2-6 Ekim 1923 tarihlerinde İstanbul’un İtilaf Güçleri tarafından işgalinin resmen sonlandırılmasından bir hafta sonra, 13 Ekim 1923 günü, İsmet (İnönü) Bey ve 14 arkadaşının TBMM’de Ankara’nın “devletin makarr-ı idaresi” (idare merkezi) olması için verdikleri önergenin kabul edilmesi ve kararın 1921 Teşkilat-ı Esasiye’sine bir madde olarak eklenmesiyle, İstanbul’un tam 470 yıl süren saltanatına son verilmişti.
Bir zamanların bir “yangın yerini andıran” ıssız ve sıkıcı kasabasından modern ve Batılı bir başkent yaratılması işine 16 Şubat 1924’te Şehremaneti’nin kurulmasıyla başlandı. (Şehrin neden “yangın yeri” gibi olduğunun hikayesini şu yazımdan okuyabilirsiniz) Cumhuriyetin ilk yıllarının hâkim mimari üslubu olan Birinci Mimari Üslup,” Osmanlı klasik elemanlarıyla bezeli cephe kompozisyonları ve İslam motiflerine yapılan simgesel göndermeleri ile, rejimin “Osmanlı geçmişinden radikal biçimde kopma” idealine ters düşüyordu. Genelde Vekiller Heyeti’ne, özelde Dahiliye Vekaleti’ne bağlı olarak çalışması öngörülen Şehremaneti işe, yeni şehrin yerleşeceği yerleri kamulaştırarak başladı. Kamu yapıları gerek demiryolunun kuzeyindeki yerleşik alanda serpilmiş olarak, gerek demiryolunun güneyinde yeni gelişme alanlarında inşa ediliyorlardı. İstanbul’dan kademeli olarak Ankara’ya gelenler için yeni konutların inşa edilmesi gerekiyordu.
O tarihlerde nüfusu yaklaşık 70 bin kişi olan (ilk resmi nüfus sayımının yapıldığı 1927’de merkez kazanın nüfusu 74.784 olarak saptanmıştı) Ankara’da üç konut tipi gözleniyordu. İlki Ankara Kalesi ve çevresindeki geleneksel Osmanlı tipi konutlardı. İkincisi dört beş katlı, rant amaçlı inşa edilen alçak apartmanlardı. Üçüncüsü ise bahçeli ev tipindeki ayrık düzendeki memur konutlarıydı. Bu memur konutlarının ilk örneği 1925 yılında Sıhhiye Vekaleti’nin arkasında inşa edilmişti. Memur konutları tek tük de olsa zenginlerin lüks bahçeli evlerine öncülük edecekti. Kademeli olarak Ankara’ya taşınan elçilikler de kendi binalarını inşa ettireceklerdi.
Lörcher Planı
Bu dönemde yeni ve eski yerleşmeyi bütünleştirecek, geleceğin Ankara’sının büyümesini belirleyecek bir genel çerçeve yoktu. İnci Aslanoğlu’na (Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı, 1923-1938, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2001) göre Ankara’ya ilişkin ilk planlar 1924’te Alman harita mühendisi M. Heussler tarafından yapılmıştı. Bu planlardan birisi Eski Ankara, ikincisi Yeni Ankara’ya ilişkindi. Ancak bunlar kısmi nitelikteydi ve uygulanmamıştı. Ankara’ya ilişkin ilk bütüncül plan siparişi Alman sermayesi ile işletilen Keşfiyat ve İnşaat Türk Anonim Şirketi’ne verildi. Aynı tarihlerde Bursa için de bir plan hazırlayan şirketin şehircilik bölümü uzmanlarından Alman (Berlin-Charlottenburglu) Carl Christoph Lörcher (Türkçe belgelerde “Mütehassis mi’mar Lorhar”) Ankara için iki plan hazırladı. Lörcher 19. yüzyıl sonunda Orta Avrupa’da modern mimarlık kuramcısı olarak ün yapmış İtalyan mimar Camillo Sitte’nin öğrencisiydi. Sitte’nin anlayışında estetik ve sağlıklı şehirleşme esastı ve bu anlayış ilerde başka mimarlarca geliştirilecek olan “Bahçe Şehir” adıyla literatüre geçecekti.
