Adım adım Suriye meselesi

HTŞ ya da o kimlikteki muhtelif gruplar Türkiye yerine, Türkiye’ye karşı “intikam” duyguları ile yatıp kalkan Esad ile anlaşmış olsaydı ne olacaktı?

Türkiye’nin en büyük şanssızlığı, iktidara geldikleri zaman devlet aygıtının direnç göstererek mesafeli yaklaştığı çok ama çok deneyimsiz bir kadroyla, Arap Baharı ya da o dönem içeriğini bile bilmeden sahiplenilen adıyla Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) yakalanmasıydı. MGK’da bürokrasiyle eşit olabilmek için, ihtiyaç olmamasına karşın dört başbakan yardımcısının atandığı günlerden söz ediyorum.

Arap Baharı hükmünü sürdürürken Libya’da Türkiye gelgitler yaşadı, kavraması zaman aldı. Özellikle Ortadoğu’da aktif dış politika istiyordu AKP kadroları. Bunun nedenlerinden birisi kendilerine biçtikleri muhafazakâr politik kimlikti. O ülkeler AKP’nin beslendiği geleneğe göre “Müslüman” ülkeler kategorisindeydiler ve birlikte olmaları gerekiyordu. Libya’dan sonra sıranın Suriye’ye geleceği konuşuluyordu, hatta bunun için ön hazırlıklar da yapılıyordu.

Dara’da çocuklar duvarlara sloganlar yazdılar. Arap Baharı’nın etkileri oraya kadar ulaşmıştı. Valinin emri ile yakalanan çocukların kolları kırıldı. Çocukların bağlı olduğu aşiretin önde gelenleri valiyi şikâyet ettiler. Vali görevden alınmadı, şikâyet edenlerin de kolları kırıldı. Ve Suriye’de olaylar başladı. Geneline baktığınız zaman bir proje görürsünüz ama özele geldiğinizde beceriksizliğin, o diktatör olmanın ruh hali hemen karşınıza çıkıyor. O vali görevden alınsaydı olaylar buraya kadar gelir miydi? Bu sorunun muhtelif yanıtları olabilir.

Türkiye’nin önceliği Esad’dı

Türkiye’nin o dönem tek hedefi, ilişkileri çok iyi noktaya getirdikleri Esad’ın iktidarda kalmasını sağlamaktı. Bunun için çaba harcandı. Mektuplar yazıldı, özel görüşmeler yapıldı ve adım adım reformlar yapması istendi. Bu dönem 6 ay sürdü. Esad reformları başlatacağına ilişkin bir konuşma yapacağını Türkiye’ye iletti. Hatta Türkiye’den bu konuşma için bir de metin talep etti. Bu metin de kendisine gönderildi. Ama o konuşma yapılmadı.

Daha sonra askerlerin o dönem itirazlarına karşın Türkiye silahlı muhalif güçlerin desteklenmesi işine girdi. Ve hatalar üst üste gelmeye başladı. Deneyimsizlik ve kendilerine direnme ihtimali olan asker ve sivil bürokratik kadroların tasfiyesi Suriye meselesini Türkiye’nin içine taşıdı.

Suriye’de Esad’ın devrilmesi ve yerine uzun süre ülkede istikrarın sağlanmasında sıkıntı yaşanacağı belli bir kadronun gelmesi Türkiye açısından olması gereken belki de tek seçenekti. Ters taraftan düşünelim, HTŞ ya da o kimlikteki muhtelif gruplar Türkiye yerine, Türkiye’ye karşı “intikam” duyguları ile yatıp kalkan Esad ile anlaşmış olsaydı ne olacaktı? (Ülkesi Türkiye’nin taşıdığı odun ile yanmış, yıkılmış Esad’ın durumunu anlayabiliriz ama oraları maalesef geçtik.) Aynı durum YPG ile de söz konusu olabilirdi.

Hatalı, yanlış, tarihsel fanteziler ve acemice, iç siyaset öncelikli alınmış kararlarla düşülen çukurdan çıkmanın hamlelerini hep birlikte izliyoruz. Maliyetini de her anlamda ödeyerek.

