Ukrayna savaşı devam ederken ve Türkiye seçim gündemine kitlenmişken, Uzak Doğu ya da ABD’nin son dönemde stratejik kaygılarla yeniden tanımladığı Hint-Pasifik bölgesinde önemli gelişmeler oluyor. Türkiye’de medya ve kamuoyuna yansımayan düzeyde bir diplomatik, siyasi, askeri hareketlilik var. Küresel jeopolitik gelişmelerde bir yoğunlaşma, safların belirginleşmesi, yeni ittifak ağlarının örülmesi gibi göze batmayan ama alttan alta hızlanan bir sürecin içine girdik. Burada başı tahmin edileceği gibi ABD çekiyor. Washington Çin’in ekonomik büyümesi ve bunu da dünyanın her yerinde siyasal güce çevirmeye başlamasıyla baş etmekte zorlandıkça, elindeki stratejik/askeri araçları daha fazla kullanmaya başlıyor ve bunun sonuçlarının daha net görülüyor. Bu yazıda ABD’nin bir süredir izlediği bir strateji uzantısı olarak müttefiklerini nasıl Çin’in çevrelenmesi stratejisine doğru ittiğini, Almanya dışında bunda değişen oranlarda istediği sonuca ulaştığının hikayesini anlatacağım.
ABD ve Pasifik
Dünya haritasına ABD merkeze alınarak bakıldığında doğusunda Atlantik ve Batısında Pasifik okyanuslarının neredeyse eşit uzaklıkta yer aldığı daha net anlaşılıyor. Bu konumun ABD’ye olağanüstü bir coğrafi avantaj sağladığı ortada. İki okyanus ve kuzey ve güneyinde iki sorunsuz komşu. ABD’li yetkililer yerine göre Atlantik, gerektiğinde Pasifik ülkesiyiz diyebiliyorlar. ABD tarihsel olarak küresel siyasetini belirlerken bir ayağını Avrupa’ya basarak sürdürür, en güçlü bağları (kurumsal, ekonomik, askeri, kültürel, elit bağları) Avrupa iledir ama son on yıldır Pasifik önem kazanmaya başladı. 2011’de ilan ettiği “Pivot Asya” stratejisi doğrultusunda ilerliyor. ABD’nin Pasifik bölgesiyle toplam ticareti 2.3 trilyon dolara ulaşırken, bölge ülkelerine 1.3 trilyon dolarlık doğrudan yatırımı var. Askeri açıdan bakıldığında ABD eski Pasifik Komutanlığının adını 2018’de Hint-Pasifik Komutanlığı olarak değiştirdi. Bu komutanlık altında 370 000 civarında askeri-sivil personel, 2000 civarında hava aracı, 5 uçak gemisi grubu bulunuyor. Bölge ülkelerine silah satışı geçtiğimiz yıllar içinde yüzde 65 artış gösterdi.
Pasifik Çin’e Eşitlendi
ABD’nin Pasifik stratejisinin merkezinde Çin ve Çin endişesi yer alıyor. Çin ABD’nin şimdiye kadar karşı karşıya kaldığı meydan okuyuculardan (challenger) çok daha farklı, çok daha güçlü, kendi iç pazarını, yatırım kolaylıklarını stratejik güce çevirebilen, yalnıza askeri güce dayanmayan, elindeki bütün imkanları kullanarak coğrafya, uluslararası örgüt, kuruluş, altyapı yatırımları, borçlandırma gibi araçlarla ABD’ye deyim yerindeyse kök söktüren bir ülke. ABD Çin’e karşı elindeki araçların hepsini birden kullandığı bir döneme girdi. Ticaret savaşı, çip üretimini geri çekme, bu ülkedeki yatırımları dost ülkelere kaydırma, müttefiklerini seferber etme ve bölge ülkeleri ve müttefikleriyle birlikte bir ittifaklar ağı kurma bunların arasında. Daha önce ABD’nin çip savaşı başlattığını ve bunun altyapı yatırımlarından daha önemli olduğunu tartışmıştım. ABD’nin Çin’i çok yönlü bir stratejiyle çevreleme, büyümesini yavaşlatma ve küresel olarak etkinliğini azaltma (less of China) politikası tam olarak işlemiyor. Ama müttefiklerini Çin’i çevreleme konusunda ikna etmede daha fazla ilerleme sağlamış görünüyor. Gerek İngiltere, Japonya gibi yakın müttefikleri, gerekse AB gibi kuruluşlar ve Hindistan gibi orta yolcu güçler giderek bölgede Çin karşıtı yapılanmanın taşlarına dönüşüyorlar.
