4 Aralık 2022 tarihindeki “İkinci Yüzyıla Çağrı Toplantısı” ile “seçim” startını, siyasi ve ekonomik açıdan tartışmalı unsurlar içermesine rağmen “şık bir şekilde” verdiğinde pek çok kişinin hemfikir olduğu CHP’nin nüvesini, 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM’ye katılan milletvekilleri arasından bizzat Mustafa Kemal’in kurduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk (A-RMH) Grubu oluşturmuştu. Bu grubun ezici çoğunluğunu eski düzenden devralınan asker ve sivil bürokratlar oluşturuyordu. Grupta işçi, emekçi ve köylü kitlelerinin temsilcileri yoktu.
Mustafa Kemal, sert eleştirilere rağmen grubun başkanlığını üstlenmiş, grubun 10 Mayıs 1921’de yapılan ilk oturumun sekreterliğini ise ileride Mustafa Kemal’in amansız düşmanı olacak ve bunun bedelini hayatıyla ödeyecek olan Lazistan Milletvekili Ziya Hurşit yapmıştı. Bu grup, daha sonra “Birinci Grup” adıyla anıldı. Bazı kaynaklara göre 133, bazılarına göre 202 üyesi olan Birinci Grup, bünyesindeki ordu komutanlarının da etkisiyle kâğıt üzerinde 437 üyesi olan, fakat en fazla 365 kişinin katıldığı TBMM’yi başından itibaren kontrol etti. Temmuz 1922’de Mustafa Kemal’in grubuna alınmayanlar, Erzurum milletvekilleri Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve eski Osmanlı Meclis-i Mebusan Reisi Celalettin Arif Bey’le, Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in etrafında “İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu” adıyla toplanmaya başladılar. Bazı kaynaklara göre 63, bazı kaynaklara göre 90 kişiden oluşan bu gruba da sonradan “İkinci Grup” dendi.
TBMM orduları İzmir’e doğru ilerlerken, Ankara Hükümeti’nin resmî ajansı olan Anadolu Ajansı’nın 7 Eylül 1922 tarihli tebliğinin başlığı şöyleydi:
Ankara’da münteşir (yayımlanan) Hakimiyet-i Milliye, Yeni Gün ve Öğüt gazeteleri mümessilleri, müştereken Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerini ziyaret ederek, sulhtan sonra hangi esaslar dairesinde çalışacaklarını sormuşlardır. Mumaileyh (sözü edilen şahıs) bu münasebetle aşağıdaki beyanatta bulunmuştur.
“Cenab-ı Allaha şükürler olsun ki Millet üç buçuk sene, kahramanca mücadele ettikten sonra kendisini ebediyen esaret zinciriyle bağlamak isteyenleri mağlup etmiş ve istiklaline sahip olmuştur,” diye başlayan ve Halk Fırkası’nın kuruluşu ile ilgili ilk resmî belge olan bu uzun beyanatta Mustafa Kemal, özetle kurtuluş ve bağımsızlık için yürütülen mücadeleyi tamama erdirmek için azami çaba göstermeye devam etmek zorunda olduklarını, ancak bu çabanın bir programa dayanmaması halinde başarısız olacağını söyledikten sonra barışı takiben Halk Fırkası adıyla siyasi bir parti kurmak niyetinde olduğunu belirtiyor, başka ülkelerde kurulmuş bu gibi partilerin programlarını gözden geçirdiğini ancak bunları “tamamiyle memleket ve milletimizin hakiki ihtiyaçlarını tatmine kafi” bulmadığını söylüyordu. Mustafa Kemal’in kafasındaki parti (sadeleştirilmiş dille) şu işleri yapacaktı:
Köylülerimizi ve halkımızı ezen ve fakir düşüren adaletsiz vergilerin ne suretle ıslahı lazım geleceğine; ziraat ve sanayimizi geliştirecek maddi, iktisadi tedbirlere ve orman ve maden gibi doğal zenginliklerimizde halkın çıkarları adına daha kolaylıkla istifadeyi temin için kanunlarda ne gibi düzenlemeler lazım geleceğin, arazi ve emlake sahip olma konusunda herkes için daha güvenli kanunların yapılması lazım gelip gelmeyeceğine, vakıf sisteminin ne suretle iyileştirilmeye layık bulunduğuna ve memlekette hangi bakış açısından ne gibi ameliyat ve bayındırlık faaliyetleri yapılabileceğine ve askerlik müddetinin tadiline…
Mustafa Kemal “Halk Fırkası” kuracağını 6 Aralık 1922’de Ankara’da Hakimiyet-i Milliye, Öğüt ve Yenigün gazetelerinin muhabirlerine (sadeleştirilmiş dille) şöyle açıkladı:
Milletin her sınıf halkından, hatta İslam dünyasının en uzak köşelerinden bana ebedi olarak iftihar edeceğim şekilde gösterilen teveccüh ve itimada layık olabilmek için en mütevazı bir millet ferdi sıfatiyle hayatımın sonuna kadar vatanın hayrına vakfeylemek emeliyle barıştan sonra halkçılık esası üzerine dayanan ve Halk Fırkası adıyla siyasi bir fırka kurmak niyetindeyim.
