“Merhaba dünya”, “yeni bağımlılık hoş geldin”, “Elon şimdi b.ku yedin”, “herkes burada mı?”…
Bunlar, 5 Temmuz’dan itibaren Türkiye’de de sosyal medya kullanıcılarına açılan “Threads” uygulamasına düşen kişisel ilk Türkçe mesajlardan bazıları.
Elon Musk’ın Twitter’ı iyiden iyiye ekose gömleğinin cebinden uzun Marlboro taşan ve elinde tomar halinde günlük hasılatını taşıyan kazıkçı bir patronun işlettiği ticari bir oyun parkına çevirmesi ve parayla hizmet satma dozajını aşmasından sonra ağızların tadı epey kaçmıştı. Dijital okur yazarlığı ya da farkındalığı bir miktar fazla olanlar önce “merkezsiz ağ” Mastodon’a yöneldi, oranın “dutluk” olduğu görülünce, Twitter’ı kuran Jack Dorsey’in Jay Graber’la birlikte yeni oyuncağı Bluesky’ın kapısına gidildi ancak “davetiyesiz almıyoruz şimdilik beyler bayanlar” yanıtıyla karşılaşıldı.
Elon Musk son saçmalığını hayata geçirince, yani “parayı veren daha çok tweet görecek, veremeyenler daha az” deyince, önceden kafes dövüşüne çağırdığı Zuckerberg saklandığı yerden çıktı ve Twitter’ın alt sürümünün neredeyse kopyası gibi gözüken Threads’i halihazırda 1.35 milyar kullanıcının bulunduğu Instagram’dan ortaya saldı.
Elbette Threads’i hem Mastodon hem de Bluesky’a göre avantajlı kılan, hazırda bulunan bu yüz milyonlarca kullanıcının “birkaç tıkla” uygulamaya dahil olabilmesi ve kartopu yöntemiyle tüm takipçilerini de buraya çağırabilmesiydi. Başta bol şakalı, gerektiğinde aforizmalı, özel hayat paylaşımında cömert, kişisel pazarlama gurusu Instagram fenomenlerinin doluştuğu bu yeni platforma zamanla Twitter’ın haber merkezleri, kanaat teknisyenleri, kaygılı yurttaşları da akın etti. Şimdi bu iki kesimin nasıl bir dijital birlikte yaşam tesis edeceği merak konusu.
Burada elbette şartlar eşit değil, sadece herkesin takipçi sayısı kadar sesini gür çıkarabilmesinden bahsetmiyorum elbette. Atanmamış dijital iletişim başkanına dönüşen Mark Zuckerberg algoritmalarını ne yönde işletmeye karar verirse platform o yöne doğru evrilecek. Yani ya atarlı giderli popçu mesajları, mizah şovdan vazgeçmeyen “influencer” paylaşımları, bunları derleyip yeniden satan kıymeti kendinden menkul haber görünümlü hesaplar çıkacak karşımıza ya da Twitter’dan milyonlarını alıp gelen 280 karakterlik dijital düşünürlerin analizleriyle karşılaşacağız sıkça. Belki de takipçi listelerinin sağlıklı işlemesine (bir süre) göz yumulacak ve kendi şirin yankı odamızda yaşayıp gideceğiz. Bunu zaman ve Zuckerberg’in parayı daha fazla nasıl kazanacağına dair stratejisi gösterecek.
Devletlere mal edilen “Balkanlaşma” dijital “ağalar” eliyle derinleşiyor
Burada tarihçesinden uzun şekilde bahsetmeyeceğim ama splinternet (bölünmüş internet) ya da özellikle Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra ortaya çıkan irili ufaklı devletler referansıyla tanımlanan Internet’in Balkanlaşması”, uzun süredir tartışma konusuydu.
