Aman moralimiz bozulmasın, haberimiz de olmasın

Reuters Enstitüsü’nün son raporuna göre “haber takip edenler” tüm Dünya’da düşüşte. Nedeni, “olumsuz” haberlerden kaçış mı? Yoksa iyi gazeteciliğe yatırım yapılmaması mı?

MEHVEŞ EVİN


Türkiye’de “basının durumu ve geleceği” konusunda eski hararetli tartışmaları artık yapmaz, yapamaz olduk.

Basın özgürlüğünün üzerinden silindirle geçildi.

Kaliteli, güvenilir, doğru haberin üretilebileceği alanlar daha da daralıyor.

Yıllardır süren tehditler, davalar, karalamalar, sansür-otosansürün normalleşmesi ve şiddet; haberlerin doğruluğu, çeşitliliği ve kalitesini elbette doğrudan etkiledi.

Tüm bunlara habere ayrılan bütçenin her yıl kısılması, masa başı editörlükle sınırlandırılması, ekran veya vitrin isimlere yatırım yapılmasını ekleyin.

Fakat basında yaşanan her melanetin sebebi, iktidarın politikaları veya ekonomik zorluklar değil.

Son seçimlerde ve sonrasında bir kez daha gördük:

“Muhalif” yayınların bağımsızlıktan anladığı, desteklenen partinin duymak+dinlemek istediğini tekrarlamak. Oysa muhalif yayın tanımının kendi, tarafgirliği içeriyor.

Özgür basın tanımı sosyalist-sol yayınlar için kullanılsa da bağlı olunan siyasi partinin ideolojisi çerçevesinde haber yapılıyor.

Sahiplik yapısı ve yönetim anlayışına baktığınızda pek çok yayın, çok eleştirilen iktidar yandaşlığının bir başka versiyonuna dönüştü. Farklı, eleştirel sesler susturuldu veya ayıklandı.

Son Reuters Enstitüsü raporunda, Türkiye özelinde haberlere olan güvenin azalarak %36’ya indiği ortaya çıktı. Herhalde kimse için bir şok değil. Gerekçesi tam da haber kurumlarının kutuplaşması.

Endişem, iyi habercilik yapmaya çalışan ve yeterli kaynakları olmayan bağımsız mecraların da gümbürtüye gitmesi.

'Okur 'hard news' istemiyor şekerim'

Dijital haber trendlerini takip eden Reuters Enstitüsü’nün 2022 raporunda şu başlık öne çıktı:

“Ruh sağlığını olumsuz etkilediği” gerekçesiyle haberleri bilerek takip etmeyenlerin sayısı, tüm dünyada yükselişte…

2015’te %67 olan “haber ilgisi ve takibi”, 2022’de 47% olarak ölçülmüş. Buna göre Türkiye dahil 46 ülkeden, 93 bin kişinin katılımıyla elde edilen verilere göre her 10 kişiden dördü, “bazen” ya da “çoğunlukla” haber takip etmediğini söylüyor.

Son yedi yılda yaşanan değişim ve olaylara dayanarak bu kıyas yapılsa da öncesine dair dijital veri sınırlı. Mesela benzer bir eğilim başka bir dönemde var oldu mu sorusunun yanıtını bilmiyoruz.

Kaldı ki pandemi veya savaşın ilk dönemlerindeki haber takibinin zamanla düşmesi, gayet doğal.

Her gazeteci bilir: Büyük olay ve felaketlerde habere ilgi ve takip artar, sonra düşme eğilimine girer.

Kaldı ki ortalık -tabiri caizse- yanarken dahi kendi inandığı, beğendiği yayın ve gazetecinin dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyen, takip etmeyenler hep oldu ve olacak…

Hep yeni neslin alışkanlıklarına dair çıkarımlar yapılsa da 1990’lı, 2000’li yıllarda da “insanlar hard news istemiyor şekerim” deniyordu. Okumaktan “sıkılan”lar için haberler de köşe yazıları da daha o zamanlar kısaldıkça kısaldı.

Felaket, savaş ve şiddet haberlerinin dozu ve kapsamı o günlerde de tiraja, reytinge göre dengelenirdi. (Hangi kriterlere göre? Doğru muydu, yanlış mıydı? tartışmasına girmiyorum şimdi.)