Bu açıklamaya başta Trabzon ve Erzurum olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinden itirazlar geldi. Çünkü 4-11 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi’nde “Müdafaa-i Hukuklar her nevi fırka cereyanlarının üstünde olup bakidir ve devam edip gidecektir,” kararı alınmıştı. Mustafa Kemal’in bu grupları Halk Fırkası’na dönüştürme çalışması açıkça bu kararın ihlaliydi.
Mustafa Kemal, Lozan Barış Görüşmelerinin kesintiye uğramak üzere olduğu günlerde 16/17 Ocak 1923 gecesi, İzmit Kasrı’nda İstanbullu ve Ankaralı gazetecilerle yaptığı nabız yoklama toplantısında konumuzla ilgili görüşünü biraz daha açtı ve milletin siyasi partilerin çatışmasından çok canı yanmış olduğunu, başka memleketlerde partilerin sınıf menfaatlerini muhafaza için kurulduğunu ve Türkiye’de adeta ayrı ayrı sınıflar varmış gibi kurulan partiler yüzünden malum olan acık neticelere şahit olunduğunu, halbuki Halk Partisi dediğimiz zaman, bunun içinde vatandaşların bir kısmının değil, bütün milletin dahil olacağını söyledi.
Halbuki öncesinde Enver Paşa’ya yakın olmakla birlikte, Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından 13 Eylül 1921) sonrasında sadık bir Kemalist olan Şevket Süreyya (Aydemir), 1963-1965 yılları arasında kaleme aldığı Tek Adam serisinin 1922-1938 yıllarına dair üçüncü cildinde, 1920’lerde söyleyip söylemediğini bilmediğimiz şu minvaldeki cümlelerle daha gerçekçi bir tablo çiziyordu:
Bütün milletin partisi yahut bizim ifade etmek istediğimiz gibi Parti millet anlamı ile sınıfsızlık, imtiyazsızlık, çıkar çatışmazlığı, Parti millet kaynaşması gibi görüşleri ancak, o günün şartları, Gazi’nin o günkü ruhi eğilimleri içinde değerlendirmek mümkündür. Çünkü biraz derine inilince görülür ki, bu soy ve idealist fakat safiyane eğilimler gerek memleketin sosyal yapısı gerekse partinin kuruluşunu takip eden 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanununun getirdiği fikir ve hukuk ilkeleri ile bağdaşmamaktadır. Sosyal gerçeklerle ise, tamamen çatışır. Çünkü evvela, memlekette sınıflar daima vardır. (…) Çünkü padişahlığın, Halifeliğin, teokrasinin, ayanlığın, beyliğin, ağalığın, eşraflığın henüz yaşadığı ve asırlardan beri de yaşamakta olduğu bir ülkede, kökten bir müdahale olmadan sınıfsız, imtiyazsız bir bünye kuruluşunu, bir sosyal yapıyı fiilen yerleştirmek, gerçekten imkansızdı.
Bu tür tepkileri dikkate almayan Mustafa Kemal, fırka konusunu, 7 Şubat 1923’te Balıkesir’de Zağanos Paşa Camii’nin minberinden verdiği hutbeden sonra cemaatin sorularını cevaplarken tekrar açtı. Yeni devletin geleceği için endişeleri olduğunu, bu yüzden bazılarının önerdiği gibi köşesine çekilerek dinlenmeyi doğru bulmadığını, kurmayı düşündüğü Halk Fırkası’nın halka siyasi terbiye verecek bir mektep olacağını” anlattı.
“Dokuz Umde” nedir?