Herkesin bildiği operasyon

Suriye’de son yaşananlar her şeyden, herkesin haberinin olduğunu da ortaya koyuyor. Rusya’nın haberi varmış. Esad’ın özellikle Türkiye ile görüşmemesi başta olmak üzere önerilerini dikkate almaması Rusya’yı kızdırmış. (Esad’ın önerileri kabul edip sonra bunların gereğini yapmaması ilk kez Rusya tarafından tespit edilmedi. Hep böyle yaparmış.) İran’ın ise sıkıntısı çok ve Suriye’deki varlığı her an İsrail’in kolay hedefi. Ülkesinin içi de karışık.

İsrail ile ABD’nin de HTŞ operasyonunun önünü açtığı ortada. Belki de Türkiye ile alınan ortak karar da olabilir. İsrail, askeri hedefleri bombalamak ve yok etmek için planlarını bile yapmış. HTŞ’nin Şam’a gelmesi uzun sürseydi, Esad yönetimi bir direnç oluştursaydı demek ki İsrail güçlerinin HTŞ’nin önünü açmak için vuracağı hedefler hazırdı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamalarına göre HTŞ’nin harekete geçmesinden hemen önce Rusya ve İran ile temas kurularak çatışmaya müdahil olmamaları sağlanmış. Hatta Doha’daki Ortadoğu Konferansı’nda da üçlü görüşme yapılarak planla ilgili bilgiler konuşulmuş. Bu temaslardan sonra yaşanacaklardan Esad’ın haberinin olmaması da çok mümkün gözükmüyor. İran ile Rusya’nın denklemden çıktığını gören moralsiz Suriye askerleri de savaşmamışlar.

Doha’da yapılan 5. Ortadoğu Konferansı en sönük toplantı olarak kayıtlara geçti. Katılım ve temsil düzeyi hayli düşükmüş. İki isim öne çıkmış: Mesut Barzani ile Ahmet Davutoğlu. Halen Davutoğlu’nun alışık olduğumuz içinde muhtelif hayaller de barındıran içerikteki uzun konuşması tartışılıyor. Barzani’nin mesajları ise hayli ilginç. Bölgede Türkiye, İran, Rusya, ABD ve İsrail dahil olmak üzere bütün ülkelerle iyi ve sağlıklı ilişkileri olan tek yapı olarak kendi yönetimlerini uzun uzun anlatmış. Bunun Suriye için bir model olarak önerildiğini anlıyoruz. Barzani’nin çok tarzı olmasa da bu modelin içinde Kürt sorunu barındıran ülkelere de uygulanma ihtimaliyle dile getirmiş olma olasılığını da akılda tutmak lazım. Çünkü özellikle SDG bölgesindeki KDP’li Kürtlerin YPG ile hemen hemen hiçbir konuda anlaşamadıkları sır değil. (Konferansa ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarının yoğun ilgi gösterdiğini de belirtelim.)

Bunlar biraz uzmanlık isteyen konular. Sağlıklı bilgi ve yorum alacağınız kaynaklar da hayli az. Ekranlardaki isimlerin çokluğu ya da bölgeye giderek, o ana yaptıkları tanıklıkları mutlak doğru gibi aktaran isimlere de çok takılmayın. Katı İslamcı bir formatla yıllarca şiddetin içinde kalanların, o formatın refleks göstereceği bir meselede alacağı tavır hiç de sürpriz değildir ve bunun ne olacağı da çok bellidir. Mezhep üzerinden örneklere tanıklık yapmaya başladık. Arkası da gelir bunun.

Musul - Kerkük işi beklemede

Suriye’de işler hayli uzun. Konuyu tartışmaya bir ömür harcamamız gerekecek.

