9/8’lik Kıyamet… Kıyamet günlerinde aşk mümkün mü?

“9/8’lik Kıyamet” son yıllarda izlediğim en iyi oyunlardan biri, hatta tek kişilik oyunlar açısından bakarsak en iyi birkaç oyun arasına hızlıca yükseliyor.

Yönetmenliğini Sezen Keser'in yaptığı, Şamil Yılmaz'ın yazdığı “9/8’lik Kıyamet”, Me’kan tarafından sahneleniyor. Tek kişilik oyunun sahnesinde Oğulcan Arman Uslu var.

Hep birlikte söylüyoruz

Boş sahnede sadece bir tabure ve yerde bir sırt çantası bulunuyor. Seyirciler daha yerlerine doğru yürürken sahnede boynuna asılı olan darbukayla 9/8’lik ritimler eşliğinde yürek parçalayıcı şarkılar söyleyen genç bir adam var. Seyircileri de şarkıya katılması için teşvik ediyor. Gülüşmeler. İtiraf edeyim ki söylediği ilk parçaları bilmiyorum ama şarkılar değiştikçe benim de bildiğim şarkılar başlıyor.

“Gecenin en siyahında
Umudun bittiği yerdeyim
Köşeyi dönsem ölüm
Düz gitsem hayat
Gölgeler içindeyim.”

Bunların seyircilerin bilmediği parçalar olduğunu fark ediyor. Şimdi sizin bildiğiniz yerden söyleyeceğim deyip Sezen Aksu'ya geçiyor.

“Ne senden öncesi
Ne senden sonrası, ah
Ayrılık aman, ölümden yaman
Geçmiyor ki zaman, geçmiyor
Ben sende tutuklu kaldım.”

Daha çok kişi şarkıya katılıyor, kahkahalar artıyor ama yine de tam memnun değil. Çok iyi söyleyen tarafı göstererek “buradakilerden ders almalısınız” diyor. Yine gülüyoruz. Artık hazırız; darbukasını bırakmadan hikayesini anlatmaya başlıyor.

Distopya ortasında bir aşk hikayesi

İklim değişikliklerinin geldiği durum o kadar korkunç bir hal almış ki kıyamet gibi “acayip” bir şey olmuş, ama tam öyle de olmamış! Ve dünya değişmiş. O değişen dünyanın ortasında bir garip anlatıcı Diyar, hem kendi hem de yeni dünyanın hikayesini Roman ağzıyla anlatmaya başlar. Büyük kuraklıktan sonra içme suyu neredeyse kalmamıştır, telefonlardaki uygulamalardan barajlardaki kalan su miktarı takip edilmektedir. Futbol topu büyüklüğünde dolular yağmış, salgınlar kırıp geçirmiştir ortalığı, toz bulutlarından dolayı nefes alınamamıştır. Bu acayip dünyada şu anda anlatıcılık yapmak için oradan oraya gezen Diyar tüm bunların başladığı zamanlarda, İstanbul’da onunla tanışmıştır:

Düm teke tek tek, düm teke tek

Leyylaaa!

Bir gün mahallede ortaya çıkmış, herkeslerle konuşuyormuş. Herkesler de onunla konuşmaya çalışıyormuş. Özgür ruhlu, cesur mu cesur, gizemli mi gizemli. Güzel mi çirkin mi belli değil ama insanı içine çekiyor. O da Diyar’ı fark ediyor. Kimseyle konuşamayan, kimseye dokunamayan Diyar’ı. Birlikteler; Leyla önde Diyar arkasında geziyorlar. Diyar çalıyor, Leyla oynuyor. Yanlarına bir de Kopil ekleniyor, Leyla’nın göğsünde yaşıyor. Hayat kıyametteki cennet gibi.

Diyar’ın anlatmak istediği hikayesinin merkezinde Leyla’ya olan aşkı var. Her Leyla deyişi kalbinden kopan bir Leyyylaaa oluveriyor. Ama kıyamet zamanlarının aşk anlatısı ondan ne kadar azade olabilir ki? Kaçınılmaz olarak gülerek, şarkı söyleyerek dinlemeye başladığımız hikâye gittikçe distopik, apokaliptik bir yön alıyor.

Düm teke tek tek düm tek tek!

Felaketten beslenen İzan

Kıyamet gibi olan ama tam da olmayan felaket zamanlarında bir ülke bir gecede üç bin transı öldürüyor, bir başkası binlerce mülteciyi bir ay aç susuz stadyuma kapatıyor, ceset kokusu sarıyor her yeri. Bir diğeri bütün milletleri birbirine kırdırıyor, bütün göçmenleri bitiriyor.

Bir yanda İzan var. Muhafazakâr bir hareket ama henüz ince çalışıyor, dert ortağı gibiler. Bir de ülkesiz Parazitçiler denilen göçebe gruplar var. Ateş başında hikâye dinlemeyi seviyorlar.

Felaket tam hız devam ediyor, yağmur yağmıyor, asfaltlar eriyor, insanlar oradan oraya göç ediyor. İstanbul’da milyonlarca kişi sokakta yaşıyor, musluklardan balçık akıyor. İlk işsiz kalanlar, sokağa atılanlar, tacize, tecavüze uğrayan kadınlar ve lubunlar sokaklarda yaşıyorlar. Felaket büyüdükçe isyan başlıyor. Fıtratçı İzan ince çalışmasının karşılığını alıyor. Yavaş yavaş yayılıyor, tebliğlere başlıyorlar. Patlayan bombalar isyanın büyümesini sağlıyor. Yangınlar yayıldıkça İzancılar patron oluyor. Aş çadırları kurup, bedava su dağıtıyor.