Lörcher’in planlarından ilki, 1924 tarihinde tasarlanmış olan ve eski şehre ait proje idi. Gelecekte yaklaşık 200 bin kişilik bir nüfusu kapsamayı hedeflemekte olan proje, genel hatlarıyla Ankara Kalesi ve Merkez İstasyonu arasındaki alanın yeniden düzenlenmesini öngörmekteydi. Planlamadaki en dikkat çekici unsurlardan birisi, Lörcher'in özellikle üzerinde durduğu, "yönetim kompleksi" projesi idi.
13 Aralık 1924 tarihli 400 milyon metrekarelik bataklık arazinin istimlakini öngören yasa tasarısının meclisten geçmesi ile 24 Mart 1925 tarihinde yeni şehrin kuruluşuna başlandı. Aynı yıl Lörcher "Türklerin Başkenti Ankara’nın Yapılaşma Planı/ Eski Şehir ve Yönetim Şehri=Çankaya" başlığını taşıyan ikinci planını ekindeki 14 raporla birlikte teslim etti. Bu raporlarda varlıklarını bugüne dek aynen veya bazı değişikliklerle sürdüren Anafartalar (Karaoğlan), Kazım Karabekir Caddesi, Çankırı, Denizciler, Hakimiyet-i Milliye, Erzurum, Bankalar, İstasyon caddeleri; Kale Önü, İstasyon Bölgesi İş Merkezi, Soğuk Kuyu, Hamam Önü, Şehir Parkı ve Sergi Bahçesi, Millet, Hükümet, İtfaiye (Tiyatro), Gazi, Yıldız, İstasyon, Hacı Bayram meydanları tasarlanmıştı.
Levent Uluiş’e (“Anti-Modernist Ve Otoriter Eğilimleri Yansıtan Bir Şehir Tahayyülü: Lörcher’in Ankarası”, 15 Temmuz 2009, Mimdaporg) göre Ankara Kalesi’ni, Augustus Mabedi ve Julianus Sütunu ile birlikte Anadolu-Türk kültürüne dair önemli bir tarihi abide olarak gören Lörcher kaleyi salt tarihi ve kültürel bir nesne olarak korumak yerine, şehir planlamasında aktif, sembolik bir öğe olarak kullanmayı tercih etmekteydi. İtalya’daki Mussolini yönetimindeki örnekler kadar büyük çaplı olmamakla beraber, arkeolojik kazı ve restorasyon programları Kemalist yönetimin de üzerinde durduğu konular arasındaydı. Mustafa Kemal’in, İtalya’nın yanında Türkiye’yi de içine alan Roma tarihinin uzun arkeolojik geçmişine büyük saygısı olduğu, 1924’te görevine yeni atanmış İtalya’nın Ankara Sefiri Vincenzo Lojacono ile yaptığı görüşmede Roma’nın “görkemli tarihi”ne değinirken “yıllanmış ağaçların Türk ve İtalyan ulusları gibi derin köklerinin bulunmasının” gerekliliğine işaret etmesinden biliniyordu. Ankara’daki Augustus Mabedi’nin ortaya çıkarılması projesi, İtalya’nın Roma tapınakları ile ilgili programlarında olduğu gibi Kemalist rejim için de büyük önem taşımaktaydı çünkü, “Türk ulusunun Avrupa kültürünün doğrudan mirasçısı olduğuna” dair görsel bir kanıt olarak mabet, rejimin Batılılaşma konusundaki ideolojik söylemlerine meşrulaştırıcı zemin oluşturabilirdi. Nitekim bu amaçla 1924 yılında Mustafa Kemal’in direktifi ile Türkiye’ye Alman uzmanlar davet edilmiş ve arkeolojik kazı çalışmalarına başlanmıştı.