NATO-AB Ortak Bildirisi
ABD, NATO içindeki gücünü kullanarak AB’yi Çin karşıtı bir hatta çekmeye çalışıyor. Ukrayna savaşı da işini kolaylaştırdı. NATO ve AB Ocak ayı içinde, 2016 ve 2018’den sonraki üçüncü bildirgeyi yayınladılar. Bildirge doğrudan, spesifik alınacak önlemlerden çok daha genel niyet ve dayanışma beyanı olarak dikkat çekiyor. Transatlantik’in iki yakası arasındaki birlikten söz ediyor, Çin’in yarattığı meydan okumaya cevap verilmesi gerekliliğinden ilk kez bahsediliyor. Taraflar iki kuruluş arasındaki ortaklığı bir üst seviyeye çıkarma kararı aldıklarını ilan ettiler. Oysa, AB için Çin, geçen yıl ABD’yi geçerek en büyük ticaret ortağı olmuştu. Almanya hala ekonomik bir ortak olarak Çin’den vazgeçmemekte ısrarlı. ABD, AB’yi zorladı ve 2022’deki Stratejik Pusula’da Çin hem işbirliği için ortak, ekonomik ve sistemik rakip olarak tanımlanırken, son bildiride Çin meydan okumasından bahsedildi. ABD, kendi Ulusal Güvenlik Belgesindeki dili, tehdit tanımını bir bakıma AB’ye dayattı. Aslında NATO ve AB muadil örgütlenmeler değil. AB uluslarüstü ekonomik ve siyasal bir bütünleşme, NATO ise egemen devletler arası bir ittifak örgütü. Bu yüzden bildirinin özü Çin karşıtlığının ilan edilmesi.
NATO Japonya Ortaklığı
NATO’nun antlaşmasında detaylı yazan coğrafi sınırlaması özellikle 1990 sonrasında hep kağıt üzerinde kaldı. Bir dönem başbakanlığı deneyen İngiliz Dışişleri Bakanı Thruss Atlantik ve Pasifik arasında seçim yapacak durumda olmadıklarını, “Küresel bir NATO” dönemine girdiklerini söylüyordu. Uzak Doğu’da NATO’nun başlıca ve en eski dayanak noktası Japonya oldu çünkü Japonya uzun süredir kendi güvenliğini NATO’yla ilişkilendirmek istiyor, Batı sisteminin güvenliğinin bir bütün olduğunu savunuyordu. NATO bölgeye uzanmak için Japonya’dan daha hevesli bir ortak bulamazdı. Daha 2006’da Japonya dışişleri bakanı Kuzey Atlantik Konseyi toplantısına katılmıştı. 2010’larda işbirliği hızlandı ve ilk ortak tatbikat 2014’te yapıldı, Tokyo 2018’de Brüksel’deki elçiliğinde bir NATO misyonu kurdu, NATO 2021 NATO Asya-Pasifik Bölgesinde ortaklarıyla diyalog ve işbirliği kararı aldı, Japonya bunun merkezi ülkesi oldu. Japonya ABD’nin NATO’yu Uzak Doğu ya da 2018 sonrası geliştirdiği terminolojiyle Hint-Pasifik’e uzatmasının en önemli dayanak noktası olmayı kabullenmekle kalmadı, NATO’yu Pasifik’e çekmek için elinden geleni yaptı. ABD’nin hem Çin hem de Rusya ile sorunlu olan tek önemli müttefiki olarak Japonya ısrarla Atlantik ve Pasifik’in güvenliklerinin bir bütün olduğunu savundu, NATO’yu mümkün olduğunca Pasifik bölgesine sokmaya çalıştı. NATO askeri komitesi Haziran 2022’de Japonya’ya ziyarette bulundu.
