2022 dünyada aynı anda ekonomik sorunların, jeopolitik gerilimlerin, sağın ve ırkçılığın yükselişinin hepsinin bir arada yaşandığı bir yıl oldu. Covid pandemisi dünyada bitti ama Çin’de tekrar patlak verdi, Brezilya’da Bolsonaro seçimleri kaybetti ama İtalya ve İsveç’te ırkçı sağ seçimi kazandı, İsrail’de muhalefet birleşip Netanyahu’yu yendi ama bir yıl sonra Netanyahu yeniden geri geldi, Ukrayna’da tahıl koridoru açıldı ama Rusya Ukrayna altyapısı ve şehirlerine yönelik saldırılarını artırdı, bütün dünyada enflasyon yükselişe geçti, silahlanma yarışı hız kazandı, Almanya ve Japonya gibi ülkeler bile tekrar militarizasyona geçmeye başladı.
Bir yandan 40 yıldır süregelen neoliberal (sermayeye artı değer aktarımına dayalı) ekonomi politikalarının yarattığı gelir dağılımındaki küresel düzeydeki bozulma, öte yandan bunun yarattığı toplumsal gerilimlerin ırkçılık, yabancı düşmanlığı, artan sağ popülist eğilimlere yol açması, her ülkede bu gerilimleri, hoşnutsuzluları manipüle eden siyasetçiler ile bunu almaya hazır kitleler bulunabiliyor. Türkiye de tarihinin bu döneminde çoğu Suriyeli olmak üzere kitlesel sığınmacı olgusuyla karşılaştı, göçmen sorunu ilk kez iç politida kullanışlı bir araca dönüştü, sırf göçmen karşıtığı üzerinden prim yapan siyasetçi tipi türedi. Sağ popülizmin bu en ucuz, en maliyetsiz, en acımasız aracını Türkiye’de siyaset de toplumun bir kesimi de eline geçirdi, tadını aldı ve bırakmaya niyetli değil. Bundan sonra bu konu Türkiye siyasetinin bir parçası olarak kalacak.
Türkiye 2022’ye birçok ülkeyle ilişkilerinde sorunlu girmişti. 2023’e bunu düzeltmeye çalışarak giriyor. Erdoğan hükümetlerinin dış politikada savrulma, yalpalama olarak adlandırılan bu dengesizliği artık kanıksanmış durumda, kimseyi şaşırtmıyor. Aslında bu durum bir hata, bir istisna değil dış politika yapımının, AKP’nin dış politika anlayışının ta kendisi. 2013’ten itibaren ama özellikle 2016’dan sonra AKP hayatın birçok noktasında siyasete, ekonomiye ve dış politikaya dair rasyonaliteyi ve dolayısıyla öngörülebilir olmayı kaybetti. Oysa, Batı sistemi içinde neoliberal ekonomik modele sıkı sıkıya bağlı olması, piyasa mantığından kopmaması AKP’yi Batı sermaye çevreleri gözünde değerli kılan ama çok göze batmayan bir özelliğiydi. Dış politikadaki itiş kakışın gölgesinde kalan bu çok güçlü iktisadi bağı AKP yönetimi koparmaya başladı. Dolayısıyla, AKP Batı dünyasına verdiği demokratikleşme sözünü çoktan rafa kaldırmış, dış politikada sorun yaratıp ödün adı altında geri çekilerek (bkz Mavi Vatan) normalleşme ya da Putin Rusyasını koz olarak kullanırken ölçüyü kaçırma, ekonomide de kapitalist mantıktan uzaklaşma gibi üç önemli alanda Batı’dan kopmaya başladı. Batı’dan finans girişi ve yatırım durdu, yabancılar borsadan çıktı, Türk şirketlerindeki ortaklıkları azaldı, Türkiye yatırım yapılmayacak ülke kategorisine düştü.
Batı demokratikleşme ve insan hakları konusunu kısmen göz ardı edilebilirdi ve öyle de oluyor. Tek başına bu konu Batı’nın AKP hükümetini eleştirmesine neden olur ama ana eksenleri etkilemezdi. Örneğin, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavalı hapiste diye Batı kendisini ortaya atmadı, Ankara’daki 12 büyükelçinin açıklaması bile Erdoğan’ın sınırdışı etme tehdidiyle karşılaştı, hemen geri adım atmak zorunda kaldılar. Ama AKP iktidarı yalnızca demokratikleşmeden uzaklaşmadı, dış politikada da Batı sistemine sorun çıkarmaya başladı. Sermaye birikime sorun çıkarma, dış politikada Putincilik’e kayma ve ekonomik rasyonaliteden uzaklaşma üçlüsü AKP’nin Batı ile ilişkilerini sarstı, öngörülebilirlik ve güven sorunu çıkardı. Bunlar içinde en önemlisi Biden yönetiminin tavrı oldu. Ukrayna savaşına rağmen Biden yönetimi göreve başlamasından bu yana Erdoğan’a yaklaşımında bir değişime gitmedi. Biden, bir siyasetçi için şaşırtıcı bir çizgi izleyerek seçim kampanyasındaki tutumunu göreve gelince de devam ettirdi.
Erdoğan bu durumun iyice farkına varmış durumda. Biden yönetimini İsrail ile ilişkiler, Yahudi lobisine şirinlikler, Washington büyükelçisinin her türlü sempati dağıtması üzerinden ikna etme çabaları hiçbir sonuç vermedi. AB ise 2016 sığınmacı anlaşmasıyla varılan uzlaşmayı kabullendi, Ukrayna savaşı varken ilişkilerde bir değişikliğe gitmek istemedi.