Yine Levent Uluiş’in sözleriyle katı bir düzen ve hiyerarşik bir sistemin öngörüldüğü planlamada, önem sırasına göre kamusal alandan özele doğru belirgin bir kademelenme mevcuttu. Sıralamanın en üstünde görkemli yönetim binalarıyla şehir merkezi yer alırken, bunu belli işlevlere göre gruplandırılmış olan kamu yapıları takip etmekteydi. Şehir merkezi ile bağlantılı olarak, batıda spor ve sergi alanları, güneybatıda kültür ve eğitim yapıları, güneyde ise sağlık binaları yer alacaktı. İskân alanı için, yeni merkezin doğusu düşünülüyordu. Eski yapıları ve dar sokakları ile gösterişten uzak olan bu alan, şehrin ilk gelişiminin meydana bulduğu tarihi kentti. Sıralamanın en altında ise fabrikalar ve sanayi bölgesi yer alıyordu.
Lörcher’den Türkiye’de kaldığı süre içinde Pera-Galata ve Üsküdar-Kadıköy’ün tasarlanması ve Bursa’nın planlaması işi de istenmişti. Ancak Lörcher ne bunları yapabildi ne Ankara Planı’nı tam olarak uygulamaya koyabildi. (Lörcher 1931’de yani henüz Hitler iktidarı ele geçirmeden önce Nazi Partisi’nin paramiliter bir yan örgütü olan SA’ya üye oldu. 1933’te Hitler’in iktidarı ele geçirmesiyle birlikte Alman Mimarlar Birliği ve Eğitim Bakanlığı’na bağlı Planlama Dairesi Başkanlığı’na getirildi. 1966’da Stuttgart’ta öldü.)
Lörcher planı akamete uğramıştı ancak 1925 tarihli İstimlâk Kanunu ve 1926 tarihli Emlak ve Eytam Bankası ile finansman kaynağının yaratılmasıyla yapı malzemeleri sağlayan fabrikalar ve amele evleri yapılmıştı. Ardından İstanbul’dan davet edilen Vedat (Tek), İstanbul’un Levanten ailelerinden gelen Guillio Mongeri, Kemalettin Bey, Muzaffer Bey ve Arif Hikmet (Koyunoğlu) gibi Selçuklu ve Osmanlı unsurlarının Batılı unsurlarla harman edilmesinden oluşan Neo Klasik üsluptaki Birinci Ulusal Mimarlık (“Milli Mimari”) Akımı’nın üstadları, devletin ve halkın tüm olanaklarını seferber ederek Ankara’da TBMM (1924), Ankara Palas Oteli (1926), Gazi ve Latife okulları (1924), Adliye Sarayı (1926), Gazi Eğitim Enstitüsü (1926), Osmanlı Bankası (1926), Maliye Vekaleti (1925), Sıhhiye Vekaleti (1926) binaları inşa ettiler.
Jansen Planı
Cumhuriyet’in “Yeni Mimari” diye anılan kendi özgün mimari üslubunu bulması ise yine yabancıların katkısıyla olacaktı. 1927 yılında, aslında yabancılardan nefret eden ama eski bir belediyeci olarak planlı imara inanan Şükrü Kaya ve Ankara Valisi Asaf Bey “istemeye istemeye” Batılı uzmanlara akıl danışmak için Berlin’e bir komisyon gönderdiler. Komisyonun görüştüğü 75 yaşındaki mimar Profesör Ludwig Hoffmann Türkiye’ye gelemeyecek kadar yaşlı olduğunu söyledi ve yerine Charlottenburg Teknik Üniversitesi şehircilik profesörlerinden Joseph Brix ile Berlin Güzel Sanatlar Akademisi ve Mühendislik Mektebi öğretim üyesi Hermann Jansen’i önerdi. Brix 1900-1910 arasında Berlin’de inşa edilen “Bahçe Şehir” Frohnau bölgesini düzenlemişti. Jansen ise Berlin’in Dahlem bölgesinin yerleşim planlarını hazırlamak için açılan 1910 tarihli yarışmada birincilik ödüllerinden birini kazanmıştı. Jansen, ileride Hitler’in başmimarı olarak ünlenen ve savaş sonrasında Nürnberg Savaş Suçları Mahkemesi’nce Nazi döneminde işlediği suçlar yüzünden 20 yıl Berlin-Spandau Hapishanesi’nde yatma cezası verilecek olan Albert Speer’in hocası idi.