İngiltere Japonya Yakınlaşması
ABD stratejisinin ayrılmaz parçası olan İngiltere, AB’den çıktıktan sonra kendisini “Küresel İngiltere” olarak tanımladı ve küresel olarak daha iddialı olma yoluna girdi. Yayınladığı strateji belgesinde Hint-Pasifik bölgesine daha fazla ağırlık vereceğini ilan etti (Global Britain in a Competitive Age:Integrated Review, 2021). İngiltere bunu hayata da geçirmeye başladı ve ABD’nin diğer şaşmaz müttefiki olan Japonya ile askeri ve savunma alanlarında işbirliğini derinleştirdi. Ocak 2023’te iki ülke karşılıklı olarak kuvvetlerini konuşlandırmaya izin vermeyi ve savunma sanayiinde işbirliği gibi konuları içeren bir anlaşma imzaladılar. Avustralya da Japonya ile benzer bir anlaşma imzaladı. Japonya teknolojik alanda ileri bir ülke olmasına rağmen savunma sanayiinde yeterince güçlü değil. Bu açığını diğer Batılı ülkelerle işbirliği yaparak kapamaya çalışıyor. İngiltere, İtalya ve Japonya bu kapsamda bir savaş uçağı geliştirme programı başlattılar. Zaten Japonya savunma harcamalarını yüzde 1’den 2’ye çıkarma kararı aldı.
Hindistan’ı Dört Koldan Bağlama
Hindistan yakında nüfus olarak Çin’i geçecek ve hızlı bir ekonomik büyüme içinde. ABD küresel stratejisinin son on yılda en büyük başarısı Hindistan’ı kendisinden uzak tutabilmesiydi. Buna Çin’in de Hindistan’ı kendisinden uzaklaştıran politikasının yardımcı olduğunu belirtmek gerek.
Şubat 2022’de Hint-Pasifik strateji belgesi yayınlayan Fransa bölgede çeşitli adalardaki nüfusu (1.5 milyon) ve 8000 civarındaki askeriyle ABD dışında bölgede sürekli askeri varlığı olan tek Batılı ülke. Doğrudan Çin’i hedef almasa da, Fransa özellikle Hindistan ile savunma, uzay ve nükleer enerji alanında ilişkilerini derinleştirdi, 2019’da Hindistan Rafale savaş uçakları aldı. Hatta, bu denkleme Birleşik Arap Emirlikleri de dahil oldu, Hindistan-BAE ilişkileri gelişti (N. Modi BAE’yi gibi küçük bir ülkeyi dört kez ziyaret etti), Fransa, Hindistan, BAE gibi üç benzemez ülke ortak deniz tatbikatı yaptılar. Fransız uçak gemisi Bombay limanını kullandı.
Öyle görünüyor ki, ABD Japonya’yı da Hindistan ile yakınlaşmaya teşvik etti. İki ülke küresel stratejik ortaklık süreci başlattılar, iki ülke hava kuvvetleri ortak tatbikat yaparken, Japonya’nın isteği üzerine Hindistan, Rusya’nın tartışmalı Kuril adaları yakınındaki tatbikatına katılmaktan vazgeçti. Japonya Hindistan’ı “Güvenli Tedarik Zinciri Girişimi” çerçevesinde Çin’den çıkan şirketleri için ilk duraklardan biri olarak ilan etti. Dolayısıyla, stratejik işbirliğinin ekonomik getirileri de olması bu tür girişimlerin cazibesini artırıyor.
Bu sayılan işbirliği, stratejik deklerasyonlar, örgütlenmeler tam bir liste değil. Yalnızca Hindistan için bile Avustralya-Hindistan-Endonezya, Hindistan-Fransa-Avustralya, Hindistan-İsrail-BAE, Hindistan-Japonya-ABD, Hindistan-Japonya-İtalya gibi üçlü platformları var.