15 Nisan 1923’te TBMM’nin (Birinci Meclis’in) tatil edilip seçimlere gidilmesinin ve 27 Mart-1 Nisan 1923 günleri arasındaki Ali Şükrü Bey cinayetinin gerilimi sürerken, 8 Nisan 1923 tarihinde “ARMHC Başkanı Mustafa Kemal Paşa” adına “Dokuz Umde” (Dokuz İlke) başlıklı beyanname yayınlandı. “Yeni çalışma devresinde Meclis’in çoğunluğunu bu amaç etrafında toplamak ve memleketi kavuşturmak için Halk fırkası kurulacaktır. Meclis’te bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Halk Fırkası’na inkılâp edecektir,” diye başlayan beyannamenin maddeleri özetle şu konulara dairdi:
Birinci ilke egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu, milletin gerçek temsilcisinin TBMM olduğunu söylüyor ve TBMM’nin görevlerini sayıyordu.
İkinci ilke Saltanat’ın kaldırılmasına TBMM’nin oybirliği ile karar verdiğini belirttikten sonra güvencesi TBMM olan Halifelik makamının Müslümanlar arasında en yüksek makam olduğunu belirtiyordu.
Üçüncü ilke ülkede güvenlik ve düzenin sağlanmasının en önemli görev olduğuna dairdi.
Dördüncü ilke mahkemelerin hızlı biçimde adalet dağıtabilmelerinin sağlanması için düzenlemeler yapılacağına dairdi.
Beşinci ilke vergi usullerinde halkın şikayetine ve haksızlığa uğramasına engel olacak düzenlemelere dairdi ve 10 alt başlığı vardı.
Altıncı ilke askerlik süresinin kısaltılacağına ve okuma-yazma bilenlerden daha kısa süreli askerlik hizmeti isteneceğine dairdi.
Yedinci ilke yedek subayların yaşam koşullarını ve geleceklerini ülkeye en yararlı olacak biçimde sağlamaya ve malûl gazilerin, emeklilerin, onların dul ve yetimlerinin sefalet çekmemesi için çalışılacağına dairdi.
Sekizinci ilke kamu işlerinin hızla görülmesi için, bütün kadrolara, çalışkan, yetenekli ve dürüst görevliler yerleştirileceğini, devlet işlerinde aydınların ve uzmanların görüş ve uyarıları göz önünde bulunduracağını içeriyordu.
Dokuzuncu ilke ise bayındırlık işlerinde özel kesimin, devletin yanında yer almasının sağlanacağı, malî, ekonomik ve yönetsel bağımsızlığı sağlamak koşuluyla, barış yapılmasına çalışılacağı; bağımsızlığı gölgeleyecek hiçbir barışın onaylanmayacağı konusunda verilen sözleri içeriyordu.
İkinci Meclis seçimlerinde gruplar
18 Nisan 1923 tarihli ve Mustafa Kemal imzalı bir tebliğ ile “Müntehib-i Sani”lerin yani “ikinci seçmenler”in onayına sunulacak adayların “merkez” tarafından belirleneceği belirtilmiş, 30 Nisan 1923 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinden öğrenildiğine göre bir başka talimatname ile “ikinci seçmenler” belirlenirken Dokuz Umde’yi benimsemiş ve “kazanması muhtemel adayların tercih edilmesi” istenmişti.
Birinci ve İkinci Grup dışında adaylarını listeye sokmak için çaba gösteren “ismi var cismi yok” Müdafaa-i Milliye Grubu; adlarını İTC’nin İaşe Nazırı “Kara” Kemal’den alan İaşeciler (İttihatçılar) Grubu; başını Esnaf Cemiyetleri Heyeti reislerinden Hakkı Bey’in çektiği Amele Grubu ile İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri (Düşünsel) Bey, Hoca Salih Zeki Efendi, Ali İhsan (Sabis) Paşa, “Sakallı” Nurettin Paşa gibi bağımsız adaylar faaliyet göstermekle birlikte, “ikinci seçmen” listeleri esas olarak Birinci Grup üyelerinden oluşmuş, bunun sonucu da, Ankara’dan gelen milletvekili isimleri onaylanmıştı. 21 Haziran 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çıkan bir habere göre Ankara “müntehib-i sani” seçimlerinde, Mustafa Kemal oy kullanırken kendisi de “müntehib-i sani” adayları arasında olduğu halde ismini pusulaya yazmamış, bunun üzerine, Kırşehir Milletvekili Yahya Galip (Kargı) Bey, Mustafa Kemal’in pusulasını alarak Mustafa Kemal’in adını eklemişti, bu durumu imzasıyla da kayda geçirmişti.
