ABD seçimleri bütün dünyayı ilgilendiriyor ve yakından takip ediliyor. Senato’nun üçte biri ve Temsilciler Meclisi’nin tümünü kapsayan ara seçimler bile önem kazandı. ABD seçimlerinde Cumhuriyetçilerin büyük bir dalga yaratarak (kırmızı dalga) Kongre’nin her iki kanadında da çoğunluğu elde edeceği düşünülüyordu. Ama öyle olmadı. Biden zayıf bir lider görüntüsü veriyor, bazen ne yapacağını şaşırıyordu.
Görev onayı yüzde 40’a kadar düşmüştü, her hükümetin belası, enflasyon yüzde 8 civarı ama gerçekte bundan biraz daha yüksekti ve 40 yılın en üst seviyesine ulaşmıştı, Trump dengesiz ve narsistti ama Cumhuriyetçi Parti’ye bir enerji getirmişti. Zaten seçilen her başkan iki yıl sonraki Kongre seçimlerinde oy kaybına uğrardı. Biden yönetiminde bunun geçmişe göre daha fazla olması bekleniyordu. Geçmişte Clinton Temsilciler Meclisi’nde 54, Obama 63 sandalye kaybetmişti. Bu yazı yazılırken Demokratlar Senato’da 50 sandalyeyi alarak konumlarını korudular ama başkan yardımcısının oyuyla kıl payı çoğunluk onlardaydı, ikinci tura kalan Georgia eyaletini de alırlarsa net bir çoğunluk sağlamış olacaklar. Temsilciler Meclisi’nde ise Cumhuriyetçiler birkaç sandalye fazlasıyla kazanabilecekler.
Bu yazıda ABD’de beklenen Cumhuriyetçi dalganın gerçekleşmemesinin nedeni olarak üç ana etken üzerinde duracağım. Bunlar Biden yönetiminin etkilerini yavaş gösteren bazı sosyal devlet uygulamaları, genç kuşağın daha fazla oy kullanmaya gitmesi, kürtaj hakkı ve benzeri konuların öne çıkması. Buna kısmen Trump’ın kendisine aşırı güvenerek yanlış adayları desteklemesi de eklenebilir.
BIDEN VE SOSYAL DEVLET
ABD vahşi kapitalist sistemin hakim olduğu bir ülke ve bunu saklamıyor, zorunlu olmadıkça bu sistemde değişiklik yapmaya da yanaşmıyor. Dünyaya her yıl ikramiye olarak 50 bin yeşil kart dağıtıyor, binlerce insan sınırı geçmeye çalışıyor ve insanlar bu durumu bilerek ABD’de yaşamaya gidiyor. ABD sistemi isterse savunma, savaşlar vs yaptığı harcamaların bir kısmını sosyal devlet uygulamalarına harcayabilir ama bir toplumsal proje olarak, çok çalışanın, şansı iyi gidenin dikey yükselme imkanı bulduğu, kaybedenin sokakta yattığı bu sistemi değiştirmiyor. Aşırı bireyci bir toplumsal/ekonomik düzen ile insanların daha yüksek yaşam standardına ulaşması duygusunu uyarıyor, sistemi böyle ayakta tutuyor. 1980 sonrası neoliberal dönemde bu sistem gelir dağılımını her yerde olduğu gibi ABD’de de daha fazla bozarken ve sendikasızlaşma vb uygulamalar yayılırken, buna günümüzde bir de Covid pandemisinin yarattığı sorunlar eklendi. ABD sistemi Biden ile birlikte hem söylemsel olarak hem de sınırlı da olsa uygulamada bazı sosyal devlet uygulamalarına geçmek zorunda kaldı. Bunu zorunlu kılan biraz da Bernie Sanders’ın temsil ettiği daha sol “demokratik sosyalizm” seçeneğinin gençler arasında giderek taraftar bulmasıydı. Demokrat Parti bir tür “ortanın solu” seçeneğine yönelmek zorunda kaldı.
Biden tweet’lerinde sık sık en zengin yüzde 1’den daha çok vergi alınacağını, altı dev petrol şirketinin altı ayda 100 milyar dolar kâr ettiğini, bu zamları yapmasa gelir dağılımına katkı sağlayacağını, bu şirketlerin ülkeye yatırım yapmazlarsa onlardan daha fazla vergi alınacağını, Büyük Farma (Big Farma) denen dev ilaç şirketlerine savaş açtığını vs paylaşıyor.