İki adayla konuşan heyet üyeleri, Ankara dönüşünde üçüncü bir isim olan Fransız Léon Jaussely’i de yarışmaya davet etmişlerdi. Bu üç mimar da 20. yüzyılın modern şehircilik akımları ve onları savunduğu yeni düşüncelerle ilgili değildi. Yine de Jansen 1927 yılında yüzden fazla büyük, küçük, yerli, yabancı kent planına imza atmış hem eğitimci hem de uygulamacı olarak ülkesinde tanınmış bir mimardı.
Ali Cengizkan’dan (Ankara’nın İlk Planı 1924-25 Lörcher Planı: Kentsel Mekân Özellikleri. 1932 Jansen Planına ve Bugüne Katkıları, Etki ve Kalıntıları, Ankara Enstitüsü Vakfı ve Arkadaş Yayıncılık Ltd. ortak yayını, 2004) öğrendiğimize göre Mustafa Kemal’in ağırlığını koymasıyla “yarışma”yı Jansen kazandı. Falih Rıfkı Atay Çankaya (Doğan Kardeş Basımevi, 1969) kitabında ilk karşılaştıklarında, masanın üstüne daha Ankara’yı görmeden hazırladığı proje taslağını koyarak kendisine “Bu planı uygulayacak kadar güçlü müsünüz?” diye soran Jansen’e Mustafa Kemal’in kızarak şöyle dediğini yazar: “Koca memleketi yedi düvelin elinden kurtarmışız. Bir Ortaçağ saltanatını yıkarak, yerine bir Yeniçağ devleti kurmuşuz. Bunca devrimler yapmaktayız. Bütün bunları başaran bir rejimin bir şehir planını tatbik edebilecek kuvvete olmadığı nasıl sorulabilir?”
Emir ve destek “büyük yerden” olunca, Lörcher gibi Camillo Sitta’nın öğrencisi olan ve onun gibi estetik değerlere önem veren Jansen’in planı ile Ankara dev bir şantiyeye dönüştü. Planın “Teşekküller Kısmı” olarak ayrılan kesiminin planlaması ve bazı yapılarının proje ve yapım işi Avusturyalı Clemens Holzmeister’e verilmişti. Holzmeister 1919-1924 yılları arasında İnnsbruck'ta Devlet Yapı Sanat Okulu'nda öğretim görevliliğinin yanı sıra kilise yapıları gerçekleştirmiş ve Unterberger'de ideal tasarımlar sergisini açmış, 1924 yılında Viyana Krematoryumu’nun tasarımı ve inşası ile Avusturya’da tanınmaya başlamış, aynı yıl Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi ve yönetici olarak kabul edilmiş ünlü bir mimardı.
Ankara’nın pek çok okul binasını ise Neue Gesellschaft” (Yeni Toplum) konut kooperatifinin yönetici sıfatıyla 1920 ile 1924 arasında en önemli görev olarak Viyana’da Eden yerleşiminin imar planını hazırlayan ve 1924’te Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde Holzmeister’in asistanı olan Ernst Egli inşa edecekti.
1928 tarihli “1:4000 ölçekli Ankara Umumi İnşaat Planı”ndan anlaşıldığına göre Jansen şehri dört ana başlık altında planlamıştı: “Seyrüsefer”, “Serbest Sahalar”, “Teşekküller Kısmı” ve “Oturma Mahalleleri”. Jansen oturma (konut) alanlarını sınıfsal farklılıklarına göre yeşil kuşaklara ayıran birbirinden kopuk bölgelere yerleştirmeyi düşünmüş ve 50 yıl içinde en fazla 300 bin kişiyi barındırmasına izin verilmesini önerdiği Ankara için “katiyen bir sanayi şehri olamaz ve olmayacaktır. Yeni tecrübeler sanayiin mümkün olduğu kadar civara, hatta maden, kömür ve saire olan yerlere kurulmasını icap ettiriyor” demişti.
