2024'e veda ederken, bu yılın son yazısında geride bırakmakta olduğumuz 12 ayın muhasebesini yapmak yararlı olur diye düşündüm. Önümüzdeki hafta da yeni yılın neler getirebileceğine bakarız.
Yılın iz bırakan en önemli konusu tüm dünyada birçok ülkede seçimlerin yapılması oldu. Tabii seçimden seçime fark var. Dünya için belki de en önemli seçim ABD Başkanlık seçimleriydi. 5 Kasım tarihinde yapılan seçimleri yeniden Donald Trump kazandı. Beklenmedik bir sonuç değildi bu, ama Trump'ın "Zafer"inin beklenenden yüksek bir farkla gelmesi, buna ek olarak Cumhuriyetçi Parti'nin hem Temsilciler Meclisi hem Senato'da çoğunluğu ele geçirmesi, sadece 2025 yılı için değil, iki yıl sonra yapılacak senato yenileme seçimlerine kadarki süre için de dünya politikasında istikrarlı bir dönemde olmayacağımıza ve öngörülemezliğin egemen olacağına dair kuşkuları artırdı.
Trump'ın seçilmesindeki en önemli etkenin ekonomi olduğu neredeyse tüm gözlemcilerin ortak kanaati. Nitekim, "Önce Amerika" ile "MAGA" yani "Amerika'yı Yeniden Büyük Yap" sloganları da Trump'ın ABD dolarını ve ABD'nin ekonomik performansını önceleyen, belki de Biden öncesi uygulamaya başladığı, ancak Biden tarafından durdurulan politikalarına geri döneceğinin işaretlerini veriyor. Trump'ın yeniden himayeci politikaları dayatacağına, gümrük duvarları oluşturup gümrük vergilerini artıracağına ve Çin ile ekonomik rekabeti keskinleştireceğine inananlar bu gelişmelerin küresel ekonomik gelişmeyi de tehlikeye sokacağı düşüncesinde.
2024'ün önemli sonuçlar yaratabilecek bir diğer seçimi de Birleşik Krallık'ta yapıldı ve İşçi Partisi 14 yıl aradan sonra, hem de ezici bir çoğunlukla Muhafazakar Parti'yi devirerek iktidar oldu. İlk bakışta Trump'ın ve Cumhuriyetçi Parti'nin dünya görüşüyle İngiliz İşçi Partisi'nin dünya görüşünün farklı olduğu ve birbirleriyle yakın bir eşgüdüm oluşturmakta güçlük çekebilecekleri düşünülebilir. Lakin, Başbakan Keir Starmer yönetimindeki Birleşik Krallık'ın önümüzdeki dönemdeki önceliğinin de ekonomi olacağı anlaşılıyor. Hükümet, özel okul ücretlerinde KDV artışı, kısmi varlık vergisi ve verasete ilişkin düzenlemelerle kaynak yaratma arayışına girmenin yanı sıra ülkede yatırım yapmayı kolaylaştıracak bir takım düzenlemeler yapılmasını da planlıyor.
Bu iki seçim elbette önemliydi, ancak Türkiye de 2024'te iktidar partisinin ikinci sıraya gerilemesi sonucunu doğuran bir yerel seçimi geride bıraktı. CHP'nin, 46 yıllık bir aradan sonra Türkiye'de birinci parti konumuna yükselmesi sadece ülkede değil yurt dışında da dikkati çekti. CHP'nin önemli büyük belediyeleri yöneten konuma gelmesi, genel seçim sonucu kadar olmasa da, iç siyasette hatırı sayılır bir denge değişikliği oluşturdu. Tüm gözlemcilerin ortak kanaati, aynı ABD ve Birleşik Krallık'ta olduğu gibi, Türkiye'de seçim sonucundaki belirleyici etkenin de ekonomi olduğu yönündeydi. Bu nedenle, belediye seçimlerinin sonucuyla yayılan "değişim" dalgası kısa zamanda sahneyi iktidarın ekonomiyi düzeltme çabaları ile ilgili açıklamalarına kaptırdı. Maliye ve Ekonomi Bakanı'nın enflasyonla mücadele konusunda verdiği bilgiler, Merkez Bankası'nın her ay politika faizi ile ilgili ne karar alacağı hakkındaki tahminler ve söylentiler, emeklilerin maaş zammı beklentileri ve asgari ücret ile ilgili öngörüler, Türkiye'de de öncelikli konunun, seçim ertesinde dahi ekonomi olmaya devam ettiğini gösterdi.