Erdoğan Batı ile ilişkilerde yeni hamleler denedi. Bir yandan Şangay İşbirliği Örgütü toplantısına katılma, öte yandan bölge ülkeleriyle yakınlaşma ve tabii ki artan Putincilik, bir yandan Batı’ya yönelik mesajlardı. Erdoğan buradan, Batı’nın Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamayıp kendisiyle ilişkileri düzeltmesini umdu. Bu da olmadı.
Erdoğan yıl biterken üç hamleyi birden deniyor. Hepsi de en son noktada seçim odaklı hamleler.
İlki 2022 içinde tanık olduğumuz Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır ve son olarak Suriye açılımları.
Katar’ın yanına bir de Suudiler ve BAE gibi ülkeleri ekleyerek yeni finans kaynağı sağladı. Bu ülkeler için Erdoğan’ın iktidarda kalması herşeye rağmen bir tercih nedeni. Müslüman Kardeşlerin etkisizleştiği, Katar ile sorunların halledildiği bir ortamda, içte zayıflamış, bölgesel liderlik emelleri kalmamış bir Erdoğan hala işe yarayan bir lider olarak görülüyor.
2023 boyunca Körfez ile ilişkilerin derinleşmesine tanık olacağız. Kendilerine muhtaç bir Erdoğan Körfez siyaseti için de önemli bir avantaj sunuyor. Erdoğan’ın ilişkileri düzeltmek için ayaklarına kadar gelmesi, bir bakıma bu ülke rejimleri için bileğini büktükleri bir aktörü iktidarda görmek yeterince tatmin edici olmalı.
Kendilerine ihtiyaç duyan bir Erdoğan yönetiminden daha iyi ne olabilir. Parayı istedikleri zaman çekebilirler, swap anlaşmalarını süresi bitince yenilemeyebilirler.
Burada tek pürüz Mısır oldu, Kahire özellikle Libya’daki Türk askeri varlığından rahatsız ve burada bir ilerleme olmadan normalleşmeye yanaşmıyor. Mısır, Körfez gibi ekonomik/finansal fayda sağlamıyor. O yüzden Mısır konusunda Erdoğan yönetiminin acelesi yok gibi duruyor.
Erdoğan’ın ikinci hamlesi Ege, Yunanistan ve Suriye kozlarını oynaması. Yunanistan ile gerilimin sözlü seviyede tutulması, Erdoğan, Çavuşoğlu ve Akar’ın Yunanistan’ı yerinden zıplatacak açıklamaları, her an askeri güç kullanılacağı hissini yaratma, Ege’deki bütün adaların statüsünü tartışmaya açma bu bölgeye yönelik dış politika manipülasyonu. Bunların hepsi katıksız iç politika kaygılarına hizmet eden söylemler.
Suriye konusu daha ciddi. Erdoğan hükümeti, içteki ittifaklarının da desteğini ayakta tutmak için, hamasi bir askeri operasyona girişmeye çalıştı. Ama şimdilik hem ABD, hem de Rusya razı olmadı. Şu an Erdoğan’ın Rusya’ya daha çok ihtiyacı var. Putin bu izni ancak daha elverişli bir katkı alabilirse verir. Bu pazarlık henüz bitmedi. Öyle görünüyor ki, pazarlığın yönü operasyon yerine Esad ile normalleşmeye kaydı.
Erdoğan’ın üçüncü önemli hamlesi giderek Putin’e yaslanması ve bu çerçevede Esad’la uzlaşmayı bile göze alabilmesi. Erdoğan AB ve ABD’den seçimler sürecinde destek gelmeyeceğini anladı. Bu iki merkez seçim sürecinde Erdoğan’ın işine yarayacak ya da ona açıktan zarar verecek bir girişimde bulunmayacaklar. Erdoğan’ın bunu telafi etmesi gerekiyordu. Putin’e yanaşmak birçok açıdan daha faydalı olmaya başladı ve 2023’te, seçimlere kadar bu eğilim artarak devam edecek.
İlginç bir şekilde pazarlık hiç bu kadar açık seyretmemiş, taraflar pozisyonlarını hiç bu kadar net ortaya koymamıştı. Erdoğan yönetimi açıktan doğal gazda fiyat ertemele talep ediyor, Putin Trakya’yı enerji hub’ı yapacağını ilan ediyor, Gazprom fiyat erteleme çağrısına olumlu yanıt veriyor, dışişleri bakanı oligarkları Türkiye’ye davet ediyor, Erdoğan katil dediği Esad’la, Washington’u sinir ederek, normalleşmeye çalışıyor, Erdoğan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine onay vermeyi geciktiriyor, Putin NATO üyeleri içinde bir tek Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşebiliyor hem de altı ay içinde yüz yüze dört kez.
Putin savaş, Erdoğan seçim koşullarında birbirlerine ihtiyaç duyuyorlar, birbirlerine kamuoyu önünde siyasal/ekonomik jestler yapıyorlar. Putin doğrudan Türkiye kamuoyunu, yani seçmeni hedefliyor, Erdoğan’ı seçerseniz doğal gazı ucuz alırsınız diyor.
Türkiye tarihinde Rusya ilk kez Türkiye iç siyasetine bu kadar dahil oluyor, seçimleri etkilemek için bu kadar açıktan oynuyor.
Seçimlere kadar Türkiye’nin dış politika yönelimi bu çizgide seyredecek. Körfez ve Putin desteği, içeride enflasyonun erittiği oyları toparlamaya yetecek mi göreceğiz. Türkiye 2023’ten itibaren Rusya ve Körfez ülkelerinin iktidarda görmek istedikleri bir hükümetle mi devam edecek sorun bu. Bu siyasetin karşısında daha etkili bir muhalif pozisyona, güçlü bir karşı söyleme ve umut veren bir siyasete ihtiyaç var.