Jansen’in amele mahallesi, klasik bir işçi mahallesinden ziyade “çağdaş” ve “konforlu” köyleri andırıyordu. Bu ev tipi bir oturma odası, pişirme köşesi, yatak odası ve ahırdan ibaretti. Bunlar bir katlı çift ev veya sıra evleri olarak düşünülmüştü. Çok basit pencere ve kapı tipleri olacaktı. Her evin büyük bir bahçesi vardı. Bahçede tuvaleti de barındıran bir kiler vardı. Bu model, savaş öncesi Almanya’da sıkça kullanılan, fabrika işçilerinin arka bahçelerinde tarım faaliyetleriyle uğraşacaklarını tahayyül eden bir yaklaşımdı. Bahçeye yerleştirilmiş tuvalet sayesinde işçiler kendi dışkılarını gübre olarak kullanabileceklerdi. Jansen’in Ankara için tasarladığı amele evleri ise Almanya’dakilerden daha büyüktü. Bahçeleri ise daha küçüktü. Tuvalet de evin içindeydi.
Jansen Planı’nda devlet daireleri Atatürk Bulvarı üzerinde toplanmaktaydı ve 3.000 memur için lojmanlar önermekteydi. Falih Rıfkı’ya göre TBMM’de muhtemel bir hava saldırısında tüm devlet dairelerinin birden yıkılması tehlikesi üzerine tartışmalar çıkınca Mustafa Kemal “Hepsini ayrı ayrı müdafaa edeceğim yerde, bir arada müdafaa ederim ne çıkar?” diyerek Jansen’i savunmuştu.
Nihayet 1930’da 1580 Sayılı Belediye Kanunu kabul edildi, Jansen’in planı 23 Temmuz 1932’de onaylandı, 1933’te Belediyeler Yapı ve Kollar Kanunu kabul edildi ve 1938’e kadar Jansen (ve Holzmeister ile Egli) Planı büyük ölçüde uygulandı.
1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın etkisiyle tüm Türkiye’de yatırımlar dururken Ankara’da kişi başına belediye harcamaları, 1927’de Türkiye ortalamasının 28 katı, 1931’de 23 katıydı. Hepsi dev ölçekli projeler yüzünden arsa fiyatları yüzde 1.000 ila 4.000 kat artmış, rüşvet ve yolsuzluk hikâyeleri ayyuka çıkmıştı ama 1936 yılına gelindiğinde bugün hâlâ kullanılan kamu binalarının ve bankaların tümü tamamlanmıştı. Bunlar çoğu Holzmeister’ın tasarladığı Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü (1927), Maarif Vekaleti (1927), Musiki Muallim Mektebi (1927), Evkaf Apartmanları (1927-1928), Türk Ocakları Merkez Binası (1927-1930), İnhisarlar (Tekel) Umum Müdürlüğü (1928), Devlet Demiryolları İşletme Müdürlüğü (1928), İsmet Paşa Kız Enstitüsü (1928), Etnografya Müzesi (1928), Milli Müdafaa Vekaleti (1927-1931), İş Bankası Genel Müdürlüğü (1929), Genelkurmay Başkanlığı (1929-1930), Cumhurbaşkanlığı Köşkü (1930-1932), Merkez Bankası (1931-1933), Dahiliye Vekaleti, Emniyet ve Jandarma Umum Müdürlüğü (1932-1934), Nafıa (Bayındırlık) Vekaleti (1932-1934), Gençlik Parkı (1932-1936) Emlak Bankası, Yargıtay (1922-1934), Avusturya Sefareti (1933-1934),Ticaret Vekaleti (1934-1935) binaları idi.
Özellikle 1929’dan itibaren 17 yıl boyunca Ankara Şehremini ve Valisi olan Nevzat Tandoğan’ın muhalefeti yüzünden Ankara planları bölük pörçük uygulanan Jansen’e bir ara İzmit, Gaziantep, Mersin, Tarsus ve Adana şehirlerinin planları da sipariş edilecek, bunların bir kısmı ücrette anlaşılamadığından, bir kısmı başka nedenlerle eskiz aşamasından ileri gidemeyecek (sadece Adana’da Reşatbey civarında uygulanmıştır), böylece Jansen Mustafa Kemal’i kızdıran “Bu planı uygulayacak kadar güçlü müsünüz?” sorusunda haklı çıkacak ve 1938’de “Ebedi Şef”in vefatından sonra Ankara’yı terk edecek ve yaptığı plandan imzasının silinmesini isteyecektir.