Bu arada gözler hep İran’da. Ama İran’dan önce ele alınması gereken bir Irak var. Erdoğan, Kalın ve Fidan ekibini burada çok fazla sıkıştıracak ve her an ortaya çıkacak ciddi bir sorun var: Musul-Kerkük. Buraların kontrolü İran’a yakın Haşdi Şabi’nin elinde. ABD ve İsrail, Bağdat yönetimine buralara operasyon yapması için baskı uyguluyor. Bağdat yönetimi bunu yapmaz ise KDP’nin yapma ihtimali çok az. Kürtlerin bir biçimde oraya girmesi hem de bu anlamda girmesi Türkiye’nin hem tepkisini çeker hem de Erdoğan’ın seçimlerde elindeki önemli bir kozu kaybetmesine neden olur, Bahçeli ile birlikte. O zaman seçenek sayısı azalıyor. Ama Şam benzeri Türkiye’nin hakimiyetini oluşturduğu bir Musul ve Kerkük yönetiminin tartışılmadığını sanmayın. Bunun iç siyasette yaratacağı etkiyi de gözünüzden kaçırmayın.

Bahçeli’nin mesaj dolu açıklamaları

Herkes her şeyi biliyormuş derken Devlet Bahçeli’nin de rolünün altını çizmek gerekir. 28 Mayıs'ta kameraların karşısına geçen Bahçeli, ”Fethin önemi neyse siyasete de o önemi kazandıracaktır” gibi kafa karıştırıcı bir cümle kurduktan sonra, “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, herşey değişecektir, öyle gözüküyor… İnşallah Türkiye değişmez” diyerek klasik bulmaca gibi açıklama yapmıştı. Bahçeli’nin bu tür açıklamalarına aşina olunduğu için üzerinde pek durulmadı. Ama şimdi bu konuşmanın sıradan olmadığı net bir biçimde ortaya çıkmış vaziyette. Bahçeli’nin sonraki açıklamalarını da bununla bağlamak gerekir.

Suriye operasyonunun arkasında Türkiye’nin bulunduğu dünyada da sır değil. Erdoğan, Kalın ve Fidan’ın açıklamaları ve hemen oraya gitmeleri de bunu sır olmaktan çıkarıyor. İletişim Başkanı Fahrettin Altun da gazetecilerle sohbetinde bunu uzun uzun anlatmış.

ABD’nin YPG konusunda ikna olma hali

Suriye meselesindeki önemli ayrıntı ABD’nin önemsediği YPG için risk olacağını bilmesine rağmen Türkiye’nin önünü neden açtığıdır? Bugün itibariyle orasının en güçlü ve organize yapısı YPG’nin omurgasını oluşturduğu SDG’dir. Kürt meselesinde içine YPG’yi de kapsayan güçlü bir adımın atılması koşuluyla ABD’nin Türkiye’ye “sorun” çıkarmayacağı sanırım üzerinde mutabık kalacağımız ve tahmin edebileceğimiz yöntemdir. Bu iç siyaset açısından Erdoğan için risk olurken ABD için yeterli olmayabilirdi. İşte bu arada Bahçeli devreye girdi ve beklenenden de büyük bir adım attı. Ve o adımın yettiği, hatta arttığı bile görülüyor.

Bahçeli’nin Ahmet Davutoğlu’na TBMM’nin açılış resepsiyonunda “Sizin deneyimlerinize ülke olarak çok ihtiyaç duyacağımız döneme giriyoruz” demesi de aslında bugün yaşananların ip ucuymuş. Davutoğlu Suriye’de olup biteni sürekli olarak kendisini de dahil ederek “başarı” olarak sunuyor. Bakalım, Bahçeli’nin açıklaması Davutoğlu’nun hevesi bu dönemde şaşırtıcı bir pozisyona dönüşebilecek mi?

Buradaki ilginç nokta, MHP ve Bahçeli’nin devlet aygıtındaki rolleri. Resmi olarak CHP ile devlet karşısında hiçbir farkı olmayan bir parti MHP. Ortada devleti yönetme sorumluluğunu üslenecekleri bir koalisyon protokolü de yok. Ama görüldüğü gibi devletin en mahrem bilgilerine sahipler ve görev de üstleniyorlar.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in açıklamalarından MİT brifinginde Suriye meselesinin bu bölümüne hiç girilmediği anlaşılıyor. MİT, MHP’ye verdiği bilgilerin kırıntısını CHP ile paylaşmamış…

Köşe Yazıları Haberleri