Bunun yanında Mart 2021’da Kurtarma Planı denen ve 1.9 trilyon doları bulan sosyal yardım, aile ve çocuk destek programı açıklandı. Buna göre yıllık 75 bin dolardan az kazanan her aile çocuk başına aylık 300 dolar destek almaya başladı. Ailelere ise üç kez 1.400 dolarlık çek gönderildi. Sağlık alanında ise başta hastalık derecesine göre aylık 400 dolar ile 2000 dolar arasında değişen insülin ilacı masrafına 35 dolarlık üst limit getirildi, kan sulandırıcı ve kanser tedavisinde kullanılan diğer ilaçlar konusunda da ilaç endüstrisi ile pazarlığa oturuldu. Bunun uygulaması Ocak 2023’ten itibaren başlayacak. Yine, eğitim alınınca ciddi bir soruna dönüşen mezuniyet sonrası kredi ödemelerinde Öğrenci Kredi Affı yasası geçirildi ve bu çerçevede 16 milyon Amerikalı Eğitim Bakanlığı kredi borcunu silmek için başvurdu. Kredi silme konusunda yerel bir mahkemede dava açıldığı ve engellendiği için bu yasa da henüz yürürlüğe girmedi.
Biden’in sistem içi bir siyasetçi olduğunu biliyoruz. ABD’deki iki parti arasındaki iş bölümünde üzerine düşeni yerine getiriyor. Özellikle aile ve çocuk yardımının durumu iyi olmayan 36 milyon aileye aylık ortalama 450 dolar kadar destek sağladığı, bunun da enflasyonun yükseldiği ortamda önemli bir destek olduğu kabul ediliyor.
ABD’de sosyal yardımlar tek başına oy artırmayabiliyor. Birçok ülkeden farklı olarak, kapitalist, bireyci ve materyalist kültürün, hayat tarzının çok derinlere nüfuz ettiği bu ülkede sosyal yardımlardan nefret eden, kamudan yardım alanları, kendi ceplerinden para çalan asalaklar olarak gören sağcı, gerici bir kitle de var. bunlar aile ve çocuk yardımının insanları tembelliği ittiği yolunda yaygın bir inanç oluşturdular.
Cumhuriyetçi Parti bütün bu yasalara karşı oy kullanmakla yetinmeyip, 150 milyon dolar harcayarak karşı kampanya yürüttü. Amerikan kamuoyunda enflasyonun, Biden yönetiminin bu sosyal destek programlarını finanse etmek için yaptığı harcamalar yüzünden arttığı fikrini yerleştirmeye çalıştı. Bu propagandanın ABD’de alıcısı çok.
DEĞİŞEN SEÇMEN DEMOGRAFİSİ
Uzatmadan belirtmek gerekirse 1996 ve sonrası doğumlu Z Kuşağı Biden yönetimini kurtardı. Birçok toplumda olduğu gibi ABD’de de kırsala gidildikçe, eğitim düzeyi düştükçe ve yaş arttıkça muhafazakar, sağ partilere oy verme eğilimi artıyor. Örneğin, coğrafi olarak Türkiye’de ve ABD’de merkez sol, kıyılardan oy alırken, merkez sağ iç bölgelerden daha fazla oy alıyor. Biden yönetiminin çevre konusunda daha dikkatli bir görüntü vermesi, Trump yönetiminin çıktığı Paris İklim Anlaşmasına geri dönmesi, ülke içindeki boru hatlarına izin vermemesi ve kaya gazı ruhsatlarına kısıtlama getirmesi genç kesimden daha fazla oy almasını sağladı.
Her ne kadar yüzde 30 civarında bir oy verme söz konusu ise de bu kendi içinde tarihin en yüksek katılımı oldu. Z Kuşağını sandığa çeken bir başka gelişme Trump’ın atadığı üyelerin ağırlığıyla Anayasa Mahkemesi’nin 1973’ten beri yürürlükte olan kürtaja erişme hakkını iptal etmesi oldu. Bunun üzerine birçok eyalet (şu anda 12) kürtajı ya yasak hale getirdi ya da zorlaştıran kararlar çıkardı. Bunun kendi bedenleri konusunda hassas olan genç kuşağı ve kadınları rahatsız ettiği, başka koşullarda sandığa gitmeyecek bir kitleyi hareketlendirdiği araştırmalarda görülüyor. Kadınlar bunu kendi bedenlerine dair bir tasarrufa devletin müdahalesi olarak görüyorlar ve yapılan yoklamalar, daha çok Demokrat Parti seçmeni olmakla birlikte seçmenin üçte ikisinin kürtaj hakkının korunmasını istediğini ortaya koyuyor. Örneğin, tutucu olarak bilinen Kansas eyaletinde bile yapılan referandumda sonuç kürtaj kısıtlamasına karşıt çıktı. 2028’e gelindiğinde hem genç, hem de Latino, siyah oy oranı seçmen kitlesine hakim olacak.