Sonuç olarak İkinci Grup üyesi olup da bağımsız olarak seçime katılanlardan sadece Gümüşhane Milletvekili Zeki (Kadirbeyoğlu) TBMM’ye girebilmişti. 2 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasına ret oyu veren ama bu oyu zabıtlara bile geçirilmeyen Lazistan Milletvekili Ziya Hurşit Bey’in adaylığı kabul edilmeyerek Meclis dışında kalması sağlanmış, yerine ağabeyi Faik (Günday) seçilmişti. (Ziya Hurşit, 14 Haziran 1926 İzmir Suikastı Davası’nda idama mahkûm edilecek ve 14 Temmuz 1926 günü idam edilecektir.)
Halk Fırkası kuruluyor
Yeni seçilenler, TBMM’nin açıldığı 11 Ağustos 1923 tarihinden itibaren Halk Fırkası’nın tüzüğünü hazırlamaya başlamışlardı. Fırkanın resmen kuruluşu 11 Eylül 1923’de, Dahiliye Vekȃleti tarafından tescili 23 Ekim 1923’te yapıldığı halde, ileriki yıllarda İzmir’in geri alınışının tarihine denk getirmek için kuruluş tarihi tüzüğün kabul edildiği 9 Eylül 1923 olarak kabul edilmişti. (Partinin kuruluş tarihi hakkında tartışmalar hâlâ sürmekte. Halk Fırkası’nın tescili için Dahiliye Vekaleti’ne resmî başvuru Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ileriki tarihli bazı belgelerine göre 11 Eylül, CHP konusundaki çalışmalarıyla tanınan Hakkı Uyar’a göre 23 Ekim 1923.)
Kuruluş beyannamesine göre fırkanın Genel Başkanı Mustafa Kemal, Genel Sekreteri Recep (Peker) Bey idi. Fırka meclisinde Erzincan Milletveki Sabit (Sağıroğlu), İstanbul Milletvekili Doktor Refik (Saydam), İzmir Milletvekili Mahmud Celal (Bayar), Erzurum Milletvekili Münir Hüsrev (Gerede), Tekirdağ Milletvekili Mehmet Cemil (Uybadın), Konya Milletvekili Kazım Hüsnü (Karabekir), İzmit Milletvekili Saffet (Arıkan), Diyarbakır Milletvekili Mehmed Zülfü (Tigrel) ve Kütahya Milletvekili Recep (Peker) beylerin adları vardı.
Halk Fırkası’nın 9 Eylül 1923’te kabul ettiği tüzüğün 1. maddesinde fırkanın amacının milli hâkimiyetin halk tarafından kullanılmasına rehberlik etmek ve Türkiye’yi çağdaş bir devlet haline getirmek olduğu yazılıydı. 2.maddede ise “halkçılık” tanımlanıyordu. Halk Fırkası’nın tek bir sınıfa dayanmayıp toplumun bütün kesimlerini temsil ettiği iddiası o günlerde de daha sonra da çok tartışılacaktı.
Mustafa Kemal 19 Kasım 1923 tarihinde İsmet Paşa’ya gönderdiği bir yazıda “Halk Fırkası Reisi Umumiliği ile fiilen işgale vazife-i haliyem müsait olmadığından [29 Ekim 1923’te Cumhurbaşkanı seçilmişti çünkü] zat-ı devletlerinizi tevkil (vekil) ediyorum,” demiş; İsmet Paşa A-RMHC örgütlerine 20 Kasım 1923’te gönderdiği bir genelge ile durumu bildirmiş ve cemiyetin her kademedeki örgütünün Halk Fırkası’nın örgütlerine dönüştüğünü belirtmişti.
Dikkat edilirse, fırkanın adında henüz “Cumhuriyet” ibaresi yoktu. 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir liderliğinde kurulacak olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın adında “Cümhuriyet” kelimesi kullanılacağının duyulmasıyla “Halk Fırkası” ismine 10 Kasım 1924’te “Cümhuriyet” kelimesi ilave edildi ve Cümhuriyet Halk Fırkası (CHF) adını aldı. (En az 1940’a kadar Cümhuriyet imlası kullanıldı.)