Çin Tepkisi
NATO-AB bildirisi ve diğer bölgeye yönelik açılımlardan Çin rahatsız ve bunu genellikle yaptığı açıklamalarla duyuruyor. Çin yönetimi ve onun adına konuşan isimler, yayınlar genelde standart bir dil kullanıyor. Ana vurgusu bir meydan okuyucu değil ortağız, işbirliğine açığız şeklinde. Çin AB’yi, ABD’nin oyununa gelmemeye çağırıyor ABD’nin arkasına takılmanın AB’nin aleyhine işleyeceğini söylüyor. NATO’yu da kendi ilan ettiğin bölgede kalması, Pasifik’e bulaşmama konusunda uyarıyor. Çin’in asıl tepkisi ABD’ye. Çinli uzmanlar ABD ve NATO’yu eski kafalı ve Soğuk Savaş zihniyetini aşamamakla eleştiriyorlar, blok politikasının kimseye bir şey kazandırmayacağını söyleyerek gerilimi azaltmaya çalışıyorlar. Ama bölge ülkelerinin Çin’den çekindiği bir vakıa. Çin yükselen bir güç olarak ABD karşısında zayıflık belirtisi göstermemek zorunda ama bu sert, dirençli görüntü ve politika bölge ülkelerinde tedirginlik yaratıyor. Öyle ki, bütün bölgede Vietnam ile arası bozuk olan Kamboçya dışında Çin’e yakın duran bir ülke yok. Ürkütmeden güçlenme konusunda Çin’in iyi bir sınav verdiği söylenemez.
Uzak Doğu bölgesinde NATO gibi bir örgüt olmadığı için ABD bölgedeki güvenlik yapılanmasını ikili anlaşmalarla kurmuştu. Ama son dönemde müttefiklerini devreye sokarak karşılıklı işbirliği ve anlaşmalar yoluyla bölgede Çin’i çevreleme ve yalnızlaştırma politikasına hız verdi. Eskiden kalan ASEAN, son yıllarda kurduğu QUAD (ABD, Hindistan, Japonya, Avustralya), AUKUS (ABD, İngiltere, Avustralya) gibi örgütlerin yanında burada tek tek sayamayacağım kadar çok sayıda, müttefikleri arasında örümcek ağı ya da dantel gibi işlenmiş bağlar kurarak, stratejik kazanım elde etmeye çalışıyor. Yalnızca geçen yıl buradaki faaliyetleri için 66 milyar dolar ayırdı. “Özgür ve Açık” (Free and Open) Hint-Pasifik söylemi altında, Çin’den gelen eleştirilere, bu politikanın geçmişte Çin’in de işine yaradığını ve bölgede güvenlik ve istikrar sağlandığında Çin’in çok hızlı büyüdüğünü söyleyerek cevap veriyor. Burada söz dalaşının ötesinde bir sorun var ve giderek ağırlaşma potansiyeli taşıyor. Çin dünyanın her coğrafyasında ABD’yi zorlarken, ABD de Çin’i özellikle Avrupa, Körfez, Hint-Pasifik hattında ve deniz alanlarında çevrelemeye, askeri olarak alanını daraltmaya çalışıyor. Bu strateji doğrultusunda bölgede başta en kritik Hindistan, Japonya olmak üzere bütün ABD müttefikleri bir yandan İngiltere, Fransa, İtalya gibi NATO üyeleri, öte yandan kendi aralarında bir şekilde askeri bağlar kurdular.
ABD biri Avrupa, diğeri Asya’daki çok önemli iki müttefiki Almanya ve Japonya’yı küresel stratejik gelişmeler çerçevesinde militarizasyona zorladı. İstediğini de aldı. Avrupa’da Rusya Almanya’yı, Asya’da Çin Japonya’yı korkuttu. Bu iki ülke de ABD’ye istediği fırsatı sağlıyorlar. AB üyeleri Rusya’ya yönelik yaptırımlar ve yüksek enerji maliyetleri yüzünden Çin ile ticaretlerini ve yatırım ilişkilerini azaltmıyorlar, bu mümkün değil. ABD de buna engel olamıyor. Ama bir yandan da ABD çizgisinde ilerleyerek onun Hint-Pasifik stratejisine destek sağlıyorlar. Bölgede henüz sıcak bir çatışma olmasa da, hem Avrupa hattında hem de Asya hattında gerilim, bloklaşma ve silahlanma artış halinde.