Düm teke düm tek düm tek tek!

İhanet

İzan’ın varlığı, İstanbul’u ele geçirişi her şeyin bir kez daha yeniden başlamasına sebep olur. Diyar seyirciye oyunun başında söylediği gibi kötü bir şey yapar. İhanetin türlü çeşidi vardır.

Diyar’ın sık sık darbuka ritmiyle desteklediği hikayesinde İzan’ın kıyametin ortasında gelip yayıldığı, insanların hayatını ele geçirdiği, onlara hükmettiğini dinliyoruz. Fetvalar veriyor; önce kadınları, LGBTİ+’ları, mültecileri, hayvanları ve tüm azınlıkları baskı altına alıyor, yok etmeye çalışıyor. Diyar anlattıkça, saydıkça biz altında eziliyoruz.

Diyar’ın kıyametin ortasında bulduğu aşkının hikayesi ilerledikçe onu arama hikayesine dönüşür. Gülerek, şarkı söyleyerek dinlemeye başladığımız hikâyenin sonunda kırgın, üzgün ve hayal kırıklığı içindeyizdir.

Hikâye anlatıcılığı

Şamil Yılmaz’ın yazdığı metin o kadar etkileyici ki, günlerce üzerine düşünmeye devam edebilirsiniz. Elbette hiçbir hikâye zamansız ve distopik de olsa anlatıldığı topraklardan azade değerlendirilemez. “9/8’lik Kıyamet”te anlatılan hikâye ne kadar gerçek üstü olursa olsun bir o kadar da mümkün. Benim için en korkunç distopik hikayeler en olası hikayeler oluyor. Yani bir uzaylı istilasından çok, III. Dünya Savaşı’nın dünyayı yok edebilme ihtimali bana daha ürkütücü gelir. Oyunun izlerken uyandırdığı tanıdıklık sadece bir his de değil. Hayatımızın altı kalın çizgilerle çizilmiş hali gibi. Yılmaz hikâyesini artık kitapların olmadığı, filmlerin çekilmediği bir dünyada geriye kalan tek şey olan hikâye anlatıcılığı üzerine kurmuş. Anlatıcının hikayesinde de asıl mesele, muhafazakâr hareket İzan’ın önce karınları doyurup, sonra adım adım her şeyi ele geçirişine karşı alınan tutum oluyor. Kendi sınırlarına ulaştığında ancak ciddiyetini kavradığın, o zamana dek “o kadar da kötü değiller” deyip üstünü kapattığın baskıcı yapılarla arandaki sınırların silikleşmesi trajedi değilse nedir?

Sezen Keser daha önce “Dansöz” oyunundaki rolü ile tanınıyor. Bu rolle, 2020 yılında Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri "En İyi Çıkış Yapan Kadın Oyuncu" ve Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde “Tek Kişilik Performans” ödülü kazanmıştı. Ama aynı zamanda yine Şamil Yılmaz’ın yazdığı “Apaçi Gızlar”ın da yönetmeni. “9/8’lik Kıyamet” rejisinin sadeliğindeki vuruculuk, oyuncusunu her bir hareketi, mimiği ile oyunun merkezi haline getirişi çok etkileyiciydi. Ayrıca Diyar’ın İzan’dan alıntılarını sahnenin yan tarafına konan mikrofondan yapması, etkileyici bir detay olarak altı çizilmesi gereken bir unsur.

Oyunun alameti farikası darbuka kullanımı. Darbuka, Oğulcan Arman Uslu’nun kullandığı ama aslında sahnede ona eşlik eden diğer oyucu gibi. Uslu’nun duygularını daha iyi ifade etmesinin de aracı. Böylesi kıyamet zamanlarındaki aşk hikayesi için darbuka çalmanın tercih edilmesi inanılmaz cesur ve isabetli bir tercih olmuş. O zaman buradan oyunun perküsyon eğitmeni Cem Mazlum’a dikkat çekmek istiyorum. Uslu’nun bu konudaki eğitimi daha öncesinde ne kadardı, çalabiliyor muydu, ne ustalıkta çalabiliyordu, bilmiyorum. Ama oyundaki darbuka çalma ustalığı gözümüzü ondan bir saniye bile almamızın nedenlerindendi.

Oğulcan Arman Uslu’yu ilk kez izledim. Benim ayıbım! Ama bunu telafi edeceğim. Tek kişilik oyunlar benim en sevdiklerimdir ve en zorlarındandır. Bence esasen oyuncuya, daha sonra metne yaslanırlar. Bu oyun çok iyi bir metni, çok daha iyi bir oyunculukla buluşturmuş. Uslu çaldığı inanılmaz darbukayla, kullandığı Roman ağzı, seyircinin gözünün içine içine bakışı, yüzündeki her bir mimik ile bizi kıyamet zamanlarına, o zamanlardaki aşkına ve ihanetine ortak ediyor.

“9/8’lik Kıyamet” son yıllarda izlediğim en iyi oyunlardan biri, hatta tek kişilik oyunlar açısından bakarsak en iyi birkaç oyun arasına hızlıca yükseliyor.

Kaçırılmaması gereken bir oyun.

KÜNYE

Yazan: Şâmil Yılmaz
Yöneten: Sezen Keser
Oynayan: Oğulcan Arman Uslu
Yönetmen Yardımcısı: Merve Ülgentay
Kostüm Tasarımı: Hilal Polat
Işık Tasarımı: Utku Kaya
Işık Uygulama: Güray Doğru
Perküsyon Eğitmeni: Cem Mazlum
Yapım Desteği: Ilgın Sönmez / Koma Sahnesi

Köşe Yazıları Haberleri