Partinin Cumhuriyetçiliğine laf yoktu ama halkçılığı konusunda tereddütler hala sürüyordu. Nitekim Vedat Nedim (Tör) Bey, Son Telgraf gazetesinin 14 Ocak 1925 tarihli nüshasında yayımlanan “Beklediğimiz Fırka” başlıklı baş makalesinde (sadeleştirilmiş dille) şöyle diyecekti:
Halk her yerde ve her memlekette iktisadi ve sosyal menfaatleri birbirine uymayan hatta birbirine zıt sınıfların toplamıdır. Sınıf kavramı inkâr kabul etmez bir kötülüktür. Halk Fırkası’nın hangi sınıfa dayandığını öğrenmek istiyorsanız şehir ve kasabalardaki dayandığı kişilerine bakınız. Göreceksiniz ki hepsi istisnasız ya mütegallibe ya eşraf ya tüccar yahut da burjuvalaşmaya yeltenen asker ve münevverler sınıfına mensupturlar. Bu zümreler ise Türkiye halkının gayet gülünç bir azınlıkları temsil ederler.
1927 Kongresi ve Altı Ok’un dört ilkesi
13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Sait İsyanı dolayısıyla çıkarılan 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükun Kanunu ve tekrar faaliyete geçen İstiklal Mahkemeleri ile ülkede demokrasi tamamen askıya alındıktan sonra Lozan’da Milletler Cemiyeti’nin kararına terkedilmiş olan Musul İngiliz mandasındaki Irak’a bırakılarak “çözülmüş”, Temmuz-Ağustos 1926 tarihlerindeki İzmir Suikastı Davaları ile zaten sayıları son derece az olan muhaliflerin kimi idam edilerek, kimi kalebentlikle, kimi sindirilerek susturulduktan sonra 15-24 Ekim 1927 tarihinde CHF Kongresi toplanmıştı.
Burada bir parantez açalım: Kuruluşla ilgili tarihlerden hangisi esas alınırsa alınsın, 1927’deki kongrenin ikinci kongre olması gerekirken 1927 yılının basınına göre “birinci kongre” idi. Örneğin Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi’nin yayımladığı Ayın Tarihi dergisinin, kongreye ayrılan Ekim 1927 tarihli 43. sayısında başlık “Cümhuriyet Halk Fırkası’nın İlk Kongresi” idi. Mustafa Kemal, kongrede partinin kuruluşunu A-RMCH’ye ve ilk kongreyi 1919 Sivas Kongresi’ne götürerek 15-24 Ekim 1927 kongresini “ikinci kongre” diye nitelediği ve derginin, bu konuşmayı satır satır yayımladığı halde başlığını bu şekilde bırakması ilginçti. Dahası, kongre zabıtlarına dair kitabın kapağında sadece “Cümhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresi 1927” yazarken, İsmet Paşa’nın, kongreyi “Efendiler, Cümhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci büyük kongresi hitam bulmuştur,” diyerek kapattığı için; bu tarihten itibaren, bu kongre resmî tarih yazımına “İkinci kongre/kurultay” olarak geçmiş, 1931 Kongresi’nin zabıtları da CHF Üçüncü Büyük Kongresi başlığıyla yayımlanmıştı.
Parantezi kapatıp devam edersek, Kongrede ileride partinin amblemi olacak Altı Ok’un ilk dört unsuru olan Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik ilkeleri tanımlandı ve Mustafa Kemal’in Parti Umum Reisliği sıfatı pekiştirildi. Fahir Giritlioğlu, CHF’nin 1927 Kongresi’nde kabul edilen nizamnameye dayanarak 1927’deki rejimin “faşist rejimlere son derece benzediğini, fakat otoriteyi ellerinde tutan liderlerin böyle bir rejimi hiçbir suretle gaye etmediklerini ortaya koymaktadır,” diyecekti.