Yapılan araştırmalar Z Kuşağı’nın yüzde 63’ünün Demokratlara yüzde 35’inin ise Cumhuriyetçilere oy verdiğini gösteriyor. Dolayısıyla, onların sandığa gitmesi Cumhuriyetçi Parti’ye oy veren yaşlı nüfusun oyunu dengeledi. Bu kuşaktan seçmenlerin ileride yaşlanınca oy verme eğilimleri değişmezse Cumhuriyetçilerin işi zor olacak.
CUMHURİYETÇİ PARTİ’DE LİDERLİK SORUNU
Cumhuriyetçi Parti içinden gelmeyen ve ABD tarihinde ender bir şekilde ilk dönemden sonra seçilemeyen başkanlardan biri olan Trump’ın seçim sonrasında da parti üzerindeki ağırlığı devam etti. Bir daha aday olabileceğine dair sinyaller veren Trump yetmişe yakın Senatör, Temsilciler Meclisi Üyesi, valiyi onayladı, onlara desteğini açıkladı. Bunların içinde Pensilvanya’dan senatör olmak için aday olan Mehmet Öz de vardı. Öz seçimi kaybedince Cumhuriyetçilerin olan bu eyalet Demokratlara geçti. Senato’da 50/50 dengesi varken bu çok ciddi bir kayıp oldu. Trump’ın desteklediği birçok adayın seçilememesi imajını sarstı. Zaten eski büyük bir partinin neden Trump gibi siyasi deneyimi olmayan dengesiz birinin peşine takıldığı da ayrı bir konu. Sonuçta bu seçimler bir bakıma Trump’ın da oylanması anlamına geldi ve Trump burada kaybetti.
Trump’ın onaylamadığı ve adaylık konusunda çekiştiği Florida valisi Ron DeSantis ise rakibine fark atarak hem valiliği kazandı hem de Trump’a karşı başkan adaylığı pozisyonunu pekiştirdi. Trump’ın DeSantis’e yönelik aşağılayıcı ve tehditkar tarzının bir işe yaramayacağı bir dönemeç geçildi.
İlginç bir şekilde Demokratlar seçimi kazandık demek yerine demokrasi kazandı demeyi tercih ettiler. 2020 seçimlerinden bu yana ABD’de “election deniers” (seçimi reddedenler) diye bir kavram çıktı. Bunu yaratan tahmin edilebileceği gibi Trump ve onun takipçileri. Hâlâ daha Trump destekçilerinin önemli bir kısmı seçimi Trump’ın kazandığı ve çalındığına inanıyor. Benzeri bir tartışmanın bu seçimlerde de devam ettirileceği, birçok adayın seçim sonuçlarını tanımayacağına dair bir endişe vardı. Bu endişe gerçekleşmedi, seçim sonucunu reddeden çıkmadı, Trump bile bu kez birşey diyemedi. Dolayısıyla, seçim sonucunu reddetmenin arızi bir durum olacağına ve önümüzdeki seçimlerde tekrar etmeyeceğine dair bir beklenti oluştu.
ABD iç politikası Türkiye ve başka ülkelerde de olduğu gibi, bir yanda kimlik siyaseti, kültür savaşları, öte yanda kendisini ekonomik zorluklar, hayat pahalılığı, enflasyon olarak dışa vuran sınıf temelli iki eksen arasındaki gerilimle sürüyor. Şu an ABD 1980’den bu yana en yüksek enflasyon ve en sosyal devlet uygulamalarını birarada yaşıyor. Aynı zamanda da son elli yılın en derin kutuplaşmasını yaşıyor. Amerikan sistemi sınıfsal baskıları bazen Trump gibi figürler aracılığıyla ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi alt ve orta sınıfları dikkatini doğrudan çekecek tartışmalara kaydırırken, bazen Biden gibi sosyal devlet uygulamalarıyla yumuşatmaya, küçük dokunuşlarla geçiştirmeye çalışıyor. Bir taraftan da Çin gibi yükselen bir güç, söz geçirmekte zorlandığı müttefiklerin olduğu küresel bir ortamda bunların hepsiyle baş edip edemeyeceğini ileride göreceğiz.