı cinsel eylemin anlamını bilmiyor olabilir bilse bile; korkutularak iknaya zorlanabilir, kandırılabilir, tehditle susturulabilir. Bu nedenle mahkemelerde “çocuğun rızası’ından söz edilemez ya da “rıza” kavramı öne sürülerek faile ceza indirimi verilemez. Ancak Türkiye’de maalesef böyle davalara çok denk geliyoruz. Malum “küçüğün rızası” diyebilen birinin ‘adalet bakanı’ olduğu bir ülkenin terazisi bozuk adalet sisteminden bahsediyoruz!
Bekir Bozdağ:
“Bunlar tecavüzcü değil, bunlar cinsel istismar suçunu zorla işlemiş olan kişiler değil. Tamamen ailerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler.”
Çocuklara yönelik cinsel istismar söz konusu olduğunda Bekir Bozdağ’ın bu talihsiz açıklamaları kulaklarımızı hep tırmalıyor.
Avukat Özlem Özkan, “rıza” kavramının bu tür davalarda, maksatlı olarak yani ceza indirimi uygulanması maksadıyla gündeme getirildiğini belirtiyor:
Avukat Özlem Özkan:
“Ceza yasasının 103. Ve 104. Maddesinde bahsedilen düzenlemelerde, çocukların cinsel istismarına dair düzenlemeler bunlar. Burada yaş olarak; 15 yaş, 15 yaş altı ve 15-18 yaş altı derecelendirmeleri yapılmakta. Fakat bunların içersinde herhangi bir şekilde rıza ibaresi geçmemekte. Burada cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleşen cinsel davranışları, 15 yaşını tamamlamış veya tamamlamış olmakla beraber fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği olup olmadığına göre bir değerlendirme. Bir de 15 yaş altı yaşa göre yapılmış olan çeşitli değerlendirmeler var. Burada kafa karıştırıcı olan düzenleme sanırım 104. Maddede olan ‘reşit olmayanla cinsel ilişki’ başlığı olan bir madde var. Burada cebir, tehdit, hile olmaksızın 15 yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi şikayet üzerine cezalandırılır gibi yasa maddesi var.
Bizler burada, özellikle bu manipülatif tartışmaların belirli maksatlarla yapıldığını düşünüyoruz. Burada büyük ihtimalle hani çocuklarla ilgili suçlarda biraz daha indirime gidilmesi açısından bu tip düzenlemelerin ya da tartışmaların yapıldığını düşünüyoruz.”
Yargı sürecinde çocuğu mağdur eden diğer durumlar
Çocuğun hem fail hem de mağdur olduğu bu tür davalarda, mahkeme sürecinde çocukları olumsuz anlamda etkileyebilecek durumlara değinerek ensesti hukuki açıdan ele aldığımız dosyanın ikinci bölümünü burada noktalayacağım…
Öncelikle ÇİM’de veya savcılıkta ifadesi alındığı halde ve çocukların bu tür davalarda duruşma salonlarında bulunmamaları gerektiği halde, çocuklar duruşmalara çağrılıyorlar ve suçun failiyle karşı karşıya kalmak zorunda oluyorlar. Bu hem çocuğun ruhsal açıdan kötü etkilenmesine neden oluyor hem de çocuğun failden korkup ifadesini değiştirmesine ve hatta şikayetinden vazgeçmesine neden olabiliyor.
Çocuğun örselenmesine neden olan diğer bir konu, hakimin, savcının ya da diğer mahkeme çalışanlarının çocuğa karşı olumsuz tutumları.. Örneğin hakimlerin, mağdurun çocuk olduğunu unutarak çocuğa “neden bağırmadın, neden daha önce anlatmadın” gibi çocuğu suçlayıcı ifade ve tavırlarda bulunmaları ya da çocukla agresif bir tonda konuşmaları çocuğu korkutabilir, çocuğun kendisini suçlu hissetmesine neden olabilir.
Yine nedenlerine yukarıda detaylıca değindiğim mahkeme sürecinin uzun ve yorucu olması mağdur çocukları adalet duygusundan uzaklaştırabiliyor ve benzeri nedenlerle hak arayışında olan diğer çocuklar için caydırıcı olabiliyor.