Başta bunun faili olarak devletler üzerinden yürütülüyordu tartışma. Yani başta Çin, Rusya gibi ülkeleri (çok farklı uygulamaları olsa da) kendi yurttaşlarına “yerli ve milli” bir internet tesis etmek için dünyayla entegrasyonu kısıtlamaları ve bir iç ağ kurma çabalarına referans veriliyordu bölünmüş interneti anlatmak için.
Oysa bir süredir bu parçalanmayı dünyanın en varsıl ve değerli şirketleri haline gelen silikon vadisi şirketleri körüklüyor. Fail de asık suratlı, takım elbiseli devlet adamları değil, güler yüzleri, kot ve tişörtleriyle milyarlarca dolara hükmeden “cool” görünümlü dijital platform ağaları. Kâr hırsıyla züccaciye dükkanına giren fil gibi davranan bir patronun platformundan kaçan dijital göçmenler, ertesi gün pıtrak gibi çıkan yeni platformlara yanaşıyor, insanlar platformlar arasında bölünüyor. Sonuçta “influencer” (etkili kişi) değilseniz ve paranızı buralardaki performanslardan kazanmıyorsanız günlük harcayabileceğiniz süre sınırlı ve “bir şeyleri kaçırma korkusunun” pençesinden kurtulunca size uygun birkaç tanesinde kalıyorsunuz.
Daha küçük, içe kapalı bir sosyal medya mı?
Threads uygulamasında ilk gözüme takılan mesajlardan biri, ABD’li Teknoloji gazetecisi Ryan Broderick’in bir mesajıydı. Broderick 2006’da çıkan Twitter’ın esas çekici olan tarafının bizleri, orada paylaştığımız mesajlar, yürüttüğümüz dijital toplumsal siyasal kampanyalar, kurduğumuz iletişim ile kültürü etkileyebilecek noktaya taşıması olarak tanımlıyordu.
Alanda tüm isyanları izlemiş bir gazeteci olarak “Arap İsyanları”nın sosyal medya devrimleri olduğu anlayışına hep karşı çıktım ama sosyal medyanın Wall Street’ten Tunus’a oradan Geziye’ye siyasal sitem üzerinde olmasa bile kültür üzerindeki etkisinin de görmezden gelemeyeceğini düşünüyorum. Broderick, Musk’ı kastederek, “çılgın bir milyarderin” bunu ortadan kaldırması ve daha küçük, içe kapalı Meta platformlarının bunun yerine önerilmesinin bir rastlantı olamayacağını düşünüyor. Farklı olarak bunun bir “üst akıl” tarafından bir arada olan kitleleri bölmek üzere tasarlanmış bir oyun olduğunu düşünmüyorum.
Ancak vardığımız noktada günlük hayatımızda kullandığımız tüm platformlarda “Instagram, Whatsapp, Facebook, Threads) verilerimizi toplayıp bunları pazarlayan Zuckerberg’in yeni “Truman Show” platformuna davet ediliyoruz. Üstelik platform yorgunluğu ile karşı karşıyayız. Burada bir noktadan sonra bu Silikon Vadisi patronu bize nasıl bir iletişim rotası çizerse öyle gideceğiz.
Eski bir örnekle sonlandırayım: Zuckerberg’in ilk göz ağrısı Facebook, 2014 yılında ABD’nin Ferguson kentinde Michael Brown adındaki bir siyahın polisler tarafından öldürülmesi sonrası yaşanan protestolara ilişkin paylaşımları “bastırmak” ve “öne çıkarmamakla” suçlanmıştı. Gerekçeleri, o sırada Facebook’un da desteklediği “ice bucket challenge” yani baştan aşağı buzlu su dökerek ALS hastaları için yardım toplanan anlamlı kampanyayı ön plana çıkarmaktı. Algoritmalar buna göre ayarlanmıştı ve siyahlar protesto gösterileri düzenlerken herkes başından aşağı buzlu su döken ünlülerin videolarını izlemişti. Yeni dünyanın eşik bekçileri algoritmaların efendileri ve bizler de onların bize kurduğu oyun parkındayız neticede.