Radikal ve Demokrat “enternasyonal”e davet
Bu kongrede, ayrıca Radikal ve Mümasili Demokrat Fırkaları İtilafı’na katılma teklifi incelenmişti. Zafer Toprak’a göre, Mete Tunçay’ınki de dâhil pek çok kaynak kitapta hiç üzerinde durulmayan bu madde çok önemliydi. İki dünya savaşı arasında Üçüncü, İki Buçuğuncu, Sendikalist gibi adlarla anılan Enternasyonal’e bir alternatif oluşturmak üzere 29 Ağustos 1924’te Cenevre’de kurulan Radikal ve Mümasili Demokrat Fırkaları İtilafı’nın kurucularından, Fransız Radikal Partisi’nin ideologlarından Léon Bourgeois’nın tezleri ve onun yakın çevresinin oluşturduğu solidarizm (dayanışmacılık), Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında “tesanütçülük” adıyla İttihaçılar tarafından sahiplenilmişti. Fransız Radikal Partisi’nin bir temsilcisi, Paul Bastid, 1926 yılında Ankara’ya gelmiş ve CHF ile temasa geçmişti. Bir süre sonra CHF’ye bir davet yapılmış; davette, CHF programının Avrupa’daki radikal partilerlerin programıyla tamamen örtüştüğü ifade edilerek, yapılan uluslararası birliğe (Antant’a) CHF’nin de katılması önerilmişti. CHF, davetin “memnuniyetle” kabul edildiği ancak konunun kongrede görüşülmesi gerektiği şeklinde cevap vermişti. Bu arada Antant’ın programı Ankara’ya ulaşmış ve tercüme edilerek Ayın Tarihi’nde yayımlanmıştı. O sırada, CHP’nin Katib-i Umumi’si Saffet (Arıkan) Bey, Antant’ın 15-17 Ocak 1927’de Almanya-Karlsruhe’de yapılan ikinci kongresine gözlemci sıfatıyla çağrılmıştı. Bu kongreye, Fransa, Almanya, Belçika, Danimarka, Macaristan, Bulgaristan, Hollanda, Polonya, Litvanya, Çekoslovakya, Yunanistan, İsveç, Norveç ve İngiltere’den adlarında “radikal”, “ulusal”, “halk”, “sosyalist” ve “liberal” ibareleri olan partiler katılmış; Türkiye ve İsviçre, sadece gözlemci göndermişti. Kongrede “manevi silahsızlanma”, “demokratik eğitim”, “işçi ücretlerinin arttırılması” konularında Saffet Bey’in yaptığı açıklamalardan sonra söz alan Yusuf (Akçura) ve Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey CHF’nin iktidarda olduğunu, buna karşılık Antant’a katılan partilerin muhalefette yer aldıklarını; dolayısıyla CHF’nin Antant’a katılması halinde diğer partilerin aksine “tüm halkı temsil eden bir parti” olduğunu ve kongrede alınan “silahsızlanmadan yana barışçı eğitimin” ulusal kimliğin oluştuğu o dönemde uygulanmasının imkânsız olduğunu söyleyerek Antant’a üyelik için erken olduğunu belirtmişlerdi. Kongrede işte bu konuda bilgi verilmişti. Ancak bu konuda herhangi bir karar alınmayacak, sonra da bir adım atılmayacaktı.
1927 Kongresi’nden itibaren partinin kuruluş misyonuna uygun olarak, Halkevleri, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, İskân Kanunu, Soyadı Kanunu gibi uygulamalarla ‘Batılı anlamda modern bir ulus-devlet’ inşasına hız verildi.
10 Mayıs 1931’de toplanan Kurultay’da (Öztürkçe akımı yüzünden artık ‘kurultay’ deniyordu), Mustafa Kemal, CHF’nin ‘Ebedî Genel Başkanı’ ilan edildi. Kemalizm partinin resmî ideolojisi oldu ve Devletçilik ve İnkılâpçılık ilkesi de eklenerek Altı Ok tamamlandı.
Kurultayda ayrıca Türkiye Cumhuriyeti halkının sınıfsız bir kitle olduğu ilan edildi ve partiye “sınıf kavgasına mahal vermeyecek şekilde toplumsal katmanların uyumunu sağlayacak” kanunlar çıkarma görevi verildi. İlginçtir, Mustafa Kemal, kongreyi açış konuşmasında bu altı ilkeye değinmemişti, ancak kongrede Altı Ok’a yeni eklenen Devletçilik ilkesinin tarifi şöyle yapılmıştı:
Bizim takibini muvafık gördüğümüz devletçilik prensibi, bütün istihsal ve tevzi vasıtalarını fertlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini güden ve hususi ve ferdi, iktisadi teşebbüs ve faaliyetlere meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kollektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir.
Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdî mesaî ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde, bilhassa, iktisadî sahada devleti fiilen alâkadar etmek mühim esaslarımızdandır.