Reuters raporuna dönelim. Medyada salt bu verilere dayalı analiz yapanlar, yönetici ve reklam sektörü, zaten can çekişen haberciliği daha da “gereksiz” bulabilir. Varsa yoksa eğlence, selfi, skandal…

Buradan yola çıkıp “sert haber istenmiyor arkadaş” kolaycılığına kaçılırsa yandık.

Zira “aman psikolojimiz bozulmasın” diye gazetecilik yapılmaz. Bu anlayışın son örneklerinden biri, Gazete Oksijen’in “deprem”i işleme biçimi.

Yüzbinlerce insanın can verdiği felakette “muhalif” haber kanallarının da umut aşılamak için enkazdan çıkarılan afetzedelere odaklanması ve o sırada enkaz başında bekleyen yüzbinlerin, can çekişen belki binlerce insanın varlığını yok saydığını da hatırlatayım.

"Takipçinin "qeyfi" ne isterse" mi diyelim?

Herkes istediğini seçmekte, takip edip etmemekte özgür.

Fakat medya, izleyici/takipçinin “qeyfi”ne göre habercilik yapmaya kalkarsa -ki geçmişte de bol miktarda örneği var- kamusal sorumluluğunu ihmal etmiş geçmiş olur.

Elbette okunurluk, izlenirlik, tıklanırlık kriterleri önemli. Ancak yayıncılığınızın temelini bunlara göre çizer ve gazeteciliğin temel ilkelerini yok sayarsanız gerçeklikten kopuşa hizmet edersiniz.

Bu durumda feyk haberden dezenformasyona, demokrasinin zayıflamasından cehaletin yaygınlaşmasına, şikâyet etmeye hakkımız kalır mı?

Reuters raporunda “seçici olarak haber takip etmeyen”lerin en yüksek çıktığı ülkelerin başında Avrupa ülkeleri, Brezilya ve Japonya geliyor.

Katılımcıların yüzde 43’ü, siyaset ve pandemiye fazla yer verildiğini düşünüyor: Bu alanda “devamlı kendini tekrar eden” haberlerden bıkkınlık gelmiş; ki bu da çok normal.

Sanırım asıl mesele, haberin nasıl işlendiği ve nasıl verildiğiyle alâkalı. Türkiye’de kopyala yapıştır ajans haberlerinden şikâyet ediyoruz da gelişmiş ülkelerde de iyi haberciliğe çok daha az yatırım yapılıyor. İşten çıkarmalar, yayın kapatmalar da bize has bir durum değil.

Sonuç: Üç beş editörün omuzlarında dönen internet siteleri ve yayınlar, haber değil yoruma dayalı paylaşımlar, rutin haber takibinin dışına çıkılamaması ve en önemlisi, sahada habere yatırım yapılmamasıyla iyice miyoplaşan bir yayıncılık. Sonra tabii ki seçimler örneğinde olduğu gibi kendi kendinizi gazlamakla kalırsınız. Hatalara rağmen ders alınmaması gerçekten çok acayip.

Teknoloji devlerinin içerik manipülasyonu

Bugün o büyük, bilinen pek çok Batılı yayın markası dış temsilciliklerini kapattı, çok büyük olay çıkmadıkça muhabir yollamıyor. Türkiye’ye seçimden seçime, felaketten felakete bölgeyi, tarihi, dinamikleri, ilişkileri hiç bilmeyen gazeteci yollanıp haber yapması isteniyor. E ne oldu şimdi?

Son olarak Reuters raporuyla ilgili teyit.org’da bulduğum önemli bir eleştiriye yer vereyim:

Nobel Barış Ödülü sahibi gazeteci Maria Ressa, bir kısmı Google tarafından finanse edilen raporun, özellikle hükümetlerin özgür medyaya saldırmak için güçlerini kullandığı ülkelerde dezenformasyon kampanyalarının etkisini hesaba katmadığını, haber dağıtımı veya dezenformasyon kampanyalarının etkisi üzerinde büyük kontrole sahip teknoloji platformlarının yanlılığını da yansıtmadığını belirtmiş.

Hangi haber, neden, nasıl, kim tarafından takip ediliyor veya edilmiyor derken, sadece siyasi şartları ve gazetecilik kalitesini değil, teknoloji devlerinin manipülasyonlarını da konuşmamız şart.

Zira sosyal medya fenomenlerinden sponsorlu yayıncılığa, algoritmalardan yapay zekaya, haber içeriklerinde de devasa bir dönüşüm yaşanıyor.

Köşe Yazıları Haberleri