Sadece burada sözünü ettiğimiz seçimlerin yaşandığı ülkeler değil, neredeyse tüm dünya üzerinde ekonomi dikkat çekici şekilde gündemin üst sırasına yerleşmiş durumda. Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve diğer kurumlar 2025 yılında küresel ekonomik büyümenin 2024'e oranla daha büyük olacağını tahmin etmiyorlar. Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik havzaya bakıldığında ise, Dünya Bankası'nın raporuna göre, Avrupa ve Orta Asya'da 2023 yılında %3,5 olarak gerçekleşen büyümenin bu yıl %3,3'e düşeceği, 2025 yılında ise %2,6 olmasının beklendiği belirtiliyor. Oysa bu bölgede büyüme hızı 2000-2009 yılları arasında ortalama %5,1 olarak gerçekleşmişti.
Bu aşağı doğru giden eğilimin başlıca sebebinin Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş olduğu gerçeğini yadsıyamayız. Ukrayna'da 2023 yılında büyüme %5,3 olarak görülmüş iken, bu yıl büyümenin %3,2'ye, 2025 yılında ise %2'ye düşeceği bekleniyor. Rusya'daki durum ise daha vahim; 2023'teki %3,6'lık büyüme bu yıl %3,2'ye, 2025'te ise %1,6'ya düşecek gibi gözüküyor. Türkiye'nin de büyüme hızının 2023'te %5,1 iken bu yıl %3,2'ye düşmesi öngörülüyor. Demek ki savaş tüm bölgede ekonomiyi olumsuz etkilemiş ve bu olumsuzluk sadece savaşan taraflarda değil bitişik bölgelerde ve komşularda da hissedilmiş.
Yılın sonuna yaklaştığımız günlerde bizi en çok ilgilendiren gelişme Suriye'de yaşandı. 1950'lerden beri bölgede hüküm süren BAAS rejimi ve onun son kalıntısı olan Esad yönetimi son buldu. Suriye 13 yıldır bir iç savaşın pençesinde kıvranıyordu. Nitekim, savaş orada da ekonomik faciaya yol açtı. Suriye'nin gayri safi yurt içi hasılası bu 13 yıl sonunda %85 azaldı ve bugün itibariyle 9 milyar dolara indi. Ülkenin ekonomisinin 2024 yılı sonunda %1,5 oranında daha küçülmesi bekleniyor.
Özetle, 2024 tüm dünyada ve bölgemizde iyiye gitmeyen bir ekonomik miras bırakarak bizi terk etmeye hazırlanıyor. Bu mirastan en çok etkilenecek ülkelerin başında ise Türkiye geliyor. Zira, Rusya-Ukrayna savaşının biteceğine dair herhangi bir işaret yok. İsrail'in Gazze'de izlediği temizlik politikasının sona ereceğine veya Batı Şeria'yı da kapsamayacağına dair bir işaret de yok. Dolayısıyla, Türkiye'nin İsrail'e uygulamakta olduğu ve yıllık 7 ila 9 milyar ABD doları kadar Türkiye'nin kaybına mal olduğu anlaşılan ticari yaptırım ve ambargonun sona ermesi de beklenmiyor. Suriye'de kısa sürede siyasi istikrarın sağlanacağına, ekonominin düzelmesi için tüm dünyadan yardım ellerinin uzanacağına ilişkin bir işaret yok. Kaldı ki, ülkemizdeki Suriyelilerin de koşa koşa ülkelerine döneceklerine dair bir işaret de yok. Üstelik, kimi çevrelerde, böyle koşa koşa bir gidişin Türkiye ekonomisine kısa vadede olumsuz etkileri olacağını ileri sürenler de az değil. İktidar ise, asgari ücret konusunda aldığı karar ile yarattığı hayal kırıklığını giderebilecek bir adım atmaktan ziyade, Suriye'yi kalkındırmayı önceleyen bir hazırlık içinde olduğu izlenimi veriyor. Bu yaklaşımın temel sebebinin Türkiye'nin sınır güvenliğini sağlamak olduğu, Suriye'deki terör odaklarının kurutulmasının amaçlandığı, Şam yönetimi ile iyi bir diyalog kurulmasının hedeflendiği anlaşılmakla birlikte, Türkiye'nin iç ekonomik güvenlik ve istikrarının daha az önemli olduğunu kimse ileri süremez. 2024'ü geride bırakırken, Ankara'nın 2025 ile ilgili planlamalarında "Önce Türkiye" yaklaşımı ile hareket etmesi şüphesiz daha uygun olacaktır.