Dikkat, biraz kötümser bir yazı oldu. Eğer Türk reklam sektörünün bütün tuşlara basarak hazırladığı seçim kampanyası filmlerinde tüyleriniz diken diken oluyor, gözleriniz yaşarıyorsa, okumayın, moraliniz bozulabilir.
Türk reklam sektörü kuralları: çocuk ve/veya yaşlı olsun, ışıl ışıl gözlerle baksınlar, müzik önce hüzünlü sonra neşeli olsun ve mümkünse klarnetli olsun (Hababam sınıfı efekti), kamera fıldır fıldır dönsün (Hitchcock efekti), pastel tonlar olsun, mutlaka bayrak dalgalansın, davudi geri plan erkek sesi güven versin, birinci tekil ve birinci çoğul iyelik eki kullanılsın (Türkiyem, çocuklarımız, vs). Ramazan’da kola da satar, deterjan da. Yerli ve milli zamazingo da pazarlar, cumhurbaşkanı da.
Önce bu soruyu genel olarak soralım. Modern dünyada, en azından batı demokrasilerinde 'alternans', yani sistemin özünü değiştirmeden iktidarın düzenli olarak el değiştirmesi, siyasetin doğasında vardı. Bir dönem yumuşak sol iktidara gelirdi, bir dönem liberal sağ. Bazen yumuşak sol komünistlerle ortak olurdu, bazen liberal sağ kapitalistleri yedeklerdi. Fakat devlet aygıtı ve hukuk devleti, devletin sürekliliğinin garantisiydi. Lütfen açın 1980’lerin harika dizisi Yes (Prime) Minister’ı tekrar seyredin.
Ama aşağı yukarı 30 sene önce bir şey oldu. 1970’lerde ve 1980’lerde iyice marjinalleşmiş milliyetçi ve ırkçı sağ adım adım siyasetin merkezine oturdu. Önceleri sol akımlar bunu hoş karşıladılar zira bu karikatür gibi abuk subuk insanlar ciddi rakiplerinin oylarını bölüyorlardı. Ama doksanların sonuna doğru, post-modernizm siklonunun gözüne yerleşen bu sağ hem meşrulaştı hem de rakiplerini kendini taklide zorladı. Bugün merkez partilerinin göç, sosyal haklar, güvenlik, piyasa vs gibi konularda tutturdukları söylemler 1970’lerin “aşırı” söylemleriydi. Yani popülist sağ merkeze oturmakla kalmadı, diğerlerini de popülistleştirdi.
Dolayısıyla alternans meselesi eskisi kadar kolay değil. Bunu üç sebebi var.
Birincisi iktidara gelen popülist ırkçı ve/veya dinci bir akım, yönetimi dört ya da beş sene sonra dürüst bir biçimde devretmek için değil, yönettiği devlet aygıtına sahip olmak için geliyor. Dolayısıyla devlete olgun her demokraside olduğu gibi “kiracı” olarak değil “ev sahibi” olarak bakıyor. Bugün iktidar yanlısı cahil cühelanın iktidarı eleştirenlere karşı “devletimin yanındayım” diye saçmalamasının sebebi de bu. Putin, Orban, Erdoğan başına geçtikleri mekanizmanın DNA'sıyla oynayan politikacılar. Öyle bir hava yaratıyorlar ki gitmeleri devletin çöküşü olacak izlenimi uyanıyor. İşte bu yüzden de alternans kolay değil.
Ama bu zorluğun ikinci bir sebebi var. Muhalefetin kazanmak içim iktidardaki akıma benzemesi gerektiği düşüncesi. Modern çağda sağ iktidarı yenmek için sol politikalar önerilirdi. Post-modern çağda sağ iktidarı yenmek için daha sağ politikalar önerilmekte. Onlar muhafazakarsa biz daha da muhafazakârız, onlar milliyetçiyim diyor ama biz daha daha da milliyetçiyiz. AKP’yi yenmek için BKP önermiyoruz, ÖZAKP öneriyoruz. 6’lı masaya bakıyorum. Muhafazakâr ve dindarlığını ispat etmeye çalışan CHP’nin yanında aşırı milliyetçi bir parti (şu aşırı lafından da gına geldi, aşırı olmayan milliyetçi parti mi var?), iki eski AKP bakanı ve başbakanı, Milli Görüş. Ne kadar fakir ve çaresiziz.
Şöyle deniyor olabilir. Seçimi kazanana kadar bundan sunalım zira halk bunu istiyor (piyasa ekonomisi). Kazandıktan sonra ÖZAKP gömleğini çıkarıp özgür, eşit, adil, zengin bir toplum için çalışacağız. (Halbuki gerçek piyasa ekonomisinde arz talebi tetikler, kazanacak muhalefet şimdiden bunları sunsa alıcısı çıkar).
Bunu anlayabilirim (kendimi zorlayarak) ama alternans için üçüncü zorluk burada başlıyor. 20 yılı aşkın bir süredir iktidardaki popülist dinci, dirijist ve milliyetçi akım devlet aygıtının içine çöreklendi. Devletin imkanlarını kullanarak devleti ele geçirdi ve devletin kaynaklarıyla zenginleşen, bu paraya kokain gibi bağımlı olmuş bir sınıf yarattı. İmamlar ve hatipler, makam şoförleri ve fedailer devletin deri koltuklarına yerleştiler, arkalarındaki düğmeli kadife panolara çakma Osmanlı tuğralarını astılar.
Fransızların “petit chef” dedikleri bir tipleme var. Minik gücünden memnun, bu gücü hep zulüm için kullanan şef. Hadi Türkçe “müdür” diyelim, gayet güzel oturdu.
20 senede AKP bir müdürler cumhuriyeti kurdu. Yüksek müdürler, orta müdürler, küçük müdürler, genel müdürler, özel müdürler, ama her şeylerini iktidara borçlu olan bir müdürler ordusu. İşte alternans bu ordunun yerine işini bilen, okumuş kendini geliştirmiş, batıyı doğuyu tanımış profesyoneller gelince, yani gene bir yirmi sene sonra gerçekleşebilir.
14 Mayıs’ta ben oyumu alternans için vereceğim. Alternansın gerçekleşebileceği konusunda kötümser olsam da.