İnkılâpçılık ilkesinin Kemalist kadrolar açısından manasını ve “makus” sonunu Şevket Süreyya Tek Adam’da şu isabetli cümlelerle anlatmıştı:
Ya inkılap yürüyecekti, tamamlanacaktı, yahu da milli mücadelenin ihtilalci ruhu, yeni devrin zihniyet, organizasyon ve fikir yetersizliği içinde kısırlaşacak bir zaman gerçek bir oligarşiye dönecekti. Yani ya idealist insan, gerçeklerin kanuniyetlerini kavrayarak onları yenecekti, ya bu kanuniyetler idealisti ve idealizmi yıpratacaktı. Ne yazık ki gelişmeler bu ikinci yönde olacaktı.
Altı Ok tasarımı kime ait?
Bugünkü şekliyle kırmızı zemin üzerine beyaz renkte Altı Ok parti amblemi 1933’te Cumhuriyet’in 10. Yılı şerefine bizzat Mustafa Kemal’in emriyle tasarlandı. Bu konuda iki iddia vardır. Bunlardan ilkine göre Mustafa Kemal bu iş için Gazi Terbiye (Eğitim) Enstitüsü’nde Resim-İş öğretmeni olan babası İsmail Hakkı (Tonguç) Bey’i görevlendirilmişti. Almanya’da grafik eğitimi aldığı için bu göreve seçildiği söylenen İsmail Hakkı Bey, Topkapı Sarayı’ndaki tarihi okları inceleyerek amblemi çizmişti. Seçtiği ok tipi Osmanlı geleneğinde “kiriş-endam” denilen tipteydi. Ancak ilginçtir, İsmail Hakkı Bey bu bilgiyi yaşarken kimseye söylememişti. Amblemi çizenin o olduğunu, İsmail Hakkı Bey’in vefatı üzerine 6 Temmuz 1960 tarihinde Gazi Terbiye Enstitüsü’nde düzenlenen törende bir konuşma yapan tarihçi Faik Reşit Unat tarafından açıklamıştı. Unat’a göre paralel olmayan, bir kaynaktan çıkmışçasına yelpaze gibi açılan uçları yan yukarıya dönük değişik uzunluktaki oklar aslında Cumhuriyetin ulaşmak istediği hedefleri gösteriyordu. Okların beş tanesi düz iken yalnızca Devletçiliği temsil eden dördüncü okun dibinde bulunan çentik estetik kaygıyla mı yoksa bir mesaj verilmek için mi öyle tasarlanmıştı sorusu ise bugüne dek cevaplanmadı. Bazılarına göre bu ok tipi, Kara Kuvvetleri’nin kurucusu sayılan Mete Han’ın (ö. MÖ 174) “ıslık çalan oku” diye efsaneleştirilen “Çavuş oku”ndan esinlenilmişti.
Münir Hayri Egeli’ye göre ise amblem CHF Genel Sekreteri Recep (Peker) Bey tarafından açılan yarışmaya katılan ve eseri birinci seçilen restitüsyon üstadı Mahmut (Akok) Bey’e aitti. Egeli, Eski Bir Atatürkçü adıyla 1954 yılında yazdığı, ilk defa 1959’da basılan, 2001 yılında Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar adlı kitabında "Altı Ok’un Hikayesi" başlığı altında şunları yazmıştı:
Bir gün Recep Peker beni çağırdı: –Halk Partisi’nin amblemi olmak üzere bir şey istiyorum, dedi. Bir şeyler düşün... Hemen ise koyuldum. Fakat işin eninde sonunda Ata’ya intikal edeceğini biliyordum. Usulca onun Halkevi’ne gelmesinden istifade ederek yaptığım örnekleri reis masasının üzerine bıraktım. Atatürk bunları görmüş. Reis, Nafi Atuf (Kansu)’tan sormuş. O da benim krokilerim olduğunu söylemiş. Nihayet beni çağırttı. –Bunlar ne?... diye sordu. – Efendim, Parti’ye amblem denemeleri. Atatürk, sadece: – Senin başka işin yok mu?.. dedi. Sonra Nafi Atuf’a döndü: –Receb’in (Peker) işi yok böyle şeylerle uğraşır. Bizi Faşist partilerine çevirecek” diye mırıldandı. Ben ondan sonra işi bıraktım. Altı Ok’u Recep Bey, [dönemin restitüsyon üstadı] Mahmud Akok’a çizdirmiş. Bana da –Bu işlerin inhisarı sende olacak değil ya... Bak ne güzel oldu, dedi.”
