Beluga, devlet ve biz

Gündelik güvenlik, acil durumda organizasyon merkezi ve bireysel özgürlükler üçgeni çok hassas bir denklem. Acil bir durumda medet umulan devlet, kendinde gündelik hayatı -güvenlik adına- regüle etme gücünü buluyor. Hepimiz de korkumuzdan özgürlüklerimizin kısıtlanmasına boyun eğiyoruz.

9 Ağustos 2022’de Fransa’nın Seine nehrinin gemileri farklı iki su düzeyinin birinden öbürüne aşırtmak için yapılmış ara havuzlarından birinde (écluse de Saint-Pierre-La-Garenne) henüz anlaşılamayan bir sebepten dolayı bir haftadan uzun bir süredir sıkışmış kalmış bir beyaz balina son derece sofistike bir protokol izlenerek sudan çıkarıldı.

Milyonlarca Fransız, şirinleştirilip oyuncaklaştırılmaması için isim takılmayan bu zavallı beluganın kurtarılma operasyonunu televizyondan naklen izledi. 4 metre boyunda 800 kiloluk balinayı havuzdan çıkarabilmek için dev bir ağ hazırlandı. 80 kişinin katıldığı kurtarma operasyonunda 24 dalgıç belugayı ağa sokabilmek için saat 21’den sabah 4’e kadar uğraştı. Balina sonunda ağa girdi, bir vinçle sudan çıkarıldı ve Calvados bölgesinde hazırlanan tuzlu sulu bir havuza götürüldü. Ama, operasyona eşlik eden veterinerler ve devlet görevlileri beluganın çok yaşlı olduğunu, artık sindirim sisteminin çalışmadığını, nefes alamadığını ve çok acı çektiğini tespit ettiler ve ötanazi edilmesine karar verdiler. Böylece kurtarma protokolü işe yarasa da balina yaşatılamadı.

Ben bu satırları yazarken kamuoyu tartışması bu durum için hazırlanan protokolün düzeltilmesine ve bir daha böyle bir durum yaşanırsa daha etkin bir protokolün uygulanmasına yönelik. Halk devleti suçluyor. Balina yaşatılamadı ama artık Fransa’nın nehirde sıkışıp kalmış büyük canlı kurtarma operasyonu protokolü var. Her olayda söz konusu protokol biraz daha iyileştirilecek ve her yeni olayda, durumla ilgili meslek grupları (veteriner, dalgıç, valilik, jandarma, ulaştırma…) tam olarak ne zaman ne yapması gerektiğini bilecek. Bizler de itaat edeceğiz.

Protokoller

Diğer ülkelerde de vardır herhalde, tam bilemiyorum. Fransa’da tuhaf isimler taşıyan, “plan” olarak nitelendirilen, acil durumlarda uygulanacak bir takım protokoller var. Söz konusu acil durum ortaya çıktığında güvenlik güçlerinden sokaktaki vatandaşa, “herkes” ne yapması ve nasıl davranması gerektiğini biliyor. Yangın, su baskını gibi “olağan olağanüstü” durumlar için herkesin tâbi olduğu düzenli tatbikatlar yapılırken (Fransa’nın bütün çalışanları siren sesine aşinadır) daha az görülen acil durumlar için ilgili meslek grupları devamlı tatbikat uyguluyor.

Acil durum protokollerinin çoğu Plan ORSEC (organisation des secours, “kurtarma çalışmalarının düzenlenmesi”) adı altında toplanıyor. Orsec-Su baskını, Orsec-Hortum, Orsec-Tren kazası, gibi uzayıp giden bu listeye göre hem devlet görevlileri hem de arama-kurtarma ekipleri ne zaman ne yapmaları gerektiğini biliyorlar. Bu protokoller çoğunlukla devlet-STK işbirliği içinde düzenleniyor.

Benzer bir şekilde uzun süre Plan épervier (“Atmaca planı”) olarak adlandırılan “Acil Müdahale planı”, kayıp, insan kaçırma ve güvenlik güçlerinden (hapishaneden) kaçma durumlarında jandarmanın yürürlüğe koyduğu bir protokol. Plan Novi ise bina çökmeleri, büyük karayolu/demiryolu/hava kazaları, bina yangınları, doğal afetler gibi durumlarda uygulanmakta. Devletimiz her şeyi düşünüyor.

Özgürlükler

İtiraf etmek gerekirse devleti biraz fazla yücelten ve güçlendiren bir durumla karşı karşıyayız. Bir taraftan acil durumların dramatik olabilecek sonuçları mümkün olduğunca azaltılırken diğer taraftan bu protokoller sayesinde devlet gene özgürlükleri kısıtlayıcı çerçeveler yaratabiliyor. Bunun en iyi örneği “plan vigipirate”. Bu bir kısaltma: vigilance et protection des installations contre les risques d'attentats terroristes à l'explosif , yani “Terörist bombalama saldırıları riskine karşı kamu tesislerinin gözetimi ve korunması”.

Plan Vigipirate Fransa'nın ulusal güvenlik uyarı sistemi. İlk defa 1978'de oluşturulan ve başbakanın sorumluluk alanına giren sistem, o zamandan beri 1995'te 2000’de ve 2004’te güncellendi.

2014 yılına kadar sistem, beş tehdit düzeyine göre kamu görevlilerini ve halkı görevlendiriyordu: beyaz, sarı, turuncu, kırmızı, koyu kırmızı. Bu seviyeler, metrolarda, tren istasyonlarında ve diğer kamusal mekanlarda artan polis veya polis/askeri devriye dahil olmak üzere spesifik güvenlik önlemleri gerektiriyordu. Aralık 2016'da bunlar üç düzeyde yeniden düzenlendi: 'dikkat', 'yüksek saldırı riski' ve 'acil saldırı'. Eğer Fransa’ya seyahat ettiğinizde havaalanı, tren istasyonu ya da turistik mekanlarda korkutucu silahlarıyla dolaşan asker, jandarma ya da polis görürseniz bilin ki orada plan vigipirate uygulanıyor.

Evet, bu tip protokoller özgürlükleri kısıtlamak ya da güvenlik güçlerinin görünürlüğünü arttırmak için de kullanılıyor. Burada devlet kavramını sorgulamak gerek. Elbette bu kısa yazıda Platon’dan beri herkesin kafasını kurcalayan bir konu hakkında hüküm verip kahvehane bilgiçliği yapmayacağım ancak bir ikilem karşısında olduğumuz kesin. “Devlet” her fırsatı değerlendirip özgürlükleri kısıtlamayı meşrulaştırabilen bir kurum. Türkiye’deki “özel güvenlik” sektörünün devasalaşması ya da bütün dünyada kamusal alanların kamera ile kontrolünün normalleşmesi süreçlerini düşünelim ve kendimize soralım: 1988’de Türkiye’nin ilk AVM’si Galleria kamerasız, turnikesiz ve özel güvenliksiz açıldığında şimdiki herhangi bir AVM’den daha az mı daha fazla mı güvenliydi?

Gündelik güvenlik, acil durumda organizasyon merkezi ve bireysel özgürlükler üçgeni çok hassas bir denklem. Acil bir durumda medet umulan devlet, kendinde gündelik hayatı -güvenlik adına- regüle etme gücünü buluyor. Hepimiz de korkumuzdan özgürlüklerimizin kısıtlanmasına boyun eğiyoruz. Ta ki devlet kurumları ötanazi edilmemize karar verene dek.

Köşe Yazıları Haberleri