Tasarım hikayelerinden hangisi doğrudur bilinmez ancak Mustafa Kemal’in 29 Ekim 1933 günü Cumhuriyet’in 10. yıl kutlamaları şerefine düzenlenen tören sırasında halkın karşısına, smokininin yakasına Altı Ok rozetiyle çıktığı biliniyor. Aynı gün Ankara’daki CHF Genel Merkezi Altı Ok’lu amblemle ışıklandırılmıştı.
9-16 Mayıs 1935’te toplanan CHF Dördüncü Kurultayı’nda CHF adı CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) oldu. Altı Ok’u oluşturan ilkeler parti programına girdi. Altı Ok 5 Şubat 1937’de Anayasaya girdi. Aynı tarihte Anayasa’nın 2. maddesinden “devletin dini İslâm’dır” ibaresi çıkarılarak madde “Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir,” şekline dönüştürüldü.
Katı bir devletçilik politikası izleneceği ilan edildi. Örneğin 1936’da CHP Genel Başkan Vekili ve Başvekil İsmet İnönü’nün parti teşkilatına yazdığı bir tamime göre, dâhiliye vekili, parti genel sekreteri olurken, valiler bulundukları vilayetlerde CHF başkanlığına atanmışlardı. (Bazı yerlerde valiler Halkevi başkanlığını da yürüteceklerdi. Umumi Müfettişler hem parti teşkilatının hem de devlet işlerinin denetleyicisi idi.) Genel Sekreter Recep Peker durumu şöyle özetlemişti: “Türkiye Cumhuriyeti bir parti devletidir, parti, devletle birlikte çalışır.”
Değişmez Başkan
Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ölmesinden sonra, Atatürk ile anlaşmazlık yaşadığı için bir süredir inzivada yaşayan İsmet İnönü Cumhurbaşkanlığı’na getirildikten sonra 26 Aralık 1938 tarihinde toplanan CHP Olağanüstü Kurultayı’nda Genel Sekreter Şükrü Kaya’nın yerine getirilen Refik Saydam’ın önerisiyle parti tüzüğünün bazı maddeleri değiştirildi. Bunlardan 2. Madde daha önce “Partinin Değişmez Genel Başkanı, onu kuran Kemal Atatürk’tür” şeklinde iken, yeni maddede “Partinin Banisi ve Ebedî Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin müessisi olan Kemal Atatürk’tür” deniyordu. 3. Madde ile şu takviye yapıldı: “Partinin Değişmez Genel Başkanı İsmet İnönü’dür.” Partiye her zaman istenen nitelikte başkan bulmak zor olduğu ileri sürülerek, 4. Madde’de Partinin Değişmez Genel Başkanının sadece ölüm, görev yapamayacak kadar ağır hastalık ve istifa hallerinde boşalacağı, bu durumlarda, parti üyesi birinin yeni ‘Değişmez Genel Başkan’ olarak seçileceği belirtiliyordu.
CHP, 12 Eylül 1980 darbesi yüzünden 1981-1992 yılları arasındaki 11 yıl dışında günümüze dek kesintisiz biçimde siyasi hayatını sürdürdü. Altı Ok’tan İkinci Yüzyıla Çağrı belgesine nelerin miras kaldığını siyaset bilimcilere bırakalım, ancak Altı Ok’u oluşturan ilkelerin her birinin Cumhuriyet tarihindeki serencamını yeri geldiğinde irdelemek faydalı olur diye düşünüyorum, dolayısıyla yeri geldikçe bunu yapmaya çalışacağım.
Özet Kaynakça
Afet İnan. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, yayına haz. Arı İnan, İş Bankası Kültür Yayınları, 2007.
Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (Bugünkü Dille), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2006.
Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Mevkii, Ayyıldız Matbaası, 1965.
Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması, 1923-1931, Tarih Vakfı Yayınları, 2005.
Münir Hayri Egeli, Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk, Berikan Yayınları, 2001.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, cilt III, Remzi Kitabevi, 1999.
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, Doğan Kardeş Yayınları, 1952.
Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, 2012.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, 2012.
Zafer Toprak, “Radikal Sosyalist Enternasyonal ve Cumhuriyet Halk Fırkası 1927 Kongresi”, Toplumsal Tarih, sayı 106, Ekim 2002, s. 42-49.